1 Aralık 2010 Çarşamba

İMAN VE ŞİRK

 

İMAN ve ŞİRK


İkinci Ayet


اِنَّ اللهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا

"Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a ortak koşarsa elbette derin bir sapıkla sapıtmıştır. " [48]

اِنَّ Kuşkusuz اللّهَ Allah لايَغْفِرُ asla bağışlamaz اَنْ يُشْرَكَ ortak koşulmasını بِه kendisine وَيَغْفِرُ bağışlar مَا دُونَ ondan başka ذلِكَ kimse için لِمَنْ يَشَاءُ dilediği وَ Ve مَنْ kim يُشْرِكْ ortak koşarsa بِاللّهِ Allah'a فَقَدْ elbette ضَلَّ sapıtmıştır ضَلَالًا bir sapıkla بَعيدًا derin

Ayetin Nüzulü ve Açıklaması
Bu âyeti celîle de Turne bin Ubeyrek hakkında nazîl olmuştur. İbni Abbas “Bu âyet bir göçebe hakkında nazil oldu, şöyle ki: Göçebe Resûlüllah'a geldi, “Ben bir ihtiyarım. Kulaklarıma kadar günahlara daldım. Ancak Allah'ı tanıdığımdan ve ona îman ettiğimden bugüne kadar ona ortak koşmadım. Ondan başka dost edinmedim. Allah'a karşı cüret göstererek günahlara dalmadım. Bir göz açıp kapayıncaya kadar dahi Allah'ı kaçmak suretiyle aciz bırakabileceğimi vehmetmedim, sanmadım!.. Kesinlikle ben pişmanım. Tövbe ediciyim. Af taleb ediyorum. Acaba Allah katında benim halim ne olacaktır?” diye yakındı ve yalvardı. Bunun üzerine: “Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Ondan başka dilediğini affeder” âyeti celilesi nazil oldu” dedi. Bu âyet açıkça şirkin affedilmeyeceğini haber veriyor. Ama müşrik şirkinden tövbe eder, îmana gelirse, tövbesi kabul ve îmanı sıhhatli olur. Günahları da affolur ve Cenab-ı Hak ona mükâfat verir.

Alimler “Cenab-ı Hak, şirki îman ve tövbe ile affettiğini haber verince, anladık ki şirkten başka günahları tövbe ile affeder, dediler. “Dilediğini affeder” cümlesi tevhid ehlinden olup günahlarından tövbe etmeden ölmüş kimse hakkındadır. Büyük veya küçük günahın sahibi tövbesiz ölürse, o meşiyetin tehlikesi üzerindedir. İsterse Cenab-ı Hak affeder, fazlı ve rahmetiyle, cennete götürür. İsterse azab eder ve adaletiyle cehenneme gönderir...[49]

"Allah kendisine ortak koşma suçunu kesinlikle bağışlamaz. Bunun dışındaki suçları dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüş olur."[50]
Allah'a ortak koşma; Arap cahiliyesinde ve diğer eski cahiliyelerde görülen; açıkça Allah'la beraber başka ilahlar edinmek şeklinde gerçekleşebildiği gibi, yüce Allah'ı ilahlığın özelliklerinde birlememek ve bu özellikleri bazı insanlara tanımak şeklinde de gerçekleşebilir. Kur'an-ı Kerim'in "Hahamlarını ve papazların Allah'tan başka rabler edindiler"[51] dediği yahudi ve hıristiyanların şirki bu tür bir şirktir. Onlar, hahamlarına ve papazlarına Allah'la birlikte ibadet emiyorlardı. Sadece Allah'ın dışında onlara kanun koyma hakkını tanıyorlar, kendilerine haramlar ve helaller belirliyorlardı. İlahlığın başta gelen özelliklerinden birini onlara vermişlerdi. Böylece şirk sıfatını hakketmişlerdi. Bu yüzden onlar hakkında, emredildikleri tevhide muhalefet ettiler denmişti. "Oysa bir tek ilaha kulluk etmekten başka bir şeyle emr olunmamışlardı."[52]

Allah diledikçe, tüm diğer günahlar için bağışlanma kapısının açık olmasına rağmen, -kişi bu inanç üzere ölürse- şirk suçu için bağışlanma söz konusu değildir. Şirk suçunun bu denli büyütülmesinin, bağışlanma dairesinden çıkarılmasının nedeni; Allah'a ortak koşanın, bütünüyle iyilik ve doğruluğun sınırlarından çıkması, fıtratının hiç bir zaman düzeltilmeyecek şekilde bozulmuş olmasıdır:

"Kim Allah'a ortak koşarsa gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüş olur."

Şayet fıtratta bozulmamış bir tek ip kalmış olsaydı, ölümden bir saat önce de olsa onu, Rabbinin birliğini kavramaya zorlardı. Ancak can boğaza dayandığı halde, hâlâ şirkte ısrar ediyorsa, işi bitmiştir ve artık azabı hakketmiş demektir.

"Sonra da cehenneme atarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." [53]

Allah'a ortak koşmak, hiç af olunmayacak büyük bir günahtır. Çünkü Allah kendisine ortak koşmasını asla affetmeyeceği bir cürüm olarak yukarıdaki ayette beyan buyurmuştur.

Aşağıdaki hadisi şerifte ise yukarıdaki ayeti pekiştirme sadedinde güzel bir açıklama gelmiştir.

Ayet ve hadisin bu noktada birbirini destekleyici ve aynı noktaya dikkat çektiğini müşahade ediyoruz. Yani şirk günahının ne kadar kötü bir günah olduğunu öğreniyoruz.

Yüce Allah cümlemiz şirkin kötü cürmünden koruyup muhafaza eylesin.



İkinci Hadis

قَالَ رَسُولُ اللّهِ:      مَنْ مَاتَ مِنْ أُمَّتِكَ لا يُشْرِكُ باللّهِ شيئاً دخلَ الجَنَّةَ.

Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Ümmetinden kim Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer."[54]

قَالَ buyurdular ki رَسُولُ Resulü اللّهِ Allah مَنْ kim مَاتَ ölürse مِنْden أُمَّتِكَ Ümmetinلا  kılmadan يُشْرِكُ ortak باللّهِ Allah'a شيئاً hiç bir şeyi دخلَ girer الجَنَّةَ. cennete

Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürûdu: Buhari, Ebû Zerr el-Gifârî[55] (r.a)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ben (bir seferde) Nebî (salla'llâhu aleyhi ve selem) ile berâber bulundum. (Avdetde) Resûlullâh onu yâni Uhud dağını  görünce:
- Benim için Uhud'un altın olmasını, ondan (meselâ) bir dînârın üç günden fazla yanımda beklemesini arzu etmem. (O) bir dînârı (da) ben, yalnız borç (ödemek) için hazırla (mak iste) rim, buyurdu. Sonra Resûlullâh (devâmla):  
- (Malca) çok (zengin) ler vardır ki, onlar, (sevabca) çok azdırlar. Meğer ki, onlar mallarını şöyle böyle sarf etmiş olalar. Bu insanlarsa her halde azdır, buyurdu. Sonra Resûlullâh bana:  
- (Ben yanına gelinceye kadar) yerinde dur! buyurup uzak değil (şöyle yakın) gitti. Bu sırada ben bir ses işittim de Resûlullâh'ın yanına gelmek istedim. Sonra Resûlullâh'ın: ben gelinceye kadar yerinde bekle! buyurduğunu hatırladım (da vaz geçtim). Resûlullâh gelince:  
-Yâ Resûla'llâh! O işittiğim (ne idi?); yâhud o işittiğim ses (ne idi?) diye sordum. Resûlullâh:   
-Sen de (böyle bir ses) işittin mi? buyurdu. Ben de:   
-Evet, dedim. Resûlullâh:
-Yanıma Cebrâil (Aleyhi's-selâm) gelmişti de bana o:   
-Ümmetinden her kim Allâh'a hiçbir şeyi ortak koşmayarak (tevhîd akîdesiyle), ölürse, Cennet'e dâhil olur, dediğini hikâye buyurdu. Ben:
-(Yâ Resûla'llâh!) şöyle (zina gibi), şöyle (hırsızlık gibi) bir günah işlerse de mi? diye sordum. Resûlullâh:   
- Evet! diye tasdik buyurdu.[56]

Bu girişten sonra şirki tarif etmeye çalışalım.
Şirk: "Şe-ri-ke" fiilinin masdarı, ortak olma demektir. Dinî anlamda şirk, Allah'a eş ve ortak koşma manasına gelir.

Bu fiilin dört harfli "if'âl" babındaki şekli "eşrake"dir ve ortak tanıma, ortak koşma demektir. Bu babın ismi faili olan "müşrik" de, ortak koşandır.[57]

Şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kur'an'da yüzelliyi aşkın yerde geçmektedir.

Kur'an-ı Kerim'i incelediğimiz zaman, şirke düşen insanların nefislerine tabi olarak tevhide karşı çıkmalarının neticesinde bu duruma düştüklerini görüyoruz. Bütün müşrik toplumlarda, genellikle ahlaksızlık, nefis duyguları, zulüm, hırs, azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hakimdir. Şirkin temeli, insanların Allah'a tam manasıyle inanmamaları, O'nun emir ve yasaklarına gerektiği gibi uymamaları ve ondan sonra yukarıda arzedilen süfli bir duruma düşmelerine dayanır. Bu husus birçok âyette dile getirilmiştir.[58]

Kur'an âyetlerinden başka, çeşitli hadislerde ve ilmî eserlerde de şirk konusuna geniş yer verilmiştir. Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir.

Şirk'in zıddı tevhiddir. O da, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmekle beraber, O'nun tasarruflarında tek kudret sahibi olduğunu, hüküm ve irâdesinin her şeyin üstünde bulunduğunu kabul etmektir. İslâm dininde tevhid esastır. Hemen hemen bütün ibâdetlerin ana gayesi çeşitli konularda müslümanların arasında birliği sağlamaktır. Dünyanın her yerindeki müslümanların aynı ezanı okumaları, ibadetlerinde aynı kıbleye dönmeleri, tevhidin birer göstergesidir. Şirk bunun tam zıddıdır. Tevhid'in ana gayesi ve esas hedefi olan Allah'ın birliği hususundaki inancı zedelemek, O'na ortak kabul etmek, büyük şirk kabul edilmiştir.

Nitekim şirke düşen insan, bu hareketiyle kendi nefsine zulmetmiş olur.[59] Ve yine şirk göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın zorunlu olarak teslim olduğu küllî bir kanuna, yani Allah'ın tek ilah ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelinmekle Allah'ın hakkını O'na teslim etmemek bakımından da bir zulümdür.

Allah'ın Resûlü Hz. Muhammed (a.s) de, şirki helâk edici büyük günahların başında saymıştır: Bu hususu belirten bir hadiste şöyle buyurmuştur:

Helak edici yedi şeyden sakının:

1- Allah'a şirk (ortak) koşmak;

2- Sihir (ve büyücülük gibi göz boyayan, aldatıp oyalayan şeyler)le meşgul olmak;

3- Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak;

4- Yetim malı yemek;

5- Savaş alanından kaçmak;

6- Faiz yemek;

7- İffetli, namuslu, suçtan beri, mü'mine kadınlara zina isnâd etmek."[60]


* Şirk: mutlak küfür değil, Allah'a ait olan vasıfları Allah'tan başkasına vermektir. Şirkin, şirket ve ortaklık anlamına gelmesinin sebebi bunun içindir.

* Bir kalpte iki mabud olmaz. Aynı zamanda iki sevgide olmaz. Ya Allah sevilecek, ya da Allah'la beraber başka şeyler sevilerek, şirk akidesi taşınacak.

* En büyük şirk, insanın Allah'tan başkasına ibadet edip, kendisiyle Allah arasına engeller koymasıdır.

* Lokman (a.s)'ın oğluna nasihatinde:

وَاِذْ قَالَ لُقْمنُ لِابْنِه وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَىَّ لَاتُشْرِكْ بِاللّهِ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظيمٌ

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”[61] Çünkü şirkte Allah'ın hakkı ve hukuku çiğnenmiş olur, Allah'a ait hakkı başkasına vermektir ki, bu da büyük günahtır.

İşte,  اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظيمٌ ayeti, şirkte hadsiz ve çok büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir. Şirk öyle bir cürümdür ki, herbir mahlûkun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür; ancak onu Cehennem temizler.[62]


KAYNAKLAR

[48]  Nisa,4/116.
[49]  Râzî, a,g,e. 10/41; Çetiner, Esbab-ı Nüzul: 1/272; M.Hamdi Yazır, a,g,e. S,1467; Kurtubi, a,g,e. 5/478.
[50] Nisa, 4/116.
[51] Tevbe, 9/ 31.
[52]   Beyine, 98/5.
[53]  Nisa,4/116; Seyyid Kutub, Fizılâlı'l-Kur'an, (Çev: M. E. Saraç, İ Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, İstanbul,) 3/ S,448-449.
[54]  Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153; Tirmizî, İman 18.
[55] Kettani "Nazmul Mutenasir minel Hadisi’l Mütevatira" h. no. 101; bu hadisin mütevatir olduğunu kaydeder ve 13 Sahabi ismini zikreder.
[56] Buhârî, Cenaiz, 1, Libas, 24, İsti'zan, 30, Rıkak, 13,14, Tevhid, 33; Müslim, İmân, 153, 154, Zekat, 32,33; Tirmizî, İmân, 18; Ahmed b. Hanbel, 5, 152, 159, 161, 6, 166; Tahavi, Şerhu Meani’il-Asar 4/287.
[57]   el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an, Mısır 1961, II/ 259.
[58]   el-A'raf, 7/80, 81, 85, 86; Yusuf, 12/23, 25, 28, 29, 30, 31, 35; el-Hicr, 15/3.
[59] Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyun, Beyrut, 1992, 4/333.
[60] Buharî, Vesaya, 23, Tıb, 48, Hudud, 44; Müslim, İmân, 144; Ebû Davûd, Vesâya, 10; Nesâi, Vesâya, 12.
[61] Lokman, 31/13.
[62] Said-i Nursi, İkinci Şua – S, 851.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı