11 Ağustos 2011 Perşembe

Tefhimu'l Kur'an - Saf Suresi Ayet 6 - (2.Bölüm)

Tefhimu'l Kur'an - Saf Suresi Ayet 6 - (2.Bölüm)

      ı) Gerçek şudur ki, sadece Hz. Muhammed (s.a) ile ilgili Hz. İsa'nın müjdeleri ve haberleri değil, aynı zamanda bizzat Hz. İsa'nın hayatı ve eserleri hakkında bilgi edinmenin muteber ve güvenilir kaynakları, Katolik Kilisesi'nin meşru ve geçerli saydığı sadece dört İncil değildir. Bu hususta belki de nisbeten daha muteber kaynak, Kilisenin "Muhtevası şüpheli" olduğu gerekçesiyle nazarı dikkate almadığı Barnabas İncili'dir. Çok ilginçtir, Hıristiyanlar bu kutsal kitabı saklamaya azami gayret göstermişlerdir. Bu kitap asırlarca herkesin gözönünden uzak kaldı. Onaltıncı asırda Latince tercümesinin nadir bir nüshası Papa Sixtus'un kütüphanesinde bulunuyordu ve kimsenin buna el sürmesine izin verilmiyordu. Ancak onsekizinci yüzyılın başında bu nüsha John Toland adında bir kişinin eline geçti. Bundan sonra çeşitli ellerden geçerek 1738 yılında Viyana İmparatorluk Kütüphanesi'ne ulaştı. 1907'de bu İncil'in İngilizce çevirisi Oxford-Clarenden Matbaası tarafından neşredildi. Ne var ki, bu eser piyasa çıkar çıkmaz, Hıristiyan dünyasında bir telaş başladı ve pekçok din adamıyla kilise çevreleri, bu kitabın fazla yayılmasının, Hıristiyan dininin yok olmasına neden olabileceği kuşkusuna kapıldılar. Neticede, basılan nüsha esrarengiz, ama planlı bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bir daha da İngilizce tercümesinin yayınlanması mümkün olmadı. Aynı şekilde, Latince tercümesinden İspanyolca'ya çevrilen nüshanın onsekizinci yüzyılda piyasada ve kütüphanelerde bulunduğu belirtiliyor. Bu bilgiyi George Sell, Kur'an-ı Kerim'in İngilizce mealinde bize nakletmiştir. Ama İspanyolca çevirisinin de ortadan kaldırıldığı görülmüştür. Bugün maalesef bunun hiçbir nüshası hiçbir yerde bulunmuyor. Ben, Oxford'da yayınlanan İngilizce tercümesinin fotokopisini okuma fırsatını buldum. Barnabas İncili'nin tümünü dikkatle okudum. Bence, bu İncil Hıristiyanlar için büyük bir nimettir ve sadece taassub ve inatçılıkları yüzünden böyle kıymetli bir eserden mahrum kalmışlardır.
    Hıristiyan literatüründe Barnabas İncili'nin adı nerede geçmişse, oraya bir muhalefet şerhi konmuş, bunun sahte ve uydurma bir İncil olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Gözü dönmüş ilim ve irfandan nasip alamamış bazı Hıristiyan din adamları bunun bir Müslümanın hayal gücünün eseri olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Bu, aslında büyük bir yalandır ve bunun sebebi sırf İncil'in metninde pekçok yerlerde Hz Peygamber'in dünyaya geleceği konusunda açık seçik kayıtların bulunmasıdır. Bir defa, bu İncil'i okuyan herkes, bunun bir Müslüman tarafından kaleme alınmadığına katiyetle inanmış olur. İkincisi, böyle bir kitap bir Müslüman tarafından yazılmış olsaydı, bu Müslümanlar tarafından iyice tanınır ve Müslüman ilim adamlarının eserlerinde bundan sık sık ve geniş şekilde bahsedilirdi. Fakat, George Sell'in Kur'an-ı Kerim'in İngilizce mealinden önce Müslümanlar Barnabas İncili'nin adını bile duymamışlardı. Taberi, Yakûbi, Mes'udi, Birûnî, İbn Hazm, İbn Teymiye, vs. gibi Hıristiyan kaynaklarına vakıf olan fakih, yazar ve tarihçiler Hıristiyanlık ve Hıristiyanlığın kutsal kitaplarından bahsederken Barnabas İncili'ne en ufak bir işarette bile bulunmamışlardır. İslâm Dünyası'nda sayısız kütüphanelerde bulunan kitapların en geniş ve güvenilir bibliyografyaları İbn Nedim ile Hacı Halife (Bk: "El-Fihrist" ve "Keşfu'z-Zünun", tarafından hazırlanmıştır. Ama bunlarda da Barnabas İncili'ne rastlamak mümkün değildir. Hıristiyanların ileri sürdüğü iddianın asılsız oluşunun üçüncü ve en büyük delili, Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a) dünyaya gelişinden 75 yıl önce bile, Papa Gelasius 1 döneminde "yanlış ve dini düşüncelere aykırı kitaplar" adı altında hazırlanan listede Barnabas İncili'nin (Evangelium Barnabe) adının geçmiş olmasıdır. Söyler misiniz, o çağda bu sözde sahte İncili yazacak bir Müslüman var mıydı?
    j) Barnabas İncili'nde Rasûl-ü Ekrem'in (s.a) dünyaya peygamber olarak gelmesine dair haber ve müjdelerden söz açmadan isterseniz önce Hıristiyanlarca meçhul kalmış, Müslümanlar tarafından da hiç bilinmeyen bu kitabı size tanıtalım. Böylece bunun mahiyeti, muhtevası ve dolayısıyla ehemmiyetini anlamış olacağız. Ayrıca, Hıristiyanların bundan neden bucak bucak kaçtıklarını kavramış olacağız.
    Kitab-ı Mukaddes'te meşru ve muteber olarak yer alan dört İncil'den hiçbirinin Hz. İsa'nın sahabileri veya havarileri tarafından kaleme alınmadığını bilmekte fayda vardır. Sonra, bu İncil'leri yazanlardan hiçbiri, yazdıklarının Hz. İsa'nın havarilerine dayandığını veya onlar tarafından nakledildiğini iddia etmemiştir. Böyle atıflar şöyle dursun, yazıların hiçbir kaynağı gösterilmemiştir. Bu itibarla, rivayet edenin, sözleri kendisinin mi duyduğu, veya olayları kendinin mi gördüğü, yoksa bunları bir veya birden fazla aracıdan mı işittiği bilinmiyor. Buna karşılık, Barnabas'ın yazarı diyor ki, "Ben Hz. Mesih'in ilk 12 havarisinden biriyim. Baştan sona kadar Mesih ile beraberim ve gözlerimle gördüğüm olaylar ve kulaklarımla duyduğum sözleri bu kitapta yazıyorum."
Sadece bu değil, Barnabas şunları da yazıyor: "Hz. Mesih bu dünyadan ebediyete intikal ederken kendi hakkında çıkan yalan yanlış dedikodulara son vererek dünyaya gerçekleri açıkça ortaya koymayı emretmişti."
    Barnabas kimdi? Kitab-ı Mukaddes'in "Ameller Bölümü'nde bu şahsın ismine sık sık rastlanıyor. Buna göre, Barnabas, Kıbrıslı bir Yahudi ailesine mensuptu. Hıristiyanlığın yayılması ve Hz. İsa'nın taraftarlarına yapılan yardımlar konusunda Barnabas'ın büyük hizmetler verdiği kaydedilmiştir. Fakat kendisinin ne zaman Hıristiyanlığı kabul ettiği belirtilmemiştir. Ayrıca, üç İncil'de geçen ilk oniki havarinin isimleri arasında Barnabas ismine rastlanmıyor. Bu bakımdan, bahsettiğimiz İncil'in yazarının bu Barnabas mı olduğu kesinlik kazanmıyor. Matta ile Markos'un verdiği havariler listesini Barnabas'ın listesiyle karşılaştıracak olursak ikisi arasında sadece iki ismin değişik olduğuna şahid oluruz. Biri Tome (Thomas) , ki bunun yerine Barnabas kendi ismini veriyor ve diğeri Şemun Kenanî ki bunun yerine Yakup oğlu Yahudah (Juda) 'nın adını yazıyor. Lucas'ın İncil'in'de bu ikinci isim de vardır. Bu bakımdan, sonradan Hıristiyan din adamları ve ileri gelenlerinin, Barnabas'dan ve onun İncili'nden yakalarını kurtarmak için ismini silip yerine Thomas'ın adını yazdıkları akıl ve mantığa daha uygundur. Zira, çıkarları uğruna bu tür tahrifler yapmak Hıristiyan aziz ve din adamları için olağan bir şeydi.
     Tarafsız ve sağduyulu bir kişi, Barnabas İncili'ni okuduktan sonra bunu Ahd-i Cedid'in Dört İncil'iyle karşılaştıracak olursa, bunun diğer dört İncil'den kat kat daha iyi olduğu sonucuna varacaktır. Bu İncil'de Hz. İsa'nın hayatı ve başından geçenler daha teferruatlı şekilde anlatılmıştır. Tıpkı bir kişinin gördükleri ve yaşadığı olaylar gibi. Dört İncil'de kopuk ve birbirine bağlı olmayan hadise ve hikayelerin anlatımı Barnabas İncili'nde daha düzgün ve anlamlı hale getirilmiştir, özellikle tarihi olaylar biraz daha dikkatli bir sıra ile kaydedilmiştir. Bunun yanısıra, Hz. İsa'nın dini telkinleri burada dört İncil'e oranla daha ayrıntılı, açık ve etkin biçimde kaydedilmiştir. Tevhid ile ilgili nasihatlar, şirkin reddi, Allah Teâlâ'nın sıfatları, ibadetin ruhu ve güzel ahlâk gibi mevzular gayet ayrıntılı, mantıklı ve kuvvetli şekilde anlatılmıştır. Bu kitapta Hz. İsa'nın kullandığı dil ve konunun iyi anlaşılması için verdiği pratik misallerin en küçük örneğini bile dört İncil'de bulmak mümkün değildir. Bundan, Hz. İsa'nın (a.s) kendi taraftarları ve havarilerine nasıl nasihat ve telkinde bulunduğu ve bu hususta ne kadar akıllıca yöntemler kullanıldığı da anlaşılıyor. Hz. İsa'nın dili, üslûbu, tabiatı ve huyuna azıcık vakıf olan biri bile, bu İncil'i okuduktan sonra bunun sahte veya düzmece bir kitap olmadığına kanaat getirecektir.
     Gerçeği söylemek gerekirse, Hz. İsa'nın kişiliği ve öğretileri diğer dört İncil'e nisbetle Barnabas İncili'nde, daha net, daha açık bir şekilde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu İncil'de diğer incillerin belirgin bir eksikliği olan çeşitli söz ve fiillerdeki tezât da yoktur.
Barnabas İncili'nde yer alan Hz. İsa'nın hayatı ve talimatı bir nebinin hayatı ve talimatına tıpatıp uyuyor. Kendisi bir nebi olarak karşımıza çıkıyor, bütün peygamberleri ve kitaplarını tasdik ediyor. Peygamberler olmaksızın Hakkı tanımanın bir yolu olmadığını belirtiyor ve Peygamberlere boşverenin aslında Allah'a boşverdiğini anlatıyor. Tevhid, peygamberlik ve ahiret hakkında diğer bütün peygamberlerin talimatına uygun sözler söylüyor. Namaz, oruç ve zekat için gereken telkinde bulunuyor. Barnabas İncili'nde sık sık bahsedilen namazların aslında Müslümanların bildiği sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve teheccüd namazları olduğu anlaşılıyor. Ayrıca her namazdan önce abdest alındığı da belli oluyor. Hz. İsa, peygamberlerin listesine Hz. Davut ile Hz. Süleyman'ı (a.s) da dahil ediyor. Halbuki hem Yahudiler hem Hıristiyanlar bu iki peygamberi, peygamberler listesinden çıkarmışlardır. Hz. İsmail'in (a.s) "zebîh" (Allah'a adanmış kurban) olduğunu kabul ediyor ve bu hususta bir Yahudi alimi de bu gerçeği kabul etmeye zorluyor. Aynı âlim, İsrailoğulları'nın kendi menfaatları için Hz. İshak'ın (a.s) zebîh veya kurban olduğuna herkesi inandırmaya çalıştıklarını belirtiyor. Kısacası, Barnabas'taki kayıtlara göre, Hz. İsa'nın (a.s) ahiret, kıyamet, cennet ve cehennem ile ilgili vaaz ve telkinleri Kur'an-ı Kerim'de anlatılanların hemen hemen aynısıdırlar.
     Hıristiyanların, Barnabas İncili'ne neden bu kadar şiddetle muhalefet ettiklerini araştıracak olursak, bunun sebebinin sadece Hz. Muhammed'in (s.a) gelişine dair açık seçik işaretleri ihtiva etmesinin olmadığını görürüz. Zira Hıristiyanlar bu İncili zaten Hz. Muhammed'in (s.a) doğuşundan önce reddetmişlerdi. Aşağıdaki satırlarda Hıristiyanların şiddetli öfke ve muhalefetinin gerçek nedenlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışacağız:
Bilindiği üzere, Hz. İsa'nın ilk taraftarları kendisini sadece bir peygamber olarak tanırlardı, O'nun bütün talimatlarına harfiyen uymazlardı. Bu ilk yandaşları Musevi şeriatına bağlı olup akide, ilahi emir ve ibadetler bakımından kendilerini Beni İsrail'den ayrı saymazlardı. İlk Hıristiyanlar ile Beni İsrail arasındaki tek fark, birincilerin Hz. İsa'yı Mesih olarak tanımaları ve ona iman etmeleri idi. Oysa, Beni İsrail, Hz. İsa'yı peygamber olarak tanımıyordu.
Daha sonra, Aziz Paul, Hıristiyan cemaatine girince Romalı, Yunan ve İsrailli veya Yahudi olmayan diğer ulusları da Hıristiyanlığın çatısı altında toplamaya çalıştı. Bu sebeple, yeni bir mezhep ve hatta dinin temelini attı. Bu yeni din akide, inanç ve kurallar açısından Hz. İsa'nın yaymaya çalıştığı dinden çok farklıydı. Aslında bu aziz hiçbir zaman Hz. İsa'yı görmemiş, O'ndan vaat almamıştı. Hatta Hz. İsa sağ iken kendisinin en büyük muhaliflerinden biriydi. Ve İsa Peygamber'den sonra birkaç yıl bu tavrına devam etti. Daha sonra Hıristiyan olarak yeni bir dini oluştururken de kendi yaptığı tasarruflara delil olarak Hz. İsa'nın hiçbir söz veya fiilini halka göstermedi, aksine bunların kaynağının şahsi ilham olduğunu ileri sürdü. Yeni dini ortaya koyarken başlıca amacı, bu dinin Yahudi olmayan bütün kavim ve milletlerin tereddütsüz kabul edeceği mahiyette olmasıydı. Nitekim, bir Hıristiyan'ın, Yahudiliğin bütün şeriatından bağımsız olduğunu ilan etti. Yiyece, içecek konusunda hertürlü helal ve haram farkını ortadan kaldırdı. Yahudi olmayanların zoruna giden sünnet ananesine de son verdi. Sadece bunlar değil, Hz. İsa'nın ulviyeti, Allah'ın oğlu olduğu ve çarmıha gerilerek Ademoğullarının günahını üstüne aldığı ve böylece bedellerini ödediği gibi çeşitli saçma sapan tezler de ortaya atıverdi. Tabii bu tür fikir ve tavırlar müşrik ve kafirlere çok cazip geliyordu ve Aziz Paul, bu gibi uydurmalarla hissiyatlarını okşamaya ve yeni dine teşvik etmeye çalıştı. Hz. İsa'nın ilk yandaşları bu tür bid'at ve batıl itikatlara karşı çıktılar. Ama ne çare ki, Aziz Paul'ün şeytanca bir düşünceyle Hıristiyanlığa açtığı bu kapıdan Yahudi olmayan Hıristiyanların büyük bir seli içeriye girdi ve bu baskın karşısında çok az sayıda özüne bağlı dindar kişiler dayanamadılar. Yine de M.S. 3. yüzyılın sonuna kadar Hz. İsa'nın uluhiyetini reddeden çok kişi vardır. Ne var ki, M.S. 4. yılın başında Nicaea'da toplanan Papalık Konseyi (325) , Aziz Paul'un düşünce ve görüşlerini Hıristiyanlığın esasları kabul etti. Daha sonra Roma İmparatorluğu da Hıristiyanlığı resmi din olarak benimsedi. Bu olay, İmparator Theodoseus zamanında çıkarılan bir kanunla perçinleşti. Bundan sonra, Aziz Paul'un akide ve inançlarına karşı olan bütün kitap ve belgeler gayet doğal olarak gayri meşru ve gayri kabil-i rücû ilan edildiler. M.S. 367'de ilk defa, Athanesius'un bir mektubuna uygun olarak muteber ve meşru kitap ve vesikaların listesi hazırlandı. Bu listeyi 382'de Papa Damasius başkanlığında toplanan konsey onayladı. Beşinci yüzyılın sonunda ise Papa Gelasius, bu listeyi tasdik etmesinin yanısıra muteber ve meşru olmayan kitap ve vesikaların listesini de hazırlattı. İşin ilginç tarafı adı geçen kitapların meşru, güvenilir veya güvenilmez olarak tasnif edilmesi için kabul edilen ölçü sadece Aziz Paul'un uydurduğu inanç ve kurallardı ve hiçbir Hıristiyan alim veya kilise adamı çıkıp bunların Hz. İsa'nın talimatına uymadığını iddia etmeye cesaret edemiyordu.
Hatta muteber ve meşru kitaplar mecmuasına dahil edilen İnciller'de de Hz. İsa'nın kendi söz ve hareketlerine dair herhangi bir kayıt bulunmuyor.
    Gayet tabii ki Barnabas İncili, itibar edilmeyen ve meşru olmayan kitapların listesinin başına geçirilmiştir. Bunun başlıca nedeni, muhtevasının o zaman revaçta olan resmi dinin inanç ve kurallarına tamamıyla zıt olmasıydı. Kitabın yazarı, başta kitabı kaleme alışının sebebini anlatıyor: "Bu kitabın gayesi, şeytanın hilelerine uyarak Hz. İsa'yı Allah'ın oğlu ilan edenleri ıslah etmektir. Bu insanlar (şeytana uyanlar) erkeklerin sünnet edilmesini gereksiz buluyor, haram yiyecekleri helal kılıyorlar. Bu tür hataya düşenler arasında (Aziz Paul) da vardır." Barnabas'ın beyan ettiği gibi Hz. İsa sağ iken, mucizelerini gören müşrik Romalı askerlerin, O'nun Allah'ın oğlu ve hatta Allah olduğunu söylemeye başladığını ve bu yanlış inanca daha sonra İsrailoğulları'nın da bulaştığını belirtir.
    Barnabas bundan sonraki gelişmeleri şöyle nakleder: "Hz. İsa bu gidişata çok üzülmüştür. Defalarca, O'nun etrafını saranları uyardı ve yanlış inançlarını şiddetle yerdi. Öğrencilerini çeşitli bölgelere gönderdi. Bu öğrenciler, Hz. İsa'nın duaları sayesinde tıpkı kendisi gibi halka bazı mucizeler gösterdiler. Bu gösterişin maksadı, kendisinden mucizeler sadır olan bir kişinin Tanrı veya Tanrı'nın oğlu olması gerekmediğini açıkça göstermekti". Barnabas, bundan sonra Hz. İsa'nın bu konuda yaptığı çeşitli konuşmalarını nakleder. Bu konuşmalardan, Hz. İsa'nın halk arasında yaygınlaşan batıl itikatlara ne kadar karşı olduğu anlaşılıyor. Barnabas Hz. İsa'nın, ümmetinin doğru yoldan sapmasından son derece endişeli olduğunu ifade ediyor. Ayrıca, Aziz Paul'un Hz. İsa'nın çarmıhta can verdiği yolundaki genel akidesini şiddetle yalanlıyor ve kendi gözleriyle gördüğü olayı şöyle anlatıyor: "Şakirt" Yahuda (Judah, Jadas) Yahudilerin Baş Hahamlarından rüşvet alarak Hz. İsa'yı yakalamak üzere askerlerle gelince, Allah'ın emriyle, dört melek Hz. İsa'yı semaya kaldırdılar ve Şakirt Yahuda'nın yüzü ve sesi tamamiyle Hz. İsa'nın ki gibi yapıldı. Böylece, çarmıha Hz. İsa değil Yahuda gerildi." Barnabas İncili'ndeki bu ifade, görüldüğü gibi Paul'un kurduğu Hıristiyanlığın kökünü kazıdığı gibi Kur'an-ı Kerim'in ifadesini de tamamıyle doğrular niteliktedir. Hiç şaşılmamalıdır. Kur'an-ı Kerim'in inişinden tam 115 sene evvel Barnabas İncili'ndeki bu ifadeler, kitabın Hıristiyan kilise adamları tarafından afaroz edilmesine sebep oldu.
    1) Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız hususlar, Barnabas İncili'nin diğer dört İncil'den çok daha güvenilir olduğunu göstermeye yeter sanırız. Bu İncil'de Hz. Mesih'in (a.s) söz, fiil ve sireti gerçeğe uygun şekilde anlatılmıştır. Maalesef Hıristiyanlar, kendi akide, inanç kuralları ile Hz. İsa'nın talimatını bu İncil ile bilme ve düzeltme fırsatını kaçırdılar.
Bu açıklamalardan sonra, zannediyoruz, Barnabas İncili'nde, Peygamber Efendimiz'in (s.a) gelişine dair, Hz. İsa'nın ağzıyla dile getirilen işaret ve haberleri buraya aktarabiliriz. Söz konusu haberlerde Hz. İsa, Hz. Muhammed (s.a) için bazen "Rasulullah", bazen de "Mesih" kelimesini kullanmıştır. Bazen "Takdir Edilmeye Layık" ibaresini kullanmış, bazen de öyle sözcükler kullanmış ki, bunlar "Lailaheillallah Muhammedün Rasulüllah" anlamına gelmektedir. Hz. İsa'nın, Hz. Peygamber (s.a) hakkında verdiği işaretler o kadar çoktur ki, bunların hepsini anlatmak için ayrı bir kitapçığa ihtiyaç duyulacaktır. Bunların hepsini iktibas etmemiz imkansızdır. Biz burada sadece belli başlı haberleri naklediyoruz.
    "Allah'ın dünyaya gönderdiği peygamberler, ki sayıları 144 bin idi, muğlak ve karmaşık şekilde konuştular. Ama benden sonra, bütün peygamberler ile mukaddes varlıkların nuru gelecektir ki, peygamberlerin söylediklerini açıklayacak, sizi aydınlatacaktır. Çünkü Allah'ın Rasulüdür" (Bölüm: 17) .
    "Ferisiler ile Lâviler dedi ki, madem ki sen ne Mesih, ne İlyas, ne de başka bir Nebisin, o zaman sen neden yeni bir vaaz ve telkinde bulunuyorsun ve kendini Mesih'den de daha büyük olarak gösteriyorsun.
     İsa Mesih dedi ki, Tanrı'nın benim vasıtamla gösterdiği mucizelerin maksadı, benim yaptıklarımın hepsinin Tanrı'nın isteğine bağlı olduğunu size göstermektir. Yoksa, ben kendimi, sizin bahsettiğiniz (Mesih) ten büyük saymıyorum. Ben, sizin Mesih dediğinizin çorabının boncuğunu veya ayakkabı bağlarını açacak seviyede bile değilim. O Mesih benden önce yaratılmıştı ve benden sonra gelecektir. O, dinin hiç son bulmaması için hakikatleri yanında getirecektir." (Bölüm: 42)
"Size yemin ederek söylüyorum, gelen her nebi sadece bir millet için Allah'ın rahmetinin işareti olarak gelmiştir. Bu sebeple bu peygamberlerin talimatı, gönderildikleri ümmet ve ulusların dışına çıkmadı.
     Ama Allah'ın Rasulü gelince, Tanrı ona adeta eline mührünü verecektir. Taa ki, onun talimatını almış olan dünyanın bütün ulusları selâmete ve rahmete kavuşacaklardır. O, tanrıtanımazlara hakim olacak ve putperestliği öylesine yeryüzünden silecektir ki şeytan kaçacak delik arayacaktır." (Bu satırlardan sonra, Hz. İsa'nın şakirtleriyle uzun bir konuşması yer alıyor. Bu konuşmada İsa Mesih (a.s) müstakbel Peygamberin Beni İsmail'den olacağını izah ediyor.) (Bölüm: 43)
    "Bu sebeble size diyorum ki, Rasulullah, Tanrı'nın yarattığı hemen hemen bütün mahluk ve eşyayı memnun edecek bir saadettir. Zira, O anlayış, nasihat, hikmet, kuvvet, şefkat ve sevgi gibi güzel duygularla doludur. O, cömertlik, rahmet, âdalet, takva, dürüstlük, efendilik ve sabrın ruhuyla donatılmıştır. Kendisine bu faziletlerin üç misli verilmiştir. Yani Allah'ın yarattığı diğer mahluklara nisbetle. Onun dünyaya gelişi ne mübarek bir an olacaktır. İnanın, ben onu görmüş ve ona saygılarımı sunmuşumdur. Tıpkı diğer bütün peygamberlerin onu gördüğü ve ona saygılarını sundukları gibi. Allah onun ruhunu görerek ona nübüvvet bahşetti. Ve onu görünce heyecandan ruhum titredi ve ben O'na dedim ki, "Ey Muhammed (Medhedilmiş kişi, zat) Allah senin yardımcın olsun ve Allah beni senin papuçlarının bağlarını bağlamaya layık yapsın. Zira ben bu mevkiye yükselirsem, kendimi büyük bir peygamber ve Allah'ın mukaddes varlığı sayacağım." (Bölüm: 44)
    "(Buradan gideceğim için) yüreğiniz sızlamasın ve siz korkmayın. Çünkü sizi yaratan ben değilim. Sizi yaratan, yaratıcımız Allah'tır ve O sizi koruyacaktır. Bana gelince, şu anda dünyada, dünyaya selamet ve kurtuluş getirecek olan Allah'ın Rasulü için zemin hazırlamaktayım... Andres dedi ki, Ey Üstad, onun bazı belirgin özelliklerini bize bildir ki onu tanıyalım. İsa Mesih (a.s) cevap verdi: "O sizin zamanınızda gelmeyecek, aksine birkaç zaman sonra gelecek. O zamana kadar benim İncilim öylesine tahrif edilmiş olacak ki, dünyada en fazla otuz mümin bulunacaktır. O zaman Allah dünyaya acıyacak ve Rasulü'nü gönderecektir. O Rasul'ün başında beyaz bulutun gölgesi olacaktır. Bu gölge sayesinde Allah'ın sevgilisi ve yakını olduğu belli olacaktır ve O'nun aracılığıyla dünya Allah'ın mağfiretine kavuşacaktır. O, tanrıtanımaz insanlara karşı büyük bir güçle gelecek ve yeryüzünden putperestliği sürecektir.
Ve ben bundan son derece memnun olacağım, zira O'nun sayesinde Tanrımız tanınacak, takdis edilecek ve hakikatimi dünya anlayacaktır.. O ayrıca beni insanlar ötesinde bir şey zannedenlerden intikam alacaktır... O öyle bir hakikatle gelecektir ki, bu hakikat bütün peygamberlerin getirdiklerinden daha açık seçik olacaktır!" (Bölüm. 72)
"Allah için and Kudüs'te mi yoksa Süleyman tapınağında mı içilmişti? Fakat sözlerime inanın, bir gün gelecek, Allah, rahmetini başka bir şehre inzal edecektir. Ondan sonra, her yerde onun için doğru biçimde ibadet yapılacaktır ve Allah kendi rahmetiyle heryerde hakiki namazı kabul edecektir... Ben aslında, İsrail hanedanı için kurtarıcı nebi olarak gönderildim. Fakat benden sonra Mesih gelecek, Allah'ın bütün dünya için gönderdiği. Öyle bir nebi ki, Allah bütün dünyayı onun için yaratmıştır. O zaman bütün dünyada Allah'a ibadet edilecek ve her tarafa rahmeti nazil olacaktır." (Bölüm: 83) .
"(Mesih baş rahibe söyledi:) Yaşayan Allah ve elinde canım olan Yaradana yemin ederim bütün dünyanın milletlerinin beklediği o mesih ben değilim. Allah bu nebi ile ilgili vadini atamız Hz. İbrahim'e şöyle diyerek vermişti: Senin neslinin vasıtasıyla, yeryüzünün bütün milletleri berekete kavuşacaktır: (Tekvin: 22: 18) Ancak Allah beni bu dünyadan kaldırınca şeytan yine isyan çıkaracaktır ve mümin olmayanlar benim Tanrı ve Tanrının oğlu olduğumu iddia edeceklerdir. Bu nedenle sözlerim ve talimatım tahrif edilecektir. Taa ki belki de en çok otuz iman sahibi geriye kalacaktır. O zaman Allah dünyaya acıyacak ve Rasulü'nü gönderecektir. O Rasul ki, onun için dünyanın herşeyi yaratılmıştır. O Rasul bütün gücüyle güneyden gelecek ve putları ve putperestleri beraberce mahvedecektir. Şeytandan iktidarını alacaktır. Ve Allah'ın rahmetini, kendine iman edecek olanların kurtuluşu için yanında getirecektir. Ne mutlu onun sözlerini dinleyene." (Bölüm: 96) .
    "Baş rahip sordu, 'Allah'ın bu Rasulü'nden sonra başka nebiler de gelecek mi?' Mesih cevap verdi: 'Bundan böyle, Allah'ın gönderdiği hakiki nebiler gelmeyecekler, ama pekçok sahte nebiler gelecektir. Ben bunun için üzgünüm. Çünkü, şeytan, Allah'ın adaletli kararı yüzünden bunları sahneye koymaya çalışacaktır. Ve onlar benim İncilimin perdesinin arkasına saklanacaklardır." (Bölüm: 97) .
     "Kahinlerin başı sordu, 'Bu Mesih hangi isimle çağrılacaktır? Ve onun gelişinin işaretleri ne olacaktır? İsa Mesih dedi ki, 'Bu Mesihin adı "Takdir Edilmeye Layık". Zira, Allah O'nun ruhunu yarattığı zaman O'na bu ismi kendisi vermiştir.
Ve orada O'na kral muamelesi yapılmıştır. Allah dedi ki, "Ey Muhammed, bekle, çünkü senin için cenneti, dünyayı ve birçok mahluku yaratacağım ve bunları sana hediye olarak vereceğim. Ta ki, seni tebrik edecek olanlara bereket verilecek ve seni lanetleyecek olanlar lanetlenecektir. Ben seni dünyaya göndereceğim zaman, kurtuluş habercisi olarak göndereceğim. Senin sözlerin doğru olacaktır. Öyle ki yeryüzü ve gökler kaybolup gidecekler ama senin adın ayakta duracaktır. Öyleyse, onun mübarek ismi Muhammed'dir." (Bölüm: 97)
     Barnabas diyor ki, bir defasında Hz. İsa şakirtlerine hitaben yaptığı konuşmada "şakirtlerimden biri (ki sonradan Yahuda, Judah, Judas olduğu ortaya çıktı) beni 30 sikkeye karşılık düşmanlara satacaktır" dedi ve şunları ekledi:
     "Bundan sonra, beni satacak olanın benim adımla öldürüleceğinden eminim. Zira Allah Teâlâ beni yerden semaya kaldırtacak ve o hainin yüzünü öylesine değiştirmiş olacak ki, herkes onu ben sanacak. Ne var ki kötü şekildeki ölümü bir müddet benim karalanmama yol açacaktır. Fakat, Muhammed, yani Allah'ın mukaddes Rasulü gelince bana sürülen leke temizlenmiş olacaktır. Ve Allah bunu, benim o Mesih'e sadakatimi bildirdiğim için yapacaktır. O bana mükafaatımı verecektir. Bu şekilde, herkes benim yaşamakta olduğumu ve bu rezil ölümle hiç ilişkim olmadığını anlamış olacaktır." (Bölüm: 113)
"(Hz. İsa şakirtlerine dedi ki) Elbette ben size diyorum ki, eğer Musa'nın kitabından gerçekler çıkarılmamış olsaydı, Allah atamız Davud'a başka bir kitap vermeyecekti. Ve eğer Davut'un kitabında değişiklikler yapılmamış olsaydı, Allah bana İncil'i vermezdi. Zira, Allah, yani Rabbimiz, tahrif eden veya değiştiren değildir. Ve herkese aynı mesajı vermiştir. Rasulüllah geldiği zaman inkârcı insanların benim kitabıma bulaştırdıkları bütün (uydurma) şeyleri temizleyecektir." (Bölüm: 124)
     Bu açık ve kesin işaret ve haberlerde sadece üç şey ilk bakışta şüpheli görülüyor. Bunlardan biri, yukarıdaki ibarelerde Barnabas İncili'nin başka bölümlerinde Hz. İsa'nın, kendisinin Mesih olmadığını ısrarla belirtmesidir. İkincisi, sadece yukarıdaki alıntılarda değil, İncil'in diğer birçok yerlerinde de Rasulüllah'ın (s.a) asıl Arapça ismi olan "Muhammed" açıkça zikredilmiştir. Oysa, peygamberlerin gelecekten haber verirken kesin ifadelerden kaçındıkları, özellikle şahıs isimlerini vermedikleri müşahade edilmiştir. Üçüncü nokta, yukarıdaki ibarelerde Hz. Muhammed Mustafa (s.a) dan "Mesih" olarak bahsedilmesidir.
Birinci şüphe için şunu söyleyebiliriz ki, sadece Barnabas İncili'nde değil, Lucas (luca) İncili'nde de Hz. İsa'nın (a.s) kendi havari ve şakirtlerine, kendisine "Mesih" dememelerini emrettiğine dair kayıtlar vardır. Lucas İncili'nin sözleri şunlardır... "O onlara sordu, siz bana ne diye hitap edersiniz? Peter cevap verdi, Allah'ın Mesih'i. Bunun üzerine onlara tenbih etti, 'bunu kimseye söylemeyin' (Bölüm: 9, 20-21) . Bu yasaklamanın sebebi, öyle sanıyoruz ki, Hz. İsa'nın kendi isminin beklenen mesih ile karıştırılmasını istememesiydi. Bilindiği gibi, İsrailoğulları ötedenberi Mesih'in gelmesini bekliyorlardı. Onlara göre mesih kılıcıyla bütün hak düşmanlarını mağlup edecekti. İşte bunun üzerine Hz. İsa (a.s) bekledikleri Mesih'in kendisi olmadığını ve onun kendisinden sonra geleceğini açıklamak zorunda kaldı.
İkinci şüpheye gelince, halen dünyada varolan Barnabas İncili'nin Latince tercümesinde Rasul-ü Ekrem'in adı gerçekten "Muhammed" olarak geçmektedir. Fakat kimse bu kitabın hangi dillerden tercüme üstüne tercüme edilerek Latince'ye kadar geldiğini bilmiyor. Barnabas İncili'nin aslının Süryanice olması kuvvetle muhtemeldir. Zira, daha evvel de işaret ettiğimiz gibi, Hz. İsa ile havarilerinin dili buydu. Kitabın aslı bulunsaydı, onda Hz. Muhammed'in (s.a) adının nasıl yazıldığını görmemiz mümkün olacaktı. Kanımıza göre, daha önce İbn İshâk'ın Yohanna İncili'nin tercümesinden bahsederken belirttiğimiz gibi, Hz. İsa aslında muhtemelen "Munhamanna" sözcüğünü kullanmıştır. Daha sonra bu sözcük muhtelif tercümelerde muhtelif şekilde ifade edilmiş olabilir. Daha sonra, müjdelenen peygamberin isminin hemen hemen "Muhammed" manasına geldiğini gören bir mütercim bu ismi yazmış olabilir. Bu sebeple sadece "Muhammed" isminin açık seçik şekilde yazıldığını görerek, bütün Barnabas İncili'nin bir Müslüman tarafından kaleme alındığını iddia etmek yanlış olur.
     Üçüncü noktaya gelince, "Mesih", aslında bir İsrail terimidir. Bu terim Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın (a.s) Mesih olduğunu inkar eden Yahudileri ikna etmek üzere kullanılmıştır. Yoksa, bu ne Kur'an-ı Kerim'in terimidir, ne de bu terim Kur'an'da İsrailoğullarının kasdettiği anlamda kullanılmıştır.
    Bu bakımdan, Rasul-ü Ekrem (s.a) hakkında, Hz. İsa (a.s) "Mesih" kelimesini kullanmış ve Kur'an-ı Kerim'de bu kelime kullanılmamışsa, bundan Barnabas İncili'nde, Kur'an'da olmayan bir şeyin Hz. Peygamber'e (s.a.) atfedildiği anlamı çıkmaz. Aslında Beni İsrail'de şöyle bir gelenek vardı. Bir şahıs veya eşya kutsal bir amaç için tahsis edildiği zaman o eşya üstüne ya da şahsın başına mukaddes yağ sürülerek takdis edilmiş olurdu. İbranice'de yağ sürme hareketine "mesh" ve başına yağ sürülene de "mesih" denilirdi. Tapınak ve ibadet yerlerinde bulunan çanak çömlek, tabak bardak ve sürahiler aynı şekilde "mesh" edilerek ibadete tahsis edilirdi. Kahin ve Rahipler de rahiplik mevkiine getirildiği zaman "mesh" (takdis) edilirlerdi. Aynı şekilde hükümdar ve peygamber de tac giyerken veya peygamberlik mevkiine yükselirken takdis edilirlerdi. Yani İncil açısından İsrailoğulları'nın tarihinde sayısız "mesh" olayı ve "Mesih" vuku bulmuştur. Nitekim, Hz. Harun (a.s) bir haberci olarak bir "Mesih"ti. Aynı şekilde, Hz. Musa haberci ve nebi olarak, Talût padişah olarak, Hz. Davud padişah ve peygamber olarak, sadık hükümdar ve kahin olarak ve Hz. İlyas bir nebi olarak birer Mesih idiler. Daha sonra takdis etmek için illa yağ sürme ananesi de kaldırıldı. Aksine, birinin sadece Allah tarafından bir mevkiye veya göreve tayin edilmesi, "Mesih" veya takdis edilme anlamına eşit hale geldi. Meselâ, I- Hükümdarlar, Bölüm- 19'da Allah'ın, Hz. İlyas'a (İlliyah) , Haz'ayil'i mesh edip Arâm (Şam) hükümdarı, Nemsi'nin oğlunu mesh edip İsrail hükümdarı ve Elyasa'yı meshedip kendi yerine nebi yapma emri verildiği kaydedilmiştir. Bunlardan hiç birinin başına yağ sürülmedi. Yalnızca, Allah tarafından bir vazifeye getirildiklerini iddia eden İsrailoğulları'nın anlayış ve geleneklerine göre, "Mesih" kelimesi sadece Allah tarafından görevlendirilmiş" anlamına gelirdi. Ve Hz. İsa da (a.s) Hz. Muhammed (s.a) için "Mesih" kelimesini bu anlamda kullanmıştı. (Mesih kelimesinin İsrailoğullarının anladığı anlamının ayrıntılı açıklamaları için bkz: Encydopadea of Biblical Literature, "Messiah" maddesi) .
     9. "Bu apaçık bir sihirdir dediler" Bu ifadede geçen "sihir" kelimesi, "büyü" karşılığında değil, "aldatma" anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu kelime, lugatta da böyle bir kullanıma sahiptir. Örneğin "filan şahıs şu kimseyi aldattı" denilmek istendiğinde bu kelime kullanılır. Yahut "aldatan göz" için de durum aynıdır. Yukarıdaki ifadede İsrailoğulları'nın ve Hz. İsa'nın takipçilerinin Hz. İsa'nın haber verdiği o Nebi'nin açık alametlerini gördükleri halde onun nübüvvetini bir aldatmaca olarak nitelemeleri bahis konusu edilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler