Halife Abdülmecid
Osmanlı devletinin saltanat dönemi Sultan G.Mehmed Vahideddin Hân'ın vatancüdâ olması hasebiyle son bulmuştu. Hilafetin ibkası ise devam etmekteydi. Bu makam Hanedan-ı Âİ-t Osman'ın ekber veliahdı ve ülkedeki en büyük erkeği olarak Veliahd Abdülmecid EfendPye TBMM kararıyla yapılan bir seçim sonunda tevcih olundu. Abdüfmecid Efendi Dedesi, Sultan Abdülmecid Hân'ın adını taşımakta ve merhum şehid Sultan Abdülaziz Hân'ın, Hayranıdil Kadın Efen-di'den dünya'ya gelen oğludur. Doğumu, Dofmabahçe Sarayında 29/Mayıs/1868'de İstanbul'un fetih yıldönümünün 415.sine tesadüf etmiştir. Padişahın ortanca oğludur. Bilindiği gibi, Sultan Aziz'in üç erkek evlâdından ekberi Yusuf İz-zeddin Efendi olup, en küçüğü ise Seyfeddin Efendidir. Sultan Abdülaziz şehid edildiğinde Abdülmecid Efendi henüz 7 yaşındaydı. Bu demektirki, 1842 doğumlu olan Sultan 2. Abdülhamid hân, 26 yaş büyük olduğu Abdülmecid Efen-di'den doîaysı ile amcazadesine babalık görevi yüklenmiştir. "Son Halife Abdülmecid" adlı değerli biyografik eserin sahibi O.Gazi Aşiroğlu, Burak Yayınevince neşrolunan eserinde 14.sahifedeki şu ifadesi, bizim beyanımızı desteklemektedir. "..Saltan Abdülhamid,Abdülmecid Efendiyi çok setlerdi. O'-nun öteki kardeşlerinden daha serbestçe davranmasına izin verirdi. Şehzadenin, Abdülhamid Hân'ın nezdinde ayrı bir yeri vardı. Türklerin Hakanı ve İslamların Halifesi, bayralar-da kendi şehzadelerine hediye olarak ne alınırsa Abdülmecid Efendi'yede aynıları verilirdi. Abdülmecid Efendi, devrin gereğine uyup, Abdülhamid Han'ın şehzadeleriyle Fransızca öğrendi. Öğretmeni; Fransız Sefaretinden Mösyö Guyut'tu. Mösyö Guyut; Bağlarbaşındaki köşkte yatıp kalkan Pazar günleri izinli sayılırdı. Şehzâde'nin Farsça hocası: Nervet Hanımdı. Safiye Ünüvar hatıralarında Nervet Usta hakkında şu bilgileri veriyor: Sultan Reşad, şâir ve dindar idi (Lütfi Simavi Bey'i bu cümle yalanlıyor. Safiye hanım Saray'ı pek iyi bilen bir insan olarak, Lütfi Simâvi Bey'e nazaran daha inanılır bir kaynaktır bence bu bakımdan Çanakkale için yazdığı şiiri onun yazmadığı noktasında beyanda bulunan Başmabeyn-ci'nin maksadını bilemezsek de, Safiye Ünüvar merhumeyi bu nokta da tercih ediyorum.m.h) Bir vakit namazını bıraktığı görülmemiştir. Halifey-i Rûy-i Zemin sıfatını taşıyan bir insana yakışacak şekilde dinine bağlılığı vardı. Maiyetinde çalışanların hepsinin namaz kılmalarını emrederdi(..) Saray'da Saltan Aziz zamanından kalma tiervet Usta vardı. Bilgili ve Farsça diline aşina yaşlı bir kadındı. Onu sık sık huzuruna çağırır ve kendisiyle konuşmaktan pek hoşlanırdı. Bu kadı-nefendi, aynı zamanda, Şehzade Mecid Efendinin de ders hocalığını yapmıştı" Demektedir. Böylece 2.Abdülhamid Hân'dan sonra Abdülmecid Efendi'yi Sultan Reşad'ında vikaye ettiğini görüyoruz. Sanatkâr ruhlu bir zât olup, edib, ressam, müzisyenlere çok değer verir ve bu kişilerin sanat alanındaki başarılarından hiç de aşağı olmayan, kimi dallarda onlara faik olan becerileri vardı. Fakat takdir etmesi hanedanın bir miras gibi biribirlerine devrettikleri hâl Mecid Efendi'de de pek gani olarak mevcuddu.
Bu gün Aşiyan müzesinde bulunan Tevfik Fikret'in meşhur Sis Şiirinden aldığı ilhamla yaptığı tabloyu şâire hediye etmiştir. Abdülhakhamid'e Finten adlı oyununun şehir tiyatrolarında sahne alması münasebetiyle köşkünde yaptığı bir dâ-vetdeyse Şâiri azama ve davetlilere üzerinde Finten yazan som altından birer kravat iğnesi hediye etmiştir. Yukarıda adı geçen eserin sahibi Aşiroğlu Bey, kitabın kapağının arka tarafında şu ibare ile Abdülmecİd Efendi'nin beyanını koymak suretiyle bir çok insanımızın bazı hakikatlere muttali olmasını temin hususunda hayli makbul bir işlem yaptığını belirtirken, biz sahifemizi oradan aldığımız alıntıyla süslemek istiyoruz:
".Düşününüz, giderken bir zarf içinde ikibin sterlin lütfetmişler. Bununla koskoca bir saray halkı hangi bir otele yerleşir, hangi masrafı karşılayabilir Biz de, başka hükümdarlar gibi giderken oe gitmeden önce hazineden pek kıymetli mücevherleri kaldırabilirdik, amma memlekete mal olmuş şeylere el sürmeyi vicdansızlık addederim. Sonra arkamızdan neler işitmedik? Yok biz hâinmişiz, biz Milli Mücadeleyle ilgilenmemişiz,' biz düşmanla işbirliği etmişiz, bütün bunların aslı esası yok! Vahdeddin de maalesef etrafındakilere uydu. O'na bazı şeyler söylenebilir Bana gelince, Allah da bilir, Peygamberde yarın şefaat edecektir. Oğlum Ömer Faruk'u Anadolu'ya gönderdim. Maksadım: İstanbul'dan kaçıp Anadolu'ya gelmek, İslâm mücahidlerinin başına geçmek ve bütün âlem-i İsiâmı ayağa kaldırmaktı. Ama ne yapayım ki, oğlumu İnebolu'dan çevirdiler Teklifimi red ettiler O zaman bize İstanbul'da işin sonuna kadar oturmak düştü. Milli zafere bir çocuk gibi sevindik. Mustafa Kemâl'i kucaklamak, hâttâ kızımı O'na vermek bile istedim, fakat kimse bunu anlamak istemedi. Mustafa Kemâl Paşa'nın Rafet Paşa'ya: Ben Enver Paşa olmak istemem dediğini söylediler,amma biz kendisini Enver Paşa yapmak istememiştik!"
Hemen bahse konu kitabında Aşiroğlu Beyefendi 165.sahifedeki şu paragrafla Abdülmecİd Hân'ın yüksek karakterini ortaya koyduğunu görüyoruz, şöyleki: "Sabık halifenin kızı Dürrüşşehvar Sultan'ın, dünya'nın en zengin ailelerinden, birisi olan Hind Mihracelerinden Haydarabad Nizâm'inin oğlu ile evlenmesi de, kendisine Hindistana yerleşmek ve hilafet makamını Cava ve Sumatra yâni bugünkü Endonezya'da yaşayan yüzmilyon mu.slo.man ilâve olarak, Pakistan ve Hindistan'ın muhtelif yerlerindekilerle beraber, ikiyüz milyonu aşan müslüman kitlesinin yaşadığı bölgede ihya ve devam ettirmesi teklifinin tabii neticesi olarak karşılanmıştı. Fakat Abdülmecİd Efendi, Hindistan'a yerleşmek, daha sonra da sonrada hilafeti orada tesis etmek yolundaki teklifleri red etti. Ne İngiltere'den ne Fransa'dan doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak gelen, daha sonra Mısır Kralı Birinci Fuad'ın cazip tekliflerine müsbet cevap vermeyerek, vaziyetini muhafaza etti." Yâni maddi zorluklar içinde yaşamayı göze aîıp, makam-ı muallayı satılığa çıkarmadı. Sultan Vahideddin'de aynı davranış içinde olduğundan bu vasf-ı mümeyyiz hane-dan-ı Osmâniyanın ne kadar iftihar etse yeri olan bir davranış biçimidir.
Abdülmecİd Efendi'nin milli mücadeleye ne kadar destek verdiği, daha sonraları general Yümni (Üresin) Paşa o yıllarda yaverlerden olduğundan bu işlerin şahidinden olup, hatırlarında aleyhte söz etmemektedir. DP'döneminde mebus da olan Paşa, bakanlık görevinde bulunduğunu da hatırlıyor gibiyim. Sultan 6. Mehmed Vahideddin'in ülkeden ayrılmasının akabinde 18/Kasım/1922'de, TBMM'nin yaptığı içtimada 148 milletvekili reylerini Abdülmecİd Efendi'de topladı. Böylece Efendi saltanatsız olarak hilafeti omuzlarına almış oldu. Bu hâli daha evvel tahmin eden sabık padişah Havideddin hân ve hanedan'ın üyelerinin bir çoğu bu tarz bir hilafeti uhdesine almamasını hatırlattılar.
Fakat Efendi Hazretleri, görev alınmazsa kendi geleceklerinin daha çabuk sıkıntılar getireceğini tahmin ettiğinden bu me'suliyetin altına girmeyi vazifenin kûtsîliği ve hanedan'ın akıbeti bakımından kabul etmeyi tercih etti. Meclis, halifenin seçildiği içtimada Mehmed Selim Efendi'ye üç rey, Abdürra-him Efendi'yede iki rey çıkmış böylece halife ır-sen değil, namzetler şeklinde seçilmiştirki, bu halifelik için yapılan ilk tür seçimdir hilafetin ihdasından sonra. Mesela Takiyüddin Taktaki adlı bir zat'a da rey verilebeleceğini ihsas etmek istemişlerdir. Abdülmecid Efendi'nin hilafet müddeti, 1 sene, 3 ay, 15 gün sürmüş ve 3/Mart/1924'de son bulmuştur. Abdüi-mecid Efendi'nin son Cuma selamlığı 29/Şubat/1924'de yapılmıştır. 6/Ekim/1923'de İstanbul'a duhûl eden Kuvayı Mil-liye-miz, hilafetinde kaldırılabileceğinin işaretlerini vermeye başlamıştı. Çünkü, halife'ye gösterişli merasimlerden kaçınılmasını ifade eden mütalaalar duyuruluyordu. Refet Paşa'nın Abdülmecid Efendi'ye Beyaz bir at hediye etmesi Ankara'yı kızdırmıştı. Nihayet Lozan muahedesinin imzalanmasının ardından meclis 341 sayılı kanunu çıkarmış ve bu kanunun 1.maddesi halife hâl edilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhûmlarında esasen mündemiç olduğundan, makam-ı hilafet mülgaadır. 2.madde ise, Hânedan-i Âlî Osman'ın Türkiye'den ihracını âmirdi.
İstanbul Valisi Ali Haydar (Yuluğ) Bey ve İstanbul Poîis Müdürü Sadeddin Bey ve lâzım gelen elemanlarla birlikte Dolmabahçe Sarayına gitmişler ve Ali Haydar Bey merhum pek mükedder ve refiki Sadeddin Bey'de üzgün bir hâl içinde olduklari halde durumu özel bir oda da halifeye aktarmışlardı. Gayrıresmî olarak daha önce duruma muttali olan halife önce bir mukavemet ifadeleri beyan etmiş ve yine Haydar Bey'in ricası üzerine daha bir başka oda da görüşmeleri üzerine Abdülmecid Efendi durumu kabullenmiştir. Bu satırların yazan, Alî Haydar Beyzade emekli kaymakamlardan Melih Yuluğ Bcvefendi ile gerek naşir ve yazar münasebeti gerekse de peder-evlad münasebetleri Melih Beyefendinin irtihali dârı beka eylemesine kadar devam etmiştir. Bu mevzuyu biz sormaktan haya ederdik, o ise sorulmadan hiç bir şey anlatmayan tarzı sürdürürdü ki, bir gün mevzuyu okurken yanıma gelmiş ve şu ifadeyi beyan eylemişti. Babamın en üzüldüğü iki vak'a vardı. İlki, Bolu valisiyken, bir takım âsilerin eline geçmiş ve onların hakaret dolu sözlerine ve bir tokatına muhatap olması, diğeri de Halife Abdülmecid'e, terk-i vatan etme hususunda tebliğ ettiği görevdi, demiştir. Pek enteresandır ve hikmeti ilâhidir ki, ülkede herkesten çok kalma hakkı olan bir hanedan yurt dışı olunurken, nice Dönmeler baştacı ediliyor, ahali ise bir takım iç çekişlerle sessiz muhalefetini yapıyordu. İşte. Cuma Namazını, Salı günü kılmayı kabul eden topluluk vak'asıni hatırlamak gerekir.
Halife Sürgünde
4/Mart/1924 sabahı saat 5.30'u gösterdiğinde iki çocuğu ile doktoru, hanımları ve kâtibinin yanında bir uşağı ile otomobille getirildikleri Çatalca'da Simplon ekspresine konmuşlar bindikleri özel vagon İsviçre'ye vardığında halife burada bir deklarasyon yayımlayarak vaziyeti müslüman dünyasına duyurdu, TC hükümetinin bu kararına itirazlarını haykırdı. Hindistan müslümanları en çok heyecan gösterenlerdi. Milli Mücadeleye Hind müslümanlannın gösterdiği muavenet şüp-hesizki müslümanlar kardeştir mealindeki ayet-i kerime icâbıydı.
Halife mü'minlerin emiri olduğu için Hind müslümanları düşman karşısında bizi desteklemişlerdi. İngilizler, Hindistan sömürgesi olduğundan bunlarla mesele çıkmasın diye İngiiiz askeri yerine işi Yunan ordusuna ihale ettiler. Hind müslümanlannın kurduğu Hindistan Hilafet Komitesi, Halife Ab-düfmecid'e yaşadığı müddetçe dolgun bir tahsisat bağladılar.
Haydarabad Nizamı bu tahsisat'ın büyük bir bölümünü ödemekteydi. Daha sonra da, Halife Abdülmecid ile Nizam dünür oldular, halife'nin kızı Dürrüşşehvar Sultanhanım, Hayda-rabat Nizamının oğluyla izdivaç ettiler. Halife Abdülmecid vefatına kadar Avrupa'da Paris'de yaşamak mecburiyetinde kaldı. Vasiyeti vefatı vukubulduğunda, Dedesi Sultan Mah-mud Türbesine, babası Abdülaziz Hân'ın yanına konmaktı. 23/Ağustos/1944'de emr-i hakk vâki olduğunda saat akşamın 9'unu yâni 21 'i göstermekteydi.
Dürrüşşehvar Sultanhanım, Nizam Prensinin hanımı olması hasebiyle İngiliz pasaportuna hâmildi. Halifenin vasiyetini ifaya gayret eden başda kızı Dürrüşşehvar Sultanhanım olduğu halde hanedan üyeleri ellerinden geleni geri komadılar. Gelmiş olduğu Türkiye'de Dürrüşehvâr Sultanhanım, Çankaya'da İsmet Paşa ve Mevhibe hanımla yemek yemekle beraber gösterilen nâzik kabule rağmen defin işine mezuniyet alamadı. Paris Camiinde Abdülmecid Efendinin naşı taş bir odada beklemek mecburiyetinde kaldı. 1950 sonrasında iktidar olan DP'nin tek başvekili Adnan Menderes defnetme işine sıcak bakmıştı. Mevzuata uygun olarak TBMM dilekçe komisyonuna bir dilek çe yazmasını ve bir ay içinde bir itiraz zuhur etmediği takdirde, defin işinin gerçekleşebileceği bildirilen Dürrüşehvâr Sultanhanımda, böyle bir dilekçe yazmış ve komisyona vermiştir. Hiç kimse böyle bir talebe birinin çıkıp da itiraz edebileceğini ummaları akla ziyandı. Fakat sapı sizden dercesine, DP listesinden Kırşehir mebusu olmuş bulunan E. Amiral Rif'at Öndeş bu itirazı yapınca defin işi imkansızlaştı. Dürrüşehvâr Sultanhanımın kuvvei mâneviyyesi kırıldığından naşı alıp Medine'ye götürüp orada Resulüllaha komşu kıldılar.
Fevkalâde güzel bir ressam olan merhum halife, daha on-oniki yaşlarındayken kızı Dürrüşehvâr Sultanhanımın, pek güzel bir folklorik kıyafetiyle resmini yapmış ve Dolmabahce Sarayında salonların birinde asılı olarak kalmış. Kimse de or-dan kaldırmamış ve saray'ın ziyarete açılmasından sonra ziyaretçilerin bu resimin güzelliği dikkat çekmekte olup, re-simdekinin kim olduğu sorulduğunda zamanla cevap olarak atmasyon bir isimin söylendiği görülmüş ve hayli zaman da bu böyle devam edip, gitmiş. Nice yıllar sonra bir İngiliz turist kafilesinin mezkûr sarayı ziyaretinde kafileden biri, resim hakkında rehberden bilgi istediğinde rehber alışılmış hikâyeyi okumaya başlamış ki, içlerinden bir bayan, biraz dinledikten sonra dayanamamış, pek asilâne ve nefis bir Türkçe ile bu beyanı nasıl yaparsınız? Evet! Doğrudur, Son Halife Hz.le-rinin yaptığı bir tablodur. Küçük kerimeleri Dürrüşehvâr Su!-tanhanımdır o resimdeki mealinde sözlere karşılık, rehber kendi beyanında İsrar etmek temayülü gösterince, hanımefendi daha otoriter bir ses ile,evet efendim o resimdeki kız Dürrüşehvâr Sultanhanımdır der demez, rehber'de ne biliyorsunuz? Cevabı verince turist bayan da, biliyorum! Çünkü o resimdeki Dürrüşehvar benim dediğinde herkes donmuş kalmış.
Bu müthiş darbenin şaşkınlığını atlatan rehber doğruca sarayın müdürünün yanına koşmuş vak'ayı haber vermiş müdür bey'de hemen kafilenin yanına gelmiş Dürrüşehvâr Sultanhanıma mülâki olup kendilerine yer gösterip ikramlarda bulunduktan sonra: Efendim niçin böyle habersiz, bir turist gibi geliyorsunuz? Haber versenizde sizin eviniz olan burada sizleri sânınıza lâyık şekilde ağırlayalım demek suretiyle pek nâzik bir davranış sergilediğini ve bu ifadenin Sultanhanımın gözlerini buğulandırdığını bana hanedana hizmet veren kıymetli bir dostum nakletmişti. Şimdi son halife Abdülme-cid Efendinin, eş ve çocuklarıyla ilgili bölümü yazmaya geçelim.
Halife Abdülmecid'in Hanım Ve Çocukları
Halife Abdülmecid Efendi dört izdivaç yapmıştır. Bunlardan ilkini Şehsüvar Başkadınefendi ile 22/Aralik/1896'da Ortaköy sarayında 7.veliahd iken yapmıştır. Halife'den bir sene sonra 1945'de, 64 yaşında olduğu halde Paris'de vefatı vukubulmuş buradaki Bobigny müslüman kabristanında def-nolundu. İstanbullu olan Şehsüvar Hanımefendi, 2/ Mayıs/188 l'de doğmuştur. Halife Abdülmecid Efendinin biricik oğlu Ömer Faruk Efendi bu hanımından tevellüd etmiştir. Evlilikleri Halife hz.îerinin vefatıyla münakid olmuş ve 47 sene, 7 ay, 28 gün sürmüştür. Hanımefendi, Türkiye'den çıkarıldıklarında 43 yaşının içindeydi.
Abdülmecid Efendi'nin 2.kadınefendileri 2/Mart/1876'da Bandirma'da dünyaya gelmiş bulunan Hayrünnisa Hanımefendiyle yapmışlardır. Kocasına bir evlad verememiştir. Vefatı, Abdülmecid Efendi hayatta iken 3/Eylül/1936'da Fransa'da Nice vukubulmuştur. İzdivaçları 18/Haziran/1902'de Ortaköy sarayında gerçekleşmiştir. 34 sene, 2 ay, 15 gün süren evlilik hanimefendİ'nin dâr-ı bekaya irtihali münasebetiyle son bul- muştur.
Halife Abdülmecid Efendi'nin 3.İzdivacı Atiyye Mehisti İsimli Adapazarı'nda tevellüd etmiş bulunan ki 27/Ocak/1892'de doğmuş olan bu hanımefendi ile olmuştur. Bu Atiyye Kadınefendi Dürrişehvâr Sultanhanımın vâlidesi-dir. Vefatı 1964'de Londra'a vukubulmuştur. Vefatında 72 yaşındaydı. Haydarabad Nizamı'nın gelini olan kızıyle Ömrünün büyük bir kısmını geçirmiştir.
4.Kadınefendi ise Bihruz hanım olup, İzmit'te 24/Mayis/1903'de dünya'ya gelmiştir. 1955'de İstanbul'da vefat etmiştir. 21/Mart/1921'de Çamlıca Veliahd Sarayında başlayan evlilik hayatları, 23 sene, 4 ay, 29 gün sürmüş hafife hazretlerinin dâr-ı bekaya irtihalleri münasebetiyle nihayete ermiştir.
Halife Abdülmecid Efendinin çocuklarına gelince bunlar iki tane olup, Hatice Hayriye Ayşe Dürr-i Şehvâr Sultanha-nım Üsküdar İcadiye Tepesindeki Kasr'da 24/Şubat/1914'de doğmuştur. Hanedan'ın padişah ve halifelerinden dünya'ya gelen çocukların sonuncusudur. Haydarabad Nizamının oğluyla yaptığı izdivaç hanedan üyelerinin geçimlerine bir kolaylık sağladığı görülür.
Halife Abdülmecid Efendi'nin bir oğlu bulunmakta ve adı da Ömer Faruk Efendi'dir.
Ortaköy Sarayı, 29/Şubat/1898'de bu şehzadenin doğduğu yerdi. Osmanlı şehzadesi olarak milli mücadelemiz için pek mühim sayılacak harekâtı gerçekleştirmiştir bu da, Anadolu'ya çok zor şartlarda vapur yolculuğuyla İnebolu'ya gelmesi ve Ankara'nın bu zâtı geri çevirmesi, ilerleyen yıllarda yazılı târihler üzerinde pek mühim değişiklikler getiren hatırat, mütalaa ve kabullenişlere sebeb teşkil edecektir. Kendi adıma yakınlarım ve arkadaşlarım arasında takriben iki yüz kişi üzerinde bir soru anketi yaptım ve bu şehzadenin ne zorluklarla yaptığı vapur seyahatinden haberleri yok, iki üç kişi bir şeyler duymuştum amma demekten Öteye geçemediler. İnebolu'dan geri çevrildiğini söylediğimde şaşkınlık büyüdü, inanılmaz bulanlar kahir ekseriyeti teşkil etti. Bazı gizlilikler ve bazı yasaklar meriyetten kalktığında bu hususdaki mütalaalar hürriyete kavuşacaktır. O zaman da, haklan yenmiş bir takım kahramanlar târih önünde itibariarına kavuşacaklar, uğradıkları mağduriyetin manevî bakımdan giderilmenin memnuniyetini yaşayacaklardır.
Ervah âlemî bunu duymaz zannetmeyelim. Neyse; Ömer Faruk Efendi 26 yaşının 5. ayını sürdürürken vatancüdâ olundu. Vefat ettiği 28/Mart/1969'a kadar vatan dışında yaşamak mecburiyetinde kaldı. 1907'de kurulmuş bulunan Fenerbahçe Spor Klübünün dört dönem reisliğini yüklenen Ömer Faruk Efendi'ye 1925'de Arnavutluk Kralı olma şansı doğduğunda o sırada başbakan durumunda olan ve sonrada bu ülkeye Kral olan Ahmed Zogo, İngiliz'lerin isteğini bir bakıma yerine getirmişti. Amma; bu Arnavutlar davranışdan dolayı nice çile ve meşakkatli yıllar yaşadılar ki, bu Ömer Faruk seçimini yapmamanın bedeli olarak düşünülmelidir. Bunun yerine; Ahmed Tevfik Paşa'nın casus olarak kullandığı Ahmed Zogo'yu, böyle asil ve devlet tecrübesi olan biri varken kral olarak tercih etmeleri yanlışları oldu.
Evvelâ 30/Mart/1969'da Kahire'de defnedildi. Daha sonra 1977 nisan'ının nakli kabir münasebetiyle Sultan Mahmud Türbesinde defnolundu. Şehzade Ömer Faruk Efendi, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arabça bilmekteydi. Kültürlü bir insandı. Vefatında 71 yaşını 28 gün aşmıştı.
Osmanlı Hanımlarının Ev İçi Ve Dış Giyimi
Sevgili Özer Şenler büyüğümün kerimeleri hanımefendi bir telefon görüşmemizde dediki, aman metin Amca, çalışmanızdan haberdarım, istirhamım bizim Osmanlı klâsik târihlerinde kadın giysilerinden pek bahsedilmez. Lütfen bu kafileye siz de, iştirak etmeyiniz. Demek suretiyle pek yerinde olduğunu hissettiğim bir ikazda bulundular. Fakat, çalışmayı editörüme vermeyi vaad ettiğim gün de gelip çatmıştı. Bu bakımdan dağarcığım da bulunan bilgilerden bir demetle iktifa etsemde alışılmışın dışına çıkmayı bu hanımefendi kızımın ikazı ile yapmış olmanın teşekkürünü etmeden geçemeyeceğim.
Osmanlı hanımları tabiiki giyim ve kuşam anlayışında, kendileri bizzat Kur'an-ı Kerim' den okumasalar bile ulemânın ve imam efendilerin kendilerine ulaştırdıkları bilgilerle tesettür âyetlerine uygun giyim şartlarını oluşturmaya çalışmışlardır. Bu espri içinde husule gelen biçimlerde zaman içinde, bilgiden ve gerektiği ahkâmdan bihaber olarak gele nekselleşme vücuda geldiği görülür. Meselâ; annem böyle giyiniyor, demek ki olması ge reken bu! Deyip, onlar gibi giyim problemini halletme yoluna gitmişlerdir. Giyim hususu dâima başkalarından beğenmek suretiyle edinüdiğinden bu kaidenin islâm kadınlarında da aynen cereyan ettiğini söylemeden geçemeyiz.
Devlet-i ebed müddet anlayışı içinde Osmanlı hanımefendileri ve en basit kadın giyimleri islâm çizgisinde hayat süren Devlet-i Selçukî'ye hanımefendilerinin çizgisini sürdürmekden hiç de imtina etmeyip, tatbik etmişlerdir. Yine de, harp ve sulhların getirdiği göze hoş ve şer'! şerife mugayir olmayan dış kıyafetler tercih olunmuş, iç kıyafetlerdeyse şarkın kendine has gizliliği olan ev ve yatak hayatı genel olarak meknuz ve hafi tercihi üzerinde yoğunlaşıldiğından, bu hu-susda târih perspektifinde verilen bilgilerin çoğu, siradişi hayatı olanların olup, dışlandıkları toplumu kendi süfli yaşayışlarının aynını yaşamakta olduğu intibaına, sonraki nesilleri inandırma gayretine matuf olup, bilerek veya bilmeyerek islâm düşmanlarının da ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Kültür bakanlığının bu mevzuda l/Eylül/2002'de yayımladığı bir araştırmada şu ifadeleri bulmak kabildir. Biz bu değerli makaleden bir takım aynen aktarmalar zaman zaman da özetlemek suretiyle sahifemizi süsleyelim: "Türk kadın giysinin en önemli özelliği, yüzyıllar boyunca aynı geleneksel çizgiyi koruması ve sokakta giysinin kumaşı dışında kişilerin maddi gücünü yansıtan veriler taşımamasıdıı: Kadınların 12. Ve 14. Yy'lardaki giysileriyle başlıkları konusunda bilgiler, çini, taş eserler ve minyatürlerdeki betimlemelerden (görüntülerden) alınabilir, Selçuklu kadınlarının ev giysileri gömlek, şalvar ve entariden oluşur. Şalvarlar bol paçalı, entariler uzun bol kollu yakasız üe genellikle önden açıktır. Çoğu kez etek uçları, öndeki yırtmaç veya açık olan ön kısım geniş biyelerle çevrilmiş, kolların üst bölümüne Arap giyim kültürünün bir öğesi olan tiraz denilen bantlar konulmuştur. Selçuklu kadınları bol enta rilerine,bellerine taktıkları kuşak yada kemerlerle, dizkapağı ile topuk arasında bir uzunluk vermişlerdir; giyimlerini çeşitli süslerle zenginleştirirler. Bunlar diademler, küpeler, inciler, bilezikler, ve ayak bileklerindeki ha inallardır
Büyük Selçuklu devri kadın giysileri konusunda bilgi veren kaynaklardan biri, İran'ın önde gelen seramik merkezi olan Rey'de bulunan, 12. ve 13.Yy.Harda perdah tek niğinde yapılmış tabaktır. Bugün metropolitan Muesum of artta sergilenen bu tabak taki kadın'ın uzun saçları örgülüdür Başında inci sırası oe alnın ortasına rastlayan yerinde yuvarlak taşta dizisi süslenmiş bir diadem vardır. Kulağında birbiri altından sarkan üç halka ile zenginleştirilmiş küpe, üzerinde önden açık bir entari bulunur Kadın figürün entarisi bou-nundan aşağıya doğru v biçiminde açıktır; kollarının üst kısmında şerit vardır.
13.Yy.başlarında Konya'da hazırlanmış Varka ve Gülşah adlı aşk romanındaki minyatürler, Anadolu Selçukluları devrindeki giysiler açısından önemli bir kaynaktır.
Kadın ve erkek giysileri arasındaki ilk göze çarpan ayrım, kadınlarda görülen inci kolyeler ile incili veya alnın üstünde tek taşla taçlandırılmış diademlerdir. Sevgililerin ikisi de, aynı boyda entariler giymişlerdir. Gülşah'ta paçaları geniş şalvar ve küçük yüzlü ayakabıtar vardır; entarisinin yakası V kesimlidir ve yakasından inci dizilen görülür. Başında alnın üst bölümünde yaprağa benzer bir taş dikkati çeker
Güişah gerektiğinde erkek gibi giyinip savaşa gider. Kadın figürlerin gayet açık giysilerle betimlendiği ve eğlencelerde kadınlı erkekli gurupların bir arada bulunduğu halkın bazı kervansaraylarda kadın okuyucuları dinledikleri, seyrettikleri düşünülürse, Selçuk'tu kadınlarının son derece özgür oldukları anlaşılır. (Bu figürlerin gösterdiği motifler ve beraberlikler bütün toplumu değil, o dönem ressam ve sanatçılarının şahsi görüşlerini ve tasvirlerini toplumun hayat tarzı olarak kabullenmek ne derece doğru bir harekettir, umumiyetle sanatkârlar toplumdan farklı bir düşünce tarzı içinde olduğu hatta bu düşüncesinin tatbikatı toplumla arasında bir farklılık meydana getirmiştir, bu gün bile bu hâl rastlanan hallerden olduğunu hatırlatmadan geçemiyorum. Hele o çağlarda resim hakkındaki ihtilaf, minyatür sanatının gelişmesln de rol oynamıştır. Bu bakımdan minyatüre yönelenler aslında resim yasağından buna gelmişlerdir. Toplumun adet ve geleneklerini değiştirmek bu ressamların fikri anlayışında bir anarşi meucud olduğunu göz ardı etmemek lâzımdır,M,H) 13.Yy'ltn ortalarında Musul'da resimlendirilmiş "Kitab el Tiryak"ın saray sahnesinde dönemin kadın, erkek figürleri bîr arada bulunur. Aynı yapıtın U99'da yapılmış, Paris Bib-liotheque Mationel'deki başka bir kopyasının sunuş sayfasında da kadın figürlerine rastlanır. Kompozisyonun ortasındaki başı taçlı kadının saçları örgülüdür ve iki örgünün uçları geriye atılarak düğümlenmiştir. Kotları şeritle süslü entarisi önden bele kadar açıktır ue geniş parçalar şalvar giymiştir. Kulaklarında inci halka küpeler, boynunda iki sıra altın kolye dikkati çeker. Sahnenin dört köşesinde uçuşan meleklerin giyimi de aynıdır; başlarında taç yerine önü taşlı diadem-ler vardır." Denen çalışmada Sultan Fâtih Mehmed Hân dönemi için saray sanatı olan minyatürlerdeki tasvirleri şöyie nakietmekteler: ".13. Yy.dan itibaren Anadolu topraklarında egemen olan Osmanlılarda kadın, özellikle saray sanatı olan minyatürlerde izlenir. Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) dönemi minyatürlerinde kadınlar,eski Anadolu ve Orta Asya geleneklerini sürdürecek şekilde açık giyimlidir. TSMK'R.989'da kayıtlı, 1460 civarında Edirne'de minyatürle-nen Külliyat-ı Katibi, 15. Yy.Osmanlı saray kesiminin yaşam biçimini ve dönemin giysilerini sunması açısından önemli bir belge nitetiğindendir. Yapıtta yer alan Sultanın meclisinde müzisyen kızların betimlendiği minyatürlerde Suttan'm çevresinde içki ve yiyecek sunan hizmetliler, resmî görevli- ter, kadınlı erkekli müzisyenler yer alır. Resmin giysi yönünden en ilgi çekici tarafı kuşkusuz başlıklarıdır Başka çevrelerde rastlanılmayan bu başlık, erken Osmanlı kadın başörtme biçimi hakkında olduğu kadar, yapıtın târihlenmesi konusunda ip ucu verir. Müzisyen kadınlardan biri cenk, diğeri diğeri tef çalar; kenarda oturansa ellerini çırparak tempo tutmakta-dır.Çenk çalan kadın;arkaya doğru sarkan baş örtüsünün üzerine külahvâri başlık giymiş, alnının üstüne dilimli bir kaşbastı bağlamıştır. Tempo tutan hanımda da aynı tür baştık vardır. Tef çalan müzisyenin başlığı yoktur; uçları omuzlarına değen beyaz örtüsünün üzerine ortası dilimli koyu renk kaş-bastı bağlamıştır. Entarileri küçük yakalı, önden açık ve bele kadar düğmelidir. Fâtih Sultan Mehmed döneminde, Edirne nakkaş ha nesinde kopya edilmiş 1455/1456'ya târihlenen "Dilsuz-nâme" minyatürle/indeki kadınlarda da aynı tür başlıklara rastlanır. Fakat Yy.tın sonunda Sultan 2.Bayezid (1481-1512) döneminde hazırlanan minyatürlerde bu tür kadın başlıklarına rastlanmaz."
İstanbul'un feth olunması; yerleşik düzene geçiş, imparatorluğun sınırlarının genişlemesi ve iktisadî şartların hâli, kadın-erkek dünyasının ayrılmasına ve kadınların sokakda giyecekleri kıyafete kurallar getirildiği görülmüştür. 16.Yy.da yazılı ve resimli gerek yerli gerekse yabancı kaynaklara bakıldığında sokakda giymek üzere; ferace, yaşmak, ve her zaman olmamak şartıyla peçe kullanıldığı görülür. Ferace; önden açık bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yaka kesimi zaman zaman değişen biçimde olup,16. Ve 17.asırlarda ise genellikle V yaka veyahutda boyunda oturmuş yuvarlaklıkta olup, ön açıklığının iki tarafında yer alan dikey yırtmaç cepli olup sokak kıyafetidir. Yaşmak bayanların, sokakta feraceyle kullandığı genellikle bir parçası baş'dan çene'ye, diğer parçası da çene'den baş'a doğru bağlanan iki bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi, yaka'nin içinde de olabilen, zenginlerin ve saraylıların kolalamak suretiyle kullandığı beyaz bir örtüdür.
Bayanlar ile ilgili yabancı yazılı kaynaklardan 16. asrın ilk çeyreğine ait bilgileri genç yaşta esir alınıp 1501'de Osmanlı Sarayına satılan Cenevizli Givaantonyo Menavino'nun kitabından almaktayız. Bayezid-i Velî, Yavuz Sultan Selim devrinde Saray'da iç oğlanı olarak bulunduğunda ve Çaldıran savaşı (1514) sonrasında firar etmeye muvaffak olan ve ülkesine dönebilen Menavino'nun onbeş yılı kapsayan bilgileri arasında hanımların ince bezden barami adı verilen bir giysi ile şehre giderken de yüzlerine at kılından yapılmış bir peçe taktıklarını ifade edip, fakir ve köle kadınların da gözleri gözüksün diye peçe takmadıklarını, diğer kadınların bu konuda cimri olduğunu yazar.
Bir çok ecnebi elçi ve ressamlar 1533'de İstanbul'a gelip dolaşırlar ve bunlardan Flaman yâni Hollandalı bir ressam altı tane gravürle İstanbul ve Balkan memleketlerini görüntülemiştir. Halayıkların bohçaları taşırken verilen görüntülerinde yüzlerinin açık olmasına karşılık onların önünde yürümekte olan hür hanımların yüzlerinde, peçe mevcuddur. Bu ressamın gravürlerindeki şekiller, yukarıda adı geçen Mena-vio'nun yazdıklarıyla hem ahenktir.
Şimdi de Sultan Fâtih dönemi diyebileceğimiz, 1451 iie 1481 seneleri arasındaki zaman diliminde yapılmış minyatürlerde rastlanılan tasvirlerde kadınlarımızın kıyafetleri eski Anadolu ile Orta Asya geleneklerini sergİlediğiyle karşılaşılır. Manuel Serrano Sanz'ın 1905'de Madrid'de yayımladığı ilk baskıda ve daha sonraki baskılarda Andreas Laguna adında bir doktor tarafından kaleme alındığı anlaşılan "Viaje de Tru-quia" adlı seyahatnâmeyse üç kişi tarafından gerçekleştirilen bir sohbetten meydana gelmiştir.
Bunlardan biri olan Pedro, 1552 yılının İstanbuldaki kadın giyim tarzı için sohbet arka daşian Juan ve Mata'ya şunları aktarır: "kadınların büründükleri çarşafların renkleri ve kumaşları değişebilir; kimi bu renk, kimi şu renk, kimi ipekli çuhadan, ama o kadar. Kadınların başörtüleri bir yana, erkekleri kadınları hep bir çeşit giyinirler. Bizde olduğu gibi boyuna giysi değiştirmezler. Kadın veya koca, hangisi erken kalkarsa biribirlerinin el- biselerini giyerbilirler. Terziye elbise sipariş ettiklerinde model meselesi diye bir özenti ortaya çıkmaz. Bunlar elbiseleri asla süslemezler. Yalnız en üste giydiklerine pek ince olan bir astar geçirirler.
Terzi ölçü almaz elbisenin dikileceği kişiyi gören terzi buna bir elbise gösterir. Terziler hem usta hem de ucuzcudur. Elbise de dikiş çok oldukça elbisenin kıymetinin yüksek kabul edildiği bir vak'adır" Yine: 1554 ile 1562 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul'da üç defa b.elçilik görevi ile bulunmuş olan Flaman asıllı Busbek'in, memleketindeki bir dostuna yazdığı mektupda: "kadınların sokağa çıktıklarında-ki gördüğüm kapalılıkları benim onları birer hayalet sanmama sebeb oldu demektedir.
Yine, Busbek ile birlikte aynı dönemi yaşıyan Ressam Melchior Lorics, Kanuni Sultan Süleyman devrinin Osmanlı hayat tarzıyla ilgili çizimleri bulunmaktadır. Bu çizimlerde bulunan dört Türk kızındaki figürlerin giysileri, uzun feraceleri, fes biçimi hotozları ve uçları püsküllü ya da püskülsü. uzun, desenli yaşmaklarıyla devrin hususiyetlerini taşır. Ve de yine:
1596-1597 senelerinin şahidi olan Fynes Morysın seyahatnamesinde bayan giyiminden şöyle söz eder. "Kadınl ince bezden elbiseler giyerler, bilekleri, etekleri, pek iğne işiyle işlidir. Bunun üstüne giydikleri, yine iğne işi süslü, uzun, kolları ve göğüsler dar mantoları, boyunlarını çıplak bırakacak biçimdedir. Çorap ve ayakabılan, çoğunlukla açık renk, deriden, altın ve gümüşle, eğer daha zengin ve önemli bir kişinin hanımları iseler, mü cevherlerle süslüdür. Saçlarını alışılmamış bir biçimde örüp, inci, altın çiçekler, mücevherler ve ipek iğne oyalan ile süslerler." Diyen bütün yabancılar gibi, Moryson da, Osmanlılarda kadınların elbiseleri ile erkeklerinin elbiselerinin birbirine çok benzediğini ifade ettiği gibi, nereye giderse gitsin, hiç bir Türk kadınının evinin dışında başını açmadığını yazmaktan kendini alamamıştır.
Sultan 3. Murad'ın oğlu 3. Mehmed'in târihde pek ün yapmış meşhur elliiki gün elliiki gece süren 1582 senesinde Sultanahmed Meydanında icra edilen sünnet düğününü nakleden "Surnâme-i Hümayun'un" minyatürlerini yapan nakkaşların başında olan Nakkaş Osman bu eserde 427 adet minyatür yapmışlardır. Bu minyatürlerde, İbrahim Paşa sarayından düğünü temaşa eden padişah ve şehzadesinin sol sayfada, saray ve elçilik görev- lileri ile halkın sağ sayfalarda gösterildiği yazmada, çeşitli gösteriler yaparak geçen esnafı ve düğünü temaşa eden halkı temsil eden figür gurubu içinde, tellaklar ve berberlerin geçişinde görüldüğü gibi kadınlar da yer alır. Genellikle ön sırada yer alan kadınların, her renkten ferace giydikleri ve bazılarının yüzlerine peçe Örttükleri görülür. Daha önce minyatürlerde siyah peçeli kadınlara pek rastlanmadığı hatırlanırsa bu modanın Araplardan geldiği ve yaygınlaştığı düşünülebilir.
Osmanlı Ülkesinde Gayrimüslim Hanımların Giyimi
Devlet-i âliye'nin pek geniş sınırları içinde ömür süren ahalinin din ve inançlarında hür bırakıldığı malumdur. Osmanlı devlet yapısında hâkim olan merkezî anlayış üretilenlerin üretenleri zarardide etmeden son alıcı kesimini korumaya ehemmiyet vermiştir.
Böylece, fiyat ve kalitede normlar ihdas etmiştir. Normali-zasyon diğer deyimîe standartizasyon Sultan 2. Bayezid Velî tarafından tatbik olunduğunu da hatırlatmadan geçemeyiz. Bu ölçüler içinde hazır giyim olarak satışa arzedilen kaftan ve benzeri giyimleri satın alınacak fiyatlara bir ölçü getirirken, bu ürünlerde eksik malzeme kullanmayı cezay-ı nrıüstel-zim olduğu ilânını yapmaktan içtinap etmemiştir. Meselâ kaf-tan'ın kolu standartlaştınlmış ölçüden kısa olursa, astan eksik konursa etek uçları, kol pervazları dikilerek imâl edilecek, yapıştırılma yapılmayacaktır. Devlet idâresinin sahib-i selâhiyeti olan padişah ve dîvân, gerek müslüman gerekse reayanın giyimini tanzime önem vermiştir.
Bu yaklaşımda gözetilen husus bu gün moda denen illetin insanlar ve bilhassa tâife-i nisa üzerinde tevlid ettiği haksız ve kıskançlığa kadar uzanan rekabetin toplumun faydası olmayan harcamalarla, zaruriye-i esasisi olan ihtiyaçlarının temini hususunda maddi bakımdan yetersizliğe yuvarlanmasına sebeb olduğu havada kazanıp, tavada yiyenlerin dışında herkesin kabullendiği bir hakikattir. Bu hakikati gören münsif yönetim, bu hâle idare ettiği insanların düşmemesini temin edebilmek çâresini ısdar ettiği ferman ve hükümlerle yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu hükümler aşağıya alacağımız bazı misallerle daha iyi anlaşılabilir.
Kültür bakanlığının; Gayrimüslim Kadın Giysi'si adlı internet sitesinde yer alan araştırma mahsûlü makalede, şöyle bir misâl verilmekte: "21/Sefer 976-1568/'16/'Ağustos târihînde Saray'dan İstanbul Kadısına gönderilen bir hükümle, gayrimüslim kadınların ipek peruazlı ala çuha kaftan, atlas ve kutnu kumaşından kaftan, ala şalvar, ala tülbend ve müslü-manların giydiği içedlk ve başmak cinsi ayakabtlardan giymeleri fiat arttırdığından yasaklanmıştır?'/Sefer/976-1568/1 /Ağustosda da İstanbul Kadı sına gönderilen başka bir hükümde gayrimüslimlerin giysilerinin cinsleri belirtilmiştir. Gayrimüslim kadınların ferace giymemeleri, eski kanunlarda belirtildiği gibi Bursa kutnusundan fistan giymeleri, şalvarlarının sadece açık mavi olması, ayaklarına da, başmak yerine kundura ve şirvani giymeleri, müsliman kadınlar gibi seraser yaka ve arakıyye (başlık) giymemeleri, giyerlerse de bunların atlas ve kutnu'dan olması, Ermenilerin de Yahudiler gibi giyinmeleri fakat başlarına alaca kuşak sarınmaları, Ermeni kadınlarının da ferace yerine fahir fistan ve terlik giymeleri, İçlerine siyah ve koyu gri Bursa konusu, mâui şalvar ve meşin İçedik ve şiruanl başlık giymeleri istenmiştir. 1577 târihinde saraydan İstanbul Kadısına gönderilen hükümdeyse, gayrimüslimlerin giysilerle ilgili kurallara uymadıklarının görüldüğü; tekrar uyarılmaları ve müslümanta-ra özgü giysilerle gezmemelerinin hatırlatılması istenmiştir
Nikolay adlı bir seyyah, Pera yâni Beyoğlu semtinin Rum kadınlar! son derece alayişli ve gösterişli kıyafetlerle kendilerini topluma göstermekten geri kalmadıklarını ileri sürerken, yalnız güze! olmak ve güzel giyinmekle iktifa etmez, gerek klişeye gerekse hamama giderken süslenirler ve takılarını, servetlerini üstlerinde taşırlardı. Şehirli ve tüccarların madamlarının fes rengi kadife, saten ve de şam kumaşından
kenarları dantel bantlarla çevrili altun veya gümüş damask-ları yine kenarları dantel ile çevrili altın, gümüş düğmeli; daha az zenginler tafta ve desenli Bursa ipeğinden elbiseler giyerler.
Genç kızlar ve yeni izdivaç yapmış olanlar başlarına çevresine beş santim kadar kalınlıkta inci ve değerli taşlarla işli ipek ve sırmalı bantlarla sarılmış, fes rengi saten veya sırmalı desenli kumaştan yuvarlak şapkalar giyerler. Feraceleri müslüman kadınlarınki gibi selvi yeşili taftadandır. Yaşlı kadınlarda aynı şeyleri daha az süslü olarak tatbik ederler. Giysileri arka baldırlara kadar inen beyaz ketendendir. Dul kadınların ise feracelerini safran sarısı renkde yaptırdıkları görülür. Yazar Mikolay, bu kumaşların Bedesten'de satıldığı kaydını koymayı ihmal etmemiştir. Ayrıca şunu da ilâve eder, zaman zaman çı- karılmış giyim tahditlerine karşı oiarak-da gayrimüslimlerin Türk kadınları gibi giyindikleri saray dışında da bu kumaşların alıcı bulduğunu ilâve etmeden geçememiş.
Yine Nikolay'ın ayrıca ressam olması hasebiyle de yaptığı bir gravürde, Beyoğiu(Pera)lu Rum kızının elbisesi çizgili bürüncekten yuvarlak yakalı bir gömlek ile derin kesimli dikdörtgen yakalı desenli bir üstlükten oluşur. Fes biçimli başlık kadife kumaştandır.
Gerdanlık, kolye, bilezikler ve başlığın çevresindeki şerit, uyumlu bir bütünlük oluşturur Hanımların üstten bağciklı ayakabılan vardır; entarisi Önden açık olmadığından, içinde şaîvar olup olmadığı hakkında bir fikir vermez. Peralı Rum kadının sokak giysisi tek düğmeli, kısa yenli belden aşağısı bol kesimli, cepli ferace, feracenin kollarından ve ön açıklığından görünen entari, tek parça halinde başı ve boynu örterek belden aşağıya ka- dar uzanan oldukça büyük baş örtüsünden oluşur. Bu büyük sarı renkli örtünün altında hanımın başını ve boynunu saran beyaz bir örtü dikkati çeker. Seyyahlarında belirttiği gibi peçesi yoktur.
Yine ecnebi seyyahlardan Gerlah; Türk kadınları gibi Ermeni matmazel ve madamaîannm bol pantalon üzerine etek giydiklerini, ama yüzlerine siyah bezden peçe yerine beyaz ve güzel desenli tül taktıklarını belirtir. Dersvanham ise varlıklı yahudi kadınlarının has ipek Şam kumaşından mamul elbiseler giydiğini ve kiymetdar aitun takılar taktığını ileri sürer. Rum kadınlarının bütün servetlerini ipekli, sırmalı ve itina ile işlenmiş kumaşlar için harcadıkları, giysilerinin diğer gayrimüslim kadınlardan daha gösterişli olduğu bütün yabancı seyyahların dikkatini çekmektedir.
Fresne Caneye; Rum kadınlarının sokakda peçe takmadıklarını ve kendilerindeki güzellikleri sergilerken bakışlardan pek memnun kaldıklarını gösterdiklerini beyan eder. Bu Rum kadınları çok parlak far kullandıkları gibi, Türk kadınları da tabii olan sürme'den başka bir şey kullanmazlardı demekte. Rumların genç kızları pek sokağa çıkmamakla beraber, pencereden de ayrılmadıklarını ve seyredildiklerinin farkına vardıklarında yabani bir biçimde odalarına kaçtıklarını yazar. Yine bu seyyah Rum, Yahudi, Macar, Venedik'Ii yâni bütün doğulu kadınların bacaklarına kadar inen elbise giymeleri çekmiştir. Böylece de; çalışmamızın bir nebze de olsa, muazzam insanlık ailesi âleminin muhterem üyeleri hanmefendilerin kıyafetlerinden, giyim tarzından ve devletin zaman zaman gerek ekonomik sebebler, gerekse cemiyetin ahlâk yapısını muhafazaya kadir olması hasebiyle yayımladığı hükümlerden bahsetmek suretiyle sayfalarımızı süslemiş bulunuyoruz. Makbul olması temennimin dahilindedir.
Aşiretten Devlete Giden Çizginin Padişah Ve Halifeleri
Künyesi: Doğ.yeri ve Tr. Saltanat Dönemi miktar vi". yaşı
Süleyman oğlu Ertuğrul Bey 1191 Ahlat UçBcyi:1231-128l-50 1281 90
Osman Gazi 1258 Söğüt
1.Orhan Gazi 1281 Söğüt
] .Sullan Murad(Hüdavendigar) 1326 Söğüt
Sultan 1 .Bâyezid( Yıldırım) 1360 Bursa
Sullan l.MehmccKÇelebi Sullan 2.Murad Sullan 2.Mehmcd(Fâtih) Sultan 2.Bâyezid(Vciî) Sultan 1. Seli m( Yavuz) Sultan 2.Süleyman(Kanuni) Sultan 2.Selim Sultan 3,Murad Sullan 3.Mehmcd Sullan l.Ahmcd
Bey: 1281-1324=43 1324 66 Padişah: 1324-1362-38 1362 81 ": 1362-1389-13 1389 63 " ": 1389-1402=13 1402 43 1382 Bursa " ": 1413-1421-07 1421 39
1404 Amasya " ": 1421-1451-29 1451 46 1432Edirnc " ": 1451-1481=30 1481 49
I450Dimetoka " ": 1481-1512-31 1481 6! 1470 Amasya " ": 1512-1520-08 1520 50 1495 Trabzon " ": 1520-1566-46 1566 71
1524 İstanbul " ": 1566-1574=08 1574 50
1546 Manisa " ": 1574-1595-20 1595 48
1566 Manisa " ": 1595-1603-08 1603 37
1590 Manisa " ": 1603-1617=14 1617 27
Sullan l.Mustafa/1592Manisa/l617'dc3ay,4gün-1622/1623'dc I'scnc3'ayl639 47
Sultan 2.0sman(Gcnç) Sultan 4.Murâd Sultan 1.İbrahim Sultan 4.Mehmcd Sultan 3.Süleyman Sullan 2-Ahmed Sultan 2.Mustafa Sultan 3.Ahmed
1604 İstanbul 1604 İstanbul 1615 İstanbul 3 642 İstanbul
1642 İstanbul
1643 İstanbul 1664 Edime 1673Hacıoğlupazarı
1618-1622-04 1622 17 : 1623-1640^16 1640 28 : 1640-1648-08 1648 32
1648-1687-39 1693 51
1687-1691-03 1691 49 : 1691-1695=03 1695 52
1695-1703=08 1703 39 : 1703-1730=27 17 36
Sullan l.Mahmud Sultan 3.Osman Sultan 3.Mustafa Suitan İ.Abdülhamid Sultan 3.Seiİm(Şehid) Sullan 4.Mustafa Sullan 2.Mahmud Sullan Abdülmecid Sultan l.Abdülaziz Sultan 5.Murâd Sultan 2.Abdülhamid Sultan 5.MehmcdRcşad Sultan ö.Meh.Vahidcddin Sadece Haille .sıfatıyla: Abdülmecid Efendi
1696 Edirne 1699 Edime 1717 Edime 1725 İstanbul 1761 İstanbul 1779 İstanbul 1785 İstanbul 1823 İstanbul 1830 İstanbul 1840 İstanbul 1842 İstanbul 1844 İstanbul 1861 İstanbul
: 1730-1754-24 1754 58
1754- 1757=02 1757 58
1757-1774=17 1774 57
1774-1789-15 1789 64
1789-1807=18 1807 18
1807-1808=01 1808 29
1808-1839=31 1839 53
: 1839-1861=22 1861 38
1861-1876=15 1876 46
1876-1876=3'ay 1904 64
1876-1909=33 1918 75
: 1909-1918=09 1918 73
: 1918-1922=04 1926 65
1922-1924=0l.3'ay.l5*gün
1868 İstanbul
Padişahlarımızın sayısı otuzaltı olup,fetret devri dediğimiz 1402 ile 1413 yılları arasındaki şehzadelerin birbirleriyle mücadelesi sonucunda meydana gelen karışıklıklarda başa geçenler olmuş fakat bunlar sifat-ı padişahiye nail ve sahip olabilecek otoriteyi tesis edememişlerdir. Bu bakımdan kimi tarihçiler bunları padişah saymak yoluna gittiği gibi kimileri de böyle görmemişlerdir. Biz de ikinci kategoride yerimizi af-makla beraber, Bu şehzadelerin de, hükümran olur gibi göründükleri dönemi hiç değilse târih ve sırasına göre esas cedvel dışında göstermeyi doğru bir davranış addettik.
Sultan l.Süleyman(Emir) 1375 Bursa " ": 1402-1410-08
1410 35
Sultan l.Mûsâ Çelebi 1388 Kütahya " ": 1410-1413-03
1413 25
Taht'dan indirilenler ve menkubiyetde sürdükleri ömür;
Yıldırım Bâyezid: 00'sene,07'ay,06'gün / 2.Bâyezid(Ve!î): 00'se-
ne,01'ay,02'gün
2.Osman(Genç) : 00' " ,00, " ,01' " / 1 .Mustafa : 15'"
,04' " ,10' " 1.İbrahim : 00' " ,00, ", 10 " / 4.Mehmed : 04' "
,01' " ,28' " 2.Mustafa : 00' " ,04, % 08 " / 3.Ahmed : 05'(i
,09' " , 01' " 3.Selim : 01' " , 02, ", 00 " / 4.Mustafa : 00' "
,03, " , 19' " AbdülazizHân : 00' " , 00, ",05 " / 5.Murâd :27'" ,
11, " , 29' " 2.Abdülhamid : 08' " ,09, ",13 " / Vahdeddin : 03'" ,
05, " , 28' "
Abdülmecid Efendi de hilâfetin lağvı ve yurt dışı edilmiş ve yurdışına çıkışından sonra 20 sene, 5 ay, 21 gün muammer olmuştur.
Padişah Validelerinin İsimleri
Osman Gazi anneshHayme Hatun-Orhan Gazi annesi: Mâl Hatun-Murad-ı Evvel annesi: Nilüfer Hatun-Yıldınm Bayezid annesi: Gülçiçek Hatun-Çelebi Mehmed annesi: Devlet Ha-tun-Murâd-ı Sâni annesi: Emine Hatun-2.Mehmed(Fâtih)an-nesi: Huma Hatun-Bayezid-i Velî annesi: Mükrime Hatun-l.Selim(Yavuz)annesi: Gülbahar-l.Süleyman(Kanuni)annesi: Hafsa Hatun-2.Selim annesi: Hürrem SuItan-3.Murâd annesi: Nurbânu Sultan-3.Mehmed annesi: Safiye Sultan-l.Ahmed annesi: Handan Sultan-1.Mustafa annesi: Handan Sultan-
2.Osman (Genç) annesi: Mahfiruz Haseki Sultan-4.Murâd annesi: Kösem Valide Sultan-1 .İbrahim annesi: Kösem Valide Sultan-4.Mehmed annesi: Hatice Turhan Sultan-2.Süleyman annesi: Saliha Dilaşup Sultan-2.Ahmed annesi: Hatice Muazzez SuItan-2.Mustafa annesi: Rabia Emetullah Gülnüş Sultan-3.Ahmed annesi: Emetullah Rabia Gülnüş Sultan-l.Mahmud annesi: Saliha Valide Sultan-3.Osman annesi: Şehsuvar Valide Sultan-3.Mustafa annesi: Mihrimah Valide-sultan-l.Abdülhamid annesi: Râbia Şermi Vâlidesultan-3.Selim (Şehid) annesi: Mihrişah Vâlidesultan-4.Mustafa annesi: Ayşe Saniyeperver VâlidesuItan-2.Mahmud annesi: Nakşidî! Vâlidesultan- Abdülmecid annesi: Bezmiâlem Vâlidesultan-Abdülaziz annesi: Pertevniyal Vâlidesultan-5.Murâd annesi: Şevkefza Vâlidesultan-2.AbdüIhamid annesi: Tirimüjgân Ka-dınef- endi-5.Mehmed Reşad annesi: Gülcemâl Vâlidesultan-ö.Mehmed Vahideddin annesi : Gülüstî Vâlidesultanlardır.
2. Abdülhamid Sonrasında Donanmayı Hümayun
l/Eylül/1910'da Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis isimlerini almış bulunan iki savaş gemisinin Osmanlı donanmasına teslim edildiğini görüyoruz. Bu gemileri donanma cemiyeti satın almış 25 milyon mark tutan ödemenin nasıl yapılacağı gündeme gelmiştiki, bu paranın ödenmesi donanma cemiyetinin ahaliden toplayacağı paralara bağlıydı. Fakat İstanbul'da, bu iki geminin fiatının haylice fazla olduğunu ileri süren, mukabil bir gurup protestolarda bulundu. Bu gemiie-rin 1891'de inşa edilmişti. 1902 ile 1904 târihinde kazanları modernize edilmiş, Ne varki kondensatör arızası, hızında kayıblara sebeb olmuştu. Bu bakımdan donanmamızda randıman vermesi hayli aksamıştı.
1911'de İngilizlerle iki gemi için pazarlığa girişildi ki bu gemilerin adları Minas Gerais ile Rio de Janerio idi. Bu pa-zarhk ilk gemi için tamamlandı. İkincisi yâni Rio de Janerio gemisi Elswick'de inşa olunmaktaydı. Fakat ödeme aksaması hasebiyle Armsotrong ile yapılan görüşmeler kesilmesi gerekti. Vikers firması daha başarılı olup, Sir Douglas Gamble iki ağır kravozör için plânlar hazırlarken, Cemâl Paşa araya girip, 5.Mehmed Reşad gemisi için l,5(birbuçuk)miiyon altun lira maliyetle Vikerse sipariş verildi. 1912'de zuhur eden Balkan muharebesi hasebiyle faaliyet tatil olunmuştu. 1913'e gelindiğindeyse, adına 5. Mehmed Reşad denilen gemi İngilizlerce bize teslim olunmayarak, kraliyet donanmasına HMS Erin adıyla hizmet vermeye başladı.
Osmanlı devleti; güçlü bir donanmaya sahip olamadığı takdirde, Yunanlıların eline geçmiş bulunan adaların istirdadına kabil olmadığına aklı kesmişti. Bu bakımdan çeşitli savaş gemilerinin ısmarlanmasına önem atfediyordu. Evvelâ 5.500 tonluk iki hafif kravozör, 1000'er tonluk dört destroyer, iki tahtelbahr yâni denizaltı, bir de mayın döşeyeci gerektiği rapor hâlinde ortaya kondu. Almanlar donanmasının bazı gemilerinin satılık oldu ğunu imâ edince iki cereyan belirdi bir kısmı bunların alınmasını ileri sürerken, bir kısmı da, yeni gemi almak gerektiğini müdafaa ediyorlardı. 1/Ara-lık/1913'de İzmit antlaşması gündeme gelirken; Armstronga GÖlcük'de bir tersane kurması bunada yaptırtılacak bütün gemilerin burada inşa ettirileceği garantisi verildi. Armstrong adlı İngiliz şirketi Tersane-i âmireden de hisse almak suretiyle bir güven sağladı. Böylece de,Tersane-i âmire ile Gölcükte mutasavver yeni tersane <Doklar-Tersaneler ve İnşaat-ı Bahriye Şirketi> adını aldı. Bütün bu olanlar cihan savaşı çıkmadan Önce tasarlanmıştı. Rio de Janerio adlı gemiye, <Sultan Osman-Î evvel> adı verilip, tashavvülata başlandı. Teslim târihi 3/Ağustos/1914 olarak plânlanmıştı. Ancak 2/Ağustos târihi, parası ödenmiş bu gemimizi kraliyet donanmasında HMS Agincourt ismini vermek suretiyle gasp etmiş oldu.
Balkan Savaşlarında Donanmay-I Hümayunumuz
17/Aralık/1912 günü Londra sulh müzakereleri başladığında devfet-i âliye Edirne, Ege Adaları ve Girid'i vermeyi red etti. Otuzaltı gün sonra murahhaslarımız, yâni 22/Ocak/1913'de Edirne'yi gözden çıkartmaya razı geldi. Ertesi günde meşhur babıâlî baskını gerçekleşmişti. 5/Mart/1913 günü elviyei selâseden yâni Rumeli'de üç mühim vilayetten biri olan Yanya, Yunan işgaline boyun eğmişti.
Ege Denizi Operasyonları
Buharlı gemimiz Florida,Kuşadasmdaki donanma komutanlığı Sisam Adasına oradaki askeri Personele almak üzere yola çıkarıldı. Bu operasyon neticesinde birliklerimizin tamamı Ege'yi boşaltarak meydan Yunana bırakılmıştı. Bu sırada da, ellibeş adet Yunan ticaret gemisi Marmara denizinde bir nevi tutsak idi ki, iyiniyeti sergilemek için bunların serbest bırakılması gerçekleştirildi. Günlerde donanmamız savaşa katılabilmek için lâzım gelen teçhizat, cephane ve kömürden mahrum bulunuyordu. Öte yandan da kuvvei mâneviye çök-memiş ümidvar olarak kendini hissettirmekteydi. Boşalttığımız Ege havzasındaki bir çok yer Yunanlıların ellerine geçiyordu. İmroz ve Bozcaada da Yunanlıların eline geçmişti. Halbuki Balkan savaşının bidayetinde Ege denizinin avrupa kıyılarında Selanik ile Preveze'de Osmanlı donanma üsleri bulunuyordu.
Bununla birlikte Karadağ sınırı olan İşkodra denizinde de bir deniz müfremiz bulunmaktaydı. Selânik'deki donanma garnizonu kumandanlığı aynı zamanda Feth-i Bülend'inde komutanı olan Binbaşı Aziz Mahmud Beydi!. Bu geminin topları sökülmüş Selanik kalesine takviye olarak yerleştirdiler. Fethi Bülend adlı gemi ise, bir barınak olarak kullanılma durumuna getirilmişti. Bu kumandanın emrinde Sürat, Tes- hi-lat, Katerin ve Selanik isimli römorkörlerde bulunmaktaydı. Selanik ise, mayın döşemeci donatılmıştı. Bütün bu römorkörler ise 37mm.lik çaplı toplarla toplarla silahlandırmıştı.
Takvim yaprakları 31/Ekim/1912 târihini gösterirken 2 nomerolu Yunan torbidobctu, '-eftehois'den Selânik'e t ket etmiştir. Gecenin on'unda Vardar İle Karaburun jöktörleri ve mayın tarlalarını sıyırarak geçer. Gecenin onbir-buçuğunda Fethi Bülende üç tane torpido atılır. Biri uzaktan geçerek kömür İskelesine isabet eder ve hayli zarar verir. Diğer İki torpi! ise pruva direği ile baca arasına isabet kaydedince gemi alabora olur ve batar. Bu gark oluşta yedi kişi şe-hid olur. 2 nomerolu Yunan gemisi kaçmaya muvaffak olur. Aynı gün ve târihde Yunan'a sınırı olan Preveze'dekİ donanma üssü düşmanın pek güçlü olması hasebiyle teslimden başka çâre bulamamıştı.
Antalya adlı torpidobotumuz ve yanmış bulunan Tokad ile 9 ve 10 numaralı motorlu gambotlar teslim olunmadan önce, garnizon komutanın binbaşı Hüsameddin'in emriyle batı-rılırsa da, Yunanlılar iki torpidobotun batmmasmı engelledi. İşkodra'da bulunan kuvvetlerimiz buharlı olan Güre, eski bir boğaz feribotu olan, göl buharlısı İşkodra ve Kiyonc-ya,1912'de aldığımız motorbot olan Filiyo ve Kisnya, Mesudiye ve Asarı Tevfik'in buharlı fiiikalarıyla çok sayıda yelken-ii tekne ve satımız vardır. Üç adet buharlı gemi ve iki adet buharlı işkampavya'dan ibaret küçük bir filomuz vardır.
9/Kasım/1912'ye baktığımızda iki adet Yunan gemisi körfeze girerek oradaki komplekslerimize ateş açarlar. Bu arada baskına tedbir olarak, Sürat, Selanik ve Teşkilât adlı gemilerimizi silahlardan tecrit ederek, Fransa siciline tebdil edilmiş görüyoruz ve böylece Fransa gemisine yapılmış bu tecavüz tabiatıyla Fransız donanma komutanlığınca şiddetli bir şekilde Yunanlılar nezdinde protesto olunur. Aynı gün ve târihde Ayvalık'dan Midilli Adasına gitmekte olan Trabzon adlı ahşap bir yük gemimiz Yunan, torpidobotları tarafından batırıiır. Kaptan ve makinist hayatlarını kaybederler. Üç gün sonra da yine Yunanlılar Selânik'de bulunan Kızıl Haç emrindeki hastane gemisi olarak vazife almış bulunan Fuad adlı yatı tanımayı red eden Yunanlılar bu gemiyi zorla ele geçirdiler.
27/Kasım/1912'de Selanik, Sürat ve Teşkilat isimli Fransızlara tescillenen gemilerimiz bu ülke bayrağı altında limandan çıktı. Yunanlılar Limni açıklarında gemileri durdurmaya teşebbüs ettilerse de, buna muvaffak olamadan gemilerimiz Çanakkale Boğazına ulaşmayı başardılar. Burada üç geminin de bayrakları Osmanlı bayrağına tahvil olundu. Anadolu donanma üssü İzmir, Yunan genel kurmayı için fazla ilgi çeken bir yer değildi. Gemilerini dâima izmir körfezinden uzak tuttular. Savaşsız bir dönem yaşandı. Zâten bizim gemilerden Muin-i Zafer hareketsiz, kazanları hasarlı olan Yunus destroyeri, İzzeddin yatı, Timsah, buharlı Arşipel ve kiralık 8'nome-ralı Golden Horn feribotunun savaşa cak hâlide yoktu.
Karadeniz operasyonları vakalarına baktığımızda, Afrika kıtasını bize kısıtlayan İtalya ile savaşımız donanmamızın karasularımızda bulundurulması neticesini getirmişti. Beri yan-dan da Balkan ülkeleri ile çatışma olacağı intizarı hasebiyle donanma ile nazırlık arasında gidip gelen yazışmaların ardı arkası kesilmemiş ancak arızalı gemilerin tamir işine de şitap olunamamıştı. 1912 yaz mevsiminde bazı gemilerimiz bilhassa Barbaros Hayreddin, Turgut Reis savaş gemilerimiz, yine Hamidabad ve Demirhisar muhripleri yabancı donanmalarının evsafında olmamasına rağmen hizmete hazır olduğu mü talaa ediliyordu.
Savaş gemilerimizde bir çok eksiklikler vardı. Pompa boruları çürümüş, telefonlar iş görmüyordu. Su geçirmez kapo-talar kapanmıyordu. 2/Ekim/1912'de Nevşehir adlı gemimizi Trabzon'da hazır ederken, Zuhaf adlı olan da İstanbul boğazı dışında volta vuruyordu. İsmini zikredeceğimiz, şu gemiler demirli olarak beklemekteydiler: Turgut Reis, Barbaros Hayreddin, Hamidiye, Mecidiye ile Schichau ve Samsun sınıfı destroyerlerden müteşekkil filo, yine Mesudiye, Hamidabad, Kütahya gemilerimizde Tarabya önlerinde demirde idiler. 17/Ekim/1912'de Donanma kumandanı Miralay Tâhir Bey; Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Muavenet-i Milliye ve Ta-şoz gemileriyle İğne Ada'ya git- mek üzere denize açıldılar.
29/Ekim/1912'de Mecidiye ve Yarhisar, 2472 grostonluk 1872 yapımı nakliye gemisi olan Marmara'nın, Trabon'dan son kalan osmanlı birliklerini getirdiği Midye açıklarında demirlemiş görüyoruz. 30/Ekim/1912'de Mecidiye ve Yarhisar gemilerimiz Varna'ya yola çıkar. Barbaros Hayreddin ve Numûne-i Hamiyet gemileri onlardan boşalan bölgeyi muhafazaya koşarlar. l/Kasım/1912'de 4084 gros tonluk, 1872 yapımı nakliye Bezm-i âlem, 2500 asker ile 5062 gros tonluk 1890 yapımı Akdeniz adlı gemimiz içinde ikibin piyade askeri ve ve dörtyüz adet yük hayvanı ile Varna'ya gelir. Ne varki, Bulgarlar, Midye'yi 2/Kasım/1912'de işgal etmiş ve 1901 yapımı 4458 gros tonluk Reşid Paşa beş taburu indirir. Barbaros Hayreddin ve humune-i Hamiyet Midye civarındaki karambolda kendi askerlerimizi vurnnayalım diye savaşa iştirak etmez. Bu arada 3/Kasım ile ayın 10.günü arasında geçen zaman diliminde birbiri peşinde vürûd eden Osmanlı savaş gemileri Bulgar birliklerini topa tutmak için Midye'de is-bat-ı vücud ederler. Pek eski gemilerimizden olan İclâliye ve Necm-i Şevket korvetleri gayretlerini arttırıp, bu hizmete sokulurlar.
19/Kasım/1912'de Berk-i Satvet, Hamidiye, Berkefşan, Yarhisar, ve Mecidiye Varna açıklarında rasat vazifesi yapmak üzere suları katetmeye başladılar. Bu vazifenin ifası esnasında dört adet Bulgar torpidobotu bizim Hamidiye ve Berkefşan'a saldırdılar. Halbuki bu gemilerimiz, bölgede dolaşmakta bulunan Fransız ve Ruslara ait gemileri takiple vazifeliydiler. Hamidiye bu saldırıda aldığı isabetle su kesiminin bir metre altında vücuda gelen delik yüzünden 12 metre uzunluğunda bir yırtıkla karşılaşır sancak tarafında yatmaya sebeb olan suların tahliyesi ve delik ve yırtığın kapanmasına üstün bir gayretle çalışan bahriyelilerin gece yarısına kadar süren onarım ve su tahliye işlemi sonunda Hamidiye'yi atış menzili dışına çıkartıp, dengesinde yüzdürmeğe muvaffak olmaları denizcilerimizin talihi ile gayretlerinin semeresi olduğu dost ve düşmanın takdirine mazhar olmuştur. Öte taraftan Berkefşan ile Yarhisar Bulgar gemilerinin avlanmasını sağlarlar. Hamidiye gemisi ise, Haliç'de tamir görmek üzre, İstanbul istikametine yola koyulur.
7/Şubat ile ertesi gün olan 8/Şubat/1913'de Podima üzerine bir ihraç harekâtı planlayan genel kurmayın, evvelâ Asar-ı Tevfik adlı gemimizi harekete geçirdiğini görüyoruz. Basra ve Taşoz adlı destroyerlerimiz hizmete hazırken, İstanbul'a silah ve cephane yüklü olarak seyirde olan Kızılırmak ve ona re fakat eden Bezm-i âlem'Ie birlikte bu ihraç harekâtına iştirak etmek üzere rotalarını Podima üzerine çevirirler. Fakat bombardıman için Podima'da ses vermek isteyen Asar-ı Tevfik, haritada gösterilmeyen bir kumsalda karaya oturur. Makinelerini kullanarak halasa çalışması daha fazla kuma oturmasına sebeb olur. O dönemde haberleşmede kullanılabilecek radyo sistemi olmadığından bir kaç kişiyi karaya çıkarıp, İstanbul ile temas kurmayla vazifelendirirler.
Neticede haberleşme temin edilir bölgeye gelen Yunanlılardan ganimet olarak aldığımız Nikolas kuma oturmuş ge-mimizdeki silah ve cephaneyi alır, Giresun, kömür ve yorgun mürettebatı alır İstanbul'a doğru yola çıkarlar. Kumsalda boş gövdesi ile kalan Asar-ı Tevfik, Bulgar topçularının hedefi
olarak terk edilmiş olur. 1913'ün Nisan ve Mayıs aylarında tek ticaret gemimiz Kızılırmak, Berkefşan ile Taşöz'un refakatinde Romanya üzerine ticarî seferlerine devam eder.
Çanakkale Boğazı Operasyonları
İttihad ü Terakki gizli cemiyetinin yavaş yavaş kendini le-galize etmesi hasebiyle ve bu harekâtın dahilinde askeri kanadın da dâhil olduğu bilinmekte bunların muhalifleri olan subaylarda bulunmakia birlikte neticeye müessir olabilecek sayı zabitler arasında İttihatçılar tarafındaydı. Bu eğilimden bahriye zabitlerinin de bulunduğunu elbet kabul gerekir. İttihatçılar savaş cihetini gütmekteydiler.
Bu bakımdan Tahir Bey, savaş taraftan Ramiz Muman Bey'in yerine başkomutan olarak atandı. Çeşitli operasyon plânları yapıldı .Yunanlıların Averof adlı gemisi menzil dışında olduğu her an, Yunan gemilerine baskın karar altına alındı. Ne varki gemilerin donanımındaki yetersizlik ve tamir güçlükleri planların kâğıt üzerinde kalmasına badi oldu. Meselâ; Çanakkale açıklarında devriye görevi yapmakda bulunan Basra ve Taşoz gemilerimize ve oradaki sularda demirde bekleme görevinde olan Yadigâr-ı Millet ile Muavenet-i Milli-ye'ye Yunan gemilerine av olma vazifesi verilmişti. Yüzbaşı Rauf (Orbay) kumandasındaki bu operasyonlar güzel bir plânlama olmakla beraber teknik imkânlarla çatıştığı iç- in iptalden başka çâre kalmadı.
14/Aralık/1912'de Averof gemisinin İmroz önlerinde ka-ra'ya oturduğu haberi alındı. Bu tabiiki iyi bir haberdi ve bunun üzerine Sultanhisar Bozcaada'ya harekete geçirildi. Basra gemimizin Kumkale ve Çanakkale boğazının Anadolu kıyılarını devriye görevi ile emniyet içinde seyri kararlaştırıldı.
Bu devriye esnasında bahse konu gemimiz, Supendom ile Lonchi adlı gemilerinin ateş salvosuna düştü. Çanakkale önlerine sığınmağa doğruldu. Mecidiye gemimiz bu takibi gördüğünde rotasını takipçi Yunan gemilerinin üzerine doğrulttu. Supendom ile Lonchi'ye iki Yunan gemisi daha iştirak etmişti bunlar Tilla ve Nafkratosa olup, buna rağmen Mecidiye bunlara ateş açmaktan içtinap etmedi. Bütün bunlar olup biterken Yunanlıların, Doksa,Nagena ve Venos adlı gemileri de bu deniz çatışmasına iştirak ettiler. Durumu uzaktan müşahede eden Numûne-i Hamiyet adlı gemimiz telsizle vaziyeti Nara-burnu'na rapor etti. Çünkü; şecaat gemisi olan Mecidiye'nin telsizi çalışmamaktaydı.
Velhasıl Çanakkale operasyonları esnasında çeşitli deniz müsademeleri vukubuldu. Averof, İmroz'da oturmuş olduğu yerden halas olunca yine korkulu rüyamız oldu. Nitekim bir çok gemimizin Çanakka le'ye sığınma yolunu seçmesine se-beb oldu.
19/Aralık/I912'de Nilüfer adlı gemimiz, İstanbul'dan, Çanakkale Maydos'a üst rütbelerde zabitler ile Bahriye Nâzın Ferik Hurşid Paşa'yı getirmiş burada, pek mühim bir istişare yapıldı. Düşman eline geçen bazı adaları istirdat etmek için beraberlik İçinde harekâtı tavsiye ederler. Donanma böyle bir harekâta lojistik destek veremeyeceğini ifade ederken, düşmanı tedirgin edecek her harekâta taraftar olduğunu beyan eder. Bu arada da bahse konu toplantı da, donanmanın yeniden tanzimi kararlaştırıldı. Mecidiye, Berk-i Satvet 1, donanma kolunu teşkil ederek, Çanakkale'den İmroz(Gökçeada)a hareket etti.
2. Donanma kolu ise boğazlan muhafaza durumunu üstlendi ve enerjik komutan Yüzbaşı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, düşmanın Çanakkale üzerine saldırılarına karşı, düşmanlara mukavemet göreviyle tâyini yapıldı. İki kol hâline getiriien donanmanın bu tanzimini Rauf Bey, Anadolu kıyılarına menfi tesir veren Yunan destroyerlerini sıkıştırmaya bakacaktı. 22/Aralık/1912'de Yunan denizaltısı (Tahteibahr) Mecidiye gemimize bir torpil atar ancak torpilin gemimizi ıskaladığı görülürki bu dünya târihinde ilk defa yapılan denizaltı torpili saldırışıdır.
İmroz (Gökçeada) Bombardımanı
10/Ocak/1913'de Albay Ramiz Bey, başkomutan sıfatıyla İmroz adasında üslenen düşman gemilerinin burdan ayrılmalarını temin babında, ada'nın gemilerimizin hepsinin iştirak edeceği bir bombardıman taarruzu yapmalarını emretti. Plân şöyleydi: Nümûne-i Hayat adlı gemimizin haricinde bütün gemiler denize açılacaklar, savaş gemileri İmroz'a saldıracak ve Asar-i Tevfik, İntibah ve dört torbido-bot Çanakkale boğazı açıklarındaki sularda devriye vazifesi yapacaklardı. Hastane gemisi Reşid Paşa Çanakkalede kalacak Tir-i Müjgân (Sultan 2.Abdülhamid'in validesinin adı) gemimizse, Kum-kale yakınlarında saf tutacaktı. Sancak gemimiz Barbaros Hayreddin liderliğinde Turgut Reis, Mesudiye ve Asar-i Tevfik; Hellas burnunu aştığında önlerinde Mecidiye ve Hamidi-ye'nin gittiğini gördüler. Ana filo 12,5 mil süratle öndeki gemileri takip etmekteydi. Krovozörler saat 8.33'de iki düşman destroye ri görürler takibe başlarlarsa da mesafe ikibin metreye düştüğünde Yunan gemileri dönüp kaçarlar.
Gemilerimiz bunun üzerine hızlarını kesip ana filonun gelmesine intizar eder. Bu arada da Tir-i Müjgân gemimiz, Asar-ı Tevfik Hen bölgesinde bir düşman gemisi olduğu haberini alır. Ramiz Bey, derhal filoya geri dönmesini emreder. Krovözörler olsun, eskort destroyerleri toplanır ve Çanakkale'ye doğru rota düzeltilir. Kefalo burnuna doğru paralel bir rota da giden filomuz, Asar-ı Tevfik'den doğu istikametinden üç tane düşman gemisinin gelmekte olduğu haberini alır. Gemilerimiz bu gemileri görünce ateş açarlar, onlarda firar yoluna düşerler. Bu denizdeki operasyonlar Nisan/1913'ün sonlarına kadar devam etti.
Marmara Deniz Operasyonları
7/Kasım/l912'de Tekirdağ, Bulgar işgaline mâruz kaldı. Asar-ı Tevfik adlı gemimiz kumsalı bombaladıysa da, düşmana bir zarar veremedi. Turgut Reis ve Basra gemilerimizde gelip bir kaç gün bombardıman yapıp geri çekildiler. Cephane sıkıntısı kendini göstermeye başladığından bombardıman müddeti kısıtlı tutuluyor böylece istenen netice elde edilemiyordu. Bu da ülkenin kendi savaş ihtiyaçlarını kendisinin bol bol karşılamasının gerektiğini ortaya koyan husus olmalıdır herhalde. İthal silahla yapılacak bir savaşın akıbeti her zaman bir meçhuliyet arzeder. Şimdi Hamidiye kruvözörün-den bahsederek donanma ile ilgili bölümü de tamamlayalım.
Osmanlı Donanmasının belkide dünyaca bilinen girişimlerinden biri Hamidiye Krövözörü ve eski başbakanlarımızdan bu kravÖzörün kumandanı Yüzbaşı Hüseyin Rauf (Or-bay'1881 -1964) Bey'in gerçekleştirdiği peşpeşe üç adımdan oluşan ünlü vur-kaç harekâtıdır.
Hüseyin Rauf Bey, İttihat ve Terakki harekâtına genç bir deniz yüzbaşısı olarak katıldı. 1908'den, 191 l'e kadar komuta ettiği Peyk-i Şevket'in kaptanı iken, Sultan Abdülha-mid'in tahtdan çekilme krizinde faal bir rol aldı. İtalya savaşının patlak vermesiyle Peyk-i Şevket, Süveyş'de enterne edilince Hüseyin Rauf Bey, Hamidiye'nin komutanlığını almak üzere İstanbul'a dönmek mecburiyetinde kaldı.
Kendisini hep siyasete karışmış bir subay olarak gördüklerinden Balkan savaşları nihayetlendiğinde Bahriye Nazırlığına getirilmesi pek tabii idi. Bir çok siyasi görevleri subay olarak yüklendi. Hele 30/Ekim/1918'de Mondros'ta imzaladığı mütarekede baş murahhas olması üzerine takılı kalan bir târihi olaydır.
Yunanlıların Averof zırhlısının varlığı Osmanlı donanması için mühim bir dert olmuştu. O varken bizim gemilere Yunanlıların ancak küçük gemilerini batırmak şansı kalıyordu. Rauf Bey Hamidiye ile bu işi istenilen duruma getirmek için denize açılıyordu. 15/Ocak/1913'de İngilizlerin ticaret gemilerinden olan Alexsandra'yı korumakta olan Makedonya gemisini gözüne kestiren Rauf Bey, bu gemiyi batırmaya muvaffak olur. Artık hedefi Averof zırhlısı olmuştur. Kaptan Londoriotis. Rauf Bey'in eline düşmemek için kendini tuzaklardan korumakdan başka bir şey yapamaz hâle gelir.
16/Ocak/1913'de Girit üzerine rota kıran Rauf Bey, 18/Ocak'da Beyrut önlerinde demir atar. Burdan aldığı kumanya ve kömürle birlikte Mısır üzerine rota çevirir. Ertesi gün Port-Said'e gelir. Mısır laf itibarıyla bizde ise de, İngilizlerin menfi tesiri burada kendini gösterir ve 150 ton kömür alabilir ve ancak küçük kazanlarının tamirini yaptırabilir. 21/Ocak/1913'de tarafsız sularda bir müddet kalan Hamidiye gemimiz Port-Said'den ayrılarak, Süveyş Kanalından geçer ve Kizıldeniz'e açılır. Burada bulunan bütün Osmanlı limanlarına uğrar ve kendilerine ulaşacak emirleri beklemekte ve bu arada da yakıt olarak kullanacakları kömürleri de alırlardı. 21/Ocak/1913'de Port-Said'den başlayan ve 7/Ey-lüi/1913'e kadar süren seferin 7 ay, 17 gün sürdüğünü ve
Dolmabahçe önlerinde demirlediğinde nice deniz baskınlarını gerçekleştirmiştir.
1.Dünya Savaşı Ve Donanmamız
Eğer biri kalkıp, 1.cihan harbine girişimizin sebebi donanmadır dese bunu yalanlayacak gücümüzün olmadığı görülür. Çünkü bir plânmı yoksa hasbel kadermi henüz kesinlik kazanmamış ve bundan sonra da, kesinleşmesi pek kabil olmayan Goben ve Breslav adlı gemilerin Çanakkale Boğazına iltica etmeleri ve daha sonra da Almanlardan satın alındı muamelesi yapılarak bayrağımızın çekildiği bu iki geminin, mürettebat ve süvarisinin sadece Osmanlı üniforması giyerek aynı gemilerde vazife görmelerine bakarsak bu iltica ve satın alınmanın pek tesadüfe bağlı olmadığını göz önüne alma hususunda hayli güçlü iddialar mevcuddur.
Devlet memurlarının maaşını vermekten aciz hâle gelmiş bulunan Osmanlı mâliyesinin, gemi alacak bir durumu olmadığı pek açıktır. Nitekim, Osmanlı donanmasının Karadeniz'de yaptığı bir tatbikat esnasında Rus limanlarını bu iki geminin bombardıman etmesi savaş sebebi sayılmıştı. Osmanlı başkumandan vekili Enver Paşa'nin katıksız bir Aiman hayranlığı, bu ülke kurmaylarının görüşlerine meclup olmasına da yol açmıştı. 1/Ağustos'u 2/Ağustos'a bağ- layan gece Sadrıazam Said Halim Paşa'nın Yeşilköy'deki ikametgâhında Rusya; Almanya,Avusturya ve Macaristan'a bir saldırı yaparsa Osmanlı devletide bu devletler yanında Ruslara karşı savaşa girecekti. Akabinde de, Almanya gerek gemilerimizin tamiri, gerekse Boğaz tahkimatındaki topların gözden geçirilmesi dahil bir teknisyenler gurubu gönderdi. Bunların mühendis ve teknisyen ile uzman sayısı altıyüz kişiyi bulmakta kumandanları da Amiral Von Cisedom idi. Bunlar ilk iş
OSMANLI TARİHİ olarak, Barbaros Hayreddin, Mecidiye ve Peyk-i Şevket bir de Mesudiye zırhlımız İstanbul'a gelmiş olduklarından derhal incelemeye alındı ve eksikleri tesbit olunup giderildi birde güzelce gemiler boyandı. Cephane, kömür ve erzak ile yüklenerek seyire hazır hâle getirildi. Fakat; savaşın daha ilk döneminde yakıt yâni mazot ihtiyacı için Rusya ve Romanya'ya muhtaç haldeydik. Kömür istihsalimizde ihtiyacımızı karşıla-makda zorluk çekmekteydi. Böylece de donanmamız fevkalâde bir durumda olmayıp da, büyük gayretlere bağlı olarak deniz hareketlerini yerine getirmeğe çalışmaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder