İSLAMDA MİMARİ

Abbey Mills Islamic Centre
Yer: Londra, İngiltere
Mimar: Mangera Yvars Architects


Batı’da İslam’ın kabulünün hikayesi oldukça eskilere dayanıyor ve yanlış anlamalarla dolu. Bu kafa karışıklığı günümüzde sona erdi mi yoksa hala sürüyor mu belli değil. Dünyanın üçüncü büyük dini Hz. Muhammed aracılığıyla ortaya çıktığından beri Batı’nın bu yeni dine tavrı doğrudan dışlamak oldu. Hristiyanlık bu “yabancı”ya karşı bir duvar ördü – ne mutlu ki bu sınırın her iki tarafına saygı duyanlar da var. Zamanla tehditler uzaklaştırılarak karşılıklı anlayış sağlanabildi. “Yabancı”nın bazı öğeleri Batı tarafından kabul edildi ve yanlış anlamalar yaratıcılığa dönüştü. Matematik ve kaligrafi, Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” adlı eseri ve Goethe’nin “Batı Doğu Divanı” buna örnek gösterilebilir. Batı bu önemli eserlerden ayrı düşünülemez.


Son elli yılda, nasıl olduysa her şey değişti. Duvarlar yıkılmıştı, sınırlar kaldırılmıştı, anlaşmazlıklar düzeltilmişti. Avrupa kendi sosyal yapısına karşın İslami bir kıta haline gelmişti. Peki her gün medyanın gündemine taşınan, zararsız anlaşmazlıkları kızgınlığa, korkuya ve hatta nefrete çeviren bu değişim süreci nasıl başladı? Ne zamandan beri İslam “ölüm dini” (religion of death) olarak yorumlanıyor?


Korku Mimarisi

Bu tür soruları cevaplandırmak zor. Bu nedenle İslam’ın kendisi ve Batı’da hakim olan İslam anlayışı arasındaki fark bu yazının asıl konusu. Kesin olan bir şey var: İslam dini hakkındaki bilgi eksikliği, kafamızda net bir maj oluşturmamızı engelliyor. Bunu Avrupa’nın dört bir yanında inşa edilen cami tasarımlarında da görebiliriz. Farklı şartlarda ve farklı finansal kaynaklar tarafından inşa edilmiş, başka köklerden gelen ve farklı inançlara sahip topluluklar için tasarlanmış olsalar da –diğer bir deyişle farklı bir bakış açısı da gerekli– İslam’ın geçtiği her yerde Avrupa bir anda “bütünleşmiş” oluveriyor. Dışlamada bütünleşmiş. Bütün Avrupa ülkelerinin birleştiği nokta, camilerin “düşmanın”, “diğerlerinin” yapısı olduğu. Bu alanları kendi bölgeleri olarak görmeyen Avrupa ülkelerine göre, İslam’ın ilerleyişinin zafer sembolleri bu nedenle engellenmeli. Hem İslam terörizmle kendisini gösteren, somutlaşmış bir tehdidi temsil etmiyor mu?

Kültürler arasındaki uçurumu derinleştiren bu sonuncu iddia, bazı Avrupalı örgütler tarafından da gayretle işleniyor: İngiltere’de “No Sharia in Europe” (Avrupa’da Şeriata Hayır), Danimarka’da “SIAD”, Almanya’da “Pax Europa e.V.” ve Belçika’da “Vlaams Beweging”. Hollanda’da sağ görüşlü bir popülist olan Pim Fortuyn’un öldürülmesinden sonra, sağ kanattan politikacı Geert Wilders, yabancı güçlerin etkisine karşı uyarıda bulunmayı görev edinmişti ve “İslamlaşma dalgası” hakkında bir konuşma yapmıştı. Ağustos 2007’de, aşırı sağcı grup, Swiss People’s Party (SVP) İsviçre’de yükselen minarelere karşı referanduma başvurdu. Ancak asıl önemli olan, toplumun uçlarındaki bu grupların etkisi değil, merkezden yayılan korku. Ve tabi ki bu İslamofobik hareketler, “terör” ve “cihad” klişelerine uyan karşıt gruplar arasında da karşılığını buluyor.



Islamic Forum (2007)
Yer: Penzberg, Almanya
Mimar: Jasarevic Architecten


Gordon Brown İngiltere Başbakanı seçildiğinde, dünya çapında hilafeti ve şeriat kanunlarını uygulamayı amaçlayan Hizb ut-Tahrir liderliğindeki İslami Özgürlük Partisi’nin (İslamic Liberation Party) kapatılmasını sağladı. Benzer görüşleri benimseyen “Köln Halifesi” Metin Kaplan da, Kasım 2004’te Almanya’dan Türkiye’ye sürüldü. Usame bin Ladin’in sağ kolu Ayman al Zawahiri, İspanya’dan çoğunlukla “Al-Andalus” (Endülüs) olarak bahseder. Tüm bunlar radikal İslami akımların Avrupa’nın her yerinde varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Azınlık olabilirler fakat medyaya hükmediyorlar. Bunun sonuncunda Avrupa’da kamusal görüş, fanatik Müslümanlar ve fanatik anti-Müslümanlar arasında cepheleşmeyle şekilleniyor. Adeta bir sivil savaşın sınırındaymışız gibi… Euro-İslam’la doğal bir ilişki kurmak imkansızmış gibi…


Batılıların mizacı, bu paniğin azalması için yeterli değil. Batılılar kültürlerinin, İslam’a saygı duyan üstün bir yanı olduğunu düşünseler de duygusal açıdan çok daha güçsüzler. Hristiyanlığın birleştirici gücü görünür derecede azaldı, kilise cemaatleri dağıldı, kiliseler terkedildi, dönüştürüldü ya da yıkıldı. Bu arada her yerde yeni camiler inşa edilmeye başladı. 159 caminin ve yaklaşık 2.600 tane mescit ve ibadethanenin bulunduğu Almanya’da hararetli tartışmaları da beraberinde getiren 184 cami daha inşaat veya proje aşamasında. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de camilerin sayısı giderek artıyor ama bu kadar tehlikeli bir hızla değil. 3,4 milyon göçmen Müslüman’ın (bunların büyük bir çoğunluğu Türkiye’den) yaşadığı Almanya’da İslami “yayılma” görülüyor: Daha önceleri ticari veya endüstriyel amaçlarla açıldığı iddia edilen bazı örgütler, artık kamusal varlıklarını güvenle savunuyorlar. Diğer yandan, 5 milyon Müslüman’ın yaşadığı Fransa’nın sömürge tarihi nedeniyle İslam kültürüyle çok daha yakın bağları var. Idriss Elouanali’nin “Yearbook of Mosques” (Yıllık Cami İstatistikleri) kitabına göre 2006 yılında Fransa’da yaklaşık 100 cami ve 1.525 mescit vardı. İngiltere’de ise yirmi yıl önce 400’den az olan camilerin sayısı bugün 1.699’a ulaştı.


Asıl mesele istatistikler değil, sembolizm. Binalar, laikleştirilmiş Batı’yla “irrasyonel” İslamiyet arasındaki muhalefetin sembolleri olarak yorumlanıyorlar. Müslümanlar için özgüven eksikliğinden söz ediliyor. İnsan zihninin tarihi ve teolojik gelişim süreci içerisinde, dindar Batı’nın ilerleyişine göre İslam’ın daha ilkel bir konumda olduğu söylenir. 11 Eylül 2001’den beri medyanın tekrarladığı söylemlerinden biri İslamiyet’in hala aydınlanmadığıdır. Tabi ki bütün bu iddiaların İslam’la bir ilgisi yok. Sadece Batı terimleri arasına “ecnebi” tanımını sokmak ve korkunç yanlış anlaşmaları şiddetlendirmek için gösterilen nafile çabalar bunlar.



Islamic Forum (2007)
Yer: Penzberg, Almanya
Mimar: Jasarevic Architecten


Kiliselerden Camilere? Euro-İslam – World İslam (İslam Dünyası)

Peki Avrupalı Müslümanlar bu soruna nasıl bakıyorlar? 1989 yılında Müslüman Ahmediye Cemaati “Yüz Cami Projesi”ni açıkladı. Amaçları on yıl içinde Avrupa’da İslam’ın yükselişini gösteren 2.500 Ahmediye Camisi inşa etmekti. Ancak liberal bir topluluk olarak bilinen Ahmediye amacına ulaşamadı. Bunun nedeni parasal sorunlar ya da Ahmediye’nin küçük kaldığı İslam’ın karmaşık alt dalları olabilir. Balkanlar’da inşa edilen camilerin parasal kaynağı Suudi Arabistan’lı Wahhabi sponsorları tarafından karşılanıyor. Türkler’in yer aldığı projelerde ise kaynak Milli Görüş örgütünden ya da Ankara’da bölge kilisesi gibi işleyen, laiklik yanlısı bir kuruluş olan DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) tarafından sağlanıyor. Londra’nın Newham bölgesinde, 2012 Olimpiyat Oyunları alanının yanında Avrupa’nın en büyük, 12.000 kişi kapasiteli camisinin inşa edilmesi planlanıyor. “Devasa cami” tartışılıyor çünkü finansal olarak muhafazakar misyoner örgüt Tablighi Cemaati tarafından destekleniyor.

Faaliyetin büyüklüğü düşünüldüğünde, Euro-İslam mimarisine kaç sayıda kurum ya da yatırımcının destek verdiğini söylemek zor. Allah’a, O’nun Peygamber’ine, Kuran’a ve dili olan Arapça’ya inanmak gibi temel noktaların varlığına rağmen tek bir İslam anlayışı yok. Bütün Doğu ve Batı kiliseleri merkezi yönetimler tarafından denetlenen Hristiyanlığın tersine, İslam’da böyle bir hiyerarşi yok. Belli başlı bazı kapsayıcı örgütler olsa da her topluluk özerk, halk tabanlı, finansal açıdan bağımsız, cami inşa edebilmek için geniş olanaklarla kendi sermayesini artırmakla yükümlü (İslamiyet’te bağış yapmak her Müslüman için bir görev). Ancak bu karmaşıklığın başka nedenleri de var. 1.400 yıllık tarihi boyunca geniş bir alana yayılan İslamiyet, çok farklı insanlar, kültürler ve uluslarla karşılaştı. Karşılaşılan her farklılık bu dine ayırt edici bir özellik kattı. Bunun en iyi örneği İslam mimarisinin Türkler’deki eşsiz gelişimidir: Özellikle Ayasofya gibi erken dönem Hristiyan dini yapıları, 1453’te Konstantinopolis’in fethinden sonra referans objeleri haline geldi. Mimar Sinan’ın bu yapıları yeniden yorumlamasıyla, cami mimarisi haç biçiminde (cruciform) kubbeli yapılar olarak şekillendi.


Bunun gibi bağımsız yorumlar devam etti ve muhtemelen edecek de, çünkü İslam’da cami mimarisi için bağlayıcı herhangi bir bildiri bulunmuyor. Kuran’da sadece cami içerisinde gösterişli yay biçiminde bir oyukla (mihrap) gösterilen, inananların dua edecekleri yön (kıble) belirlenmiş. Fakat ölçü, şekil, tür veya diğer ölçütler için bir tanım yok. Cami yapısının bir bütün olarak yorumlanabileceği şekilde, yeni ve farklı düzenlemeler tamamen serbest bırakılmış. İslam’daki örgütsel çeşitlilikler, tasarımdaki çeşitliliklerle ifade ediliyor. Sadece Müslüman milletler arasında değil, çok daha küçük ölçeklerdeki her topluluk arasında cami mimarisinde farklılıklar olması mümkün. Hiçbir cami diğeriyle özdeşleştirilemez, her biri kendi yeterliliklerine göre inşa edilir: Bodrum katta da olabilir, süpermarketten de dönüştürülebilir, mermer kaplı, kubbeli ya da devasa kolonları olan bir salon da olabilir. Toplulukların sembolik bir karakter olarak da kullanabildikleri bu fenomen İslam mimarisinin ilgi çekici yanını oluşturuyor.



Şehitlik Camisi (2005)
Yer: Berlin, Almanya
Mimar: Hassa Mim. Müh. Ltd. AŞ (Hilmi Şenalp)


Hazırlanan birçok cami projesi arasından ikisi stilleri ve tasarımlarındaki farklılıklarla öne çıkıyor. İspanya, Granada’da 2003 yılında, Cordoba’daki Büyük Cami ve Elhamra’nın temel tasarım ilkelerinden alıntılarla, İber Yarımadası’nın Arap geleneklerine gönderme yapan yeni bir caminin açılışı yapıldı. Yapının tasarımında, geleneklerin bağımsız gelişiminden kaçınılmış. Fonksiyon programındaki bu tarihi alıntıların, açıkça erken Hristiyanlık dönemi geleneksel tasarımına geri dönüşü amaçladığı anlaşılabiliyor. “Granada Camisi İslam’ın geleceğe dair mesajlarının enerjisini ve aydınlığını, aynı zamanda Avrupa’nın günümüzdeki konumunu ve Batı dünyasının İslam’la ilişkisini, uyumunu yansıtıyor. Avrupalı Müslümanlar’ın özlemi, günümüzde giderek dünyayı kuşatan, tahammül edilemez ikilemlerin ve adaletsizliğin iyileştirilmesine katkıda bulunmaktır. İçinde yaşadığımız ve paylaştığımız toplumun bütün insani değerlerine zarar veren, tüketici kapitalist sistemin, pervasız ve doymak bilmeyen gücüne karşı İslam doğal ve uygulanabilir alternatifler öneriyor.” (
www.granadamosque.com 10 Kasım 2007) Yıllık toplantılara ev sahipliği yaparak, Avrupa İslamiyeti’nin merkezine yerleşen Granada Camisi ve Kuran Kursu’nun bu durumu yapının amacına da uyuyor. (www.emunion.org)

Almanya’da, Münih’in 40 kilometre güneyinde küçük bir şehir olan Penzberg’de yer alan ikinci örnek, Granada’daki camiyle aynı amacı taşıyor: Avrupa İslamiyeti’nin merkezi haline gelmek. Bununla birlikte mimarileri tamamen farklı: Kübik hacim, soyut detaylar, geleneksel biçimlerin eğlenceli yorumu. Bu bina, 1995 yılından beri cemiyetle birlikte olan, 40 yaşlarındaki ünlü Penzberg imamı Makedonyalı Benjamin Idriz olmadan tam olarak anlaşılamaz. Idriz kendisini “açık” bir dinin sözcüsü olarak tanıtıyor. Batı toplumuna “modern” İslam’ı entegre edebilmek için Müslüman olmayanlarla diyalog kurmanın yollarını arıyor. Kusursuz Almanca’sıyla, iletişim kurma yeteneğindeki kendine güveni, terbiyesi ve şüphesiz dindarlığıyla, imam Idriz inanılmaz derecede sempati kazanmış. Kısa bir süre için, Euro-İslam’ın bir türü burada ortaya çıksa, tam yeri ve zamanı olurdu, üstelik beklentilerin üzerine çıkarak klişeleşmiş “ecnebi” düşmanlığının da üstesinden gelirdi. Ancak Idriz kendi topluluğunun direnciyle karşılaşmış çünkü onun yaptıkları İslam’ın çeşitliliğine uymuyordu: Alman Müslümanlar’ın sözcüsünün bildirisiyle yetkisi parçalanmış ve bazı örgütler kendisini onaylamadıklarını belirtmişler. Daha sonra, köktendinci bir örgüt olarak bilinen Milli Görüş’ün kendisine bağış yaptığı söylendi. Hikaye, estetik gelişmenin dini içeriğe gösterilen saygıyla, gelişmiş bir pozisyon sembolü olarak algılanamayacağını gösteriyor. Basit bir tefsirin, Euro-İslam’ın ortaya koyduğu karmaşık formlarda adaleti sağlayamadığı anlaşılıyor. Muhtemelen bu, yeni ortaya çıkan mimariye yakından bakıldığında alınabilecek en önemli ders.
 Esselam Camisi (2008)
Yer: Rotterdam, Hollanda
Mimar: Molenaar & Van Winden
Architecten
 Cami ve İslam Merkezi (1993)
Yer: Roma, İtalya
Mimar: Paolo Portoghesi, Sami Mousawi, Vittorio Gigliotti

Yeni camilerin çoğu nasılsa, mimarına ve kullanıcısına saygı göstermiyor, Granada örneğinde olduğu gibi. Berlin’de Türkler Osmanlı tarzını tercih ediyor, Rotterdam’da mimarlar Molenaar & van Winden varolan İslami modellerden karma bir tasarım oluşturdular, Avrupa genelinde ise minareler giderek gökyüzüne yükseliyor. Bütün bu yapılar geleneksel yaklaşımın bir sonucu. Adeta kendi ülkelerindeki güvenilirliklerini ortaya koyuyorlar. Bu yolla Euro-İslam mimarisi, Avrupalı Müslümanlar’ın yurtlarından koptuktan sonra yayılmalarının sembolü haline geliyor. Misafir işçiler olarak geliyorlar, sosyal sınıfların en alt seviyesinde yaşıyorlar ve bulundukları ülkelerdeki dili, kültürü ve dini çok az tanıyorlar. Bu durum ancak Müslümanların 3. ya da 4. nesliyle değişebilir – ki o zaman da mimariye etkisi olacaktır.

Asıl kafa karıştıran konu, Avrupa’da İslam’ın ana din olduğu bölgelerden hangisine giderseniz gidin hepsinde bu durumun aynı olması. Mesela Balkanlar’da geleneksel olmayan cami örneklerinin sayısı sözü edilemeyecek kadar az. Bu durum Türkiye için de geçerli. Modern camiler hakkındaki sorumu yanıtlayan A10 Türkiye temsilcisi Ömer Kanıpak, ülkesindeki geleneksel mimari konusunda yaşadığı hayal kırıklığını ifade etti:” Cami inşa edileceği zaman, insanların %99’u bir kubbesi, minaresi ve kemerli pencereleri ya da bunun gibi temel tasarım elemanlarının olması gerektiğine inanıyor.” İslam’ın anavatanında bile gelenekler, tekrarlamalar, taklitler…

İslam mimarisinin kendisi hakkında şaşırtıcı bir soruyla baş başa kaldık: Düzeltilmiş cami tipolojisinin eksikliği, sonsuz özgürlüğe değilse de, denenmiş desenlerden kendini uzak tutan bir mimari kültüre doğru yönelebilecek mi? İslam mimarisini esir alan tarihselcilik, dinin kendisinden mi geliyor? Bu durum Doğu ülkelerine bakıldığında yeni yanlış anlamalara neden olmaz mı? Ulya Vogt-Göknil’in “Türk Camileri” (Türkische Moscheen - 1953) çalışmasına eklediği şiirsel anlatımda olduğu gibi: “Batının sanat tarihindeki diyalektik gelişmeyle karşılaştırıldığında, İslam sanatının gelişimi; farklı insanlar tarafından benzer melodilerin seslendirildiği, her türlü bestede tekrarların ve yeni kombinasyonların olduğu, ancak temelde sabit bir melodiden türeyen bir motif bulunan fügün kapalı formuyla daha ilişkilidir.” Euro-İslam mimarisinin bu temel motiften kurtulup, değişik varyasyonlarının gelişip gelişemeyeceğini şimdiki zamanda tahmin edebilmek mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder