İMAN,İHLAS,İHSAN

 

İMAN, İSLAM, İHLAS ve İHSAN…


Beşinci Ayet

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا اِلَى اللّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّنى مِنَ الْمُسْلِمينَ

"Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?" [82]

وَ ve مَنْ kimin اَحْسَنُ daha güzeldir? قَوْلًا sözü مِمَّنْ دَعَا çağıran اِلَى اللّهِ Allah'a وَعَمِلَ iş yapan صَالِحًا iyi وَ ve قَالَ diyenden اِنَّنى Ben مِنَ الْمُسْلِمينَ Müslümanlardanım

Ayetin Nüzûlü ve Açıklaması
Allah'a davet Peygamberlerin ve onların varisi olan ermişlerin mesleğidir. "(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?" [83] buyurulduğu üzere bu âyette başta Peygamber olmak üzere onun izinde giden ve basiret ile Allah'a davet eden erenlerin hepsine şamildir. Bunun içindir ki, İbni Abbas'tan bir rivayette, bunun Resulullah hakkında, bir rivayette de ashab-ı hakkında nâzil olduğu nakledilmiş, Hz. Aişe'den de müezzinler hakkında nâzil olduğu rivayet olunmuştur.[84]

"Şüphesiz ki ben müslümanlardanım diyen…" buyruğu ile ilgili olarak İbnu'l-Arabî şöyle demiştir: Daha önce geçen ifadeler ayrıca müslüman olmaya delalet etmektedir. Şu kadar var ki; İslama davet hem sözlü, hem de kılıçla yapıldığından dolayı bu davet şekli de itikadda da yapılabilir, delille de yapılabilir. Amel de riya için de yapılabilir, ihlas ile de yapılabilir. O bakımdan bu buyruk, bütün bu hususlarda Allah'a inanıldığının açıkça ifade edilmesinin ve yapılacak amelin yalnız O'na yapılmasının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.[85]

Ayette, mü'minlere cesaret verildikten ve cennet müjdelendikten sonra İslâm üzerinde sebat göstermeleri için teşvik ve tavsiyede de bulunulmuştur.[86]

İslam güzeldir, onu öğrenen, öğreten ve davet eden kimseler de; simaları belki güzel olmayabilir ama hareketleri ve sözlerinin mutlaka güzel olması gerekiyor. Tıpkı sadedinde olduğumuz ayet ile aşağıdaki Cibril’in hadisinde güzel ve anlamlı şeyler sorması, dini bir davet ve tebliğde kulanılacak metodu bize öğretmesi gibi.

Yüce Allah cümlemize içimizi ve dışımızı, hareketlerimizi ve sözlerimizi güzeleştirmeyi nasip etsin…
BEŞİNC. HADİS
Yahya İbnu Ya'mer haber veriyor: "Basra'da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma'bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umre vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab'tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî'nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)'la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)'a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmîn ederek, konuşmaya başladım:
-"Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar." Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: "Bunlar, "kader yoktur, herşey hâdistir ve Allah önceden bunları bilmez" iddiasındalar." 
Abdullah (radıyallahu anh):
-"Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler." Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te'kîd ederek şöyle tamamladı: 
-"Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez."
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı:
-"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
-Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
-"İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabancı:
"- Doğru söyledin" diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu:
-"Bana iman hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
-"Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine:
-"Doğru söyledin!" diye tasdik etti? Sonra tekrar sordu:
-"Bana ihsan hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
-"İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor." Adam tekrar sordu:
-"Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:
-"Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı:
-"Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
-"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir."
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim'deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı:
"Bu, Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi."[87]
Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürûdu: İmamı Suyuti derki: 
-"Bu hadisin sebebi vürûdu kendi içindedir."[88]

Şimdi bu girişten sonra İslam-İman… nedir açıklamaya çalışalım.

1-İslâm-İman: Cibrîl hadisi olarak bilinen yukarıdaki hadiste Hz. peygamber (aleyhissalâtu veselâm) dinin kalbe ve inanmaya taalluk eden esaslarını "iman" olarak, amele taalluk eden esaslarını da "İslâm" olarak açıklamasına rağmen başka hadislerde de iman açıklanırken amele giren meselelere yer verildiği görülür. Aynı durum âyetler için de söz konusudur.

Nitekim Zührî, "İslâm kelimedir, iman ameldir" diye hükmetmiş, delil olarak da:

قَالَتِ الْاَعْرَابُ امَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلكِنْ قُولُوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْايمَانُ فى قُلُوبِكُمْ وَاِنْ تُطيعُوا اللّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيًْا اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

“Bedeviler dedi ki: 
-"Biz imân ettik". De ki: 
-"Siz imân etmediniz; velâkin deyiniz ki, biz İslâma girdik. Ve henüz imân sizin kalplerinizin içine girmiş değildir ve eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz sizin amellerinizden hiçbirşeyi sizin için noksan kılmaz. Şüphe yok ki, Allah’u Teâlâ gafûrdur, rahîmdir." [89] âyetini göstermiştir.

Bazı âlimler İslâm ve imanın aynı şey olduğunu söylemişler, delil olarak da:

فَمَا وَجَدْنَا فيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمينَ

"Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan mü'-minleri çıkardık. Zâten orada Müslümanların kaldığı tek ev vardı" [90] âyetini göstermişlerdir. Mevzuya temas eden, ilk hadis şârihlerinden Hattabî şu açıklamayı yapar:
-"Doğru olanı, mutlak hükme gitmeyip kayıtlı ve sınırlı konuşmaktır. Müslüman kişi, bâzı ahvâlde mü'mindir, bazı ahvâlde gayr-i mü'mindir. Fakat mü'min kişi, her durumda Müslümandır. Öyle ise her mü'min mutlaka Müslümandır, ama her Müslüman mutlaka mü'min değildir. Meseleye bu pencerden bakınca ayetlerin tevili düzelir, konunun münâkaşası orta bir yol alır. Naslar arasında ihtilaf da ortadan kalkar. İmanın aslı tasdîk, İslâm'ın aslı itaat etmek ve boyun eğmektir. Kişi zâhirde itaat eder de içinden boyun eğmez, bazan da içinden boyun eğdiği hâlde dışta görünmeye bilinir."

Keza Hattâbî, Resûlullah (a.s)'ın: 
- "İman yetmiş küsur şubedir" hadisi ile alakalı olarak şunu söyler: 
"Bu hadise göre, şer'î iman, şubeleri ve yüksek-alçak cüzleri bulunan bir mânaya isimdir. Bu durumda iman ismi, bu cüzlerin hepsi için kullanıldığı gibi, bazıları için de kullanılmaktadır. Hakikat, bütün şubelerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsine şâmil olur, tıpkı şerî namaz gibi. Nitekim onun da şubeleri ve cüzleri vardır. Bu cüzlerden bir kısmı için de "namaz" ismi kullanıldığı halde hakikat bütün cüzlerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsini içine alır.

Bu duruma Hz. Peygamber (a.s)'ın şu sözü delalet eder: 
- "Haya imandan bir şûbedir." Bu hadis, iman noktasında mü'minlerin kimisi üstün, kimisi geri olmak üzere çok farklı mertebelerde bulunduklarını da ifâde etmektedir.

İmam Bağavî hazretleri de şunu söyler: "
-Cebrail'in İman ile İslâm'dan sorup Hz. Peygamber (a.s)'ın cevap verdiği hadiste, Resûlullah (a.s),
-"İslâm" kelimesini amelden görünenlere isim yapmıştır. İman kelimesini de itikada giren bâtınî şeylere isim yapmıştır.

Böyle bir taksîm amellerin imandan bir kısım olmayışından, kalp ile tasdikin de İslâm'dan olmayışından, ileri gelmez. Aksine bu, hepsi tek birşey olan bir bütün hakkında yapılmış bulunan bir tafsil, bir ayırımdır. Bunların toplamı dîni teşkil eder. Bu sebeptendir ki, Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:
-"Size Cebrail gelerek dininizi öğretti."
"İman" ve "İslâm" isimleri tasdik ve amel her ikisini de kuşatırlar. Bu hususa da şu ayet delîl olur:

اِنَّ الدّينَ عِنْدَ اللّهِ الْاِسْلَامُ

"Allah nezdinde mûteber din islâm'dır." [91]

وَرَضيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ

"Size din olarak İslâm'ı uygun gördüm." [92]

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ

"Kim din olarak İslâm'dan başkasına yönelirse bu ondan kabul edilmeyecektir." [93]

2- İhsan: Hadiste "Allah'ı görüyor gibi ibadet etmendir" diye târifi yapılan ihsan, mâneviyatta yüce bir mertebeye alem olmaktadır. İslâm dini, müntesiplerini, bu hedefe ulaşmak için gayret göstermeye teşvik eder. Dinin kemali, sadece farzların ifası ile gerçekleşmiyor. Kul, daha ileri mânevî mertebelerin varlığını bilecek ve onları elde etmek için gayret gösterecektir. Bu hadis, iman ve İslâm'ın ötesinde, tefekkürî bir mertebeye dikkat çekmektedir; İhsan mertebesi...

Nefsi, manevî kirlerden arındırarak ruhu yücelterek ilahî kurbiyeti elde etmeyi kendine gâye edinen İslâm tasavvufunda geniş tahlîl ve izahlara tabi tutulan ihsan için şu kadarını söyleyebiliriz: 
Kişi bilhassa ruhî ve fikrî idmanlarla, ilahî murâkabe ve müşâhede altında olduğunu idrak etmeyi zihninde her an canlı ve sâbit kalacak bir alışkanlık hâline getirebilir. Mükerrer âyet ve hadisler söz ve fiil olarak her ne yapmakta isek, an be an kayda geçtiğini, hatta zihnimizden geçip fiile dökülmeyen duygu, düşünce ve niyetlerimizin bile yazıldığını, âhirette ömrümüzün her ânından bu yazılanlara göre hesap vereceğimizi beyan ederler.

Hiçbir mü'min bu gerçeği inkâr edemez. Ancak hareketlerini her an bu düşüncenin tesiriyle yönlendiren mü'min çok azdır. Öyle ise ihsan mertebesi'ne ulaşmak bu ilâhî murâkabeyi her an hissedecek bir idman ve gayrete bağlıdır.

İhsan, kolay görünse de kazanılması oldukça zor bir mertebedir. Ancak zorluğu nispetinde kıymetli ve yücedir. Bunu elde etmek için gösterilecek her gayret, atılacak her adım kişiyi yüceltecek, dünyevî ve uhrevî kazancını artıracaktır. 
Mü'min kişi, herşeye ümitle bakmakla emrolunmuştur. Hz. Peygamber (a.s)'ın gösterdiği her hedef beşerî gücün hâricinde değildir. Binaenaleyh ihsan mertebesini kazanmak ümit ve gayreti hepimizin hem hakkı hem de vazifesidir. 
Cılız ayaklarıyla hac yoluna düşen karıncaya 
-"Senin bacakların küçük, ulaşamazsın" denilince 
-"Belki varamam bu doğru, ama o yolda ölemez miyim?" demiştir. 
Bu temsil, gücümüzün dışında görsek bile ihsan mertebesine talib olmanın gereğini anlamada yeterlidir. 
Peygamberimiz (a.s) yüz kişiyi öldürdükten sonra Allah'a tevbe etmek üzere yola çıkan kâtilin daha tevbe mahalline varmadan yarı yolda ölüş hikâyesini tasvir eden ve attığı her adımın boşa gitmeyip, işine yaradığını ifade eden bir üslubla hâdiseyi anlattıktan sonra, hikâyeyi, tevbe azimlisi azılı kâtilin kurtuluşu ve Rahmet-i Rahmân'a mazhar oluşuyla noktalar.

3-Kıyamet Alâmetleri: Yukarıdaki hadisin anlaşılmasında bir kaç noktanın daha açıklanması gerekmekterdir. Hz. Peygamber (a.s) "
-Kıyametin ne zaman kopacağı?" gibi normalde herkesi meşgul eden ama pratikte hiçbir faydası olmayan meseleyi kesin bir dille Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceğini ifade ettikten sonra alâmetlerine geçiyor:

Köle kadınların efendilerini doğurması: Bundan çıkarılan muhtelif mânalardan, İbni Hacer tarafından tercîh edilen anlama göre kıyamete yakın, ukuk artacak (yani evlatlar annelerine, efendinin kölesine yaptığı tarzda, kötü muamele yapacaktır). Bir diğer yoruma göre de köle kadınlardan doğan çocuklar en yüksek makamlara çıkarak, komutan, vâli, sultan... olacaklar. İslâm tarihi böylesi büyüklerin örnekleriyle doludur. İbni Hacer, kıyamete yakın sosyal hayatın iyice bozularak gidişatının tersine döneceğini, cemiyetteki ayak takımının itibarlı makamları ele geçirerek hâkim mevkiye geçeceklerini anlar ve bu mânânın hadisten çıkarılabilecek mânâların en doğrusu olduğunu, zira hadisin devamında beyan edilen, çobanların zenginleşip bina yarışına girmesi vaziyetinin de sosyal hayatın bozulmasına delil olarak bunu teyîd ettiğini söyler.

Davar çobanlarının bina yarıştırması: Bu husus da bizzat hadislerle teyid edilen gelecek ile ilgili bir ikazdır, bir mucizedir. Hadisin Kütüb-i Sitte dışında kalan diğer hadis mecmualarında rivayet edilen farklı şekillerinde yer alan başka açıklamaları da dikkate alan âlimler fakir köylülerin zenginleşip, zorla idareyi ele geçireceğini anlar.
"Nebat (=köylü Araplar) ahalisinin kibarlaşıp şehirlerde köşkler edinmelerini dinin yani İslâm'ın getirdiği değerler sisteminin altüst olması demektir" hadis-i şerifini dikkate alan Kurtubî, hadis üzerine şu açıklamayı yapar: "Burada sosyal hayatın değişeceği haber verilmektedir. Bu bilhassa köylülerin, göçebelerin devlet işlerini istila edip, zorla memlekete hâkim olmalarıyla gerçekleşir. Bunlar, kurdukları hâkimiyet sonucu zenginleşirler ve bütün güçlerini binalar dikmeye ve bununla övünmeye sarf ederler. Bu duruma içinde bulunduğumuz şu zamanda şâhid olduk."

* Bu hadisi şerif, dini öğrenmenin gerekliliği ve öğrenirken nasıl davranılacağını, nasıl soru sorulacağının edebini öğretmektedir.

* Gerçeği öğrenmek maksadıyla soru sormak, her yiğidin karı değildir.  Çünkü kaliteli bir soru beraberinde on tane cevap getirir.

 KAYNAKLAR
[82]  Fussilet, 41/33.
[83]  Fussilet, 41/33.
[84] M.Hamdi Yazır, a.g.e. S, 4202; M.A.Sabuni, a.g.e, 4/ 2226-2227.
[85] Kurtubi, a.g.e. 15/335-338.
[86] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, İstanbul,1987, 5/185.
[87] Müslim, İman: 1; Nesâî, İman: 6; Ebu Dâvud, Sünnet: 17; Tirmizî, İman: 4.
[88]  Suyuti, “Esbab-u Vurudi'l  Hadis”  S,68.
[89]  Hucurât, 49/14.
[90] Zâriyât, 51/ 36.
[91]  Âl-i İmrân, 3\19.
[92]  Maide, 5/ 4.
[93]  Âl-i İmrân, 3/85.
Derleyen :Emine Kaya

Yorum Gönder

0 Yorumlar