3 Haziran 2011 Cuma

HAMZA İBN-İ ABDİLMUTTALİB

Allah'ın Arslani ve Şehidlerin Efendisi
Mekke; çalışmak, kazanmak, İbâdet etmek ve eğlenmekle geçen bir günden sonra derin bir uykuya dalmıştı...
Kureyşliler uyurken, yataklarında dönüp duruyorlardı... Ancak bi­risi vardı ki, yatağından uzaktaydı. Aslında o, erkenden yatağına gir­miş, birkaç saat istirahat ettikten sonra büyük bir şevkle kalkmıştı. Çünkü onun Allah'la bir randevusu vardı. O odasındaki namaz kıldığı yere gider. Rabbine yalvarır ve ona duâ ederdi. Onun, devamlı yal­varıp yakaran göğsünün çıkardığı sesten dolayı hanımının her uya­nışında, kocasına bir zarar gelmesinden korkup ona kendisine acıma­sını ve uykusunu almasını istediğinde o, gözyaşları, sözleriyle yarı­şır bir halde ona şöyle cevap verirdi:
«— Hatice! Artık uyuma zamanı geçti!»
Onun durumu, Kureyş'in dikkatini çekmişse de henüz onların uy­kularını kaçırmıyordu... O daha dâvasının başlangıcındaydi. Sözünü gizlice ve fısıldayarak söylüyordu.
O sırada kendisine inananlar çok azdı.
Bu arada, ona inananlardan başka, onu bütünüyle sevip sayan­lar, gönlü büyük bir özlemle ona iman etmeyi ve onun mübarek kafi­lesi içinde yürümeyi isteyenler vardı. Bunlara sadece; örf ve çevre­nin görüşleri, geleneklerin baskısı ve onun bunun dedikoduları ara­sındaki kararsızlıkları engel oluyordu.
İşte Rasûlüllah'ın [s.a.v.) amcası ve süt kardeşi olan Hamza ibn-i Abdllmuttallb bunlardandı.
Hamza kardeşinin oğlunun yüceliğini ve olgunluğunu biliyordu. Onun dâvasının aslını ve özelliklerini çok iyi biliyordu.
O, kardeşinin oğlunu sadece amcası olarak tanımaz, onu karde­şi ve dostu olarak da tanırdı... Çünkü Peygamber'le Hamza aynı soy­dandılar ve yaşları birbirine yakındı... İkisi birlikte büyümüşler, bir­likte oynamışlar, birlikte kardeşlik yapmışlar, başından beri yolu adım adım birlikte yürümüşlerdi...
Eğer onlardan herbirinin gençliği bir yolda devam etseydi, Ham­za, hayatın iyi şeylerini elde etmek ve Mekke'nin liderleri ve Ku-reyş'in efendileri arasındaki kendi yerini genişletmek için kendi ak­ranlarıyla rekabete başlardı. O sırada Muhammed kendisine Allah'ın yolunu aydınlatmak üzere doğmuş olan ruhunun ışıklarına, onu ha­yatın gürültüsünden derin düşünceye ve hakla tanışıp onu kabule ha­zırlanmaya döndüren kalbinin konuşmasına bağlanmıştı...
Diyoruz ki, onlardan her birinin gençliği zıt bir yöne yönelseydi, şüphesiz Hamza'nın yaşıtının ve kardeşinin oğlunun faziletleri sahi­bini bütün insanların gönüllerinde yüce bir yere yerleştiren ve onun büyük geleceği için açık bir tablo çizen büyük fazîlet ve özellikler bir an olsun aklından çıkmazdı...
O günün sabahında Hamza her zamanki gibi  çıktı.
Kabe'nin yanında Kureyş eşrafından ve efendilerinden bir grup gördü.  Konuştuklarını dinlemek üzere yanlarına oturdu.
Onlar Muhammed'den söz ediyorlardı.
İlk defa Hamza, kardeşinin oğlunun davasından dolayı onları bir endişenin sardığını, onun hakkındaki sözlerinde, kin, öfke ve acılığın vurgulandığını gördü.
Daha önce onlar aldırmıyorlardı yahut aldırmaz görünüyorlardı.
Bugün ise yüzlerinde endişe, keder ve öç alma isteği taşıyor­du...
Hamza onların konuşmalarına uzun uzun güldü. Onları abartıcı­lıkla ve iyi değerlendirememekle suçladı...
Arkasından Ebû Cehil; Hamza'nm Muhammed'in davette bulun­duğu şeyin tehlikesini çok iyi bildiğini fakat o, Kureyş uyuşunda, bir gün sabah olsun diye durumu  hafife aldığını söyleyerek arkadaşlarını uyardı. Fakat gerçekten  Kureyş'in  sabahı kötü  olmuş,  Hamza'nın kardeşinin  oğiunun işi onların  aleyhine çıkmıştı...
Nihayet onlar bağıra çağıra ve tehditler savurarak oradan ayrıl­dılar...
Hamza ise bazen gülümsüyor, bazen de üzülüyordu. Topluluk da­ğılıp her biri kendi yoluna gittiğinde Hamza'nın yeni fikir ve yeni dü­şüncelerle kafası kazan gibi olmuştu. Yeğeninin işi onun karşısına çıkıyor ve yeniden onu kendi kendisine tartışıyordu!.
Her günle birlikte, Hz. Peygamber'in dâvası hakkında Kureyş'in konuşmaları  artarak  birbirlerine seslenirlerken  günler geçti.
Konuşmalar uğraşmaya dönüşür ve Hamza uzaktan durumu kont­rol etmektedir.
Yeğeninin azmi onu hayrete düşürmektedir... İmanı ve davası yolunda fedakârlığı, Kureyş'tn kendisi bazı fedakârlık ve azimleriyle tanınmış olmasına rağmen bu onların hepsi için yepyeni birşeydir!.
O gün bir şüphe Rasûlüllah'ın (s.a.v.) doğruluğu ve ahlâkının bü­yüklüğü kounusunda birisini aldatabilseydi, bu şüphe, Hamza'nm ak­lına ulaşacak bir yol bulamazdı.
Hamza, çocukluğundan itibaren, temiz gençliğine, emin ve sa­mimi  adamlığına kadar Muhammed'i en   iyi tanıyanlardandı...
O, kendini tanıdığı gibi, hatta kendini tanıdığından daha fazla onu tanırdı. İkisi, birlikte dünyaya geldiklerinden beri, birlikte büyüdük­lerinden beri, birlikte olgunluk çağına ulaştıklarından beri Muham­med'in bütün hayatı güneşin ışıkları gibi temizdi!.. Hamza, bu hayat­ta ortaya çıkan tek bir şüpheyi hatırlamaz. Onun bir gün olsun öfke­lendiğini, ümitsizlik gösterdiğini, tamahkârlık yaptığım, eğlendiğini ve aşın sevinç gösterdiğini hatırlamazdı.
Hamza sadece beden gücünü değil, akıl ve irade gücünü de kul­lanıyordu...
Bu sebepten, tamamen doğruluk ve güvenirliğiyle tanınan bir in­sana uymakta geç kalmak tabiî birşey değildi. Böylece onun gönlü yakın bir günde ortaya çıkacak bir olaya kadar onunlaydı...
Ve beklenen gün geldi...
Hamza yayını aldı. Özel zevki ve sevdiği spor olan avla meşgul olmak için çöle gitmek üzere evinden çıktı... Çünkü o, av konusun­da üstün bir maharete sahipti...
Gününün bir kısmını çölde geçirdi. Avdan gelince, her zamanki gibi, evine dönmeden önce tavaf etmek için Kabe'ye gitti.
Kabe'ye yaklaştığı esnada, Abdullah İbn-i Cud'ân'm hizmetçisiy-le karşılaştı. Kadın onu görür görmez şöyle dedi:
«— Ey Ebû Umare! Yeğenin Muhammed'e, Ebû'l-Hakem İbn-i Hişam'ın (Ebû Cehil'in) yaptıklarını görmüş olsaydın neler yapmaz­dın. O yeğenini orada otururken buldu, ona eziyet etti ve sövdü. Ya­ni yeğenin Ebû Cehil'den hoşuna gitmeyecek şeyler gördü».
Kadın, Ebû Cehii'in Rasûlüllah'a (s.a.v.) yaptıklarını anlattıktan sonra onun yanından ayrıldı.
Hamza onun konuşmasını iyice dinlemişti. Bir süre düşündükten sonra, elini yayına uzattı ve onu omzuna yerleştirdi. Daha sonra, Ebû Cehil'le karşılaşmayı umarak hızlı ve kesin adımlarla Kabe'ye doğru yürüdü... Eğer onu, orada bulamazsa, buluncaya kadar her yerde ara­maya devam edecekti...
Fakat Kabe'ye varır varmaz, Ebû Cehil'i Kabe'nin avlusunda Ku-reyş efendilerinden  bir grubun ortasında gördü...
Korkunç bir sessizlik içinde, Hamza Ebû Cehil'e doğru ilerledi. Sonra yayını çıkarıp Ebû Cehil'in başına indirdi. Ebû Cehil'in başı ya­rıldı ve kan akmaya başladı. Yanında oturanların hayreti geçmeden Hamza Ebû Cehil'e haykırdı:
«— Ben onun dini üzereyken sen Muhammed'e mi sövüyorsun. Ben de onun dediğini diyorum. Gücün varsa bunu bana da yap...»
Bir anda orada oturanların tümü liderleri Ebû Cehil'in uğradığı hakareti ve başından akan kanları unutmuştu. Onları yıldırım gibi ku­şatan şu söz meşgul etmişti. Muhammed'in düşündüğünü düşüne­rek ve onun söylediğini söyleyerek Hamza'nın Muhammed'in dini üzerinde olduğunu ilân ettiği söz...
Hamza müslüman mı oluyor?
Kureyş gençlerinin en güçlüsü ve en c  suroluyor ha?...
Bu, Kureyş'in önüne geçemiyeceği bir belâ idi. Hamza'nın müs­lüman olması birçok iyi kimseyi müslüman olmaya teşvik edecek; Muhammed, etrafında davasını destekleyip takviye edecek güç ve ce­sareti bulacak ve Kureyş, bir gün put ve tanrılarını kıran balyozların
sesiyle uyanacaktı!...
Evet... Hamza müslüman oldu, gönlünün istediği işi insanlara açıkladı. Ümidini yitirdiği için çekip giden şaşkın topluluğu ve yarık başından akan kanlarını yalayan Ebû Cehil'i terketti:..
Hamza elini yine yayına uzattı ve onu omzuna yerleştirdi. Karar­lı adımlarıyla ve üstün cesaretiyle evine giden yola düştü.
Hamza kafası çalışan birisiydi ve iyi bir vicdana sahipti.
Evine dönüp günün yorgunluklarını üzerinden atınca düşünmek ve meydana gelen hadiseyi zihninden geçirmek üzere oturdu,..
Müslümanlığını nasıl ve ne zaman açıklamıştı?
O, müslümanlığını hamiyet, kızgınlık ve gücenme anlarından bi­rinde ilân etmişti.
Yeğenine kötü davranılması, hiçbir yardımcısı yokken ona hak­sızlık edilmesi, onun zoruna gitmiş ve bundan dolayı öfkelenmiş, Haşim oğullarının şerefi için hamiyeti kabarmış, bunun üzerine Ebû Cehil'in başını yarmış ve onun yüzüne o sözü haykırmıştı.
Fakat bu; insanın, atalarının ve milletinin dinini, yılların ve asır­ların dinini terketmesi, daha sonra o, henüz kurallarını bilmediği, as­lını pek az tanıdığı yeni bir dini kabul etmesi ideal bir yo! muydu?...
Onun Muhammed'in doğruluğunda ve yolunun temizliğinde hiç­bir an şüphe etmediği doğrudur. Fakat bir kimsenin, gerekli olan bü­tün sorumluluk ve sonuçlarıyla, şimdi Hamza'nın yaptığı gibi bir öf­ke anında yeni bir dini kabul etmesi mümkün müdür!...
Sancağını yeğeninin taşıdığı bu yeni davaya gönlü saygı besli­yordu...
Ama, onun bu davete uyan, ona inanan ve onu savunanlardan birisi olması takdir edilmişti... Bu dine girmek için uygun vakit han-giaiydi?
Öfke ve hamiyet anı mı? Yoksa düşünce ve tefekkür anları mıydı?
Böylece, onun iyi bir vicdana sahip olması ve düşüncesinin te­mizliği kesin ve ince bir şekilde düşünmek için bütün meseleye ye­niden eğilmesini gerektirdi.
Düşünmeye başladı. Zihninin durmadığı birkaç gün ve gözünün kapanmadığı  birkaç gece  geçirdi.
Aklı vasıtasıyla gerçeği araştırınca, bilgiye giden yol olarak şüp­heye sarılıyordu.
Böylece, Hamza İslâm dâvasını araştırmada aklını kullanıp eski dinle yeni din arasında karşılaştırma yapar yapmaz, gönlünde ata­larının dinine duyulan fıtrî ve irsî arzu ve her yeniden korkma duy­gusunun sebep olduğu şüpheler uyandı.
Kabe, tanrıları ve putları, bu yontma tanrıların bütün Kureyş'e ve bütün Mekke'ye getirdiği dini şerefler hakkındaki bütün hatıraları uyandı...
Bütün bu geçmişten, bu köklü eski dinden vazgeçmek, geçilme­si gittikçe zorlaşan bir tünel gibi göründü.
Hamza, bir insanın atalarının dinini bu kolaylık ve çabuklukla ter-ketmesinin nasıl kolay olduğuna şaştı. Yaptığı şeye pişman ofdu. Fa­kat o, aklına başvurdu. Tek başına aklının yetmiyeceğini anlayınca, bütün samimiyet ve doğruluğuyla gaybe sığındı...
O, Kabe'nin yanında, hakkı ve doğru yolu buimak için, samimi­yetle ve içi yanarak, kainattaki mevcut bütün güç ve nurlardan yar­dım istemek üzere yüzünü gökyüzüne çeviriyordu...
Haberin bundan sonrasını bizzat Hamza'dan dinleyelim:
«<— Sonra atalarımın ve milletimin dininden ayrıldığım için beni bir pişmanlık almıştı. Büyük bir meselede şüphe içinde geceledim. Bir türlü gözüme uyku girmiyordu.
Daha sonra Kabe'ye geldim. Göğsümü hakka açması ve benden şüpheyi gidermesi için Allah'a yalvarıp yakardım... Allah duârm ka­bul etti ve kalbimi kesin imanla doldurdu...
Sabahleyin Rasûlüllah'a (s.a.v.) gidip durumum hakkında ona bil­gi verdim. O da Allah'a kalbimi onun dininde sabit kılması  için duâ etti...»
Böylece Hamza  kesin olarak müslüman olmuştu...
Aliah Hamza'yla İslâm'ı aziz kılmıştı... O, Allah'ın elçisini ve as­habından ezilenleri savunmak üzere güçlü ve vakarlı olarak durdu...
Ebû Cehil onun, müslüman saflarının arasında durduğunu görün­ce, bunun açıkça bir savaş olduğunu anladı. Kureyş'İ Peygamber'e ve ashabına eziyet etmeye teşvik ediyordu. Kin ve öfkelerine ancak o yolla derman olacak bir iç savaşa hazırlanmaya başladı...
Tabiî, Hamza bütün eziyetlere engel olamadı... Fakat bununia be­raber onun müslüman olması bir kalkan ve zırh olmuştu. Nitekim bu, önce Hamza'nin sonra Ömer ibnu'l-Hattâb'ın İslâm'a girmesinin ön­cülük ettiği birçok kabile için başarılı bir teşvik olmuş ve bunun üze-rine kabileler akın akın İslâm'a girmişlerdi...
Hamza, İslâm'a girmesinden itibaren bütün afiyetini, gücünü ve hayatını, Allah'a ve dinine adadı. Hatta Peygamber (s.a.v.) ona şu bü­yük lâkabı verdi:
«Allah'ın arslanı ve onun elçisinin arslanı...»
Müslümanların düşmanla karşılaşmak için çıktıkları ilk "seriyye nin emîri (başkanı]  Hamza idi...
Rasûlüllah'ın [s.a.v.) sancak verdiği ilk müslüman Hz. Ham-za'ydı...
Bedir harbinde iki topluluğun karşılaştığı gün, Allah'ın ve onun elçisinin arslanı orada acaip şeyler yapıyordu!...
Kureyşliler, hezimet ve yenilgilerinden dolayı perişan bir halde Bedir'den Mekke'ye dönmüşlerdi. Ebû Süfyân da korka korka ve başı önüne eğik olarak dönmüştü. O, Ebû Cehil, Utbe ibn-i Rabiâ, Şeybe ibn-i Rabiâ, Umeyye ibn-i Halef, Ukbe ibn-i Ebî SVluâyt, el-Esved ıbn-i Abdilesed el-Mahzûnî, el-Velîd ibn-i Utbe, en-Nazr ibnu'l-Haris ibn-i Saîd, Turne ibn-i Adiyy gibi Kureyş efendilerinin ve onlar gibi daha birçok kahramanını savaş alanında bırakmıştı.
Kureyş,  bu  kötü  hezimeti  barış içinde  hazmedemiyordu. Kent sinin, şerefinin ve ölülerinin öcünü almak için hazırlanıyordu.
Ve Kureyş savaşa karar vermişti...
Kureyş kabilesiyle Ebû Süfyân komutasında diğer anlaşmalı arab kabilelerinin birlikte  çıktıkları   Uhud savaşı  geldi.
Kureyş'in liderleri bu yeni savaşlarında iki kişiyi hedef almış­lardı...
Peygamber (s.a.v.) ve  Hamza (r.a.]...
Evet... Savaşa çıkmadan önceki konuşmalarını ve görüşmelerini dinleyen kimse, Hz. Peygamber'den sonra Hamza'nın nasıl savaşta hedef alınan kişi olduğunu anlardı.
Savaşa çıkmadan önce, Hamza'nın işini bitirecek adamı seçti­ler. Bu Habeşii bir köleydi. Mızrak atmada üstün bir maharete sahip­ti. Onun savaştaki bütün rolünün, Hamza'yı avlamak ve mızrağiyla ona öldürücü bir darbe indirmek olduğunu söylediler. Ona, savaşın sonu ve gidişi nasıl olursa olsun, bundan başka bir şeyle meşgul olmamasını tenbih ettiler.
Ona pahalı ve büyük bir fiyat vâ'dettiler: Hürriyetini... Adı «Vah­şî» olan bu adam Cubeyr ibn-i Mut'im'in kölesi idi... Cubeyr'in amca­sı Bedir'de ölmüştü. Cubeyr ona şöyle dedi:
«— İnsanlarla birlikte savaşa çık, eğer Hamza'yı öldürürsen, hür­sün».
Sonra, daha fazla tahrik etmesi ve istedikleri gayeye sevketmesi İçin onu Ebû Süfyan'ın hanımı Hind bint-i Utbe'ye gönderdiler.
Hind Bedir savaşında babasını, amcasını, kardeşini ve oğlunu kaybetmişti. Ona, bunların bazısını bizzat Hamza'nın öldürdüğü, bazı­larının ölümlerinde de onun payı olduğu söylenilmişti...
Bu yüzden, maceranın gerektirdiği fiyat ne olursa olsun, o, er­kek ve kadın Kureyşliîerin çoğunu sadece bir şey için, yani Ham­za'nın başını elde etmek için savaşa çıkmaya teşvik ediyordu!...
Savaşa çıkmadan önce birkaç gün bekledi. Yegâne işi Vahşî'nin zihnine bütün kinini boşaltmak ve onun aleyhinde yapacağı hareketi tasarlamaktı... Hamza'yı öldürmede başarılı olursa, ona bir kadının eşya ve süs olarak sahip olduğu değerleri vadetti. Kinli parmaklarıy­la kıymetli inciden küpesini ve boğazında dizili altın gerdanlıklarını tutup gözleri Vahşî için.dönerek:
«— Eğer Hamza'yı  öldürürsen, bunların  hepsi senin!!!...» dedi.
Vahşî'nin ağzının suyu aktı... Aklı, özlemle, hürriyetini kazana­cağı ve artık köle olmıyacağı, Kureyş kadınlarının Üderî, Kureyş'in liderinin hanımı ve Kureyş'in efendisinin kızının boynunu süsleyen bu zînetlere sahip olarak döneceği savaşa gitti.
Öyleyse istişareler ve harptekiler açık ve kesin bir şekilde Ham za'yi (r.a.) istiyordu.
Uhud savaşı geldi...
İki ordu karşılaştı.., Hamza, savaş elbisesini giymiş ve göğsün de, çarpışma anında takmayı alışkanlık haline getirdiği deve kuşu tü yü olduğu halde ölüm-kalım alanının ortasındadır.
O, çarpışmaya başladı, önüne bir baş gelmesin, kılıcıyla hemen onu koparıyordu. Müşriklerin arasında dövüşerek yürüyordu. Sanki ölümler onun emrindeydi. O, ölümleri istediğine fırlatıyor, onlar da o kimsenin tam kalbinin ortasına isabet ediyordu.
Müslümanların hepsi hücuma geçtiler, kesin zafere yaklaştı!; ve hattâ Kureyş topluluğu korkup geri çekilmeye başladı. Eğer ok­çular dağın tepesindeki yerlerini terkedip hezimete uğrayan düşma­nın ganimetlerini toplamak için savaş alanına inmeselerdi... Eğer on­lar yerlerini terkedip Kureyş süvarüeri için geniş bir gedik açmasa-lardı Uhud savaşı bütün Kureyş'e, erkeklerine, kadınlarına hatta at­larına ve develerine bir mezar olacaktı!...
Kureyş süvarileri ansızın müslümanları gerilerinden çevirdi. Ka­na susamış çılgın kılıçları müslümanlar içinde çalışmaya başladı... Müslümanlar yeniden kendilerine gelmeye ve Kureyş ordusunun ge­ri çekildiklerini görünce silahlarını bırakmış olanlar tekrar silâha sa­rılıyorlardı... Fakat ani karşılaşma aGimasız ve çok sert idi.
Hamza olanları gördü ve  gücünü,  gayretini  ve enerjisini bir kat daha artırdı.
O, sağıyla, soluyfa, önüyle ve arkasıyla vuruşmaya başladı. Vahşî de onu gözetlemekte, darbesini ona doğru yöneltmek için hâin fırsa­tını kollamaktaydı.
Bırakalım da  olayı Vahşî kendi  sözleriyle anlatsın:
«— Ben Habeşistanlıydım. Habeşistanlılar qibi mızrak atar, isabet ettiremediğim pek az olurdu. İnsanİar karşılaşınca Hamza'yı gö­zetlemeye çıktım. Nihayet onu boz deve gibi insanların ortasında gör­düm. Kılıcı ile insanları biçip geçiyor ve önünde hiç bir şey dura-mıyordu... Vallahi, onun için hazırlanıyordum. Onu yere düşürmek ve­ya bana yaklaşması için bir ağacın arkasına gizlendiğim sırada Sibâ' ibn-i Abdiluzza önüme geçti. Hamza ona şöyle haykırdı: Yanıma gel, ey Sünnetçi kadının oğlu! Arkasından O'na bir darbe indirdi ama ba­şına isabet ettiremedi...
O sırada mızrağımı salladım ve istediğim şekilde attım. Mızrak memesine batıp ayaklarının arasından çıkmıştı. Bana doğru yürüdü, ama düşüp şehîd oldu...
Yanma gelip mızrağımı aldım, sonra çadırların bulunduğu yere döndüm ve bir çadırın içine oturdum. Çünkü benim başka bir isteğim yoktu. Onu, kölelikten  kurtulmak için Öldürmüştüm...»
Bırakalım Vahşî [r.a.) sözünü tamamlasın:
«Mekke'ye dönünce kölelikten azâd edildim. Mekke fethedilip Rasûlüllah [s.a.v.) oraya girinceye kadar Mekke'de kaldım. Rasûlül-lah  (s.a.v.)  Mekke'ye girdikten sonra ben de Taife kaçtım.
Müslüman olmak için Taif heyeti Rasûlüllah'a (s.a.v.) gitmek üze­re yola çıktığında bütün yollar bana kapanmıştı. Kendi kendime şöyle dedim: Şam'a mı gideyim, Yemen'e mi, yoksa başka bir yere mi?...
Vallahi son derece üzgün olduğum bir sırada bir adam bana: «Ya­zıklar olsun sana! Allah'ın Rasûlü, dinine giren hiç kimseyi öldür­müyor...» dedi.
Yola çıktım, Medine'ye Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanma geldim. Beni ancak ayakta ve önünde Kelime-i Şehâdeti getirirken gördü. Beni gö­rünce: «Sen Vahşi misin?!» dedi. Ben de: «Evet yâ Rasûlellah!» de­dim. «Anlat bakalım Hamza'yı nasıl öldürdün?» dedi. Sözümü bitirin­ce; «Yazıklar olsun sana, yüzünü bana gösterme!» O günden sonra, beni görmemesi için, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bulunduğu yoldan geçmez­dim. Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar böyle yaptım.
Müslümanlar, Yemame'de Müseylemetü'l-Kezzâb'la savaşmaya çıkınca ben de onlarla birlikte çıktım. HamzaTyı öldürdüğüm mızrağı­mı da yanıma aldım. İnsanlar karşılaşınca, Müseylemetü'I-Kezzâb'ı kı­lıcı elinde, ayakta iken gördüm. Onun için hazırlandım. Mızrağımı sal­ladım ve istediğim şekilde attım.  Mızrak ona isabet etmişti...
Eğer bu mızrağımla insanların en hayırlısı Hamza'yı öidürmüş-sem, Allah'ın beni bağışlamasını dilerim. Çünkü onunla insanların en kötüsü  Müseylime'yi  de öldürdüm...»
Böylece Allah'ın ve onun elçisinin arslanı şerefli bir şekilde şe­hîd düşmüştü!...
O'nun hayatı gürültülü olduğu gibi, vefatı da gürültülü olmuştu...
Düşmanları onu öldürmekle yetinmemişlerdi... Onlar sadece Hz. Peygamber ve amcası Hz. Hamza'yı istedikleri bu savaşta Kureyş'in bütün  hayvan ve adamlarını  asker yapan  kimselerdi...
Ebû Süfyan'ın hanımı Hind bint-i Utbe emretmişti. Vahşi'ye Ham-za'nın ciğerini getirmesini emretmişti. Habeşli, bu çılgın isteğe ce­vap vermişti. Hind'e ciğeri getirdiğinde ona sağ eliyle ciğeri veriyor, sol eliyle de ondan, görevini yerine getirmenin mükâfatı olarak küpe ve  gerdanlıkları  aiıyordu...
Bedir'de müslümanlann öldürdüğü Utbe'nin kızı, şirk ordusunun ve putçuluğun komutanı Ebû Süfyan'ın hanımı çiğnedi... Bu ahmaklı­ğın kin ve düşmanlığına şifâ vermesi ümidiyle Hamza'nın ciğerini çiğ­nedi. Fakat ciğer dişlerine sert geldi ve onu yutamadı. Ağzından çı­kardı. Yüksek bir kayanın üstüne çıktı ve şu mısraları haykırmaya başladı:
«Biz size Bedir'in karşılığını verdik. Halbuki savaştan sonra savaş deliliktir. Ne Utbe, ne kardeşim, ne onun amcası, Ne de genç devem için sabrım kalmıştı. İçimi rahatlattım ve  adağımı yerine  getirdim. Vahşî, kalbimin kinini giderdi...» Savaş bitti, müşrikler develerine bindiler, Mekke'ye dönmek üze­re atlarını sürdüler...
Rasûlüllah (s.a.v.) ashâbıyla birlikte, şehîdlere bakmak için sa­vaş alanına indi.
Orada, vadinin ortasında, canlarını Allah'a satan, onları büyük Rabblerine makbul kurbanlar olarak takdim eden ashabının yüzlerini incelerken birden bire durdu... Baktı ve sustu... Dişlerini sıktı... Göz­lerini kapattı...
Arab ahlâkının bu çirkin vahşiliğe düşeceğini ve  bir olunun sedinin, Allah'ın arslanı ve şehîdlerin efendisi, şerefli şehîd, amcası Hamza ibn-i Abdilmuttalib'in cesedini gördüğü şekilde organlarının parçalanmasını  asla tasavvur edemiyordu...
Hz. Peygamber kaderin şimşeği gibi parlayan gözlerini açtı... Gözleri  amcasının cesedi üzerinde şöyle dedi:
«— Seni kaybetmek gibi bir musibetle asla karşılaşmıyacağim. Şimdiye kadar ben, şu  andakinden daha öfkeli olmadım...»
Sonra ashabına dönüp:
«—Hamza'ntn kızkardeşi Safiyye'nîn üzülmesinden ve benden sonra bir âdet olarak kalmasından korkmasaydım, Hamza'yı açıkta bı­rakır, onun vahşî hayvanlar ve kuşlar tarafından yenmesine müsâade ederdim. Onlardan mutlaka otuz kişinin organını keseceğim!» dedi.
Peygamber'in ashabı  haykırdı:
«— Vallahi, eğer bir gün Allah bizi onlara galib getirirse, Arab-lardan hiç kimsenin görmediği bir şekilde onların organlarını kese­ceğiz!!...»
Fakat, Hamza'ya şehidliği ikram eden Allah, onun şehadetinden dolayı ebediyete kadar adaleti koruyan büyük bir ders için fırsat ver­mekle ve ceza ve kısasta bile merhameti vacib ve farz kılmakla, ona bir defa daha ikramda bulunmaktadır.
Böylece, Rasûlüllah (s.a.v.} biraz önceki tehdidini bitirir bitirmez, daha yerinden ayrılmadan şu âyet-i kerimeler vahyedildi:
«Rabbinîn yoiuna, hikmet ve güzel Öğütie çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bi­lir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. Eğer ceza vermek isterse­niz, size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz, andolsun ki bu, sabredenler için daha iyidir. Sabret, senin sabrın ancak Al­lah'ın yardımiyladır, onlara üzülme, kurdukları düzenlerden de endişe etme. Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir». (Nâhl/125-128)
Bu âyetlerin bu yerde nazil olması, ecrini Allah'ın verdiği Hamza [r.a.) için en iyi ikram idi.
Rasûlüllah (s.a.v.) onu çok severdi.   Daha önce   de belirttiğimiz gibi o, sadece sevgili amcası  değildi...
onun süt kardeşiydi...
Çocukluk arkadaşıydı...
Hayatı boyunca dostuydu
Bu veda dakikalarında, Rasûlüllah [s.a.v.) onu uğurlayacak, sa­vaşın bütün şehidleri sayınca ona namaz kılmaktan daha iyi bir se­lâm bulamadı...                                                 . .
Böylece, Hamza'nın cesedi, onun savaştaki gayretine şâhid olan ve kanlarını bağrına basan savaş alanındaki namaz yerine taşındı. Ra­sûlüllah [s.a.v.) ve ashabı onun namazını kıldılar. Daha sonra başka bir şehîd getirildi. Peygamber onun namazını kıldı. Sonra o kaldırıl­dı ve Hamza yerinde bırakıldı, üçüncü bir şehîd getirildi. Hamza'nın yanına konuldu. Rasûlüllah (s.a.v.) o ikisine namaz kıldı...
Böylece, arka arkaya bütün şehîdler getirildi. Rasûlüllah (s.a.v.) yanlarında Hamza olmak üzere onların herbirine namaz kılıyordu. Öy­le ki Rasûlüllah (s.a.v.) o gün amcasına yetmiş namaz kılmış oldu...
Hz. Peygamber savaştan evine dönerken yolda Abduleşhel oğul­ları kadınlarının şehidlerine ağladıklarını duydu. Şefkat ve sevgisi­nin çokluğundan: Fakat Hamza için ağlayanlar yok dedi.
«— Fakat Hamza  
Sa'd İbn-i Muâz bu sözü duyup kadınlar onun amcasına ağlarsa gönlü hoş olur zannıyla Abduleşhel oğullarının kadınlarına koşar ve onlara Hamza'ya ağlamalarını emreder, onlar da emri yerine getirir­ler. Hz. Peygamber onların ağlamasını duyar duymaz yanlarına çıkar ve:
«— Ben bunu kasdetmedim. Dönünüz, Allah size merhamet et­sin. Bugünden sonra ağlamak yok».
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabı Hamza'ya ağıt söyleme ve yüce ha­yatını övmede yanşa girmişlerdir..
Hassan İbn-i Sabit uzun bir kasidede onun hakkında şöyle de­miştir.
Fani olan bu yurttan (dünyadan) vazgeç de. Cömert Hamza'ya ağla
Süvarilerin atlan korkudan geri durduklarında o, ormandaki as­lan gibi yiğitçe savaşandır.
O, Haşim oğullarının tepesindeki beyazlıktır.
O hakkı bırakıp batılla uğraşmamıştır.
Sizin kılıçlarınızın arasında şehid düştü.
Onu öldürdüğü için Vahşî'nin elleri çolak olsun.
Abdullah ibn-i Ravaha da şunları söylemiştir: Gözüm yaş döktü, o göz, yaşı dökmeyi haketti. Aslında, şu öldürülen adam,
Hamza mı? dedikleri sabah Tanrı'nın Aslani'na ne ağlama ne de sızlama fayda verir.
Onun   öldürülüşüyle, bütün müslümanlar,  bu   arada   Peygamber bir belâya uğramıştır.
Ebû Ya'lâ! Sana ait direkler yıkıldı.
Sen, şeref ve şan sahibisin, iyilik seversin ve akrabayla ilgilenirsin.
RasûlüllaH'ın (s.a.v.) halası ve Hamza'mn kızkardeşi Safiyye Bint Abdilmuttalip de şu şiiri söylemiştir:
«Arşın sahibi, Hakk'm Tanrısı, onu, İçinde yaşayacağf Cennet'e ve sevince çağırdı.
Bu, bizim Kıyamet gününden Hamza için umduğumuz en iyi ne­ticedir.
Vallahi, saba rüzgârı estiği sürece kavminin efendisi olan Allah'­ın aslanına ağlayarak ve üzülerek, yolculukta ve yolculuk dışında seni asla unutmıyacağım.
O, her kâfire karşı İslâm'ı savunur.
Diyorum ki, onun ölümü kabilemin şerefini yükseltmiştir.
AİIah ona bir kardeş ve yardımcıdan daha iyisini versin.»
En iyi mersiye onun hatırasını estirirken savaş şehitleri arasın­da onu görüp cesedinin başında durduğu sırada Hz. Peygamber'in şu sözleri de onun içindi:
«— Allah sana rahmet etsin, sen bildim bileli hep sıla-i rahme önem verir ve hep  iyilikler işlersin».
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yüce amcası Hamza'dan dolayı başına gelen felâket çok ağırdı... Ona sabretmek zor bir işti. Ancak kader Allah'ın Rasûlüne en güzei teselliyi saklıyordu.
Uhud'dan evine giden yolda Hz. Peygamber'in karşısına, babası, kocası ve kardeşi savaşta şehîd olan, Dînar oğullarından bir hanıme­fendi çıktı...
Savaştan dönen müslümanları görünce, savaş haberlerini sormak üzere onlara koştu.
Ona, kocasının, babasının ve kardeşinin öldüğünü haber verdi­ler...
O, hemen, merak içinde onlara:
«—Ya, Allah'ın Rasûlü ne yaptı?» diye sordu.
Onlar:
«— İyidir...
O, Allah'a hamdolsun  istediğin gibidir»  dediler.
Kadın:
«— Bana, onu gösterin de gözümle göreyim» Rasûlüllah (s.a.v.) yaklaşıncaya kadar onun yanında durdular. Ka­dın Hz. Peygamber'i görünce şöyle diyerek ona doğru koştu: - Senden sonra her musibet hafif kalır...»
Evet...
Bu, en güzel ve en kalıcı teselli idi...                          
Peygamber, bu eşsiz olaya gülümsedi. Cömertlik, dostluk ve fe­dakârlık dünyasında bunun bir benzeri yoktu...
Aynı anda, babasını, kocasını ve kardeşini kaybeden dağlan yı­kan haberi işittiği an öiüm haberini veren kimseye cevabı:
«- Rasûlüllah (s.a.v.) ne yaptı?» olan, zavallı, zayıf bir hanirr
fendi...
Bu   Allah'ın aslanı  ve şehîdlerin efendisinden dolayı,   Hz   Pı gamber'e iyi bir teselli vermek için kaderin, çizimini ve zamanlama­sını çok iyi yaptığı bir olaydı. [1]




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı