NİYET
Birinci Ayet
لاَ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ اَوْلِيَآءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللهِ فِى شَىْءٍ اِلاَّ اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَيةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللهُ نَفْسَهُ وَاِلَى اللهِ الْمَصِيرُ
"Müminler müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, ona Allah'tan hiçbir şey yoktur. Eğer ki, onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız. Allah size, asıl kendinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak Allah’adır." [24]
لَايَتَّخِذِ edinmesinler الْمُؤْمِنُونَ Müminler الْكَافِرينَ kâfirleri اَوْلِيَاءَ dost مِنْ دُونِ bırakıp da الْمُؤْمِنينَ müminleri وَمَنْ Kim يَفْعَلْ yaparsa ذلِكَ bunu فَلَيْسَ yoktur مِنَ اللّهِ Allah'tan فى شَىْءٍ hiçbir şey اِلَّا Eğer ki اَنْ تَتَّقُوا sakınmış olasınız مِنْهُمْ onlardan تُقيةً gelebilecek bir tehlikeden dolayı وَيُحَذِّرُكُمُ size korkmanızı emrediyor اللّهُ Allah نَفْسَهُ asıl kendinden وَاِلَى Nihayet اللّهِ ancak Allah’adır الْمَصيرُ gidiş de
Ayetin Nüzûlü ve Açıklaması
"Mü'minler mü'minleri bırakıb da kâfirleri evliya (dost) edinmesinler."[25] Mü'minler, iman hasletini küfür hasletine karıştıracak ve müminlere şimdi veya gelecekte zararı dokunacak, İslam'ın faydasına aykırı olabilecek bir şekilde kâfirlerle sırdaş olmasın, sevgisini, buğzunu hep Allah için yapsın.
Bu ayetin sebebi nüzulü ile ilgili olarak dört olay nakledilmiştir.
1-Yahudilerden Haccac ibni Amir, Kehmes ibni Abdülhakık, Kays ibni Zeyd, Ensardan bazılarına gizlice gelirler, kafalarına kötü şey sokup dinlerini bozmak isterler. Rifaa ibni Münzir ve Abdurrahman ibni Cübeyr ve Said ibni Hayseme (r.anhüm), bu müslümanlara o Yahudîlerden sakınmalarını tavsıye ettiler, onlar dinlemediler. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
2- Müslimanlardan Hatıb ibni ebi Beltea gibi bazı kişiler Mekke kâfirleriyle gizlice görüşüyorlardı, Allah’u Tealâ bunu yasak etti.
3-Münafıkların reisi Abdullah ibni Übeyy ve taifesi Yahudîlerle ve müşriklerle dost olup, onlara bilgi veriyorlar, Resulullah (a.s) aleyhine dedikodu ediyorlardı, mü'minler bundan men edildiler.[26]
4-Bu ayetteki; "meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız"[27] hükmünün tefsîrini İbn Abbas şöyle yapar. "Bu, kalbi iman ile dopdolu olduğu halde, diliyle küfür kelimesini söyleyip, işkence ve ölümden kurtulmuş olmasıdır. Böyle yapan kimse hem hayatını kurtarır, hem de o anda günahı kaldırıldığı için, sorumlu olmaz."[28]
İbn Kesîr, bu konudaki ruhsatı şöyle açıklar: "Bazı yer ve zamanlarda inkârcıların şerrinden korkanlar, niyyet ve kalblerinden değil de, dış görünüş bakımından kendilerini koruyacak şekilde davranabilirler." [29]
Dahhâk'ın İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre; bu âyet-i kerime Ensardan olan Ubâde b. es-Sâmit hakkında nazil olmuştur. Ubâde, Bedir gazasına katılmış takva sahibi bir kişi idi. Bazı yahudilerle antlaşması vardı. Peygamber (a.s) Ahzab (Hendek) günü savaşa çıkınca Ubade şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, beraberimde beşyüz yahudi var. Ben bunların benimle birlikte çıkarak düşmana karşı güç gösterisinde bulunmayı uygun görüyorum. Bunun üzerine yüce Allah: "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesinler" âyetini inzal buyurdu.[30]
Ayette anlatılmak istenen aşağıdaki hadisin beyanı üzere mü’minin niyeti amelinden daha efdaldir. Çünkü yapılan işin ibadete tekabulü ancak niyetle olur. Kimin ne niyet taşıdığını da ancak Allah bilir.
Burada mü’mine düşen ibadetten ziyade niyetini halis tutmasıdır.
Birinci Hadis
قَالَ رَسُولُ اللّهِ: إنَّمَا اْلاَ عْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى،
Allah Resûlü (a.s) buyurdular ki: "Kuşkusuz ameller niyetlere göredir. Ve elbette (kişiye) her iş için niyet ettiği şey vardır."[31]
قَالَ buyurdular ki رَسُولُ Resûlü (a.s) اللّهِ Allah إنَّمَا Kuşkusuz اْلاَ عْمَالُ ameller بِالنِّيَّاتِ niyetlere göredir وَ Ve إنَّمَا elbette لِكُلِّ her امْرِئٍ iş için مَا şey vardır نَوَى ، niyet ettiği
Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürudu: Hz. Ömer (r.a) anlatıyor:[32] Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."[33]
Bu hadisin vürud sebebiyle ilgili olarak, bazı kaynaklarda şu açıklamaya rastlanır: Resulullah'ın Medine'ye hicret etmesi üzerine Müslümanlar Mekke'yi terkederler. Resûlullah'ın emrine uyarak hicret edenlerden biri de Ümmü Kays adında bir kadındır. Bununla evlenmek düşüncesinde olan bir erkek, kadının: "Hicret etmezsen seninle evlenmem" demesi üzerine, onunla evlenmek için hicret eder ve Medine'de evlenirler. Herkes Allah ve Resulü'nün rızası için hicret ederken, sırf Ümmü Kays'la evlenmek için hicret eden bu şahısın niyeti herkesçe bilindiği için adama Ümmü Kays'ın muhâciri manasında "Muhâciru Ümmü Kays" lakabı takılmıştır.
Bu girişten sonra niyetin önemini ve İslam dinindeki yerini açıklamaya çalışalım.
Niyet: Azim, kasıt, kesin irade; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında bir fıkıh terimi. Çoğulu "niyyât"dır.
Niyet-İbadet İlişkisi
Hanefilere ve bir rivayette İmam Mâlik'e göre abdest ve gusülde niyet farz değil sünnettir. Delil; abdest ayetinde; "Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızı meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)"[34] buyurularak abdestin dört farzı belirlenmiş, niyetten söz edilmemiştir. Hadislerde de niyetten söz edilmemiştir. Diğer yandan necâsetten taharet ve setr-i avret gibi namazın diğer şartlarında da, niyetin şart olmayışına kıyas yapılmıştır.
İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve başka görüşünde İmam Mâlik'e göre ise abdestte niyet farzdır. Delil; "Ameller niyetlere göredir" hadisi ile namaz ve teyemmümde niyetin farz oluşuna kıyastır. Ayrıca ibadette ihlâsın gerçekleşmesi ve abdestin namaz için emredilmiş olması onların dayandığı delillerdendir.[35]
Teyemmüm abdestinde niyet farzdır. Abdestin yerini alan yeni bir temizlik türü olduğu için niyetsiz olarak geçerli olmaz. İmam Züfer'e göre, teyemmümde niyet farz değildir.[36]
Namaz konusunda niyet namazın şartlarından olup, Allah rızası için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmekten ibarettir. İbâdetin âdetten ayrılması ve ihlâsın gerçekleşmesi için niyet bir farzdır. Bu da ibadeti yalnız Allah'a tahsis etmeyi gerektirir. Ayette şöyle buyurulur: "Oysa onlar, yalnız dini kendisine tahsis ederek... Allah'a ibadet etmekle emrolundular."[37]
“Ameller niyetlere göredir" hadisi de başka bir delildir. Niyet kalbe ait olmakla birlikte dil ile de söylenmesi daha uygundur. Bu müstehaptır. Çünkü burada dil kalbe yardımcı olur. "Niyet ettim bugünkü öğle namazının farzını kılmaya" demek gibi. Farz namazın veya vitir, tilâvet secdesi, adak ve bayram namazları gibi vacib bir namazın niyetinde bu namaz cinsinin belirtilmesi gerekir. Nitekim kaza namazlarında da hem vaktin hem de "ilk veya son kazaya kalan" şeklinde günün belirlenmesi gerekir.
Meselâ; "Bugünkü Cuma namazının farzına veya kurban bayramı namazına niyet ettim" demek gibi. Genel olarak "farz namaza" diye niyet etmek yeterli değildir. Nâfile namazlarda; "Niyet ettim şu vaktin ilk veya son sünnetini kılmaya" diye niyet edilir. Bununla birlikte nafilelerde mutlak niyet de yeterlidir. Müekked veya gayri müekked sünnet olduğunu veya rekat sayısını tayin etmek gerekmez. Yalnız teravih namazı için, "Teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim" denilmesi ihtiyata daha uygundur. Diğer yandan namazlarda niyet ile tekbir arasına, namaza aykırı bir fasıla girmeksizin, niyetin namaza bitişik olması gerekir. Bu fasıla namazda yapılması uygun olmayan yeme, içme, konuşma gibi işlerdir. Fakat arada abdest almak, ön safa namaz için yürümek gibi namaza ait bir fasıla olursa bunun zararı bulunmaz.[38]
Oruç ister farz, ister kaza veya nafile olsun bütün çeşitlerinde niyet şarttır. İbâdeti âdetten ayırmak için namazda olduğu gibi oruçta da niyet gerekir. Oruç kişiye borç olan bir oruç ise buna geceden niyet edilmesi ve belirlenmesi gerekir. Ramazan orucunun kazası, bozulan nafile orucun kazası ve keffâret oruçları gibi. Bu çeşit oruçlara niyetin geceleyin veya en geç ikinci fecrin başlangıcında yapılması şarttır. Çünkü bu oruçlar için İslâm'ın belirlediği bir gün yoktur. Bu yüzden bunu oruç yükümlüsünün niyetiyle belirlemesi gerekir.
Diğer yandan akşamdan böyle bir oruca karar verilmiş veya bunun için sahura kalkılmış olması da niyet yerine geçer. Bazı oruçlara ise geceden niyetlenmek şart değildir. Ramazan orucu, zamanı belli adak orucu, bütün nâfile oruçlar bu niteliktedir. Bu gibi oruçlara akşam güneşin batışından, ertesi gün, gündüzün yarısından öncesine kadar niyet edilebilir. Fakat güneşin batmasından önce veya tam istivâ zamanında yahut öğleden sonra akşama kadar hiçbir oruca niyet edilemez. Bu konuda mukîm ile yolcu veya hasta ile sağlam kimse arasında bir fark yoktur.[39]
Hz. Peygamber (a.s) bir gün Hz. Âişe'ye şöyle buyurmuştur: "Yanınızda öğle yemeği var mıdır?" Hz. Âişe; "Hayır" diye cevap verince, Allah Elçisi: "O halde ben oruç tutuyorum" buyurdu.[40]
Mâlikîlere göre her çeşit oruca, geçerli olması için güneşin batması ile fecrin doğuşu arasında niyetlenmiş olmak şarttır. Şâfiîler'e göre ise yalnız nafile oruçlara zevalden önceye kadar niyet edilebilir. Diğer oruçlara ise geceden niyet etmek şarttır.[41]
Niyetin hac ibadetine etkisi haccın çeşidini belirlemede görülür. İfrad, Temettu' veya Kıran haccı yapacak kimse mikatta ihrama girerken buna uygun olarak niyet eder. İhrama girerken mücerred hac için niyet edilmişse, umre yapılmaksızın yalnız hac ibadetini ifa etmekle yetinilir. İhramda kalış Akabe cemresini yapıncaya kadar devam eder. Akabe cemresinden sonra isterse nafile olarak kurban keser, sonra traş olur ve ihramdan çıkar. Temettü haccı ise; hac aylarında, önce umre niyetiyle ihrama girip umreden sonra ihramdan çıkılması, sonra yeniden hac için ihrama girilmesi suretiyle yapılan hac türüdür. Aynı hac mevsimi içinde umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmadan yapılan hacca da "Kıran haccı" denir. Temettu ve Kıran haccı yapanlara şükür kurbanı kesmek vacib olur.[42]
Kurban ibadetinde de niyetin önemi büyüktür. Çünkü bayram günü sırf fakirlere dağıtmak amacıyla bazı hayvanlar kesilip dağıtılsa, kurban niyeti olmadıkça sadece sadaka ecri alınabilir. "Besmele" kasten terkedilerek hayvanın kesilmesi halinde, etini yemek veya fakirlere yedirmek haramdır. Kurbanda, Yüce Allah'a ulaşan et veya deriler değil; niyet, ihlâs ve takvâdır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
لَنْ يَنَالَ اللّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوى مِنْكُمْ
"Onların ne etleri, ne kanları hiç bir zaman Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na yalnız takva ulaşır."[43] Kurban'da niyetin şart olması, onu âdet gereği hayvan kesmekten ayırmak içindir. Bu konuda delil yine Ameller niyetlere göredir" hadisidir.[44]
İtikâf yapacak olan kimsenin buna niyet etmesi gerekir. Niyetsiz yapılacak bir itikaf geçerli olmaz. Adanan bir itikâfta, ayrıca bunun dil ile de ifade edilmesi gerekir.[45]
Zekâtta da, diğer ibadetlerde olduğu gibi niyet şarttır. "Ameller niyetlere göredir" hadisi burada da delildir. Nafile sadakadan zekâtı ayıran, niyettir. Zekatı yoksula verirken veya bu amaçla ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi yeterlidir. Dil ile söyleme şart değildir. Bir kimse bir malı yoksula niyetsiz olarak verse, sonradan zekâta niyetlense, eğer bu mal henüz yoksulun elinde mevcutsa niyet geçerli olur. Zekâtta vekilin değil, mal sahibinin niyeti geçerlidir. Mal sahibinin, malını yoksula verirken "bunu niçin veriyorsun?" gibi bir soruya düşünmeksizin "zekât olarak veriyorum" diyebilecek bir halde bulunması niyet yerine geçer. Zekâta niyet etmeksizin malının tamamını tasadduk eden kimseden zekât borcu düşer.[46]
Sonuç olarak, bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Niyet öyle bir özelliğe sahiptir ki, âdetleri, ibadete çeviren bir ilaç ve bir mayadır.
Yine niyet ölü olan şeyleri ihya eden, hayatı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
Ve yine, niyette öyle bir özellik vardır ki, günahı sevaba ve sevabı günaha dönüştürür.. Demekki, niyet bir ruhtur. [47]
KAYNAKLAR
[24] Ali- İmrân, 3/28.
[25] Ali- İmrân, 3/28.
[26] -Vâhidi, a,g,e. S. 72-73; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1/371; M.Hamdi Yazır, Hak Dini Ku'an Dili, S,1072-1074.
[27] Al-i İmrân, 3/28.
[28] Kurtubî, a.g.e. 4/ 57.
[29] İbn Kesîr, Tefsîr'ul-Kur'âni'l-Azîm, Beyrut 1969, I/ 357.
[30] Vâhidî, a,g,e. S, 105.
[31] Buhâri, Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155; Ebu Dâvud, Talâk 11; Tirmizi, Fedâilu'I-Cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60.
[32] Kettani "Nazmul Mutenasir minel Hadisi’l Mütevatira" h.no.1;bu hadisin muşhur olduğunu kaydeder.
[33] Buhâri, Bed'ü'l-Vahy 1; Müslim, İmâret 155.
[34] Mâide, 5/6.
[35] el-Kâsânî, el-Bedâyî', I,17; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, 1/ 98-100; el-Meydânî, el-Lübâb, 1/16; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid,1/ 21; İbn Kudâme, el-Muğnî, I/ 110 vd.
[36] en-Nisâ', 4/43; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, I/ 258; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, I/ 48.
[37] Beyyine, 98/5.
[38] Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, I/ 611; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1959, S, 156.
[39] Kâsânî, el-Bedâyi ; 2/85; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadir, 2/43-50, 62; eş-Şürünbülâlî, Merâkil-Felâh, S, 106; el-Meydânî, el-Lübâb, I/163.
[40] Bu hadisi Dârekutnî rivâyet etmiş "İsnadı sahih" demiştir.
[41] İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid Mısır ty. I/ 284; ez-Zühaylî, a.g.e., 2/ 619, 620; eş-Şirbînî, Muğnîl-Muhtac, I/423.
[42] Kâsânî, a,g,e, 2/167; İbnül-Hümâm, a.g.e., 2/199 vd, 214, 288-294; el-Meydânî, a.g.e., I/ 192 vd.; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, 3/ 99, 113.
[43] el-Hacc, 22/37.
[44] Buhârî, Bedül-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155.
[45] İbn Âbidîn, a,g,e. İstanbul 1984, 2/ 440 vd.; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih Tercümesi, 6/323 vd.; Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, İstanbul 1328, S, 98 vd.; ez-Zühaylî, Fıkhu’l İslami. 2/ 700.
[46] el-Kâsânî, a.g.e., 2/40; İbnül-Hümâm, a,g,e. 1/ 493; İbn Âbidîn, a,g,e. 2/4, 14-15; el-Meydânî, el-Lübâb, 1/140.
[47] Said-i Nursi, Mesnevî-i Nuriye - Katre – S,1305.
[48] Nisa,4/116.
[49] Râzî, a,g,e. 10/41; Çetiner, Esbab-ı Nüzul: 1/272; M.Hamdi Yazır, a,g,e. S,1467; Kurtubi, a,g,e. 5/478.
[50] Nisa, 4/116.
[51] Tevbe, 9/ 31.
[52] Beyine, 98/5.
[53] Nisa,4/116; Seyyid Kutub, Fizılâlı'l-Kur'an, (Çev: M. E. Saraç, İ Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, İstanbul,) 3/ S,448-449.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder