Ey Ebû'l-Münzir! Sahîp olduğun ilimden dolayı, seni tebrik ederim...
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Resûlüllah (s.a.v.) birgün ona :
«— Ebû'l-Münzir!
Allah'ın kitabındaki en büyük âyet hangisidir?» diye sordu,
O da:
«— Allah ve elçisi daha iyi bilir» diye cevap verdi...]
Peygamber (s.a.v.) sorusunu tekrar etti:
«— Ebû'l-Münzîr! Allah'ın kitabındaki en büyük âyet hangisidir?..»
«— Ebû'l-Münzîr! Allah'ın kitabındaki en büyük âyet hangisidir?..»
Übeyy şöyle cevap verdi:
«— Allah ki, ondan başka ilâh yoktur. O Hâyy ve Kayyûm'dur...» [Ayete'l-Kürsî'nin başı.]
Resûlüllah (s.a.v.) eliyle onun göğsüne vurdu ve yüzünde görülen memnuniyet ifadesiyle:
«— Ey Ebû'l-Münzir! Sahip olduğun ilimden dolayı seni tebrik ederim».
Resûlüllah'ın (s.a.v.), Allah'ın kendisine verdiği ilim ve anlayış sebebiyle tebrik ettiği Ebû'l-Münzir yüce sahabi Ubeyy İbn Ka'b'dı.
O, Akabe'de, Bedir'de ve diğer olaylarda bulunan Hazrec'ten bir Ensardı...
O, ilk müslümanlar arasında üstün bir dereceye sahipti. Hatta mü'minlerin emiri Ömer (r.a.) onun hakkında şöyle demişti:
«— Übeyy müslümanların efendisidir».
«— Übeyy müslümanların efendisidir».
Übeyy Ibn Ka'b vahyi ve mektupları yazanların başında geliyordu...
Kur'ân-ı Kerîm ezberleme, onu güzel bir şekilde okuma ve âyetlerini anlamada yükselen kimselerdendi...
Resûlüllah (s.a.v.) ona bir gün şöyle' buyurdu:
«— Yâ Übeyy İbn Ka'b!
Bana, Kur'ân'ı sana arzetmem emredildi...»
Übeyy, Resûlüllah'ın (s.a.v.) emirlerini ancak vahiyden aldığını biliyordu...
Öyle olunca, gizli bir neşeyle Resûlüllah'a (s.a.v.) sordu:
«— Yâ Resûlellah! Anam babam sana feda olsun... Sana, bizzat benim adım mı söylendi?.»
Resûlüllah (s.a.v.) :
«— Evet... Hem de Mele-i A'lâ (yüce Alem'de)ki adın ve atalarının adıyla...»
Peygamber'in {s.a.v.) gönlünde bu dereceye ulaşan bir müslüman gerçekten büyük bir müslümandı.
Resûlüllah'la (s.a.v.) yıllarca beraber olan Übeyy İbn Ka'b onun tatlı ve cömert kaynağından bol bol istifade ederdi...
Resûlüllah (s.a.v.) Rafik-i A'lâ'ya gittikten sonra Übeyy, ibadetin de, takvasında ve ahlâkında onun zamanındaki gibi sağlam ve güvenilir kaldı...
O —her zaman— kavmi arasında bir uyarıcı idi...
Onlara Peygamber'İn (s.a.v.) günlerini ve o andaki durumlarını, davranışlarını ve takvalarını hatırlatırdı...
İşte arkadaşları arasında konuştuğu şahane sözlerinden biri:
«— Biz Resûlüllah'la (s.a.v.) beraberken yönlerimiz birdi... O bizden ayrılınca bizim yönlerimiz de sağa ve sola ayrıldı...»
O, takva ve zühde sarılmıştı. Dünya onu aldatamamışti... Çünkü o, dünyanın gerçek halini onun sonunda görüyordu...
Kişi ne kadar yaşarsa yaşasın, ne kadar nimet ve iyi şeyleri elde ederse etsin, bunların hepsinin toz toprağa dönüşeceği ve sonunda yaptığı iyi bir amel veya kötü bir amelden başkasını bulamıyacağı bir günle karşılaşacaktı...
Übeyy dünyadan bahsederken şöyle diyordu:
«— Adem oğlunun yiyeceği dünyaya benzetilmiştir... Eğer ona lüzumundan fazla tuz ekerse, onun nasıl olacağını sen düşün?..»
Übeyy, insanlara konuştuğunda boyunlar uzayıp kulaklar dikkat ve şevkle onu dinlerdi...
Çünkü o Allah için hic kimseden korkmayan ve dünyalık bir maksadı olmayan kimselerdendi...
İslâm toprakları genişlediğinde, müslümanların haksız yere valilerini övdüklerini görünce onlara şu uyarıcı sözleri göndermeye başladı:
İslâm toprakları genişlediğinde, müslümanların haksız yere valilerini övdüklerini görünce onlara şu uyarıcı sözleri göndermeye başladı:
«— Ka'be'nin Rabbine yemin olsun, onlar mahvoldular... Onlar mahvoldular ve mahvettiler...
Ben onlara acımıyorum. Ancak mahvettikleri müslümanlara acıyorum. "
O çok müttakiydi, Allah'ı ve ahiret gününü her ne zaman zikretse ağlardı...
Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini okurken veya dinlerken bütün vücudu, bu âyetlerden birini dinlediğinde yahut okuduğunda onu tarif edilmeyecek derecede bir üzüntü kaplardı.
İşte o âyet:
«De ki: üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan odur. Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak». [ En'âm Sûresi/65]
Übeyy'in en çok korktuğu şey aralarında şiddetli bir intikam savaşı çıkacak günün müslümanlara da gelmesiydi...
O, Allah'tan daima afiyet isterdi... Allah'ın lûtfuyla afiyet ve nimetlere ulaşmış, inanarak korkusuzca ve mükâfatını alarak Rabbine kavuşmuştu... [Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/51-53.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder