A'RAF SURESİ TABERİ TEFSİRİ İLK ON AYETİ

A'RAF SURESİ 2

 



A'RAF SURESİ


İki yüzaltı âyettir. Yüz altmış üçten Yüz yetmişe kadar olan âyetler Medi-nede, diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1- Elif, Lâm, Mîm, Sâd.

Bu harflerin ne manaya geldiği hususunda müfessirler çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a) İbn-i Abbas'dan rivayet edilen bir görüşe göre bu harflerin manası, "Ben Allahım, açıklarım." demektir.
b) Süddîye göre bu harfler, Allah Teâlâ'nın bir sıfatı olan ve "Şekil ve­ren" anlamına gelen "El-Musavvir" kelimesinin kısaltılmış harfleridir.
c) Ebu Talha'nın, İbn-i Abbas'dan rivayet ettiği bir görüşe göre, Elif, Lâm, Mîm, Sâd, Allah Teâlâ'nın isimlerinden biridir. Allah Teâlâ bu ismine ye­min ederek sureye başlamıştır.
d) Katadeden rivayet edilen bir görüşe göre ise bu harfler, Kur'an-ı Keri-mink isimlerinden biridir.
e) Bazılarına göre de bu harfler, Allahım ismi A'zamının harfleridir.
f) Başka bir görüşe göre ise bu harfler, kısaltılmış bir hesabı ifade ederler.
g) Bu harfler sadece Mukatta'a harflerdir.
h) Bunlar, birçok mânâyı ihtiva eden sembollerdir. Bu harfler vasıtasıyla, Allah Teâl.â, yarattıklarına, irade ettiği şeyleri göstermektedir.[1]

2- Bu, kendisiyle sakındırman için ve müminlere öğüt olsun diye Al­lah tarafından sana indirilen bir kitaptır. Bundan dolayı kalbinde bir sı­kıntı olmasın.
Ey Muhammed bu, rabbin tarafından sana indirilmiş bir kitaptır. Bu kita­bı, insanlara tebliğ ederken içinde bir sıkıntı bulunmasın. Bu Kur1 anı tebliğ et­mekten usanma. Bu kitap, kendisiyle müşrikleri uyarman için ve müminleri de bir hatırlatma ve bir öğüt olsun diye indirilmiştir.
Ayet-i Kerimede geçen ve "Sıkıntı" diye tercüme edilen  kelimesinin Arapça'da sözlük anlamı "Sıkıntı, darlık vb. şeyler"dir.
Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Süddî buradaki sıkıntıdan mak­sadın, "Şüpheye düşmek" olduğunu, ayetin bu bölümünün manasının da "Ey Muhammed, sana indirdiğimiz Kur'an hakkında şüpheye düşme" demek oldu­ğunu söylemişlerdir.
Taberi diyor ki: Müfessirlerin, burada geçen sıkıntıyı, "Şüpheye düşme" manasında tefsir etmelerinin sebebi, onun hak kitap olduğundan şüpheye düş­mektir. Bu sebeple buradaki sıkıntı, "şüpheye düşme" olarak ifade edilmiştir. [2]

3- Rabbinîzden size indirilene uyun. Ondan başkalarını dost edinip de kendilerine uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.
Ey insanlar, rabbiniz tarafından size indirilen apaçık delillere ve hidayete uyun. Size, AHaha ortak koşmayı, put ve tağutlara ibadet etmeyi emreden Al­lah'tan başka dostlarınızın emirlerine uymayın. Çünkü onlar sizi doğru yola iletmeyip eğri yola saptırırlar. Ne de az öğüt dinliyorsunuz. [3]

4- Biz, nice memleket halkını yok ettik ki, onlara azabımız, gece uyurlarken veya gündüz istirahat halindeyken geldi.
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede Resûlullah'a Allah'tan başkasına ibadet eden putları ona denk tutan insanları uyarmasını, Allah'a kulluk etmemeleri ha­linde helak edileceklerini bildirmesini emretmiş ve buyurmuştur ki:
«Rablerinin emirlerine karşı gelen ve peygamberlerini yalanyalan nice memleket halkı vardır ki biz onlan helak ettik. Bizim cezamız onlara ya gecele­yin veya gündüz istirahat halindeyken gelip yakaîayıverdi.»
Bu âyet-i Kerime, Allahi bırakıp tağutlara boyun eğenlerin akıbetlerinin felaket olacağım bildirmektedir. Kur'ânı Kerimde bu manayı ifade eden başka ayetler pek çoktur. Bu âyetlerde Duyuruluyor ki:
"Biz nice zalim ülkeleri helak ettik. Onlar, duvarları, damlan üstüne yıkı­lıp ıpıssız kaldılar. Biz, nice kuyuları muattal, nice muhteşem sarayları bomboş bıraktık.[4]
"Biz, refah içinde şımapırp azgınlaşan nice ülkeleri helak ettik. İşte onla­rın geride bıraktıkları yerleri, Kendilerinden sonra onların pek azında oturulabil-miştir. Onlara hep biz varis olmuşuzdur. [5]
Ayet-i kerimede "Nice" diye tercüme edilen  ifadesi zik­redilmiştir. Bu ifade, Allahın emrine karşı gelerek helak edilen kavimlerin çok sayıda olduklarına işaret etmektedir.
Ayet-i Kerimenin lafzında, ülkelerin helak edildiği zikredilmiştir. Bun­dan maksat, ülkelerin, içinde yaşayan insanlarla birlikte helak edilmiş olmaları­dır. Zira, içinde insan yaşamayan yerlere ülke denmez. [6]

5- Onlara azabımız geldiği zaman: "Biz, gerçekten zalinılermişiz." demekten başka bir itirafları olmadı.
Kendilerine azabımız gece uyurken veya gündüz dinlenirken geldiği za­man helak ettiğimiz ülke halkının, dua ve yalvaması, sadece kendi aleyhlerine itirafta bulunmak, rablerinin emir ve yasaklarına karşı gelerek kendi kendilerine zulmettiklerini söylemek oldu.
Taberi diyor ki: Bu âyeti kerime, ResûluİIah'tan rivayet edilen şu hadi­sin sahih olduğunu göstermektedir. Resûlullah buyurmuşturki: "İnsanlar ceza­landırılmayı hak etmedikçe veya Özürleri kabul edilmeyecek hale düşmedikçe cezalandırılmazlar. [7]
Taberi diyor ki: Eğer denilecek olursa ki: "Ayet-i Kerime'de Onlara aza­bımız geldiği zaman Helak edilenlerin" "Biz gerçekten zalimlennişiz." dedikleri zikredilmektedir. Şayet helak edilenler bunu, helak edilmeden önce söylemiş olurlarsa âyetin ifadesine ter sdüşer. zira âyette, bu sözü helak anında söyledik­leri zikredilmiştir. Eğer onların, bu sözü, helak edilmelerinden sonra söyledikle­ri farz edilecek olursa bu takdirde de, helak edildikten sonra konuştukları farze-dilmiş olur ki bu da imkansızdır. O halde helak edilen insanlar bu itiraflarını ne zaman yapmışlardır?" Cevaben denilir ki: "Bütün ümmetler bir anda helak olup gitmiş değillerdir. Onlardan bazıları önce uyarılmış, azabın geleceği haberi ve­rilmiş ve belli bir zaman geçtikten sonra da azap fiilen gelip on)an helak etmiş­tir. İşte bu ümmetler, azabın geleceğini kesin olarak anladıktan sonra, Allah'ın emir ve yasaklanna karşı gelerek kendi kendilerine zulmettiklerini itiraf etmiş­ler, fakat bu itirafları kendilerine fayda vermemiş ve azaba uğratılıp helak ol­muşlardır. Nitekim, tufan olayı, Salih (a.s.)'m kavmi Semud'un ve benzerlerinin helak olmaları bu şekilde olmuştur. Allah Teâlâ Muhammed ümmetini de böyle bir akıbete düşmemeleri için uyanmaktadır.
Evet, Allah'ın gazabına uğrayan şımarık kafirlerin, herhangi bir itirazda bulunmalan mümkün değildir. Onların, kendilerini kınamaktan başka çaraleri yoktur. Nitekim başka ayetlerde de şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz biz, halkı zalin olam nice ülkeleri toptan yok ettik. Onlardan sonra da başka kavimler yarattık."
"Onlar, azabımızın şiddetini hissedince, ondan öyle kaçıyorlardı ki."
"Onlara: "Hiç kaçmayın, refah içinde yaşayıp şımardığınız yerlere ve ev­lerinize dönün. Çünkü sorguya çekileceksiniz." denildi."
"Vay halimize, gerçekten biz zalimlermişiz." dediier."
"Biz, kendilerini biçilmiş ekinde döndürüp ocaklarını söndürünceye ka­dar onlar bu pişmanlıklarını tekrar edip durdular. [8]

6- Kendilerine Peygamber gönderilenleri elbette hesaba çekeceğiz. Gönderilen Peygamberleri de mutlaka hesaba çekeceğiz.
Kendilerine Peygamber gönderilen ümmetlere, Peygamberlerinin getir­dikleri hükümlere uyup uymadıklarım mutlaka soracağız. Kendileriyle hüküm­lerimizi gönderdiğimiz Peygamberlere de, bu hükümleri tebliğ edip etmedikleri­ni elbette soracağız.
Evet, Allah Teâlâ, hem kendilerine Peygamber gönderilenleri hem de Peygamberleri kıyamet hesabı çekecek, haklıyı haksızı gösterecektir. Bu husus­ta da diğer âyet-i Kerimelerde buyrulmaktadır ki:
" Allah, Peygamberleri bir araya topladığı gün: "Ümmetiniz davtinize ne cevap verdi?" der. Onlar da: "Hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz gaybları bilen ancak sensin." derler.
" O gün Allah, müşriklere nida eder ve "Gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz?" der." [9]

7- Şüphesiz ki biz onlara, yaptıklarını bilerek anlatacağız. Zaten on­lardan uzak değildik.
Şüphesiz ki biz kendilerine Peygamber gönderilenlere de Peygamberlere de dünyada kendilerine gönderdiğimiz emir ve yasaklar hususunda ne yaptıkla-nnı bilerek anlatacağız. Zaten biz onların yaptıklarından uzak değildik.
Her şeyi bilen yüce mevla elbette ki kullarının dünyada yaptıklarım da bilmekte ve tesbit ettirmektedir. Kıyamette kullarını bu tesbitlerle hesaba çeke­cektir.
Taberi diyor ki: "Eğer denecek olursaki "Allah Teâlâ bundan önceki âyette, kendilerine Peygamber gönderilen ümmetlerden ve Peygamberlerden he­sap soracağını bildirirken bu âyet-i kerimede de, onların ne yaptıklarını bizzat kendisinin onlara bildireceğini beyan etmektedir. O halde birinci ayette ifade edilen "Hesaba çekme"den maksat nedir?" Cevaben denilir ki: "Allah Teâlâ'nın hesaba çekmesinden maksat, kınama ve hatırlamadır. Onların ne yaptıklarım öğrenme değildir. Bu bakımdan iki ayet birbirini tamamlamaktadır.
Allah Teâlâ'nın kullarını kınama ve hatırlatmada bulunma maksadıyla, kıyamet gününde onları hesaba çekeceği onların da çeşitli cevaplar verecekleri şu ayette belirtilmiştir. "Ey Ademoğullan, ben size "Şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte doğru yol budur." diye emret-memiş miydim?" [10]
Diğer yandan, Peygamberlerin hesaba çekilmesinden maksat ise, onları kendilerine gönderildikleri ümmetlere karşı şahitler tutarak ümmetleri, peygam­berlere uymadıklarından dolayı kınamak ve onlara, Peygamberleri vasıtasıyla emir ve yasaklar gönderdiğini hatırlatmaktır. Zira kıyamet gününde, kafirler he­saba çekilerek onlara: "Size rabbinizin ayetlerini okuyan ve sizi bu gününüze kavuşmakla uyaran Peygamberler gelmedi mi? [11] denildiği zaman onların çoğu bunu inkâr edecekler ve: "Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi... [12]diyeceklerdir. İşte bu sırada Peygamberlere "Siz bu insanlara, size gönderilen şeyleri tebliğ et-tiğniz mi?" veya "Tebliğ etmediniz mi?" şeklinde sorular sorulacak, Peygam­berler de, tebliğ ettiklerine dair şahitlik edeceklerdir. Böylece Allah, Peygam­berleri şahitlik yapmaları için sorguya çekecektir. Nitekim bu hususta Resulul-lah'tan hadisler rivayet edilmiş, Allah Teâlâ'da başka bir ayetinde hem Muham-med ümmetini hem de peygamberleri şahit tutacağını beyan etmiş ve "Böylece biz sizin, insanlara karşı şahitler olmanız, peygamberin de size karşı şahit olma­sı için sizi, orta yolu tatan bir ümmet kıldik. [13]buyurmuştur.
Allah Teâlâ'nın kullarını bilinmeyen bir şeyi öğrenmek için sorgulaması, kendisi için söz konusu olmayan bir husustur. Zira Allah Teâlâ, her şeyi daha meydana gelmeden evvel de, meydana gelme anında da meydana geldikten son­ra da bilir. Böyle bir soru sormaya ihtiyacı yoktur. Bu husustu şu ayetlerde de beyan etmiştir: "İşte o gün, insanlara da cinlere de» günahları sorulmayacak­tır. [14] "Suçlulara, günahları sorulma[15]
Abdullah b. Abbas bu ayeti kerimede geçen "Biz onlara, yaptıklarını biie-rek anlatacağız." ifadesini şu şekilde izah etmiştir. "Onların amel deftelerleri, yaptıkları amelleri bildirecektir."
Taberi diyor ki: "Bu görüş gerçekten uzak olmayan bir görüş ise de bu hususta Resulullah'tan sahih olan şu haber rivayet edilmiştir.
"Sizden biriniz Allah'ın huzuruna çıktığı gün onunla karşılaşacak, kendi­siyle Allah arasında konuştuklarını tercüme edecek herhangi bir tercüman bu­lunmayacaktır. Allah bizzat ona konuşarak diyecektir ki: "Ben sana tebliğde Ibulunan bir peygamber göndermedim mi?" O da: "Evet gönderdin." diyecek Allah: "Ben sana mal verip sana" lütufta bulunmadım mı?" diyecek kul de "Evet verdin." diyecek. Sağına bakacak cehennemden başka bir yer görmeyecek, solu­na bakacak yine cehennemden başka bir yer görmeyecektir. [16]Elbette ki, Re­sulullah'tan gelen haberi kabul etmek başkasının sözünü kabul etmekten daha evladır. Demek ki, kıyamet gününde Allah, kullanyla doğrudan konuşacak, on­larla konuşmak için amel defterini aracı yapması şart olmayacaktır. [17]

8- O gün, amellerin tartılacağı bir gerçektir. Sevap tartıları ağır ge­lenler, kurtuluşa erenler işte onlardır.
Kıyamet gününde, bu dünyada işlenen ameller tartılacak, sevap ve güna­hın hesabı yapılacaktır. Sevapları ağır gelenler kurtulacaklar, cehenneme konul­mayacaklardır.
Ayet-i Kerimede geçen ve "Tartılma" diye tercüm edilen ( kelimesi, Mücahid tarafından "Yargılanma" diye tefsir edilmiştir. Ona göre bu ayetin manası şöyledir. "Kıyamet gününde insanlar adaletle yayrgüanacaklar-dır..." Mücahid ayetteki "el-Hakki" yani "Hak'tır." ifadesini de "Adaletli olacaktır." şeklinde izah etmiştir.
Süddi, Ubeyd b: Umeyr ve Huzeyfeden rivayet edilen diğer bir görüşe göre ise bu ayette zikredilen tartılma'dan maksat, kıyamet gününde kulların amel defterlerinin tartı İm asıdır. Bu hususta, Ubeyd b. Umeyr demiştir ki "İri vü­cutlu, uzun boylu çok yiyen ve çok içen bir kişi getirilir. O, bir sivrisineğin ka-j nadı kadar dahi ağırlık meydana getirmez."
Huzeyfe de demiştir ki: "Kıyamet gününde, tartı ile görevli olan melek, Ceblrail (a.s.) olacaktır. Allah ona: "Ey Cebrail, sen bunların arasında tartma işini yap. Mazlumun hakkını alıp kendisine ver. Eğer haksızın iyi ameli yoksa mazlumun günahlannı ona yükle.", Böylece kişi üzerinde dağlar gibi yükler bu­lunarak geri dönmüş olur. İşte «O gün amellerin tartılacağı bir gerçektir.» ayeti bunu beyan etmektedir.
Müfessirîer, bu ayette geçen ve "Sevap tartıları ağır gelenler" diye tercü­me edilen ifadesini iki şekilde izah eünişler-dır:
Mücahide göre bu ifadeden maksat, "Kimin iyilikleri çok olursa" demek­tir.
Amr b. Dinar'a göre ise bu ifadeden maksat sevap ve günahlan tartüan-lardan kimin sevapları terazide ağır gelirse" demektir.
Taberi de Amr b. Dinarın görüşünün doğru olduğunu söylemiş, buradaki tartıdan maksadın, sevap ve günahlann tartılması olduğunu, ağır gelen şey'den maksadın ise, tartılan sevap ve günahlardan, sevapların ağır gelmesi olduğunu söylemiştir. Zira, salih amelleri ağır gelenlerin kurtuluşa erip cennete girecekleri ve orada ebedi olarak kalacakları, Resulullah'tan nakledilen çeşitli hadislerde . beyan edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
"Teraziye güzel ahlaktan daha ağır bir şey konulmayacaktır. [18]Taberi diyor ki: "Görüldüğü gibi bu ve benzeri hadis-i şerifler kıyamet gününde amel­lerin tartılması için teraziler kurulacağını bildirmişlerdir. Şayet, Allah Teâlâ'nın kelamını ve Resulullah'ın haberini asıl maksatlarından çeviren bir cahil diyecek olursa ki: "Allah, her şeyin miktarını yaratmadan önce de sonra da bildiği halde onlan tartmaya ihtiyacı olur mu?" veya "Ameller cisim değildir ki tartılsın. An­cak cisimler tartılarak ağır veya hafif oldukları ölçülür. Cisim olmayan şey için böyle bir durum söz konusu değildir." Buna cevaben denilir ki: "Allah Teâlâ'nın amelleri tartması, onlan levh-i mahfuzda yazıp tesbit etmesine benzemektedir. Nasıl ki Allah, her şeyi bildiği halde onları unutma korkusundan beri olduğu halde kulların amellerini levh-i mahfuzda yazıp tesbit etmişse onlan aynı şekil­de ahirette de tartıp ayıracaktır. Bunları yapması onları bilmemesinden değil, yaratıklannabir delil olarak ortaya koyması içindir. Nitekim Allah Teâlâ diğer bir ayetinde amellerin levh-i mahfuzda yazıldığını beyan ederek şöyle buyur­muştur: "Sen o gün, bütün ümmetlerin diz üstü çöktüklerini görürsün. O gün her ümmet, amel defterinin başına çağırılacak ve onlara şöyle denecektir: "Bugün dünyada yaptıklannızın karşılığım göreceksiniz. İşte kitabımız, size gerçekleri söylüyor. Şüplesiz biz, dünyada iken yaptıklannızı yazıyorduk. [19]
Evet, Allah Teâlâ'nın, yaratıklarının amellerini terazide tartması da onla­rın aleyhine ve lehine delil olması içindir. Böylece emirleri yerine getirip yasak­lardan kaçındıktan veya aksini yaptıklan ortaya çıkmış olacaktır. Allah Teâlâ, kulu getirip iyi amelleriyle birlikte terazinin bir gözüne koyacak günahlarımı da diğer gözüne koyup tartacakür. Ve hangi taraf ağır gelirse o kula ona göre mua­mele edecektir. Allah Teâlâ'nın, kullarının amellerini bu şkilde tartması onlara bir delil olması içindir. Nitekim Allah Teâlâ, kullann yaptıklarına şahitlik etmek için onların ellerini ve ayaklarını konuşturacaktır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır. "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur, ayaklan da ne yaptıklarına şahitlik [20]
Bütün bunlar gösteriyor ki ahirette ammelleri tartan terazi kurulacak, kul­ların iyi amelleriyle kötü amelleri terazinin iki gözünde tartılacak sevap tarafı ağır gelirse kurtuluşa ererek, hafif gelirse cehenneme sürüklenecektir. Nitekim bundan sonra geîen ayet de bunu ifade etmektedir. [21]

9- Sevap tartıları hafif gelenler ise, kendilerini zarara uğratanlardır. Bunun sebebi de âyetlerimize karşı haksız davranmalarıdır.
Kimin de salih amellerinin tartısı, Allahı birlemediği ve peygamberine iman etmediği ve Allahın emir ve yasaklarına uymadığı için hafif gelecek olursa işte bunlar, Allahın lütfedeceği büyük sevap ve ikramlara karşı kendilerini zara­ra sokmuş olurlar. Bunun sebebi ise bunların, Allahın, delillerini ve ayetlerini inkar ederek onlara karşı haksız davranmalarıdır. Bu hususta diğer ayetlerde de bu vurulmaktadır ki: "Kimlerin tartısı ağır gelirse işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." Kimilerin tartılan da hafif gelirse işte onlar, kendilerini ziyana sokanlardır. Cehennemde ebediyyen kalacaklardır. [22]
"O gün sevap tartısı ağır gelen, razı olacağı bir hayat içindedir. Sevap tar­tısı hafif gelenlerin ise kucağına sığınacağı anası, bir uçurumdur. [23]

10- Şüphesiz ki sizi, yeryüzüne yerleştirdik. Orada sizin için geçim imkânları yarattık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.
Ey insanlar, biz, yeryüzüne sizler için bir karargâh, bir beşik kıldık. Siz­ler için orada hayatınızı sürdüreceğiniz yiyecekler ve içecekler yarattık.Buna rağmen ne de az şükrediyorsunuz,
Allah Teâlâ insanları, sadece kendisine kulluk etmeleri için yaratmış, yeryüzünü onlar için kararghah yapmış ve orada onlara yetecek her türlü nimeti var etmiştir ki o nimetlerden faydalansınlar ve rablerine gereği gibi kulluk etsin­ler. Fakat insanoğlu yaratılış gayesini unutarak nankörlük etmiştir. Ru hususta başka bir âyette de şöyle buyuruluyor:
"Allah, istediğiniz herşeyden size verdi. Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz. Şüphesiz ki insan, çok zalim ve çok nankördür[24]
 KAYNAKLAR
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/5-6.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/6.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/6-7.
[4] Hac suresi, 22/45.
[5] Kasas suresi, 28/58.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/7.
[7] Ebû Davud, Kel-Melahim bab: 17 Hadis No: 4347.
[8] Enbiya suresi, 21/11-15. (4/a) Maide suresi, 5/109 (4/b) Kasas suresi, 28/58
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/8-9.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/9.
[10] Yasin suresi, 36/60-61
[11] Zümmer suresi, 39/71
[12] Maide süresi, 5/19
[13] Bakara suresi, 2/143
[14] Rahman suresi, 55/39   
[15] Kasas suresi, 28/78
[16] Buhari ki el-Menakıba bab: 25
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/9-11.
[18] Tirmizi, K. el-Birr bab: 62 UN: 2OO3/Eb Davud K.cl-Edeb bab 7, HN. 4799
[19] Casiye Suresi, 45/28-29
[20] Yasin Suresi, 36/65
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/12-14.
[22] Müminim suresi, 40/102-103
[23] Karia suresi, 101/6-9
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/14.
[24] İbrahim suresi, 14/34
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/14-15.

Yorum Gönder

0 Yorumlar