12 Aralık 2010 Pazar

TÂHÂ SÛRESİ'NİN KONUSU ve DETAYLARI

TÂHÂ SÛRESİ'NİN KONUSU ve DETAYLARI

Kur'an-ı Kerîm'in yirminci sûresi. Mekke'de inmiş olup 135 ayetten ibârettir. 130, 131'inci ayetler Medîne'de inmiştir.

Bu sûre Hz. Peygamber'e hitapla başlayıp, yine O'na hitapla son bulmaktadır. İki harften ibaret olan "Tâ Hâ" sözcüğü müteşâbih ayetlerden olup gerçek anlamını ancak Allah bilir. Bununla birlikte müfessîrler bu ayete; "Ey Muhammed!", "Ey insan", "Ey erkek adam", "Ey temiz olan ve doğru yolu bulan kişi", "Gece namazında yorgunluktan ayağını yerden kaldıran kişi, ayağını yere bas" gibi anlamlar vermişlerdir.

Sûrenin baş tarafında Hz. Peygamber'in yükümlülükleri anlatılıyor, ancak Kur'an'ın onu sıkıntıya düşürmek için indirilmediği bildiriliyor. O, sadece Allah'tan korkanlara bir uyarıcı ve bir müjdecidir. Yüce Allah kâinatın içine ve dışına her şeye hakimdir, gizli açık her şeyi bilir. Bütün yaratılanlar O'nun önünde eğilir. İnsanlardan inkârcılar olursa onların bu hali peygamberi sıkıntıya düşürmemelidir.

Bu giriş ve sonuç kısmı arasında büyük peygamberlerden olan Hz. Musa'nın kıssası konu edilir. İsrailoğullarının Mısır'dan çıkışları, yollarda geçirilen sıkıntılar, buzağıya tapmaları ve benzeri ayrıntılar uzunca anlatılır. Hz. Musa ile Firavun arasında geçen tartışmalar zikredilir. Musa (a.s.) ile sihirbazlar arasında yapılan müsabakadan söz edilir. Böylece bir peygamberin mucizesi karşısında sihrin yenilgisi vurgulanır. Yüce Allah'ın Hz. Musa'yı en sıkıntılı zamanlarında nasıl desteklediği ve selâmete çıkardığı anlatılır.

Hz. Musa'nın kıssasından sonra kısa olarak Hz. Âdem'in kıssası yer alır. Onun hata işlemesi ve sonra bağışlanması anlatılır. Âdem'in soyundan gelecek insanlara ilâhî hakkatler anlatıldıktan sonra iyi veya kötüyü seçme hürriyetlerinden söz edilir.

Sûrenin akışı iki ana bölüme ayrılabilir. İlk bölümde Hz. Peygamber'e yöneltilen hitap yer almakta ve Yüce Allah'ın seçip peygamber yaptığı kullarına sıkıntı çektirmediği ve buna örnek olarak da daha önce yasamış olan Musa'nın hayatı ve kıssası sunulmaktadır. İkinci bölümde ise kıyamet sahneleri ve Hz. dem (a.s)'ın kıssası yer almaktadır. Sûre'nin sonu ise başı gibi benzer bir üslupla noktalanmaktadır. Bu genel girişten sonra sûrenin bölümlerini şu şekilde açıklayabiliriz.

1-) Hz. Peygamber'e hitap ve Allah'ın yüceliğine dikkati çekme:

İlk âyetlerde Kur'ân'ın indiriliş nedeni şöyle belirlenir: "Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye göndermedik. Biz onu ancak Allah'tan korkup O'na itaat edene bir öğüt olsun diye indirdik. Bu Kur'an sana, yerin ve yüce göklerin yaratanı tarafından indirildi" (1-4).

Sûre'nin nüzül nedeni şudur. Mekke'de Kur'an inmeye başlayıp, namaz farz kılındıktan sonra Hz. Peygamber ve ashabı geceleri de nafile olarak çok ibadet yapıyordu. Kureyş müşrikleri; "Bu Kur'an, Muhammed'i sıkıntıya düşürmek için indi" demeye başladılar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, çok şükreden kul olma arzu ve isteği ile geceleri yaptığı fazla ibadet nedeniyle ayakları yorulur, arada birisini yerden kaldırıp dinlendirir, onu basar bu defa da diğer ayağını kaldırıp sırasıyla dinlendirirdi. Böylece "Ey habibim, bu şekilde ayaklarını dinlendirmeye muhtaç olacak derecede kendini yorma. Çünkü Kur'an'ı biz kendini helâk edercesine yorman için indirmedik" buyurularak, ibadetlerin, emir ve yasaklara uymanın itidal ölçüleri içinde yapılması gereğine işaret edilmiştir (bk. İbn Kesîr, Muhtasar Tefsir, tahk. M. Al es-Sâbûn, Beyrut 1402/1981, II, 469).

Hz. Peygamber'e farz namazlardan sonra en faziletli namazın hangisi olduğu sorulunca, "gece namazıdır" buyurmuştur. Çünkü O'na farzlardan sonra gece namazı emredilmiştir: "Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde sadece sana mahsus nafile namaz (teheccüd namazı) kıl. Böylece, Rabbinin seni övülmüş bir makama erdirmesi umulur" (el-İsrâ, 17/79). Teheccüd namazı gece uyuyup uyandıktan sonra kılınan namazdır. Hz. Peygamber'in bu namazı kıldığı ve yalnız O'na vacip olduğu rivâyet edilmiştir. Hasan el-Basrî gibi bazı bilginler bunun yatsıdan sonra kılınan bir namaz olduğunu söylemiş iseler de bu da uykudan sonraki namaza hamledilir (İbn Kesir, a.g.e., II, 391, 392). Gece namazı kılanlar başka bir ayette şöyle övülür: "Ey Muhammed! Şüphesiz Rabbin senin ve beraberindeki bir grup ashabın gecenin üçte ikisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir süre kalkıp namaz kıldığını bilir" (el-Müezzemil, 73/20).

Bu duruma göre yatsı namazından sonra ve sabah namazı vakti girmezden önce kılınan namaz "gece namazı" adı verilmekte ve böyle bir namaz uykudan sonra kalkıp kılındığı takdirde "teheccüd namazı" adını almaktadır. Hz. Peygamber'in ve bir kısım sahabelerin farzlardan ayrı olarak kıldığı gece namazlarının gerek sağlık ve gerekse gündüz yapacakları işlerini aksatmayacak ölçüde yapılması istenmiştir.

Sûrenin bundan sonraki dört âyetinde Allah'ın gücü, kudreti ve yüceliği şöyle ifade buyurulmuştur: "Rahmân olan Allah, Arş'ı kudretiyle kuşatmıştır. Göklerde, yerde ve nemli toprağın altında ne varsa hepsi Allah'ındır. Sen sesini yükseltsen de yükseltmesen de şüphesiz Allah, gizliyi de bilir gizlinin gizlisini de. Allah kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan bir Allah'tır. En güzel isimler O'nundur" (5-8)

2-) Hz. Musa Peygamber'in kıssası:

Burada Hz. Musa'ya Medyen dönüşü Tûr-i Sinâ'da vahyin ilk gelişinden itibaren İsrailoğullarını Mısır'dan kurtarması ve Ken'an iline yerleştirmesine kadar olan peygamberlik dönemi anlatılır.

İsrailoğulları Mısır'da Hz. Yusuf'tan sonra çoğaldılar. Yakup ve Yusuf'un şeriatı üzere kaldılar. Mısır'ın eski yerli halkı olan Kıptler ise Firavunların yönetiminde İsrailoğullarına esaret hayatı yaşatıyor ve onlara aşağılık gözüyle bakıyorlardı. Bir kâhinin İsrailoğullarından doğacak bir çocuğun Firavun hanedanına son vereceğini haber vermesi üzerine, Firavun bunlardan yeni doğacak tüm çocukları öldürtmeye başlar. İşte böyle bir ortamda Ya'kup (a.s)'in üçüncü oğlu Lavi'nin torunlarından "İmran" adındaki şahsın soyundan Hz. Musa dünyaya gelir. Annesi onu ölümden kurtarmak için bir sepetin içinde Nil nehrine salar, sular sepeti, Firavun'un saray bahçesinin kenarına sürükler. Firavun'un adamları bunu bulunca karısı Asiye onu evlat edinmek ve yetiştirmek ister. Musa'nın gerçek annesi de süt anne olarak saraya ulaşır. Böylece Hz. Musa Firavun'un sarayında yetişir.

Hz. Musa gençlik yaşında iken Mısır'da bir gün İsrailoğullarından biri ile bir kıptînin kavga ettiğini gördü. Aralarına girip kıptînin göğsüne bir yumruk vurunca eceli gelen kıptı öldü. Firavun tarafından cezalandırılmaktan korkan Musa (a.s) Mısır'dan kaçıp Medyen'e geldi (bk. el-Kasas, 28/15-22) Medyen suyu başında koyunları sulamakta zorluk çeken Şuayb (a.s)'in iki kızına yardımcı oldu. Bunun üzerine emeğinin karşılığını vermek üzere kızların yaşlı babaları Hz. Şuayb O'nu evine davet ettirdi. Şuayb (a.s) sekiz veya on yıl çobanlık yapması şartıyla kızlarından birisini kendisine nikâhlamak istediğini bildirdi. Hz. Musa hizmet süresini doldurunca ailesiyle birlikte Mısır'a doğru yola çıktı (bk. el-Kasas, 28/23-29). Çünkü annesi ile büyük kardeşi Harun Mısır'da bulunuyordu.

İşte Tâhâ sûresinde "Musa'nın kıssası sana ulaştı mı?" (9)ayetinden itibaren bu Mısır'a dönüş yolculuğu ve sonrası söyle anlatılır: Hz. Musa Tur dağının da bulunduğu Tuvâ vadisine varınca kışın karanlık ve soğuk cuma gecesinde bir oğlu dünyaya geldi. Geceleyin yolu kaybetmiş ve davarları da dağılmıştı. İşte bu sırada dağ tarafında bir ateş görmüş ve ailesine; Siz şurada durun, ben bir ateş gördüm, belki size ondan bir kor getiririm. Veya ateşin yanında bu yol gösteren bulurum " dedi (10). Ateşin yanına gelince de şöyle bir ses işitti: "Ey Musa! Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi, Tuva'dasın" (12). Bu ateş nûr halinde "Avsec" veya "Musa ağacı" denilen dikenli bir ağaçtan parıldıyordu. Hz. Musa'nın o sırada en çok muhtaç olduğu ateş veya yollarını gösterecek bir rehber böyle bir tecelliye neden olmuştur. Çünkü başka türlü bir tecelli onun bu derece dikkatini çekmeyebilirdi.

Cenabı Hak işte burada Hz. Musa'ya, onu peygamber olarak seçtiğini, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmadığını, yalnız kendisine kulluk edip namaz kılmasını, kıyametin mutlaka kopacağını, hesaplaşmanın meydana geleceği o günün ne zaman olacağını açıklayacağı zamanın geldiğini ve kıyamet gününe inanmayanların etkisi altında kalınmaması gerektiğini vahyetti (13-16).

Bundan sonra Hz. Musa'ya verilen iki mucizeden söz edilir. Yere bırakılınca ejderha halini alan asa (baston) ve elini koynuna sokup çıkarınca elin bembeyaz olması. O'nun bu mucizelerle Mısır'a dönüp Firavun'un dine çağırması istenir. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dua eder: "Rabbim, göğsüme genişlik ver. Tebliği işimi kolaylaştırır. Dilimin düğümünü çöz ki insanlar sözümü iyi anlasınlar" (25-28).

Ayrıca kardeşi Harun'a peygamberlik vazifesi verilerek birlikte bu ağır görevin yürütülmesini istedi. Böylece Allah'ı çokça tesbih ve çok zikretme imkânlarının doğacağını bildirdi. Hz. Musa'nın bu niyazı kabul edildi. Bu arada yüce Allah O'na daha önceki lütuflarından da söz eder. Bu lütuf ve ikramlar şunlardır: a- Küçüklüğünde annesine önemli hususlarda ilham edilmesi, b- Nil nehrinde salınan sepetin Firavun hanedanına intikali ve Musa'nın sevimli bir çocuk kılınması, c- Süt emzirme nedeniyle yeniden öz anneye kavuşturulması, d- İstemeyerek ölümüne neden olduğu katl olayından ötürü endişe ve gamdan kurtarılması, e- En önemlisi de peygamber olarak seçilmesi (37-41).

Bundan sonra Hz. Musa ve Harun'a, azmış olan Firavun'a gidip yumuşak sözlerle tebliğ yapmaları bildirilir. Firavun'un kendilerine karşı sert tepki göstereceğinden korktuklarını bildirince de Cenab-ı Hak Firavun'a şöyle hitap etmelerini ister: Şüphesiz biz, Rabbinin peygamberiyiz. Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selâm hidayete uyanlara" (47).

Hz. Musa bundan sonra Firavun'a yüce Allah'ın yaratıcı tek güç olduğunu, yeryüzünü ve gökleri O'nun yarattığını, yağmur, bitki, hayvan vb. nimetlerin Allah tarafından bahşedildiğini, insanın aslının toprak olduğunu, yine ona döneceğini ve öldükten sonra da yeniden diriltileceğini açıkladı ve mucizeleri gösterdi. Ancak Firavun bunları yalanladı ve şöyle dedi: "Sihirinle bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey Musa?" (57)

Firavun gösterilen mucizeleri sihirle karıştırınca kendi sihirbazlarının Musa'yı yenebileceğini düşündü ve Hz. Musa'yı müsabakaya çağırdı. İnsanların toplu bulunabileceği bir zaman belirlenerek Firavun en becerikli sihirbazları topladı.

Sihirbazlar önce iplerini ve değneklerini yere attılar. Bunlar içleri cıva gibi sıcakta genleşen sıvı ile dolu şeylerde ve sıcak zeminde büyük bir hareket gösterdiler. Musa (a.s) da elindeki asa'yı atınca ejderha oldu ve sihirbazların tüm sihir aletlerini yuttu. Asa eski haline gelince de ortalıkta sihirbazlara ait bir eşya kalmamıştı. Olayı ibretle seyreden sihirbazlar bunun basit bir sihir ve göz boyama olayı olamayacağını anlamakta gecikmediler ve secdeye kapanarak şöyle dediler:

"Biz Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" (70).

Firavun sihirbazların iman etmelerine çok kızdı, ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesip, kendilerini hurma dallarına asacağını bildirdi. Onlar şöyle cevap verdiler: Biz seni, bize gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Sen istediğini yap. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Şüphesiz biz Rabbimize iman ettik. Böylece geçmiş günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlasın. Allah'ın mükâfatı daha hayırlı ve daha devamlıdır." (71-73).

Bu arada kıptîlerin bir grubu; "Musa'ya niçin bu kadar fırsat veriliyor? Halkın zihni karışıyor, O, halkı isyana teşvik ediyor" deyip Firavun'u tahrik ettiler. İsrailoğullarının bütün boyları Hz. Musa'nın isteğine uyarak Mısır'ı terkedecek şekilde birleşmişti. Önce buna Firavunda izin vermişti, fakat sonradan pişman oldu. Hz. Musa bir zaman belirleyerek geceleyin onları Mısır'dan çıkardı ve Süveyş denizinin kenarına götürdü. Firavun bunu duyunca hemen askerini toplayarak arkalarından yetişti. Musa (a.s) asası ile denize vurdu, deniz yarıldı, on iki yol açıldı. On iki boyun her biri bir yoldan gitti. Firavun da askeriyle onları izleyip denize girdi, sonra deniz kapanınca Firavun ve askerleri suda boğuldu.

Bundan sonra Musa (a.s) kavmi ile Ken'an eline yöneldi. O zaman bu ülkenin en büyük şehirleri Eriha, Nablus ve Kudüs idi. Eriha Amalikalılardan bir takım zorbaların elinde olup, onları oradan savaşarak çıkarmak gerekiyordu. İsrailoğulları; "Biz bu zorbalarla savaşamayız" deyip geri çekilince, Hz. Musa kendilerine beddua etti. bu yüzden "Tîh" sahrasına düştüler ve kırk yıl orada dolaştılar.

Bu arada Hz. Musa kendisine semavî bir kitap verilmek üzere Tur dağına çağırıldı. O, kardeşi Harun'u yerine vekil bıraktı. Kırk gün Tur'da yalnız başına ibadet edip aracısız olarak Rabbinin kelâmını işitti. İşte o sırada kendisine Tevrat indi.

İsrailoğulları Mısır'da iken kıptîlerden bayram günü için eğreti olarak altın zinetler almış, bunları yerlerine vermeden ansızın Mısır'dan ayrılmışlardı. Tîh sahrasında köy ve kasaba olmadığından altın ve gümüşün değeri yoktu ve gereksiz yük teşkil ediyordu. Samirî adlı bir kuyumcu, sanatkâr bir münafık bütün altın zinetleri ateş yanan bir çukura attırarak eritti ve içinden rüzgar geçince ses çıkaran bir buzağı imal etti. Mısır'da bu gibi heykel İlâhlara aşina olan bu topluluğa buzağıyı İlâh olarak tanıtan Sâmirî, Musa'nın Tur dağına bu İlâhı aramak için gittiğini bildirdi. İsrailoğulları Hz. Hurun'u da dinlemediler ve buzağıya tapmaya başladılar.

Hz. Musa Tur dağından gelince onlara buzağıyı İlâh olarak tanıtan Sâmirî'yi gördü ve çok kızdı. Sâmirî'yi lânetledi ve buzağıyı yaktıktan sonra denize attı. Harun'a da niçin bunları engellemediğini sordu. Harun (a.s) kendisini dinlemediklerini belirtti. Buzağıya tapanlar da pişman oldular ve Musa (a.s) Tevrat'ı ortaya koydu, böylece israiloğulları Tevrat'ın hükümleriyle amel etmeye başladılar. İsrailoğullarından yeni gelen nesiller savaşçı oldu ve Şerîa nehrinin doğusunu ele geçirdiler. Daha önce Harun (a.s) vefat etmişti. Hz. Musa'da kendi yerine Yusuf (a.s)'ın oğlu Efrayim'in soyundan Yuşa adındaki zatı yerine halife tayin etti ve kendisi vefat etti (Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri, Sad: Ali Arslan, İstanbul, 1977, I, 21 vd).

3-) Hz. Peygamber'e kutsal bir kitap verildiği açıklanmaktadır:

"İşte böylece Biz sana geçmişlerin haberlerinin bir bölümünü anlatıyoruz. Şüphesiz Biz sana nezdimizden bir kitap verdik" (99).

Devamı ayetlerde; kim Kur'an'dan yüz çevirirse, onun kıyamet gününde ağır bir yük yükleneceği, sur'a üfürülünce suçluların mosmor kesilip ve gözleri yuvalarından fırlamış gibi haşredileceği belirtilir. Kıyametin dehşetinden o gün onlar dünya hayatının on gün veya bir gün gibi kısa bir hayattan ibaret olduğunu söylerler, O gün dağların toz duman edilip savrulacağı ve yerlerinin dümdüz kalacağı belirtilir. Rahman olan Allah'ın huzurunda o gün herkesin sesinin kesileceği, ancak fısıltı ile konuşacakları, Allah'ın izin verdiğinden başkasının şefaat edemeyeceği bildirilir. Bütün yüzlerin "diri (hayy)" ve boyun eğeceği ve zulüm yüklenenin perişan olacağı vurgulanır.

Kur'an'ın Arapça olarak indiği ve onda çeşitli uslüpların kullanıldığı, onun insanlara bir hatırlatma olduğu ve vahyedilirken henüz bitmeden okumada acele etmemesi Hz. Peygamber'e bildirilir. Cenabı Hakk'a şöyle dua etmesi istenir: "Ey Rabbim, benim ilmimi artır" (114).

4-) Hz. Âdem'in yaratılışı ve Cennetten Çıkarılması:

Yüce Allah Âdem'i ve Havva'yı yaratmış ve onları cennet hayatına başlatmıştı. Çeşitli nimet ve lezzetler serbest bırakılmışken bir ağacın meyvesinden yemeleri yasaklanmıştı. Fakat onlar bu ağaçtan yemişlerdi. Ancak Âdem'i Cenab-ı Hak hatada ısrarlı görmemişti.

Âdem'e secde etmesi istenince melekler secde etmiş, Şeytan ise secde etmeyip diretmişti. "Şeytan Âdem'e vesvese vererek; Ey Âdem, sana edeblik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" (120) demişti. Âdem ve Havva yasak yemişten yenince avret yerleri açılmıştı. Böylece Âdem (a.s) peygamber olmazdan önce Rabbine karşı günahkâr olmuş ve cennet nimetlerinden mahrum kalmıştı.

Sonra Allah Teâlâ Âdem'i peygamber seçti, tevbesini kabul ederek, doğru yolu gösterdi. Ancak bu ilk iki insanı da yeryüzüne indirerek sıkı bir imtihan, çalışma, meşakkat, rızık arama, kıskançlık vb. zorluklarla dolu, şeytan ve nefsin tuzak ve hileleriyle yüklü bir ortama saldı. Artık doğru yola gidene ne sapıklık ve ne de sıkıntı olmayacağı, ancak Kur'an'dan yüz çevirene zor ve sıkıntılı bir hayatın söz konusu olacağı, böylelerinin kıyamet günü ve kör olarak haşredileceği belirtilir. Kör haşredilmesinin nedenini sorana şöyle cevap verileceği bildirilir: "İşte böyle, cezan budur. Sana dünyada ayetlerimiz gelmişti de sen onları unutmuştur. İşte bugün de sen unutuluyorsun" (126).

İşte geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin yaşadığı bu gibi ibretli olaylardan bu İslâm ümmeti de ders almalı yüce Allah'ın emir ve yasaklarına uymada gevşeklik göstermemelidir. Günün belirli vakitlerinde ve gecenin bir bölümünde yapılacak ibadet, tesbih ve zikirle Rabbinin rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Küfür ehlinden bazılarına verilen dünya süsü, servet ve varlık mümini özendirmemeli, o meşru yoldan elde edilecek hayırlı rızka talip olmalıdır.

Aile fertlerine namazı emretme ve aile reisinin kendisinin de namaza devamı istenmektedir (132).

Sûre şu ayetle son bulmaktadır: "Ey Muhammed! Sen o inatçılara şöyle de: Herkes âkıbetini beklemektedir. Siz de bekleyin. Yakında kimin doğru yolun yolcusu olduğunu ve kimin de hidayete erdiğini bileceksiniz"

Hamdi DÖNDÜREN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı