Düyün-I Ümümî'yenin Te'sisi
1881 yılmının önemli hadiselerinden birini Sultan Abdüİa-iz'in katil hadisesini tahkik ve son karan vermek için yapılan ve adına Yıldız Mahkemesi denilen hukukî bir olay teşkil ederken, aynı yılın yâni 1881 senesinin diğer bir mühim hadisesini de dış borçların ödenmesi için kurulan ve adına Dü-vûn-ı umûmiye denilen kuruluşun teşkil edilmesidir. Düyun kelimesinin karşılığı lugatde borç mânasına gelir. Umûmî kelimesini peşine koydunuzmu, bütün borçlar şeklini alır. 1878 harbi sonrasında masraflar daha önceki, yâni Sultan Abdül-mecidle Sultan Abdülaziz döneminin borçlanmalarına inzimam edince bahse konu 1881 senesinde, borçların faiz, faizin faizi ile birlikte 252 milyon Osmanlı altunu seviyesini çıktığı görülmüştür. T. Yılmaz Oztuna Bey, 1978'de basımını yapmış olduğu değerli eserin 7. cildinde 173. sahifede bahse miktarı o günlerin rayiç Tl. sına tahvil etmiş ve takriben, 31 5 milyar'a tekabül ettiğini işaret etmiştir. Bizde, 2002 yılının Eylül ayı itibariyle, yaptığımız hesapda bu kadar altunun Tl. sıyla 32 katrilyon, 760 trilyon tutmakta olduğunu tesbit ettik. Mâliyemiz uzun zaman içinde olsada, bu borcu tasfiye edecek duruma sahip değilken, karşımızda alacaklı olarak, İngiltere, Fransa ve de Rusya ise harp tazminatı alacaklısı olarak durmaktaydı. İtibarlı devletin borçsuz devlet olması olduğu gibi en itibarlısı borcunu zahnanında ödeyebilen olduğu herdesin ittifak ettiği hususdur. Osmanlı devleti bir memorandu-rr^a gidip itibarını sıfırlayacağına, Sultan Hamid'in yayımladığı ^O/Aralık/1881'de yayımladığı Muharrem Kararnamesi ile OrÇİann tediye edilebilmesi için bir formül buldu. Devletin ^kardığı bir kararnameyle; tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık sigara tekelleri ve imtiyaz sahibi olan bâzı eyâletlerin fiks
olan vergilerini Düyunu umûmiye'ye bırakılıyordu. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar, verdikleri borçları, muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 252 milyon altun borcun, 146 milyon altununu yarısından hayli çoğu Türkiyemiz lehine siliniyordu. Böylece ödeyeceğimiz miktar 106 milyon Osmanlı altununa inmiş oluyordu.
Bu tarz çözümü Sultan Hamid'in bulması ve tatbik etmesi herhalde onun mâli meselelerde ki vukufiyetini gösterir sanırız. Günümüzde yâni 2002'de Türkiye Cumhuriyetinin içine düşmüş olduğu faiz sarmalı, ana parayı değil, faizlerin toplanan tüm vergilerle karşılanmadığı bir vaziyete getirilmiş ülke siyasî tâvizlere açık bir duruma getirilmiş olup, bu siyasî tâvizlerin, Kıbrıs ile Ortadoğu üzerinde emperyalizmin hareketlerine ses çıkarmayıp, müslümanlara sahip çıkma misyonumuzu işletmememizin teminine dönük, ticari hayatımıza sekte vermek gibi hususlar olduğunu görmek kabildir. Bu müessese yâni düyûn-ı umûmiye devletin târih sahnesinden çekildiği âna kadar sürmüştür. Şimdide 1881'in diğer mühim hadisesi olan Yıldız Mahkemeleri vak'asına atf-u nazar edelim.
Yıldız Mahkemesi
27/Haziran/1881'de Sultan Abdülaziz'in önce hâl edilmesinden, bilahare intiharını? Cinayetmi? Meçhulünü bir hail ü fasl eylemeye kalkan 2. Abdülhamid Hân, Şeyhülislâmlardan Minkârizâdelerîn torunlarından bulunan Surûri Efendi daha sonrada hem paşa hemde vezirliğe tâyin olunan zât, Yıldız Mah kemesi riyasetine getirilmiş, heyet teşkil olunmuştur. Sanıklar eski padişah 5. Murad, validesi Şevkefza Kadı-nefendi, Arz-ı Niyaz Kalfa, eski sadrıazamlardan Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa, Midhat Paşa, 2. Abdülhamid' in kızkarleri ile eV'' dâmadlardan Müşir Mahmud Celâleddin ve Müşir Nuri Paşalarla, sabık şeyhülislâm Hayrullah Efendi, Sultan Abdülaziz'in 2. mabeyncisi Fahri Bey ile mabeynciler-Aen Müşir Nâmık Paşa'nm oğullan Seyid ve Ali Beyler, merhum Abdülaziz hân'ın tahttan indirilmesinden sonra muhafız-hâına tâyin edilen Albay İzzet ile Binbaşı Necip Beyler ile Pehlivan Cezayirli Mustafa, Pehlivan Mustafa Ağa, Boyabadîı Mehmed Pehlivan tesbit edilmişler ve mahkeme önüne çıkarılması temin olunmaya çalışılırken, sabık Askeri Mektepler Nâzın olan ve 93 harbinde başkumandanlık makamınada getirilen Süleyman Hüsnü Paşa, hâl işinde mühim bir rol üst ienmekle birlikte, bahsekonu savaşda hatalı ve sorumsuzca davranışları hasebiyle divan-ı harbe verilmiş suçu sabit görüldüğünden Bağdat'a sürgün gönderilmiş ve bir dahada İstanbul'a dönememiş ancak o cezası kifayet eder kabul edil-mişki, Yıldız mahkemesine celbine lüzum görülmedi. Paris sefirimiz Sadullah Paşa'da mahkemeye getirtilmedi. Padi-şah-ı sabık 5. Murad'la, validesi Şevkefza kadmefendi hanedan üyesi olması ve bunların Arz-ı niyaz adlı kalfaları da, Çı-rağan Sarayında adetâ hapis hâlinde olduklarından mahkemeye çıkarılmaktan istinkâf edildi. Manisa'da ölüm hastalığına yatmış bulunan Mütercim Rüşdü Paşanın ifadesi alındıy-sada pek makul ve yerinde addedilmediği gibi, hâîi mahkemeye çıkarılmasına engel görüldüğünden üzerinde ısrarcı olunmadı. Midhat Paşanın mahkeme edilmesine dâir Said Paşa'nın hatıratında yazdıklarına, Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-Şa; Said Paşa'ya karşı yazdığı cevabi eserde Said Paşa'nın iddialarına karşı beyan da bulunurken aşağı aldığımız satırlarda, Abdülhamid'İn bu dâvanın açılmasına teşebbü sünde, blr kalfa'nın ifadesinin kendi şüphelerine güç kattığını göre-ceksiniz. Hâla yakın târih meraklılarının dikkat nazarlarını celbeden; Sultan Aziz vaka-i elîmesi ve bu olayın tertipçileri arasında yer alan Midhat Paşa mahkemesine dâir bazı malumata medar olacak beyanlarda bulunur. Bizde; bu beyanlarla sayfamızı süslemeyi uygun bulduk. Kâmil Paşa diyor ki: ".Said Paşa hz. leri hatıratının 55. sn. deki girişle 72. sh, nin bitimine kadar olan bölümü Midhat Paşa merhumun muhakemesine dâir meclis-i vükelâ ve meclis-i fevkalâde de, cereyan eden müzakereler vede ka,rarlara tahsis etmiş ve bunda takip edilen maksad, bir takım tafsilat içinde hafi olsada ifadenin siyak ve sibakından yine kendisini her zamanki gibi, tebrie ettirmek başkalarına ise ka-bahat yüklemek için kaleme aldığı rahatça anlaşılıyor."satırlarını kaleme almış bulunan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa şöyle devam etmekte: ".Hatıratın 58. sh. de anlattığı gibi avru-pada yayımlanmakta olan bazı gazeteler; Mithad Paşa mahkemesi hususu ile Said Paşa arasında irtibat kurup, suçlama yoluna gitmişler. Bundan dolayı Said Paşa müdafaasını yapma lüzumu duymuştur. Bu bakımdanda kendisine bir şey denilemez. Ancak; Said Paşa hz. leri, ha-tıratı'nın neşrini beklemeyip, önce Tanın gazetesinde bazı makaleler hatta meclis-i mezkürede bulunanlara aid rey ve imzalarını bile bile fotoğrafa aldırmış, suretlerimde neşrettirmiştir. O rey ve imza sahihlerinden biri ben olduğum için mecburen bu hususda da hakikata müste nid bir açıklama yapmakda mecburiyet görüyorum. Bu gazetelerdeki makalelerde Cennetmekân Sultan Abdülaziz hân'ın kaatilleri hakkındaki; temyiz mahkemesi ilâmına, dâir meclis-i vükelâ mazbatasının suret-i dere olunduktan sonra bunun <mahkemei temyiz-i ceza dahi hükm-ü nizamiyenin tabakai intihaiyesi için oracja, tasdiki yapılan hü-, kümleri nakzedecek kanunen diğer bir merci olmamasına ve mücaazaatı kanunîyenin icrası yahud affı ve tahfifi, hukuk-u seniyyei hazreti padişahiden olmasına nazaran ıması gereken irade-i seniyye-i hazreti lâcida-ri oldu-" tezekkür olunmuşdur.> Cümlesini tefsir ederek: <mah-i temyizden verilen hükmü nakzedecek bir mercii kanun olmaması kaydı vakı-i hükmün lüzumu nakzına fikdan-ı merciiyet ona mâni olduğuna delalet etmez-mi? O cümledeki af kelimesinin mühim bir delili açıkladığı nörülmüyormu denilmiş. Bu açık cümle; cezanın kanunî bakımdan katiyyet kazandığını, af veya hafifletmenin yapılmaması ise, hükmün icrasını lâzım geleceğini bildirdiği halde, bu netliği bir muamma şeklinde gösterme, umumun rey'ine havale edilmiştiki Said Paşa'nın öyle fikri incelikler ve tefsiri, rikkatle şahsını işin içinden çıkarmaya uğraşıb, kendi imzasından başka imza sahipleri hakkında nefret celbetmeye gayret göstermesi usta bir aklın garibliklerindendir." şeklindeki sözleriyle Said Paşa'nın bu davranışı ve tutumunu beğenmediğini sergileyen Kâmil Paşa şöyle devam ediyor: ".Ancak zât-ı müddeaya bakalım! Sultan Abdülaziz merhumun vefatı intiharenmi yoksa maktulenmi vâki olmuştur? Said Paşa hz. leri burasını açılarlarsa meselenin hallini kolaylaştırmış olurlar. Eğer maktulen ise; yazdığı gibi meclis-i vükela mazbatasını yukarıdaki gibi mübhem suretinde tefsirine hacet ol-mayıb, eğer kendi vukufu itikadlarına göre intihar etmek suretiyle olmuşsa, o halde açılmasına teşebbüs olunan cinayet mahkemesi padişahın tahtdan indirilmesini vukua getirenlerin vücudlannı ortadan kaldırmak maksadıyla sarat/ tarafından düzenlenmiş bir dâva olaca-ğından Said p bu dâvanın sağlıklı olup olmadığına adem-i sıhhat vahametini hünkâra bildirip iknâya çalışması, olamadı takdirde düzeni kuranlardan çekineceği yer de, me-muriyetten çekilmesi lâzım gelmezmiydi? Doğrusu insaf i bir sadnazam makamını değil, dâr-ı diyarını da terk ederde bir takım masumların idamı hükmünün gerçekleşmesine müsaade eylemezdi!" Demekte
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; cinayet mahkemesi hakkında Said Paşa'nın yazmış bulunduklarına cevap olarak şunları beyan etmekte: "Ben o zaman taşra'dan geleli çok olmamıştı. Hadiseyle alakalı bilgilerim, gazetelerin verdiği bilgiyi hâviydi. Yalnız; cinayet fevkalâde mahkemesinin başlangıç döneminde Mahmud Paşa'nın önce saray-ı hümayuna takdim eylediği cariyenin vak'adan sonra saraydan çıkıp Mahmud Paşa'nın hanesine avdetinde, Sultan Aziz'in öldürüldüğüne dâir malumat vermesiyle, Mahmud Paşa'nın bu malumatı huzur-u hümayuna arz eylemesi üzerine cinayet iddiasının takibata alınıp tahkikata girişilmesi emrolunduğundan gerekenin yapıldığını işitmiş-tim. Ancak şunu da ilâve etmeliyimki mahkemenin sonuçlanmasından sonra bir akşam Said Paşa; Mahmud Nedim ve hariciye nazırı Asım Paşaları ve bir de ben acizi, saraya davet eylemişti.
Padişah İle Görüşme
Saray'da yemiş olduğumuz yemekden sonra bahçenin bir köşesinde bulunan küçük bir köşke götürüldük. Sultan Abdülhamid hân hz. leri de oradaydı. Emir ve işaretleri üzerine oturduk. Padişah; Sultan Aziz hadisesinden bahis açarak hemen yanında bulunan ağzı mühürlü bir bohçayı açıp içerisinden çıkarılan kanlı elbiseleri bize gösterdi. Daha sonra çıkardıklarını aynı torbaya doldurup ağzını da kendi mührüyle bana mühürlettirrnişdi. Kaatiller hakkında hep birlikte lanetler yağdırdıktan sonra elem ve kederle dolu olarak vak'aya dâir biraz daha konuşmamızdan sonra zât-ı şahanenin müsadei seniyyeleri üzerine sadan ayrıldık. Daha sonra anlaşıldıki Said ve Mahmud dim paşalar bu kanlı çamaşırlar ve saray' in içindeki ri "süncelerden olsun, dışarıdaki efkârdan olsun haberdar-mis/ar. Esas olan kanlı elbiseyi göstermekle gerek Asım Paşa7yi gerekse beni cinayetin sıhhatine kanaat getirme hususunda güçlendirmekmiş." Yine; Ressam Naciye Ney-Val hanımın: "Mutlakiyet Meşrutiyet ve Cumhuriyet Anılarım" adlı hatıratını Fatma Rezan Hürmen hanımefendinin nefis bir İstanbu! Türkçesiyle hazırladığı eserden Sultan Aziz 'in akıbetiyle ilgili satırları alıntılayalım: "Sultan Aziz'in kalfalarından Sermed Kalfa Valide Sultan hanımında hizmetine koşan biridir. Diyorki; '.Efendimiz (Sultan Aziz) daima vâli-desiyle birlikte kalmakta olduğundan, biz lazım olduğumuz zaman içeriye giriyorduk. Buda abdest filân aldırmak içindi. O gün abdest alıp odasına girdi. Seccadesini yayarak çekildim. Valide Sultan efendimizde abdest almak için abdest mahalline geçmişdi. Ben on-oniki yaşlarındaki yanımızda bulunan kıza sen havluyu al, kapının Önünde bekle. Valide Sultan efendimiz çıkınca eline verirsin. Ben şimdi gelirim, azıcık işim var dedim. Abdestha-nede cennetmekân efendimizin (Sultan Aziz) odasının tam karşısında, yâni divanhanenin öbür uçundaydı. Birinde çıt çıksa, öbüründe işitmemek kabil değil sarayda velinimetlere böyle havlu tutmak adet olduğundan kızı orada bırakıp, koşarak yuk&rı çıkacak ve hemen inip Va-
Ldesultanın seccadesini yayacaktım. Benim yukarıya çık-mamın üzerinden iki dakika geçmemişti ki küçük kız, elerı ayaklan buz kesilmiş, tir tir titremekte olduğu halde raıven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak yanıma gel-dı «e eteklerime sarılarak:
~Aman, aman, kalfam! Aman üç-dört fena kıyafetli Efendimizin odasına girdiler. Ben bağıracaktım.
Sus! Dediler. Korktum bayılacağım buraya dar geldim. Diyerek ağlamaya başladı.
-Nereden geldiler?
-Amanın kalfam amanın hasırların arkasından çıktılar!
-Sus! Hınzır kâfir! Sus! Kaç saatdir orada dolaşıyoruz. Hasırların arkasında kimse bir şey görmedide sen mi gördün? Hayalet görünmüş sana.. Sus sakın bunu kimsenin yanında ağzına alma başımıza belâ getirirsin! Diyerek aşağı indim" Demekte Sermed Kalfa! Bu da; Sultan Aziz'in akıbeti hakkında işin ne yolda gerçekleştiğine dâir bir done sayılabilir!
Dış Müdehale Varmı?
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; Sultan Aziz davası mahkemesi hakkında Said Paşa'nın ortaya saçtıklarına şöyle cevap vermekte: "..Mahkemenin bitiminden sonra temyiz ceza dâiresinin, adliye nezaretinden tezkere ile babıâtî'ye gönderdiği ilâm evrakının, meclis-i vükelâya havalesi ve işin gayet ehemmiyetli olması hasebiyle iyice tetkik olunup, bakılması riyasetten ifade olundu. Yapılacak icraatın üzerinde nafıa nâzın Hasan Fehmi Efendi, görüşünü beyan esnasında gazetelerde bazı şeyler görülmekte olup, bu meselede düşünülecek cihet var ise, avrupa tarafında kötü bir te'sir meydana getirip getirmeyeceği bilinmesi icâb ettiği bunu da hariciye nezaretinin belirtmesine bağlı ol-duğunu zikretti. Hariciye nâzın Asım Paşada, sefirteri-miz tarafından bu hususda herhangi bir iş'ar oukubulmadığt, yalnız ingiliz Parlamentosunda mevzubahs edildiğini, Londra b. elçimiz Muzurus Paşa tarafından bil dirİlnıiştir. Dediğinde; Said Paşa böyle siyasi olaylarda şimdiden keşif yapılamayacağını söylemekle mukabele etmişti. Muzu-
Paşanın telgrafı her nedense meclis de ortaya çıkan-lıp okunmamıştır."
.* l^pped Kâmil Paşa yukarıdan beri yazdığımız mevzuuda nları ifade etmektedir: "Bu toplantıdan dokuz-on gün onra iradei seniyye ile sadrıazam mazulları, heyet-i vükelâ müşirler (ordu kumandanları)r deületin ileri gelen memurları arasında bir içtima yapıldı. Said Paşa; hangi hikmete mebni ise şüphesizki padişahın muvafakatına uugun olan, kendince de bir tedbiri mahsus olmak üzere akdolan meclise riyasetten istinkâfla eski sadrıazamlar-dan Safoet Paşaya riyaseti havale etmiştiler. Said Paşa hz. lerinin hatıratın da: <blr taraftan orada bulunanların bir çoğu reylerini bizzat takrir ue bazıları tarif ederek yazdırdıktan sonra sıra İle zaptı imza etmekteydiler. İmza sırası adliye nâzın Ahmed Cevdet Paşaya geldiğinde, sadrıazam ve şeyhülislâm mazulları huzura istenildik. Padişah toplanmış olduğumuz husus için bazı tenbihlerde ve alelhusus hanedan-ı saltanat-ı seniyye azasından bazılarının bir suikasd ile Nus-retiye Kasrına davetlerine dair izahat da bulundular. Önemli mesele sebebiyle sarayda toplanmış cemiyet-l ilmiyede, yeniden müzakerelere girlşildiği iradei seniyyeden anlaşıldığından heyet-i vükelâya, askerî komutanlardan meydana gelmiş fevkalade toplantının kararı ertesi güne bırakıldığı ve geri katan azalar, yâni Cevdet Paşa ile ondan sonra isimlen ya-zılan onbir kişi tarafından mazbataya imza konulmamıştı. Denildiği halde; öte tarafdanda böyle natamam mazbata-n<n kesb-i katiyyet eylemiş tarzda ilânı sanki sonu başına uygun olmayan ilânı yapmaya benzedi. Bununla beraber oradakilere matuf ve başka başka ibarelerle yazılı reylerin ezici çoğunluğu ile neticesi mahkemece verilen hükmün lcrası merkezinde ve çünkü bir padişahın katilleri hakkın-a başka bir şey demlemeyeceği mertebe-i bedahetde
olup şu mey anda Said Paşa. hz. [erinin rey'i daima olduğu gibi tereddütden hâli olmasada yine şöyleymiş: <Mahke-me-i temyizden tasdik olunmuş hüküm muta1 dır. Bununla beraber mahkemenin kararının icrasında veya tâdilinde hukuk-ı seniyye derkârdır.> Bu beyanda, muta kelimesi oâcib el ita oe lâzım ül ifa demek olacağı gibi <cezai hükmün icrasında ve tâdilinde hukuk-ı se niyye derkâr-dır> ibaresi, gerçi malumu ilân kabilinden bir tâbir olsa da, bununla icra ciheti te'yid edilmek istendiği derkârdu: Reylerin verilmesi sırasında külfet altına girerek,fotoğraf-ladığı oe neşreylediği rey-i âcizanemde ise: <hükmü kanunun icrası rey'indeyim. Fakat bunun tamame-i icrası veya tahfifi (hafifletilmesi) hakkında ilham-ı rabbani, kalbi şahanede herne vecihle vârid olursa isabet ondadu:> demiştim. Amenna! Fakat bakalım rey-i basit-i acizânem-le, Said Paşa'nın tereddüd dolu rey'i arasında hükmen bir fark varmıdır? Nihayet o fevkalade heyet'in ikinci defaki oe ertesi günkü mabeyni hümayunda toplanarak, bir gün evvelki tamamlanamamış zabtın ikmaline gideleceğine daha sonra anlaşılacağı üzere bi rinci maksad <mahkû-miyn (yâni mahkumlar) hakkında, temyiz mahkemesince tasdik olunan mücazaatın (cezalandırmanın) tamamen icra edilmesi> diğeri temyiz mahkemesi ilâmında yazılı bulunan kanuni cezanın tahfifi (hafifletilmesi) suretinde iki rey pusulası yazılmış idi. Aradan geçen bir gün zarfında Muzurus Paşa' nın telgrafnamesi mealine ve bu telgrafda Mithad Paşa lehine hareket etmek üzere Mösyö Gtodeston tarafından ingiltere'nin İstanbul sefirine verildiği hikâye edilen talimatın şekline göre muttali olanlar, cezanın hafifletilmesi rey'ine yazılıp, hakiki durumdan haberdar edilmeyenler ise, cezanın tamamen uygulanması pusulasına imza koymuşlardı. Said Paşa hz. teri cezanın hafiflefilmesi rey'ine kaydolup, birinci toplantıda rey açıklamada acziyet gösterenlere bile başka üçüncü bir tercih şıkkı olmadığından cezanın hafifletilmesi rey'ine katılmayı tercih etmişlerdir.
Bu minval üzere cezaların hafifletilmesi yolunda rey kullananlar azınlıkda, Said Paşa hz. leride o meyanda olarak pusulaların kaldırılmasıyla takdim olunamaz bata üzerine hakan-ı sabık (2. Abdülhamid hân) dahi güya merhameten azınlığın rey'ini tercih etmiştir. Tertib-i vakıa ettirilen, dâvayı mahudenin, sania (uydurma)'dan ibaret bulunduğuna, adliye nezaretindeyken Tanzimat ve İsla-hat-ı lâzımeyi kamilen tatbik sahasına koydukları hatırat-ı âliyyelerinde gösterilen Said Paşa hz. terinin gözü önünde cereyan eden mahkemenin sûrî (samimi olmayan) olduğuna o vakit kesb-i vukuf edilmiş olsaydı, müzakerelerde hazır bulunan vicdan sahipleri, o hükmü kabul edecek kimseler arasında asla olamazdı."
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; günümüzün meselesi gibi sayılmakta olan Midhat Paşa ve arkadaşları cinayet mahkemesi davası ve sonuçları, elan bir kesin hükme kavuşturulabil-miş değildir. Bu bakımdan Said Paşa'nın hatıratında kendisine yapılan dokundurmalara cevap verme yoluna gittiği gibi bunda çok hassas davranmayı da ihmal etmemiştir.
Midhat Paşa'nın Mahkemesi
Midhat Paşa yukarıda izah ettiğimiz gibi, gece yarısı saraya çağrılıp, Izzeddin vapuruna bindirilip, avrupaya menfaya gönderildiğinde 20 ay kadar gurbet-i vatan çekti. Ancak hiç başına gelenden mütenebbih olmamış, dilin kemiği olmadığından ileri-geri konuşuyor vede ne konuştuysa ilaveleriyle birlikte Sultan Hamid'e duyuruluyordu. Kontrolsuz bir şekilde ecnebi diyarlarda hangi hataları icra edeceği meçhul bir Mid-hat Paşa yerine, affa nail olmuş ve valilik görevinde bir yerde istihdamının daha iyi olacağını düşünen padişah tarafından geri dönüş alt yapısı hazırlandı ve 4/Ağustos/1880 târihinde ülkenin önemi büyük bir vilâyeti olan Aydtn'a tâyin ediliyordu. Bu vilâyet o zaman İzmİrde dâhil Ege Bölgesinin tamamını içinde bulunduruyordu. Midhat Paşa; buradaki valiliğinin 9. Ayının 12. günü, yâni 16/Mayıs/Î881'de tevkif emriyle karşılaştı. Sultan Abdülaziz'in şehadeti üzerine açılan tahkikatta ifadesi alınmak gerekçesiyle. Bu tevkif emri için Midhat Paşa'nın yaptığı uzakta olan İngiliz elçiliğine gidemyece-ğini anladığından hemen yakınındaki Fransa konsolosluğuna kapağı atmak oldu. Bu sığınma talebi idi ki, sadaret de bulunmuş bir kimse için yapılacak işlerden değildi. Ama dikkat buyurursak, sadrıazam Said Paşa'da bir keresinde ingiliz b. elçiliğine sığınmıştır ve de daha sonra 2. Abdülhamid han, bu paşayı yine sadarete getirmiştir. Pek tuhaf hallerdendir. Demekki sadrıazamlık yapan zevat biie hayatlarını tehlikede gördükleri an dost düşman demeyipde, ecnebi misyona iltica etmekten içtinap etmiyorlar. Öztuna Bey; Midhat Paşanın bu yaptığına aynen: "Eski bir sadnazamın ve hâlen devletin en büyük eyaletinin başında bulunan bir umûmî valinin bu hareketi, son devir Türkiye târihinin en çirkin olaylarından biridir ve Midhat Paşa İçin gerçek bir lekedir. Bunun şahsı için bir leke olduğunu Paşa'da, hatıralarında <yalnız bana değil, evlâdıma da kalacak târiM ömrümün lekesidir> şeklinde itiraf etmekte ancak can kaygusuna düştüğünü ileri sürerek, şahsını savunmaya çalışmaktadır." Demektedir. Biz de hemen ilâve edelim ki, bu fahiş hatayı 2. Abdülhamid dönemi sadnazamlarından iki kişide daha ecnebi sefaretlere iltica yoluna başvurduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi hatıratlarından alıntı yaptığımız, Erzurumlu, Şâpur Çelebi İakablı ve
Abdülhamid Hân tarafından dokuz defa sadarete getirilmiş bulunan Küçük Mehmed Said Paşa'dırki İngilizlere iltica etmiştir. Diğeride yine hatıratından alıntılar aldığımız Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'dır ki bu zatda, İngiliz konsolosluğuna iltica etme yanlışını sergilemiştir. Bu hatırlatmayı yapmaktan maksad Midhat Paşa'nın böyle bir davranışda tek olmadığını amma yine de ilk olduğuna okurlarımızın dikkatini çekelim
istedik.
Midhat Paşa'nın bu ilticası üzerine Sultan Hamid, Fransa'nın İstanbul b. elçisini çağırttı ve derhal sığınmacının konsolosluk dışına çıkarılmasını tehdit yollu talep etti. Fransızların elçisi Tissoti'yi tehdidiyle bunaltan padi şah büyük elçinin İzmir konsoloslarına talimat göndermesini temin etmişti. B. elçi Tissoti, İzmir'deki konsolos Pelissirey'e çektiği telgrafla Midhat Paşa'yı ihraç etmesini İstedi, çünkü az bir zaman önce Fransa, Tunus'u işgal etmiş, Osmanlı devletinin heran kendilerine savaş açacaklar korkusunu taşıdığından, Midhat Paşa olayı buna kapı açmasın diye dikkatli olmayı tercih etmişler ve kendilerin iltica edeni dışarı koymak suretiyle sahibi oldukları hürriyetçilerin abidesi Fransa lakabının gölgelenmesine katlandılar.
Mahkeme Kararları
Yıldız Mahkemesi kararları şöyle tecelli etti: Rüşdü, Midhat, Nuri, Mahmud Paşa'larteı, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, kazanmış oldukları bütün rütbe ve nişanların alınması, dâ-f^ad olan paşaların sultan hanımlardan ayrılıp, damad sıfatlarının kaldırılması, bunların idamına bahçevanlıkla görevlendirilen üç pehlivan ile iki mabeynci ve binbaşı Necip ey'inde idama, Seyyid Bey ile Miralay İzzet Bey'in on yıl hapse mahkûm edilmeleri istikametinde hüküm verildi.
Yılmaz Öztuna Bey'in adı geçen eserinde 176. sn. de, şunları kaydetmektedir: ".Temyiz ve fetvahane bu kararlan ayrı ayrı tasdik ettikten sonra, son tasdik hükümdarın iradesine sunuldu.
2. Abdülhamid, 20/Temmuz/1881 günü Yıldız sarayında 25 kişilik fevkalâde bir meclis topladı. Bütün muteber devlet adamlarının katıldığı bu toplantıda mahkeme kararları, iştirak edenlerin tsüşârî reyine arz edildi. Herkes rey'ini yazılı olarak hükümdara bildirdi. 15 kişi hükümlerin aynen tatbiki, on kişi ise idam cezalarının müebbed hapse tahvili rey'inde bulundu. İdam hükümlerinin aynen tatbikini mucîb se-bebler göstererek isteyenlerin arasında Gazi Osman Paşa ile asnnn en büyük Türk Hukukçusu olan Adliye nâzın tarihçi Cevdet Paşada bulunuyordu. Bilhassa bu İki zâtın kanaatleri mühimdir Çünkü şahsiyetleri bakımından, herhangi bir art düşünce ite hareket etmelerine az da olsa ihtimal verilemez. Cevdet Paşa tarihçi sıfatıyla, Sultan Aziz faciasının devlete neler kaybettirdiğini, ne felâketlere sebeb olduğunu çok iyi biliyordu. Gazi Osman Paşa ise, yazılı esbâb-ı mucîbesinde, bu kararların, bir daha böyle feciî ue sorumsuz işlere teşebbüs edilmemesi için ibret olacak şekilde uygulanması icâb ettiğini belirtiyor, hâttâ bu kararları değiştirmeye padişah'ın bile hakkı olmadığını imâ ediyordu. 2. Abdülhamid, buna rağmen idam cezalarını müebbet hapse tahvil etti. Bunda İngiltere'nin te'siri olduğu inkâr edilemez. Zira liberal avrupa, bilhassa İngiliz basını, Midhat Paşayı şiddette savunuyordu. İngiltere, Midhat Paşa'yı kendi adamı gibi telakki ediyordu ve mahkûmiyetten sonra da bu telâkkisinden vazgeçmediği ni az aşağıda göreceğiz demektedir "
Tâif'de Akıbetleri
28/Temmuz/l881 'de İzzeddin Vapuruna bindirilen mahkumlar Tâİfe yola çıkarıldılar. Orada bulunmakta olan kale de hapsolundular. Burada 2 sene, 9 'ay sonra; Midhat Paşa olsun, Mahmud Celâleddin Paşa olsun askerler tarafından boğmak suretiyle öldürüldüler kaydını görüyoruz. Bu emrin kimin tarafından verildiği karanlıkta kalmıştır diyen Öztuna Bey, bu güne kadarda işin sırrı çözülememiştir demektedir. Abdülhamid düşmanları padişahın bu emri gizlice verdiğini ileri sürerek, büyük bir iftiraya başvurmuşlardır. Sultan Ha mid cidden merhameti münasebetiylede pek yüksek bir şahsiyettir. Kendi sine bunlar hakkında mahkeme ve temyiz kararını tatbik et diyenlerin tavsiyesini yerine getirir böylece de, otoritesinin kuvvetlenmesini temin ederdi. Oztutfa Bey; Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'nın bu hususda bir emri olabilir çünkü bu paşa, Mekke Şerifini tevkif edip, yerine başkasını tâyin edecek cürete sahip bir paşaydı demektedir. Midhat Paşa meşhur hatıratını bu cezayı Tâif'de yatarken yazdığı bilinen gerçeklerdendir.
ingilizlerin; Midhat Paşayı halas etmek gayesiyle Taife bir baskın düşündüğü ve bunun içinde Kızildeniz'de bir savaş gemisini hazır tuttuğu istihbaratça doğrulanmış hususattan-dır. Midhat Paşa hayatını kaybettiğinde 62 yaşında olup, Hayrullah Efendi ve Nuri Paşa Tâif'de ölmüşlerdi. Rüşdü Pa-Şa Manisa'da ölürken hakkında verilen karar ölümü beklendiğinden uygulanma cihetine başvurulmamıştır.
İngiltere Mısır'ı İşgal Ediyor!
Mısır'da Hİdiv unvanıyla yönetimi götüren İsmail Paşa hayli israflar yapmış, merhum Abdülaziz Hân'dan elde ettiği borçlanabilme müsaadesinden sonra, İngiliz ve Fransa'ya yaptığı borçlanmalar faiz sarmalına düşmesini intaç etmiş on sene içinde 100 milyon İngiliz altununu aşmıştı. Görülen oydu kî, Mısır bir eyalet-i mümtâze olarak öyle borçlanmış ki, koskoca devletin borcunu aşmak üzereydi. Bu bakımdan ademî merkeziyetin mahzurlu olduğu buradaki neticeden de istihsal olunabilinir. Abdülhamid Hân'ın merkeziyetçi idâresinin isabeti ortaya çıktığı gibi, çok sonraları, bir hanedan üyesi olan mecnûn sayılsa seza olan Prens Sabahhaddin Bey, adem-î merkeziyet taraftan olarak Mısır' ı da örnek olarak göremedi insan şaşıyor.. Hidiv İsmail Paşa, Süveş Kanalının elindeki tahvillerini satarak borçları düşürmeye çalışırken, Fransa bunlara talip idi. İngilizlerin Yahudi asıllı başbakanı D'izraeli, mâli tüyo'ya çabuk ulaşan teşkilatı vasıtasıyla durumu hızla değerlendirdi ve hisselleri İngiliz idaresine mâl etmeyi bildi. Bu donanmasına güvenen bir devletin cesaret edebileceği bir işti. D'izraeli bu silahını akılıca kullanarak, Fransa'yı dizletti. Süveş Kanalı kullanımıyla İngiltere-Hindis-tan hattı pek değişebilen bir lezzet verdi Britanya ticaret ve sömürgeciliğine. Fransa bu işe müdehale edecek durumda değildi Dölesepsİs bir Fransız olarak açtığı kanalın İngilizlere yâr olduğunu, görüp görmediğini düşünüyor insan! Tahvillerin satışı İsmail Paşa'yı borçsuz hâle getirmeye yeterli olmadı. Mısır Hidiv'inden alacaklı olan Fransa ve İngiltere, yüzlerini babıâlî'ye dönüp, kapısını çalmağa başladılar, ismail Paşa, Mısır hükümetinin mâliye bakanlığını bir ingilize, nâfıa yâni bayındırlık bakanlığımda bir Fransız'a vermek zorunda kaldı.
Kırım gerekse 93 Savaşında Osmanlı ordusunda, gük vafetleri, talimli durumları, disiplinli hareketleriyle göz
Muran Mısır askeri. Sultan Aziz'den aldığı bir fermanla 30iv mevcuda çıkarılmıştı. Mısır kabinesinin biri İngiliz diğeri
F ansız olan iki bakanı hemen şartlarını koydular, bu ordu küçültülecek; 30 binden, 18 bine düşürülecek dayatması vaptılar ve bu arada da 2500 subayı emekliye şevkettiler.
Emekliye ayrılmış bulunan subayların çoğunluğunu Türk ve Çerkeş kökenli olanlar teşkil ediyor böylece aralarında az miktarda Arab ırkından subay bulunuyordu. İşte Osmanlı devlet hududları içinde ilk ırkî hareket başladı, muharrikleri. Türk ve Çerkeş olmakla beraber, bunların hareket lideri olarak başlarına geçirdikleri Albay rütbeli Arabî Bey bu hareketin lideri oldu. Sultan Hamid, İsmail Paşayı hidivlikten azletti yerine Tevfik Paşa isimli İsmail Paşanın oğlunu hidiv nasbet-ti. Bu Tevfik Paşa, 1. Abdülhamid'in sadrıâzamlarından olan Halil Hamid Paşa'nın oğlu Mehmed Arif Bey'in kızı olan Zehra hanımdan dünya gelen bir çocuktur ve Kemâl Derviş ile akrabalığı muhtemeldir. Bu Tevfik Paşa'nın oğluda Ahmed Fuad Beydir ve Mısır'ın ilk kralıdır. İtalya'da sürgünde ölen Kral Faruk'un babasıdır. Bu Krallık zâten iki kral gördükten sonra bir askeri ihtilâlle yok olmuştur. Önceleri harbiye nazırlığını ele geçiren Albay Arâbî'yi Sultan Hamid, mirliva yâni general rütbesiyle taltif etti. Ancak, Mısır'da kavmi necip an-layışı yayılmaya, memlekefde yaşayan diğer unsurlar rahat edemezlerken herkes tabiisi olduğu devletlere şikâyetlerini duyuruyordu. Bunların içinde İngilizler, avrupa olup Mısır'da yaşamakta olanların haklarını bundan böyle kendisinin arayacağını bunun içinde Mısır'a asker çıkaracağını fakat bura-akı Osmanlı devletinin hak ve hukukuna dokunmayacağını eyledi.
İş bu vaziyete gelmişken, Mısır'da Arabi Paşa, başbakanlık makamına irtika eyledi yâni başabakan oldu. Akabinde İskenderiye'de çıkarı bir kıyamda, ahali İngilizlerin olsun avru-palılann olsun mallarını yağmaya giriştiler. Bir hayli ölü yanında bazı elçilik görevlileri yaralanırken, dört konsoloslunda yaralandığı görüldü. İngiliz Amiral Seymour İskenderiye'yi saatlerce ve ara vermeden bombardımana tâbi tuttu. 12/Temmuz/1882'de Arabî Paşa birlikleri Sir Gamet: Wolse-ley kuvvetleri tarafından Teylül Kebîr meydan muharebesinde bir çeyrek saat geçti geçmedi mağlup oldu, ingilizler Kahire'ye girerken, maceraperest Arabî Paşa da sürüldüğü Seylân'a doğru yola çıkarıldığı haberiyle ortalık çalka lanıyordu.
İngiltere; Mısır'a girince Sudan'ı da işgal dışında bırakmadı. Ancak ifadesinde durumun geçici olduğunu söylemesi, meselâ Osmanlı devletinin Mısır'dan aldığı vergiye engel olmaması sanki bu sözün samimiliğini andırıyordu. Yapılan müzakereler neticesinde de bir iki defa çekilmeyi kabul eden merhalelere getirdi vaziyeti sonra kendine âid olaylar icâd ederek erteledi velhasıl herkesi oyaladı durdu. Fakat, fiili işgal mevcut hukukî statü ise Osmanlının koyduğu idi. Bu hâlin 1. dünya savaşına kadar sürdüğü görülmüştür.
Osmanlı sadrıazamlanndan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-şa'nın gerek Mısır ile gerekse İngiltere kraliyet ailesi ve politik arenasında hürmete şayan bir münasebet bulunuyordu bu bakımdan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'nın, İbnül Emin Bey'in "Son Sadrıazamlar" adlı değerli eserinde yer alan satırlardan bu bağlantıya bir atfu nazar edelim: Paşa'nın Mısır ile olan bağlantısını göz önüne aldığımızda, Osmanlı-Mısır münasebetlerindeki davranışı, Osmanlılık açısından nasıl bir fikir hasıl eder"? "..1298/1881 senesi Şevval başlarında çıktığı bahs olunan mezkûr mesele benim hatıratımda beyan kıtınrlıâı yibi Tevfik Paşanin hidivliğe nasbından önce pederi İsmail Paşanın vazifesi esnasında kötü idaresi ve israfları neticesi olarak, İngiltere ve Fransa devletlerinin Mısırın mâli işlerine müdahaleye tasaddileri kendini göstermeye başladı. Osmanlı dev letinin bağlısı olan ve ekseriya vak'aların icâbatı-na göre karar alması yerine muhalif tedbirlere gitmesi, bunda devam ve ısrar eden Hidiv, git gide, durumun vahametini arttırmaya başlamıştı. Said Paşa hz. lerinin; türlü şekillere tahvil ederek kayıt ve tezkâr ederek hikaye ettiği MısırVye'yi müzakere için İngiltere devleti tarafından fevkalede sefaretle İstanbul'a gönderilen, Dermond Volf'un hâmil bulunduğu nâme ile nutkunun tercümeleri sırasında <evkaf nâzın Kâmil paşa mülakat için yanıma geldi Mütercim Davud efendi ev rakı bana verirken gördüydü. Mütercimin ifadesin den, neye dâir olduğu malum olduğundan mütalaasını arzu etti. Vükelâdan gizli bir şey olmadığından kendisine verildi. Kâğıdlar akşam arza verildi. Fıkrasını koymakla ne demek istediklerini anlamak zorsa da, memur olduğum nezaretin, işlerinden dolayı müzakereler için, Said Paşa'nın yanına gitmiş olmamın şüpheden uzak olmam gereken bir sırada, mütercim tarafından takdimin de içindekilerden bahse mahal olmayan evrakın okunmasını arzu etmek gibi bir teklifsizlik göster-mekleğime hâl ve terbiyemin müsaid olmayacağı beni az çok tanıyanlarca takdir ve teslim olunur iti kadındayım.
Sdid Paşa; Londra'da sefaret-i fevkaladesi için memuriyet-i acizanem arz ve istizan eylediğini hatıratının bir köşesine yazmakla beraber, bir kaç sahife sonra Sir Der-mond Volf ile 'Müzakere için murahhas seçimi bahsinde o vakit hariciye nazırı rahmetli Asım Paşa lisanından <Kâmil Paşanın diplomasi malumatında vukufu behri-yesi sebk etmedi Onun tâ-takdirinde işçe gı'ıçlük gÖrülür.> cümlesini sarfettirmişterdir ki, mânası oldukça net bir teveccüh olduğu görülür, diyerek geçelim sözüyle noktalıyor."
KâmİI Paşa'nin görüldüğü gibi; Said Paşa'nın ünlü hatıra-tın'da kendisine dokundurma hissettiği hususda bir beyanda bulunduğunu ve Kâmil Paşa'nın verdiği cevapla, Said Paşayı ve onun tarzını ortaya koymaya çalışırken, İsmail Paşa'yıda tarz-ı İdaresinden ve israfından dolayı kabahatli bulduğunu çıkarmak ifadesini dikkatle okuyunca anlamak kâbi! dolay-sıyla Mısır ile olan garabeti, Osmanlı anlayışından ayrılmasını temine vesile olmadığı ortada.
Ermeniler Ve Meselesi
eni meselesi dendiğinde; akla ilk gelen, asırlardır a lu topraklarında birlik ve beraberlik içinde nesiller yetiren birbirlerinin inanç ve geleneklerine saygı duyan în-ıarın varlığıdır. Ancak şu 1293/1877 Osmanlı/Rus savaşı havetinde imzalanan Ayatefanos antlaşması oluncaya karar Mezkûr savaşın antlaşmasında bir Ermeni meselesi ih-las olunmuştur ve bunun mucidi Ruslar olup, vatansız Ermeni ahalisine şüphesiz ki Osmanlı devletiyle aralarında var olan medenî insaniyet bağlarını kopartıp, birbirleri hakkında kötü emeller besleyip, var olan huzuru yok etmek ve bunların safdillerini kendi gaye ve hedefi istikametinde istihdam etmek, böylece çıkacak düşmanlığın bir din savaşı şeklinde tefsir edip, Şark'a doğru bir mânada İslâm ve topraklan ürerine Doğu avrupanın verimsiz alanlarından kalkıp yer allı ve yer üstü madenlerine ve nimetlerine egemen olmada maşa olarak kullanmaktı. Buna start veren madde şöyleydi ve göreceksiniz ki, bir kere bile Ermeni kelimesi geçmemektedir maddede fakat bu maddedirki satır aralarında nihan olan mânalarla doğurmuştur Ermeni meselesini:
Madde: "Osmanlı devleti Girid Adası halkı tarafından der-miyan olunan istekleri önemle göz önünde tutmakla beraber 1868 yılı dâhili tüzüğünün uygulanmasını taah- hat eder Şu mukauelenâmede kendileri için özel bir idare şekli tâyin 0 anmayan Arnavutluk ve Tırhala ile Rumeli'nin sair yerleri mahalli ihtiyaçları karşıla- yacak muvafık bir tü-acaktır. Üyeleri yerli ahaliden olmak üzere teşkil acak özel komisyonlar her vilayette yeni tüzüğün tefer-nı müzakere ederek so-nucunu babıall'ye arzedeeekler-manlı devleti dahi bu tüzüğü uygulamaya o az etme-
lçınden Rusya devleti ile bir kere istişare edecektir." İşte bu madde Ayastefanos antlaşmasında bu haldeyken, Berlin konferansında ki her ne kadar bu konferans bizim için hayli-çene işe yaramış ve Ayastefanos'un derin yaralarını sarmiş-sada, bu madde orada 61. madde adıyla genelleştirilmiş ve Rusya'nın elde ettiği imtiyaz bütün düvel-i muazzamayada tanınmıştır. Böylece batı âlemi, şark dünyasına top yekûn saldırıya geçecekken bu kurnazca muahedenin tertibiyle şarkın iç bünyesindeki dindarlarının, kendilerine 5. kol olarak veya gizli tabii müttefik kılmış oluyorlardı. Osmanlı devletini yıkabilmeyi sağlamak için Ortadoğu'da söz sahibi olmak için bunlar vazgeçilmesi imkânsız çâreydi. Her ne kadar geçtiğimiz 1293/1877 Osmanlı-Rus savaşında bizim kaybımız Rusya karşısında zayfı kalmamızdan değil, genç paşaların birbirini çekememesinin getirdiği yönetim aksaklığını pek kimse itiraf etmez ama düşmanlarımız bunu anlamakta gecikmemiş sevk-ı idarede tenakuzları görebilmiştir.
Bizde de bu savaşın ilk tahlilini yapan kişi mümtaz yüzbaşı Mehmed Hulusi Efendi 1909'da Harbiye'de "Harp Târihi Dersleri" muallimi olarak ders verdiğinde bu savaş hakkında bilgilendirmeyi yapabilmek için birçok kitap okumuş, askeri raporları tetkik etmiş "Niçin Mağlup Olduk" adlı bir eser kaleme al mıştır. Biz, bu eseri Osmanlıcadan sadeleştirerek Akit Gazetemizde tefrika hâlinde neşrettik. Henüz kitaplaştıra-madık esas söylemek istediğimiz bizde, 93 harbinin tahlilinin, savaştan 29 sene sonra yapılmasıdır halbuki bütün dünya ülkeleri bu savaş üzerinde o kadar çok neşriyat yapmıştır ki buna sayısız demek kabildir.
Ülkemizde; Ermeniler, 1860 yılında, dernekler kurmaya girişmişler ve yirmi yıl içinde bu sayıyı önce kültür dernekleri olarak lanse edip rahatça çoğalttılar. Daha sonra da tedricen silahlandırmaya başladılar. Böylece kan dökücü komitelerini peydana getirdiler.
Meselâ bunlardan 1860'da Kilikya'yı yüceltmek amacıyla Haynsever Cemiyeti, peşinden de Fedakârlar cemiyeti faaliyete geçirildi. 1882 senesine kadar, Van ve civarında Ararat-h, merkezleri Muş'da bulunan Mektepseverler, Şarklı, Kilikya cemiyetleri kurdular ve de 1872'de yine Van'da "İttihat ve Halas Cemiyeti" yâni birleşme ve kurtulma cemiyeti 1880 yılına gelindiğinde Erzurum'da Silahlılar cemiyeti, Milliyetperver Kadınlar cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti ve Kafkasya'da Genç Ermenistan cemiyeti kurulmuştur. Van'da da Kara Haç cemiyeti teşkil edildi. İstanbul'a gelince, burada "Erme ni Vatanperver İttihadı" isminde bir cemiyet kuruldu
Bu son kurulan cemiyet, Ermenileri hukukuna sahip kılmak, gereken yerlerde isyanların çıkmasını temin etmek, gençleri silahlandırmak hususunda görev almıştı. İstanbul'da da adına Ermeni Vatanperver İttihadı isminde bir cemiyet teşkil olundu.
Yine; 1881'de Erzurum'da kurulmuş olan Şurâ-yı Âlî Cemiyeti, çok geçmeden Müdafiî Vatandaşlar Cemiyeti olmuştur. 1890'da da İstanbul'da Şant ile daha sonra da Kurban adlı ihitlâlçi çeteler teşkil edilmiştir. Hınçak ve Taşnak komitelerini daha ziyade, Kafkasya Ermenileri kurmuşlardır. Bu komitelerin kurucuları, Osmanlı hududları haricindeki Erme-nilerdi. Bu hususda İngilizlerin Trabzon konsolosu 1895 târihinde İngiltere'nin Osmanlı nezdinde ki b. elçisi Sir Filip Ku-n ye gönderdiği raporun bir bölümünde şunları kaydeder: liderleri hareketi türkiye dışından idare ediyorlardı. suretle kendileri tamamiyle emniyet İçinde oldukları halde, Türkiye'deki ırkdaşlarına hayatı tahammül edilmez hale 9etiriyorlardı. Maksatları, İslâmları hristiyanlara karşı tahrik etmek, katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktı: Bütün dünyaca bilinmelidirki bu teşkilât anarşik bir karakter taşımaktadır. Şiddet yoluyla karışıklıklar çıkartma k ue Ermenistan'ın yalnız ıslahatını değil, istiklâlimde temine çalışmaktadırlar "
Bu raporu doğrulayan şu misâl mühimdir: 1887 senesinde Kafkasya Rus Ermenilerinden Avedis Nazarbeg ile sonradan izdivaç yaptığı Maro adlı kadınla ve Kafkasyalı Ermeni talebelerin birlikte İsviçre'de Kari Marks'ın prensiplerinin esas tutulduğu Hinçak (Çan Sesi) komitesinden üç yıl sonra 1890'da, Kafkas Ermeni'lerince de Tasnak veya Taşnaksut-yun ihtilâl komitesi teşkil edildi. Bunların da amaçlan Türkiye Ermenistamnı tesis için siyasi ve iktisadi hürriyet elde etmek riskine girmekti. Bu komitenin pek vahşice verilmiş bir talimatı vardı. O da; <Türk'ü, Kürd'ü her yerde her çeşit şerait altında vur. Mürtecileri yâni eski hâlin devamını isteyenleri, sözünden ve yemini yapıp da bundan dönenleri, Ermeni aleyhtarı hafiyeleri ve Ermenistan dâvasına hayinlik yapanları öldür ve böylece intikam al!>
Bu talimatı alan Ermeniler, Anadolu topraklarında 1894'de pek büyük bir isyan ateşi yaktılar ve bunun adı Sason İsyan'! oldu. Muş ile Bitlis arasında bir ilçe olan Sason bünyesinde 12 bin Ermeni barındırıyordu. Burada yaşamakta olan 15 bin kişi kadar müslümanların çoğunluğunu Kürtler teşkil ediyorlardı ki burası yo! yetersizliği hasebiyle askeri yardıma biraz geç kavuşur arazi idi. Sason Dağlarının sarp kayalıkları kolay kolay geçit vermiyordu. Burada ateşi yakılan isyan, öyle profesyonelce tezgâhlanmıştaki, yerli Ermenilerin böyle bir şeyi ne akıl edebilmeleri nede tatbikleri kabildi. Hele Türk kılığına girmek suretiyle kendi dindaş ve soydaşlarını katletmeleri ne yerli Ermenilerin cüretine nede tanınacakları endişesiyle yapmayacakları işlerdendi. Amma cidden Türk kılığına giren Ermeniler, bu işi yaptılar fakat bunlar bölnin insanı olmayıp dışarıdan getirilmiş adam katlinde ofeSyonelleşmiş ihtilalci güruh olduğu ilk akla gelendir. Burada çıkan arbede de, yüzlerce müslüman şehadet şerbetinin içicisi olurken, 5 bin ermeni de fikren iğfal olmalarının acısını ölümleriyle tattılar. Günü müzün Abdullah Öcaian adlı bölücübaşı'nın gün gelipde TBMM'ye gireceğini ileri süren safdillerin bulunduğu dönemimizde, bunu ileri sürenlere saf dil demesine diyoruzda, bakın bu Sason olayının baş tertip-çişi olarak görülen Hamparsum Boyacıyan adlı Ermeni buradaki tahkikat ve icraattan yakasını sıyırdı. Bu Hampar-sum'un 1908 meşrutiyet meclisinde Harput milletvekili olarak İttihad ü Terâkki Parti mebusluğunda bulunması tıpatıp Öcalan'ınkine benzemiyorsa da, yine de Allah korusun, saf diller dediklerimizin bu teşhisleriyle naklettiğimiz olayia, yâni Hamparsum Boyacıyan ile ilişki kurmaları da ümid olunabilir!
Ermeniler; Sason olayının peşinde bir ay geçti geçmedi Dıyarıbekir'de de ayaklanmaya teşebbüs ettiler. Ancak burada da 2 bine yakın insanlarını kaybettiler. Bütün bu hareketlerin Osmanlı devletinin elinden kurtulmak meselesi olmadığı pek barizdir. Yapılmak istenen dış devletler buralarda meydana gelen vak'alardan mütevellid, Osmanlı hükümeti ne baskı yapmak suretiyle iç işlerine müdehale yoluyla dev-let-i âliyenin çöküşünü temi ne gayret edip, yabancı devletlerin, ajan çapındaki adamlarından aldıkları sözlere görede Büyük Ermenistan kurmak hayılini diri tutmaktı. Bu husus-da, Ermeni Diasporası denilerek nâm salmış başka ülkelerde yaşamakta olan Ermenilerin kurdukları bu organizasyon merkezi bilhassa ecnebi baskıları teminde ve bu isyanları destekleyecek maddi imkânın toplama ve dağıtım vazifesin! yapıyorlardı.
O sıralarda da İstanbul'da bilhassa Kurtuluş semtinde o zamanki adı Tatavla'da oturan Ermeni azınlık toplanmış bir takım protestolar ile asayişi ihlâle çalışıyorlardı. Sahilhane-sinden çıkmış bulunan Sadrıazam Ahmed Vefik Paşa'nın faytonuna ulaşan haberle vaziyetten haberdar olduğunda, hemen arabanın babıâfî istikametinden yolunu değiştirmiş bu günkü Pangaltı kavşağına gelen Vefik Paşa, tecemmu etmiş Ermeni kopillerini görünce hemen faytonunun kapısını açmış, o gün romatizmalarının rutubetli hava münasebetiyle ağrılara sebeb olmasından, bastonuyla yola çıktığından topluluğun ki sayısı alti-yediyüz kişiden az değil üzerlerine yürümüş o güruhu tek başına dağıtmıştır. Devrin gazeteleri Ahmed Vefik Paşanın sağa sola doğru koşarak yaptığı salveti tatlı bir uslûb ile haber yapmışlardır.
30/Eylül/1895'de Patrik İzmirliyan'in sinsi sinsi hazırladığı sayıları bir kaç yüzü bulan Ermeni kopili ellerinde ve bellerinde silahlarıyla babıâlî'ye çıkıp sadaret binası önünde protesto hareketi yapacaklarken, Sadrıazam Said Paşa bunların üzerine asker sevk ettiği için vahim bir hâl zuhur etmiş oldu. Yıldız'da sadrıaZamın icraatına vukufiyet kesbeden Sultan 2. Abdülhamid Hân derhal askeri birliği geri çektirdi.
Bunların çoğuna sivil elbise giydirip, Tahtakale ve Yemiş İskelesi hamalları kürtleri de hamalbaşılar vasıtasıyla bu silahlı Ermeni kopillerinin üzerine sevk ettiği bir kaç tane müs-lüman'ın şehadeti karşısında bin kişiye yakın Ermeni eşşek cennetini boyladı. Kadırga da üçgün mukavemet eden Ermeniler sonunda pes etmeye mecbur oldular. Onbir ay sonra Ermeniler bir daha hareketlendiler ve 26/Ağustos/1896'da Osmanlı Bankası merkezini bastılar. Ancak, Abdülhamid Hân'ın meşhur Teşkilât-ı Mahsusası vaziyetten haberdar olduğundan banka civarında tertibat almış ve saldırıyı bir kaç bomba patlatarak başlayan Ermenileri kısa zamanda etkisiz
H"le qetirmeye muvaffak olmuşlardı. Bu hareketide hazırnın patrik İzmirliyan olması calibi dikkattir. Demek ki onbir evvel Kadırga semti olayını tezgâhlayan İzmirliyan'a devlet herhangi bir yaptırım tatbik etmemiş! Acaba, İzmirliyan hem olayları tertipliyor hem de devlete haber veren bir ajan-mıydı? Sultan 2. Mahmud'un, Rum Patriği Grigoryası astığını qoz önüne alırsak, İzmirliyan'a bir şey yapılmamış olması yoruma tâbidir.
Hoş Sultan Hamid cana kıymayı sevmediğinden belki asmamak normalse de hiç bir şekilde cezaya muhatap etmemesini yorumlamak kolay değildir. Ha yukarıdaki Kadırga semti olayında, kıyamcilar üzerine askeri birlik gönderen Said Paşa' nın görevinden azledildiğjni de hatırlatalım. Çünkü; asker ile bastırılan vak'anın avrupada estireceği rüzgâr pek değişik olacağından padişah bu işi ahaliye havale ederek İki gurup halk arasında çıkan arbede neticesi müessif olayları meydana getirmiştir bahanesini ileri sürmek imkânını meydana getirmiştir. Çok zaman geçmemiştiki bir Ermeni, sadrıazam Halil Rıfat Paşa'ya tabanca ile bir suikast teşebbüsünde bulunmuş, menfur emenline nail olamamış ve Paşa isabet almamıştır. Bütün bu tedbirler ve milis tarzı mukabele Erme-nieri ve onların idareci takımını ürküttü. 21/Tem-muz/1905'deki Yıldız Camiinde patlattıkları bomba hadisesi-ne kadar ortalıktan toz olmayı tercih ettiler.
Bir Gaazı'nın Beyanatı
Bizim târih kitaplarımızda genellikle savaşlar oluş sebebi,
kimlerin bu savaşda bulunduğu, neticesi ve mütareke ile sulh masasından bahsedilir. Biz bu çalışmamızda savaşların perde arkasını ve safahatını nakleden ve bilhassa bahse konu savaşda döğüşmüş savaşda sahib-i selahiyet olarak bulunanların varsa hatırat ve husule getirdikleri risaleleri lâtinize ederek burada sahifemizi süslemeye ve yeni nesle ulaştırmaya kendimi vazifeli addetmiş bulunmaktayım.
Bu seferki risalemiz 1313/İ897'de Osmanlı-Yunan savaşını en selahiyetli kalemden çıkan yazının başındaki İsimle neşrolunmuş yâni "BİR GAAZİ'NİN BEYANATI1' adıyla Os-manhca ve matbu olarak basıldığında hayli beğenilmiş olan risaleden naklediyorum. Bu risalede bahse konu savaşı arılatan zât; Gaazi Alasonya Ordusu kumandanı Müşiran dan Ga-azi İbrahim Edhem Paşa Hazretleridir.
Bilindiği gibi Sultan 2. Abdülhamid; önce amucası Sultan Abdülaziz'in tahtdan alaşağı edilip, akabinde şehid edilmesi ve taht-ı Osmaniye 5. Mehmed Murad'ın çıkarılması ve de bu padişahın da, doksan gün sonra şuuru muhtel oldu yâni dimağında meydana gelen bozukluk hilafet ve padişahlık yükünü omuzlayacak takati taşıyamayacağı anlaşıldığından onu da devrin devlet recülu tahtdan fetva ile iskat edip, Türklerin padişahlığını, İslamların halifeliğini 1842 doğumlu ve hayli olgunlaşmış bir Abdülmecid evlâdı olan 2. Abdülha-mid'e biat etmek suretiyle vermiş oldular. Midhatlar, Rüş-dü'ler, Hüseyin Avniler, Kayserili Ahmed Paşalar, Süleyman Hüsnü Paşalar hatta Mahmud Nedimler devletin atabeyleri gibi işleri yönetmeğe kalktılar. Bu yönetişteki hataları ve meşrutiyet hususundaki kararsızlıkları kendi aralarında ihti-düşmelerini getirdi. Bu sırada Rusların sıcak denizlere e hülyası, Osmanlı iç yapısındaki hızla bozulma hasebiy-! e de Avrupa devletlerinin adını "Şark Meselesi" olarak kovdukları sömürülesi gereken toprakların muhafızı cihan H leti Osmanlıyı târih sahnesinden izale etmek maksadıyla dört başı mâmur bir plânla yürüttükleri saldirgan siyasetleri havli yıpranmamıza sebeb veren meşhur rûmî 1293 / milâd 1877 Osmanlı-Rus Harbinin zuhuru vukubuldu.
Haçlı dünyasının ve hilâl âleminin bu savaş sonrasında artık hiç bir şey eskisi gibi değildi! Koskoca Osmanlı Devleti, başşehrinin yazlık bir mahallesi olan Yeşilköy'e kadar gelmiş bulunan ezeli ve ebedi düşmanı moskofun elinden bir sulh-nâme almaya çalışmaktaydı. Bu Ayastefanos Antlaşmasını yapan hâriciye nâzın Mehmed Esad Safvet Paşa ve müntehir Sadullah Paşanın gözyaşlarını akıtarak çekilmiş olan resimlerini, zenaatkâr padişah kendi elleriyle yaptığı abanoz ağa-cmdan bir çerçeveye koymuş ve daima çalışma masasında o hazinliği sergileyen fotoğrafiye atfu nazar etmeden hiç bir gününü geçirmemiştir.
Bu konferansın pek ağır şartları hâvi olarak imza olunmasından sonra yeni padişah, babıâlî'de toplanmış selahiyeti, kendine başkâtip olarak intihab etdiği Küçük Said Mehmed Paşanın yardımlarıyla, sefine-i devleti kaptan köşkünden tam bir selahiyyetle, vukufla, itidalle idare etmeğe koyuldu.
İşte bu ahval içinde ŞaYk ve Garb cephelerinde gösterdikten büyük yararlıklara rağmen mahvu perişan olan ordumuzun, yepyeni bir anlayış içinde yeniden neşvünema bulması 'Çin büyük mesâi, para ve gayrete önem verdi. Meselâ; harbiye talebelerinin son sınıf öğrencilerinin o hafta başarıda bi-r|nci olan talebeyle yemek yeme usûlünü ihdas etmek sure-> padişahlığa ve huzuru hümayuna çıkmağa önem veren talebeye, hem bu şansı veriyor hem de kendisine bağlanmasına fırsat tanırken öte yandanda bu istisnayı elde etmek arzusu duyanlar arasında tatlı bir rekabet meydana getirip, derslerinde daha da muvaffakiyet kazanmalarını teşvik etmiş oluyordu.
Ördü Kıvamını Buluyor!
1877'den sonra ülke her bakımdan bir kalkınmaya doğru yelken açarken, gerçekten pek çoğu yelkenliden müteşekkil Sultan Abdülaziz merhumun tezyin ve teçhiz eylediği dünyanın ikinci büyüklükteki donanması sayılan Osmanlı Donanması, buharlı gemiler dönemine girmiş bulunan denizcilik âleminde artık bir matah sayil-madiğından kendi âlemine bırakılmıştı. Yâni sadece gemiler ve denizcilik faaliyetlerimiz hayii kısırlaşmıştı. Geri kalan her hususda terakki etmekteydik.
Bu terakkileri yapabilmek için lâzım gelen sulh dönemini Sultan 2. Abdülhaid'in takip ettiği büyük devletlerle denge politkası sürdürme, avrupanın iri devletlerini vermiş olduğu ihaleler sayesinde, birbirine karşı müteyak kız duruma getiriyor, hatta perde arkasında çatışmalarını sağlayacak tezgahlar kuruyordu. Nitekim 1877 ile 1897 seneleri arasında geçen yirmi yıl dikkatli işleyen bir devlet idaresinde azımsan-mıyacak bir süre olduğu ortaya çıkan eserlerle kendini göstermeye başlamıştı. Bütün teknolojik ve tıbbî ihtiyaçlar askeri mektepler nazırlığı disiplinasyonu içinde kabiliyetli zabitler yetiştirmeye muvaffak olduğu gibi, dünyanın ister istemez içine gireceği ulusçuluk anlayışında bizim insanımızında yer alması, fikri hareketlerde batı dünyası ile kurulan diyalogun, İslâmi anlayışda da, kelâm-i kadimi asrın idrâkine uygun okuma ve anlama sürecini başlattı denebilir.
Hülasa edecek olursak; Abdülhamid Hân'ın idaresindeki . konu yirmi yıl sonunda her hususda kalkınma gözle ken yinede en fazla kalkınan orduyu hümayun olmuştur. a nn icabı avrupa zabitleri tâlim tarzları, münevverleşme aayretleri, okul disiplini içinde ve ecnebi bir kaç dille okuyup yazacak kadar teçhizatlı olmak, haberleşme vasıtalarını hayli neliştirmek bu yirmi yılın içine sığdırıldı. 1877 savaşında ordunun bir cenahından diğer cenahına yollanan bîr emrin hemen arkasından meydana gelen küçük bir tahavvül yâni değişikliği bildirmek için hemen ikinci bir vazifeli göndermek icab ediyordu idi ki, bazen bu ikinci gönderilen bir kaç saat-den tutunda, bir kaç güne kadar gecikme ile emri ulaştıracağı yere varmaktaydıki, yapılması istenen ikinci emirken, tatbike konan birinci emir devam etmekte böylece başarısızlığın kapısı kendi ellerimizle açılmış, başarı kapısı ise kapatılmış oluyordu. Şunu ilâve etmek gerektirir ki, Sultan Abdül-hamid'in, risalemizin kahramanı Gaazi Ethem Paşa Hazretlerinin kumandasında yapılan "1897 Osmanlı-Yunan Muharebesi" adlı savaşda filim çekecek ekibi dahi vazifelendirdiği bilgilerinize sunulur.
Biz; 1989 senesinde müstear adımız Hasırcızâde imzasıyla kaleme aldığımız "2. ABDÜLHAMİD HÂN ve OSMANLİ - YUNAN MUHAREBESİ" adlı çalışmayı belgesel bir roman hâlinde şimdi maziye karışmış bulunan Beyazsaray Kitapçılar Çarşısında 26 nomeroda kâin FERŞAT Yayınlarından neşrettiğimizde bu zaferin 92. Yıl dönümünü idrak etmiştik. Biz bu kitabın hemen ilk sahifesine şu kanaatimizi dere etmiştik: 1897 harbi AbdÜl hamid Hân'ın kendi iradesi ile açtığı ve kazandığı tek muharebedir" İşte bütün bu malumatdan son-Konuşan Gaazi Kumandan müşirandan İbrahim Ethem Şa Hazretlerinin şu kısa biyografisinden sonra sözü bu Gaazi'ye bırakalım: İbrahim Etham Paşa; 1844 senesinde İstanbul'da dünya'ya geldi. 1293/1877 Osmanlı Rus savaşında Plevne'ye ulaştırdığı, mühimmat ve erzak desteği sayesinde savunmanın uzamasını temin etmesi büyük takdirlere mazhar olmuştur. Yine bu savaşlar serisinde yer alan Dubnik muharebesinde ağır yaralar almakla beraber hayatta kalması nasip oldu. Gaazi unvanı buradan intişar etmektedir. Savaşın nihayetinde paşalığa irtika eden yâni paşalığa yükseltilen İbrahim Ethem Paşa, 1895'de müşir yâni mareşal rütbesine terfii ettirildi. Çok terbiyeli ve nâzik bir zat olmakla beraber meslek-i celilei askeriyyede büyük malumatlı kumandanlar arasında kabullenilmiştir. Yâveran-ı ekremdendir yâni padişahın fahri yaverlik rütbesi tevcih ettiği herkesçe malumdur.
Bütün dünya 1897 Osmanlı-Yunan muharebesinin aynı zamanda "Dömeke Meydan Muharebesi" olarak yâd eder. Meydan muharebesi kazanmış kumandanlara Gaazi rütbesi vermek bizim eski bir geleneğimizdir. Ethem Paşa 2. meşrutiyet sonrasında hâttâ Sultan Hamid'in tahtdan, indirilmesinden sonra Gaazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, ki bu kabine için de ayrıca üç tane eski sadrıazam bulunması hasebiyle Büyük Kabine adını almıştır ki, Müşirandan İbrahim Ethem Paşa bu kabineye Harbiye Mazın sıfatıyla alınmıştır. Kabinenin düşmesinden sonra paşa, siyasetin dışında kalmayı tercih etmiştir. Rahatsızlanan İbrahim Ethem Paşa Mısır'a gitmiş ve orada son nefesini vermiştir. Cenazesi o dönemde dahi istanbul'a getirilerek Eyüb Sultan'da ebedi makberesine tevdi olunmuştur. Vefatında Ethem Paşa h. tarih olarak 67 yaşında olup, m. târih olarak 65 yaşında idi. Mevlâ rahmet eylesin. Amin..
Gaazi Ethem Paşa Anlatıyor
Bir Gaazi'nin ifadesi: umûm hudud-u yunaniyye kuman-A m müşirân-ı izamdan Devletlû ibrahim Edhem Paşa Haz-ptlerinin ifadey-i beyanı aşağıya alınmıştır. Son muharebenin çıkış sebebi ve safahatı yâni Osmaniı-Yunan savaşının vukubulmasının sebebi ve bölümleri:
r. 1313/m. 1897 Osmanlı-Yunan savaşının çıkışının bir müddetten beri müslüman ve hiristiyan ahali arasında Girit adasında çıkan karışıklıkların sebeb olduğunu herkes bilmektedir. Ancak asıl sebeb ise mezkûr ada'ya, Yunanistan'dan bir plân ve program dahilinde göç eden Rumlar: i yerleştikten sonra, geliş sebebleri olan huzuru bozma hareketlerine giriştikleri ve Yunan krallığının bu girişimleri gizlice desteklediğinin pek net bir şekilde kendini göstermeye başlamış olmasıdır. Geçtiğimiz; 1312/1896 senesi başlangıcına kadar devam eden karışıklıkların teskin edilip sona erdirilmesi için hükümet-i seniyyei Osmaniyye çeşitli tedbirler aldı. Bu tedbirler içinde avrupanın büyük devletlerinin tavassut ve ricası da göz önüne alınarak Girid adasına bir hiristiyan vali tâyini dahi devlet-i âliyye tarafından uygun görülüp, lâzım gelen tâyin yerine getirilmiştir.
Vali tâyini sonrasında yine tavsiyelere uygun olarak vede Yatkın davranan babıâlî bir takım idari ve hususi işlerde İslahat yapma gayretine de girişmiştir. Ancak bu niyeti taşımayan hiristiyan mahfiller ve bu asayişsizliği sağlamak niyetiyle irid adasına yerleşen anarşist göçmenler, Osmanlı devletimin bu hayra dönük çalışmalarından hiçde memnun kalmamışlar, üstelik ıslahat çalışmalarını kendi karanlık emellerine ^ani olacak bir harekât olarak vasıflandırmışlardır. Bu bakından Ada'nın asayişinin bozulmasının temini için var güç-er'yle çalışmalarını hızlandırmaya başladılar.
Nihayet; Yunan hükümeti bu karışıklığı güya durdurmak için Ada'ya asker göndermeğe başladı. Bu hareketin sebebi hakikisi Girid Adasına el uzatmak ve bu işi sabır ve sebatla sürdürüp, Ada'yı megalo ideal konsepti içinde Yunanistanın olmasını temin etmek ten başka bir şey değildi..
Yunan'lıların Faaliyetleri
Girid Adasını Megalo Idea telakkisi içinde Yunan sancağı altına alma işini becermek için dışı başka içi daha da başka maksatlar taşıyan faaliyetlere koyuldular. İlk iş olarakda; Avrupa devletlerinin bilhassa büyük addedilenlerine yılmak üzere Yunan Donanmasının, Akdeniz'de bir manevra icra edeceğini bildirdiler. Bununda maksad-ı hakikisi bahse konu denizde manevra yapıldığı ve bu manevra yapan donanmanın kuyruğuna gizlice takacakları Girid'e müteveccih onüç savaş gemisi ile general Vaso komutasında 2300 asker çıkarmayı planlamışlardı. Bu manevra, yapılacak tebliği Girid üzerinde operasyonu bir nev'i maskelemekti. Nitekim bu menhus plân yürülüğe kondu ve çıkarma yi başardılar. Çıkarmanın akabinde de Girid Adasında asayişse hiç vakit geçmeden ihlâl olmaya başladı. Girid Adasında bu faaliyetleri sürdüren Yunan emelleri başka bir bölge de yâni Preveze liman şehrinden Sarakurya'ya kadar olan hattın karşısına 13 harp gemisi marifetiyle 27 bin piyade askeri, üçyüz süvari yanında 40 top ihraç etdi. Mücve'den Selanik körfezindeki Hatıpkapısına kadar başta, Kalabaka, Tırhala, Tırnova, Nezeros, Rap şani istikametlerinde de 56 bin piyade askeri 700 süvari ile 84 top göndermekle beraber teşkil ettirdiği alaylar sayesinde kollar hâlinde hudud boyuna yayıldılar.
Yunan kraliyet hükümetinin beynelmilel ve milletler arası hukuk anlayışına mugayir olan bu harekât-ı askeriyyesi, Av-rupanın ileri gelen devletlerinin telaşlanmasına sebeb olduy-kısa zamanda bu telaş gösterenlerin genişlemesi muhtar savaşı önlemek maksadına dönük olmakla beraber tem rafını tercihe dönük bir tedbiri almaktan imina da Yunan tardım" .... ,
d'ler Her avrupa devleti birer ikişer gemi göndermek ve 6 yi 'le civarını abluka almak istikametinde hareket etdiler. var ki bundan artan Yunan tehdidi kendini iyice gösterge başladı. Zulümler bir kaç misli artış gösterdi. Ada ve Osmanlı-Yunan hudud boyunda görülmeye başlayan vahşice Yunan saldırıları, Osmanlı hükümetini olayları dikkatle takipten, tedbir alma kararına getirdi.
Bilhassa bu taktikde Avrupa büyük devletlerinin eğilimi mercek altına alındığından Yunan ordusunun daha tehditkâr ve Osmanlıya hak verdirici çıkışlar yaptığının anlatılması istikametinde kararlar alınırken, hudud bo- yunu takviye için askerin sayısı yükseltilirken, ayrıca Yanya ile Alasonya kolordusu ihlâl olunan hudud boylarına kaydırıldı. 25 bin piyade, 300 süvari ve 50 top sevkı yapılırken, Alansonya istikametinde de 88 bin piyade, 27 bin süvari yanında 252 adet topun gönderildiği gözlendi.
Yunan'ın Etniki Eterya denmekle tanınmış fesad cemiyetinin baş serserilerinden Govsiyos adlı bir Yunâninin yaptığı ac.sk çağrı üzerine Kalabaka'da içlerinde Yunanın emekli olmuş subayları da dâhil olduğu halde sayıları 3500 kişiyi bu-'an gönüllü toplanmış'oldu. Govsiyos toplanmış bulunan bu gönüllü birliklerini toplamış papaslarında bulunduğu usûlüne uygun âyin ve dualarlc. birlikte yemin ettirmişti. Bahse konu gönüllüler üç guruba taksim olunmuş böylece üçlü çete teşekkül ettirilmişti. 27/mart/1313-1897'de saat dokuz sırala-nnda askeri kıyafetlerinden sıyrılmış olarak yâni başıbozüls e|biseleri üzerlerinde olduğu halde 1500 kişi ve beraberlerin-adetde top olmak üzere Köprüboz ile Miçova arasındaki nVa taraflarından hududumuzu aşmışlardı.
Hemen 2 gün sonra 29/mart/1313-1897'de cuma günü yine askeri kıyafetlerini taşımamak suretiyle sanki başıbozuk harekâtıymış gibi gösterebilmek için tercih olunduğu pekâla anlaşılıyordu ki beşbin kişi Dışkat mevkiine hücum etmiş ve yine o gün 2 alay ve beş tabur Rapşani taraflarından gelip Kuzuköy civarına, yine piyade ve süvari müştereken yekûnu 9 bin kişiyi bulan diğer bir kuvvet de, Narda köprüsüyle, Ga-ramince cihetlerine üç ayrı kola taksim olmak suretiyle pek şedid saldın başlattılar. Osmanlı askeri bu şiddetli taarruza karşı önce savunmaya geçti. Peşinden, savunmayı hücuma geçme kertesine taşıdıktan sonra ve uyguladığı bu taarruz esnasında 2170 Yunanlı harp sahasında cansız yatarlarken 34 kişide Osmanlı askerinin eline beraberle-rinde 5 adet topla esir düştüler. Ayrıca 22 adet at'ın binicisi, artık Osmanlı askeri olacaktı. Çünkü bu atlarda, harp ganimeti olarak or-du-yu şahanenin eline geçmişti.
Yine 29/mart gecesi saat 21 yâni 9 sularında içinde 700 asker bulunan orta büyüklükte 2 gemi Preveze limanı Önlerine geldi. Hâmil olduğu askerleri tam karaya çıkartmak üzereyken, istihkâmlardan açılan ateş ve gösterilen mukavemet üzerine iki gemiden biri içindekilerle beraber sulara gömülürken olanı biteni gören diğer geminin kumandanı selameti firar yoluna düşmekde buldu.
Yunanlılar bu tarz izaç hareketlerini daha sık yapmaya başlarken, bizim tarafta da bıçağın kemiğe dayandığını görenler bu hâlin daha da devam edeceğine kanaat getirdiklerinden, 5/nisanda başlatılan Yunan harekâtı 5 cihetten üzerimize gelmeğe başladığında Osmanlı kabinesi de Yunanlılara ilân-i harbe karar aldı.
Alasonya Ve Civar Muharebeleri
Alasonya Ordu-yu hümayununun 1. fırka kumandanı sa-adetlû Hayri Paşa Hz. lerinin toplanma ve tanzim yeri Dominik mevkii olup, Raveni geçidiyle, Beydeğirmeninden Varda-kosa'ya kadar olan hudud civarından saldırıya çalışan Yunanlılar ile yapılan çok kanlı bir savaş sonunda düşman tarafında üç yüksek rütbeli subay, kalanı nefer olmak hasebiyle bir hayli kişinin savaş alanında biruh kalması gerçekleştirilmiştir. Ayrıca düşmanın 2 topu da ele geçirilmiştir. Bu münasebetle havalide bulunan düşman ya öldürülmüş ya da terk etmeye mecbur bırakılmıştır.
2. fırka komutanı saadetlû Neşet Paşa Hz. lerinin merkezi İskombe mevkii olup, Semertepe'den Lisvaki tepesine kadar olan kısmın hududunun muhafazası adı geçen paşamızın muhafızlığına emanet olunmuştu. Bu fırkaya bağlı Ceİâi Pasa livası 1313/1897 nisan ayının 5. gecesinde Pırnar istihkâmlarına Papalivadya tepesi ile buraya ait istihkâmları zapt etdi.
Abdülezel Paşa Hz. leri livası da Semertepe ve Gavan Ovası ile Tırnova'ya hâkim, Ayaheyl ve Lisvaki ciheti istikametinde bulunan düşmanların karşısında pek şedit savaşlar yapmak suretiyle bunların harekât hattını al- lak bullak etmişti. 7/nisan/1313-1897 târihinde Abdülezel Paşa şehadet şerbetini nûş etmiştir. Şehid-i mübeşşir Abdülezel Paşa daha önce sol kolundan yaralandığı için, ısrarlara rağmen atından inmemiş, ikinci defa isabet almış bu seferde sağ kolundan yaralanmıştır. Buna rağmen, atının üstünde savaşa de-varn etmekte ısrarlı davranmış üçüncü isabet bu sefer göğsüne olduğundan şehadete vesile olmuştur. Askerlere olan vasiyeti; Lisvaki tepesini zaptetmeğe çalışmak ve zaptettik-ten sonra orada kazılacak bir mezara gömülmesiydi. Lisvaki TePesi 1 l/nisan/1313-1897'de zapt olunabildi.
Efendim biz burada sadeleştirmeye çalıştığımız risaledeki Abdülezel Paşanın şehadetiyle alâkalı bilgiye itiraz babında olmamakla beraber, bir açıklama getirmek ve de daha geniş ve sonucu kesin olarak verilmiş defnedil- me olayı da dâhil olan bir başka kaynağın aktardıklarını hemen bu satırların içine koymayı vazife addettik.
Bu kaynak bahse 1313/1897 Osmanli-Yunan muharebesinin cephesinde bizzat üsteğmen rütbesiyle çarpışmış bulunan ve mükemmel bir kalem erbabı olan eserlerinin bir çoğu Muallim Gücüyener yayımları arasında neşrolunmuş bulunan Ziya Şâkir merhumun bildirmiş olduğu Abdülezel Paşanın şehadeti bölümünü "Abdüihamid Han ve Osmanlı-Yunan Muharebesi" adıyla 1989'da Ferşat Yayınları arasında müste-ar adımız Hasırcızâde ismiyle neşretmiş bulunduğumuz kitabımızdan alıntılamak suretiyle okurlarımıza daha doğru olduğunu sandığımız bilgiyi ve şehid-i mübeccel Abdülezel Paşanın merkadinin ve şahadetinin bütün safahatıyla bilinmesine aracı olmaktan başkaca hiç bir kaygımız yoktur. Şu halde bahsettiğimiz çalışmanın 54. sahifesinde yer alan "Abdülezel Paşa'nın şehadeti" başlıklı bölümü aktaralım efendim: "Milo-na geçidi zapt edilmişti. Fakat Yunan ordusu bu geçidi istirdat (kurtarma) için hareketlere başlamıştı. İlk Önce Menekşe Tepe üzerine saldırıp orayı kurtarması gerekiyordu. Çünkü Menekşe Tepe 18. alayımızın elindeydi. Bu alay canını dişine takarak tepeyi ele geçirmiş, şimdi harikalar göstererek savunma yapıyordu. Menekşe Tepenin yanında hâkim bir tepe olan Pirnar Tepe yunanlıların elinde idi. Yunanlılar bu tepenin tanıdığı avantajlardan çok istifade ediyorlardı.
Edhem Paşa erkânı harplerini toplamış, durumu müzakere etmiş, Pırnar Tepenin behemahal ele geçirilmesini karar altına almıştı. Pırnar Tepeye hücum edecek tabur seçilmişti. Bu tabur İnebolu Taburu adiyla anılan bir taburdu. Bartın Taburu da takviye olarak bu tabura yapıştırılmıştı.
Çok kanlı bir mücadele sonunda şanlı sancağımız Pırnar Tepeye mübarek bir el tarafından dikilmişti. Bu mübarek elin sahibi; 74 yaşında olmasına rağmen liva kumandanlığı görevini deruhde eden Hafız Abdülezel Paşa idi. Tepenin ele geçirilişinde bir manga kumandanı gibi uzun kılıcıyla düşmanla göğüs göğüse çarpışmış, göbeğine kadar uzanan sütbeyaz sakalı düşman kanlarıyla ıslanmıştı. Pırnar Tepeden tard edilen düşman; top ateşini kaybettikleri tepenin üzerine teksif etmişler ve cehennemi bir ateş yağmuruna tutuyorlardı. Abdülezel Paşa kahraman askerlerini bu ateş cehenneminden korumak için kendi elleriyle biraz evvel ele geçirdiği ve mükemmel sayılacak siperlere yerleştirmişti. İnebolu ve Bartın taburları kumandanlarını da siperlere sokmuştu. Kendisi ise siperlerin üzerine çıkmış, boynundaki dürbünü gözlerine götürüp, her bir ciheti tarassuta başlamıştı. Uzun boylu narin yapılı ihtiyar delikanlı, fütursuz olarak tarassutuna devam ediyordu. Rüzgâr esmekte, paşanın sakalı uzunluğu yüzünden Hz. Ali (K. V)nin Zülfikâr adlı kılıcı gibi ikiye ayrılmış mübarek çenesinin iki tarafında uçuşuyordu. Öte yandan düşman ateşinin kesafeti artmıştı. Yerden taş, toprak kaldırıyor ve başka yerlere savuruyordu. Tepenin üzeri adeta bir kevgire dönmüştü. Siperden bazı zabitler fırlamışlar ve "paşatbaba çok ihtiyatsızlık ediyorsunuz. Allah (c.c) sizi başımızdan eksik etmesin hiç değilse s'pere inseniz" diye adetâ yalvarıyorlardı. Abdülezel Paşa "evlatlarım ben ilk katıldığım savaştan bu güne kadar hiçbir zaman sipere girmedim. Ben takdiri İlahiye inanmış bir insanım. İnsan Ölümden ne kadar kaçarsa kaçsın bir gün °lür. Ben yetmiş dört yaşındayım, askerliğin en yüksek rütbesi olan şehidlik, benim kavuşacağım en büyük mükafat
olacaktır" Diyordu. Düşman ateşi son haddini bulmuş artık siperdekiler başlarını kaldıramaz hâle gelmişlerdi.
Paşa; heybetle dimdik ayakta, dürbün gözlerinde taraş-sütuna devam ediyor adetâ siperdekileri koruyordu. Birdenbire sarsıldı, elindeki dürbün bir kaç metre öteye fırladı. Paşanın her iki eli iftitah tekbiri ahrcasma kulaklarının hizasına gitti. Evet; paşa nihayet vurulmuştu. Bir kaç nefer onu almak için siperden fırlamak istedilerse de paşa yine onları korurcasına siperin içine mehmedçiklerinin kucağına düşüverdi. Bir gru kurşunu alttan gelmiş, çenesinin altından girerek damağına saplanmıştı. Akan kanlar, yılların Gaazisini şehidler zümresine katarken, sütbeyaz sakalı kendi kanıyla al sancağın rengine boyanıyordu. Bu fecî, fecîi olduğu kadar muhteşem manzaraya şâhid olanlar ağlamaya başlamışlardı. Durumu uzaktan takip etmekte olan tabur komutanlarından biri, soğuk kanlılığını kaybetmemiş "askerler sîz şe-hidlere ağlanmayacağını bilmezmisiniz? Sizin artık yapacağınız, bu muhterem ve muhteşem komu tanımızın intikamını almaktır. Süngü tak.. İleri!" komutasını vermişti. Yerden gelen mermilere, üstten düşen bombalara aldırmayan şanlı askerimiz, süngülerini takıp bir sel gibi düşmanın üzerine adeta uçtular, onları bulundukları yerde kesin bir mağlubiyete duçar ettiler. Böylece Papa Livadya mevkiide, şehid Abdülezel Paşanın askerinin zaferi ile elimize geçmiş oldu.. Abdülezel Paşa bu savaşın ilk şehid paşası oluyordu.. Abdülezel Paşanın naşı düştüğü siperden alınmış eller üzerinde taşınarak Alasonya'ya getirilmiş üzerindeki elbisesiyle, boynunda asılı rovelveriyle Çarşı Câmiinin avlusunda hazırlanan kabre defne dilmiştir..."
İşte Abdülezel Paşanın şehadeti hakkındaki izahımız burada tamam olmuş oldu. İstedikki dünyada bir şey kalmasın nihân.
Milona Muharebesi
Bu muharebeler 5/nisan/1897'de cuma akşamı başladı. Bu savaşın Memduh Paşanın 3. Fırkasından 6. ve 4. Haydar paşa fırkalarından 5 tabur asker, düşmanla süngü süngüye aelmiş ve Yunanlılara 2400 kişilik telefat verdirmiştir. Bu telefatın artmasından korkan Yunanlılar selâmeti bozgun halinde de olsa firarda bulmuşlardır. Böylece Menekşe Tepeleri ve Milona Geçidinin büyük bir kısmı askerimizin eline geçmiştir. 8/nisan/1897'de Kırçova Köyü zapt edilip, onbir kişi esir alınıp bir haylice savaş malzemesi elde edilmiştir.
Mirliva saadetlû Nâim Paşanın taht-ı kumandasında olan 8 tabur piyade ve 6 tabur seyyar batarya, Milona Derbendinden Teselya toprakları sayılan Karadere kaynağına kadar ilerleyip, Karacaviran Köyünü ele geçirmiştir.
Merkezi Dışkat mevkii oian Hakkı Paşanın 5, fırkası Gre-bene ve Dışkat'a bağlı Miçveh taraflarında Mila'dan Vardako-şe'ye kadar hudud üzerinde bulunan merkezleri muhafaza ederek o bölgede düşmanı büyük zayiat ve telefat vermeye duçar eylediği gibi 9/nisan/1897'de Nâim Paşa idaresi altındaki süvari kolordusuyla, Yunanlıların 3 süvari bataryası ve 12 tabur piyade erinin kaçış yolunu kesmek suretiyle, Kuzu-köy fırkası arasında sıkıştırıp, tazyik İçin Milona'dan Dere!i Merası istikametine inip merkezi Kuzuköy olan Hamdi Paşanın 6. fırkası ile beraber bulundukları yerlerden savunma yaparak Bayraktar taraflarında Kodoman ve Kâlfeti Tepelerinden püskürttüler.
Haldun Paşa fırkası; Yenişehir ovasına doğru ilerledi. Ham-di Paşa fırkası Neziros ve Piatmona cihetlerinden vukubulan Şiddetli hücumları def ettiği gibi düşmanı hududdan ricate rnecbur kılıp, 1 1/nisanl 897'de Neziros. Rapşani ve havalisiyle, Bababoğazı'nı zapt etdikten sonra, Yenişehir Ovasında Memduh ve Hakkı Paşaların askeriyle birleşti.
Yanya Civarındaki Muharebeler
Rûmî nisan'în altıncı, miladî nisanın ise 19. günü Yunanlılar savaş hattının her boyutunda yapmış oldukları şiddetli hücumlar sonucunda, Loros ve civarında bulunan Osmanlı 2. fırkası tarafından yapılan mukavemet sonunda Narda Köprüsü istikametinde bir zabit vede bir hayli asker kaybeden safdırgan Yunan kuvvetleri ricata mecbur kalmışlardı. Bu savaşların neticesinde Yunanlıların elinde bulunan istihkâmlar tamamen kurtarılmıştır. Yedi tanesi Aya-Mavro yönünden, geri kalanı da Narda Körfezinden gelip, Preveze üzerine bombardıman atışları yapan 13 tane Yunan zırhlısına, Hami-diye ve Yenikale istihkâmlarından atılan 15 cm.lik topların dâneleri, Makedonya isimli vapu a isabet etrniş 20/nisan 1897'de batmaktan kurtulamamıştır. Nisan ayının r. 14. m. 27. gününe rastyan pazartesi'ye kadar ara sıra olmak üzere Preveze üstüne ateş edildiysede izn-i İlâhiyle Preveze ve civarına bir zarar vermeye muvaffak olamamışlardır. Beşpınar ve havalisinde de şiddetli savaşların olduğuı görülüyordu. Vakit ilerledikçe bu savaş daha da çetinfeşti. Yunanlılar bu kapışmada da 300 kişiden fazla telefat verdiler. 219 yaralıları vardı. 62 kişiyi esir bırakmak suretiyle içinde bulundukları kaleyi terkle kaçmayı tercih etdiler.
30/nisan'da Kervansaray civarında toplanan 2 alaydan meydan getirilmiş piyadeler ve bir efzun taburu yâni eteklikli geleneksel Yunan askeri Osmanlı askeri ile tutuştukları mücadeleye dayanamayarak toplarından biri-ni derenin içine atarak Gomcadis istikametinde perişan bir halde firara koyuldular. Yine aynı gün Loros'un yeni caddesinde bulunan paşahanı'nın arkasında karşılaşılan Yunanlıların bir taburuyla ve ellerindeki üç parça toplarıyla ricata mecbur edildikleri görüldü.
r.21/nisan/m. 4/mayıs 1897'de askerlerimiz Loros kasabasını işgal ve Narda karşısındaki Faik Paşa sırtlarına hâkim Gülperi Tepesini ele geçirmişlerdir. Üç gün sonra da Kamari-na ile Zalanikor Manastırında saklanan eşkiyalar tarumar edilip içlerinden dört kişi esir alınmıştır.
1897/14 mayısında Garaminca Köyünün üst tarafındaki boğaz ve sırtlardan ve Faik Paşa Tepesinin Garaminca cihetinden ve Kokunarya eteklerinden düşman Gariboh Tepesiyle Kokanaryo üzerine şiddetli top ve tüfek ateşi teksif etmiş-sede Osmanlı askeri yaptığı mukabele sonunda Garamince çayırlarında düşmanı 33'ü zabit olmak kaydıyla binden fazla ölü vermeye icbar etmiş ve Papas Köprüsüne gelen düşmanda, firara mecbur edilmiştir. Eski Preveze, Nikolopulos cihetlerine saldıran düşman, Osmanlı askerinin ateşi karşısında mukavemete takat getiremeyerek binecekleri vapura sürüklemek suretiyle götürdükleri yaralılarından başka 200 kişiyi aşkın ölüleri savaş alanında yatmaktaydı. Preveze karşısında Yunda Tepesinde düşmanın yerleştirmiş olduğu olduğu büyük bir top ile Hazarkale, Saraytepe ve Kışla tarafları topa tutulmışsa da, yapılan şiddetli mukabele sonunda düşman burada da perişan edilmiştir. İşte Yanya civarında cereyan eden muharebeler bunlardan ibaret olup, Yunanlılar karşılaştıkları her birliğimiz karşısında makhur ve mağlup olarak harp meydanını askeri mize bırakarak kaçmaktan başka çâre bulamamıştır.
Teselya Topraklarının Fethi
1313'de Tırnova ve Yenişehir'in zabtı 12/nisan Tırnova, 13/nisan'da Yenişehir'in ele geçirilmesi gerçekleşti.
Ne varki buraları terkeden düşman kaçmadan önce hapishanelerdeki mahkumları serbest bırakmışlar ve bunlar bir çok yağma yaptıkları gibi askerimize ateş açmaktanda imtina etmemişlerdir. Fakat bu atışlara önem verilmemiş kasabaya girilme işi geri bırakılmamıştır. Böylece Yenişehir'in ele geçirilmesiyle 6 adet kale topu, 4 adet cebel topu ile 11 adet onbuçuk cm.lik top ele geçirilmiş ayrıcada bir hayli cephane ve erzak elde edilmiştir. 1. Fırka kumandanı Hayri Paşa hz.leri Tırhala üzerine yürüyüp Kotreh Tepesi altındaki Büyük Zarak Köyünü zaptetmiş ertesi günü de saat 9 civarında Yenişehir'den gelen Memduh Paşa ve onun 3. firkasıyİa beraber Tırhala'yı feth ve Osmanlı sancağını Tırhala Kalesine diktiler. Bu merasimin akabinde Padişah ve Halife Sultan 2. Abdülhamid hân'in ömrünün uzun olmasına ve hükümdarlığının hayırlı ve uzun zaman devam etmesi istikametinde dualar etdiler. Arkasından da, avrupa usûlü 21 pare top atışıyla hâl ve durum ilân edilmiş oldu.
Bu sırada gelen istihbari bilgiler Tırhala kasabası ve civar köylerine 20 bin adetten fazla silah ve cephane dağıtılmış olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine ahaliden 24 saat içinde bunların teslimini yapması istendi. Devleti- mizin hududların-dan tard edilen yâni uzaklaştırılan ve tenkil edilen dışında Yunanlılardan Prens Kostantin'in komutasında olarak 30 bin kişi 6 adet topla birlikte Çatalca'ya ve Miralay Smolenski kumandasında olarak 18 bin kişiyle ve 24 top, Velestin'e çekilmek suretiyle 2. hattı orada tesis edip, savunmaya hazırlanıyordu.
Çatalca Muharebeleri Ve Zaptı
Yenişehirden Neşet Paşanın 2. ve Hamdi Paşanın 6. fırkaları batı yönünden Çatalca'ya doğru ilerleyerek, su vari fırkası ile Tırhala'dan gelen Hayri ve Memduh Paşa fırkaları Ça-talca'ya doğru yürüyüşe devamla 5 bin piyade 1 alay süvari ve de 2 batarya topçudan ibaret Osmanlı birlikleri sabahleyin istikşafa yâni keşfe çıkıp is-tihbarat edecekken büyük bir Yunan kuvvetiyle karşılaşır. Artık müsademe kaçınılmaz olur. Çarpışma iki saat kadar devam eder ve nihayetinde Yunanlılar ricatten başka bir çâre bulamazlar. Bu arada Tırhala başka bir sa hasında küçük bir Osmanlı birliği ile Yunan asken arasında meydana gelen çatışma yine askerimizin zafere var masıyla nihayetlenmiştir. Nisan ayının 23. günü Karademirci köyü civarındaki tepelere yerleşen ve toplarımda buraya konuşlandıran Yunanlılar, Osmanlı askerinin kahramanca ve gözünü budaktan sakınmaz bir davra- nışla saldırması karşısında öyle bir tarumar oldular ki harp târihinin ender kaydettiği manzaradandı.. Demirci Köyü böylece elimize geçerken nisan ayının 24. günü Çatalca'nın kuzey taraflarına bakan ve ovaya hâkim Tekke Tepeleri ele geçirildi. Yunan prensi Kos-tantin o gün birliklerinin Driskoli civarında üstümüze saldır-ma-sını emretmiş ve mukabil Osmanlı saldırısı Yunan mukavemetinin yetersizliğini ortaya koyuyordu. Çünkü yi-ne firar yoluna düşmüşler ve bundan dolayı da Driskoli, Tatar Köyü, Vasili köyleri tekrar Osmanlıya avdet etmiş oluyorlardı.
Yunanlılar; Çatalca kalesine yâni Akropoli'ye güvenip yakınlarda bulunan yüksek noktalara yerleşmiş ve şiddetle müdafaa ile mukavemete geçerek ecnebi gönüllülierin meydana getirdiği bir alay, ayrıca 400 efzun askeri (geleneksel eteklik-Ii Yunan askeri)nden mürekkep birlik epeyi saldırıda bulunmuşlar ve bunda hayli ısrara çalışmışlarsa da, 200 kadar telefat vermelerinden ayrıca 15 bin kişilik Osmanlı kuvveti karşısında ümidlerini kaybeden bu askerler yerine Prens Kostantin oldu ve gündüz harp alanını karanlığa terk ederken, insanın ayıbını gece örter anlayışı içinde ricat emrini gürültüsüzce verdi ve karanlıla beraber Dömeke yolunda kaçışmaya başladılar. Bu ricat münhezim bir halde vukubuldu. Çünkü ne duyurmuşlar ne göstermekteydiler! Bu hâl onların yüzünün kara çıkışının bir foğrafıydı.
Osmanlı askeri Çatalca civarında 80 kadar köyü Osmanlının hür ve âdil idaresine geçirmiş olmanın bahtiyarlığı içinde kaçan düşmanın arkasından, süvarisini kovalamaya göndermişti. Bu arada padişahın tebriki bu gaalip askere ulaşmış ve onları memnun kılmıştı.
" Üçler imdadiyla yazdım bilbedahe feth olundu / Avnî Hak' ile feth olundu Çatalca "
1313 Hafız Hocazâde Mücteba
Velestin –Golos
1313/r.nisan'ın 15. m.nisan'ın 28. salı günü Velestin havalisinde keşfe çıkmış olan Osmanlı Süvari alayından ikisi, bir seyyar batarya, Yunanlıların bir tabur ve bir bataryadan ibaret olan kuvvetlerine rast gelmişti. Aralarında çıkan çatışma Çatalca taraflarından Osmanlı birliklerinden gelen takviye sayesinde avantajlı duruma geçmemize sebeb olmuştu ki Yunanlılarda Golos'dan gelen bir yardımcı kuvvetle kendilerini takviye etmişlersede, Ayvalı ovasında cereyan eden büyük kapışma neticesinde vede pek kanlı geçen çarpışma sonunda, Yunan tarafı pek fazla ölü ve yaralı bırakırken, meclis üyesi Mösyö İskopliçi yaralananlar arasında olduğu halde firara koyuldular. Bu arada Hakkı Paşa fırkası 10 tabur piyade, 2 tabur batarya dağ toplarıyla, Yenişehir'den hareketle Velestin üzerine yürüyerek 30/nisan günü saat 22.30'da Ve-îestin'e bir saat mesafede düşman ile savaşa tutuşmuş, güneşin batmasından sonra harbe son verilmiş ertesi günü sabahın erken saatlerinde yine savaşa girişilmiş pek şiddetli kanlı bir mücadele devam ederken 2 bin mevcudlu Hasan Paşa müfrezesininde oraya gelmesi üzerine takviye almış bulunan Osmanlı birlikleri, 8bin kişilik miralay Ismokenç fırkasını, 3 istihkâm vede 4 adet avcı siperi ele eçirirken Yunanlılar bir daha perişan olmuşken bu arada Rizomilo Kalesini ele geçirme işlemi tamamlanmış oldu.
Yunanlılar Çatalcaya, Golos tren hattına hâkim iki geçidin girişindeki Velestin Kasabasını müdafaa edebilmeyi sağlamak için büyük ormanla, 800 ayak yüksek uçurumla bir tepeden ve civarında bulunan, dağların tepelerinin ardında bulunan çukurlarda sipere girmiş olup güzel bir hatt-ı müdafaa teşkil ederken, Nâim Paşayı da; iyice zorluğa duçar etmişlerse de, r.l8/m.lmayıs'da cuma günü Osmanlı askeri tarafından atılan toplar Veles-tin Kasabasıyla, etrafındaki istihkâmları tahrip ve büyük ormanda bulunan Yunanlıları kaçmaaya mecbur etdi ler.. Hakikaten Yunanlılar tarafından yağdırılan gülleler dehşet vericiysede, adeta dolu danesi gibi yağdırılan binlerce tüfenk kurşunlan altında yağdırılan gülleler gölgesinde hayret verici bir sü'rat ile yürüyüşe geçen Os manh kahramanları, bahse konu uçurumlu tepeye ve sarp dağlara tırmana tırmana çıkıp düşmanı perişan ettikten sonra Yunan elinde bulunan bütün istihkâmları ve mühim mevkıileri geçirmeyi başardılar. Oralar dan firara mecbur edilen Yu-nan askeri, yardımcı kuvvetlerle takviye olunarak gücü artmış olduğundan bir daha saat dört raddelerinde Osmanlı askerinin üzerine şiddetli hücumlar yapmaya başlamıştı.
Onlar Osmanlı ricat hattını kesmeye uğraşırlarken ve bu uğraşdan bir başarı elde edemezken, Nâim Paşa küvetleri bunların üzerine öyle bir savlet ettiki ricat yolu Yunanlılara lâzım geldi. Osmanlı süvarileri bunların peşine düşerken, topçumuzda bunların peşinden yaptığı atışlarla hayli telefat verdirmekteydi..Nisan ayının 24.günü olan perşembe günü Yunanlılar Osmanlı askeriyle bir daha kapıştı. Cesaret ve atiklik unsuru şiddetli mukavemetin başını çektiğinden ve Osmanlı askerinin böyle olmasından dolayı düşman hücumlar karşısında bunaldı ve nihayet meydân-i harbi zaferin gü-lümsediği Osmanlı askerine terkten başka çâre bulamadı. Bu kuvvet disiplinsiz ve başıboş bir halde kendiliğinden ikiye bölünmüş olarak bir kısmı Golos istikametinde savuşurken diğer gurubun ise Ermiye istikametinde canlarını kurtarmak gayesiyle firar yoluna düştütüğünü görüyoruz ki gördüğümüz bir şey daha varki o da, can kaygısına düşmüş Yunanlının silah ve cephanesini yerlere bırakarak gitmesi idi ki, bu askerliğin yüz karası sayılan bir davranıştır.. Tabii bu arada Ce-nâb-ı Mülükânenin ikramıyla Velestin'i zapt etmek Osmanlı askerine nasip oldu. Beyit:
"Güher sözle Nuri târihin yaz /Velestin zapt oldu Barekâl-
lah" ve yine bir beyit:
"Mücevher gelin ile vakanüvisan târihin yazsun Velestin de alındı dest-i düşmandan mübarek bâd"
1314 Dâvavekili Selanikli Nuri
Golos'ün Fethi
Velestin'den muzmahil bir halde Golos'a firar eden Yunanlılar, Golos'da asla savunma yapamayacaklarını bü yük bir kalp açıklığıyla idrak ederek Osmanlı askeri oralara erişmeden, uğurlu ayaklarını bunların bulunduğu yere basmadan firar etme işini kararlaştırdıkları gibi üstelik hapishanelerde bulunan haşeratı yâni mahkûmları halas etmişlerdi. Hapishaneden çıkan bu kaatil, kutela herifler ev ve dükkânları yağmaya başlamışlardı. Bu vaziyeti gören rnevcud konsoloslar burada yaptıkları bir toplantıda ki bunda Fransa, İngiltere konsoloslanda bulunuyordu aldıkları karar serserilerin yaymasından şehri korumak için bir temsilci heyet kurdular. Bu heyet 26/Nisan'da saat sabahın onbuçuğunda Müşir Edhem Paşayı ziyaretle şehri bir an evvel işgal etmeleri üzerine ricada bulundular. Emekli erkânı harp albay Enver Bey ile on taburu bulan Osmanlı askeri Golos üzerine hareket ettirilmiş bulunduğundan konsoloslara münasib bir lisanla cevaplar verilmiş ve geri gönderilmişlerdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi Golos'tan ümid kesmiş Yunanlılar, mevcud toplarını ve sakladıkları erzaklarıda tren vagonlarına doldurarak bir gün evvelden kaçmış olduklarından dolayı o gün saat üç sıralarında Osmanlı askeri hiç bir vukuat olmadan Golos'u işgal ve zapta muvaffak oldu. Kasabaya yalnız bir tabur Osmanlı askeri girip geri kalanları da surlaftn haricinde bulunan Maçora tepelerine yerleşmiştir.. Eeyit:
"Alınca müjdei teshiri yazdım güherin târihi Golos şehri dilârası mübarek bâd İslama"
Hafız Bahâ 1314
Dömeke Zaferi
Çatalca muharebesirde kaçmayı namusuna yediren vede böylece esir düşmekten kurtulan Prens Kostantin; Otris adıyla meşhur Cebe!-! Şahika'ya can atarak Dömeke'ye erişen imdad kuvvetleriyle beraber 25 bini aşan sayıda askerle Dö-meke ve civarı bulunan tepelere yerleşip geçidleri tutmuş ve bu suretle müdafaaya fevkalâde müsaid üçüncü bir hattı kurmaya muvaffak olmuşlardı.
Ne varki Çatalca'dan beri dövüşe dövüşe Dömeke önlerine gelen Osmanlı askeri, mayıs ayının 1. günü Yu-nanhların iki cenahına birden aynı anda hücuma geçtiler. Daha sonra Prens Kostantin'in başında bulunduğu ordu idare merkezi üstüne şiddetli hücumlar yapıldığını görünce Osmanlı kuvvetlerinin üzerine yağmur gibi top güllesi ve mermi yağdırtmıştı. Bu sayede mukavemeti bir^z uzamışsada, bu ateş gücünden yılmayan Osman'a askeri bomba demeyip, mermi demeyip hedefinin üstüne büyük bir kararlılıkla gitmeye azimkar olduğunu sergileyince Yunan tarafında tereddütler yine görülmeye başladı. Neşet Paş?: fırkası artık Yunan ordu merkezi üstüne bitirici hücuma kalktığında târih 5/Mayıs pazartesi'yi gösteriyordu. İşte çok geçmedi ki şanlı sancağımız Dömeke kalesi üzerinde naz!) nazlı dalgalanmaktayken, Yunanlılar 1600 ölü 2 top, 10,5'luk ve 7,5'luk 3 kıta balyemez topu ve bu toplara ait mühimmatı, sayısız tüfenk ile 3 bin sandık cephaneyi ve de kaledeki bütün erzak depolarını içindekilerle beraber yakarak perişan bir halde yine firar yoluna düşmüşlerdi. Beyit:
"Ol demde ki aksey'ei avâzei Allah u Ekber eflâke Allah Allah! Zabt olundu yed-i yunan'dan Dömeke"
1314 mülazimsâni Hüsnü
Ermiye'nin Fethi
Birbirini takip eden fetih ve istilaların çeşitli yerlerden gayri muntazam şekilde Ermiye'ye iltica eden Yunan'in firari askerleri ve Smolöski livası, oralarda müstahkem mevkıilerde toplanmışlar ve Dömeke ile bağlantı kurmaya çalışmışlarsa-da, Hakkı Paşanın 5. fırkası Yunanlıların bu emellerine nihayet verecek tedbirleri mâhirâne bir tedbirler dizisiyle, Dömeke ve Ermiye gibi pek mühim mevkıilerin orta yerinden mevcut kuvvetleri ile hareket ederek fevkalade bir şiddetle Ermiye'ye ve hattı harekâtı üzerinde mevkii müstahkemlere; yâni yürüyüş yolu üzerindeki siperlere hücumlar yapmak suretiyle Yunan askerinin bu kesif ve cesurâne hücumlar karşısında yine kaçmağa başlayacağından emin olarak neticeyi beklemeğe başladığı görüldü. Nitekim çok geçmeden Yunanlılar Ermiye'yide Osmanlı askerine bırakarak firar yoluna düştüler.. Kara yoluyla firara teşebbüs edenlerin cesur Osmanlı askerinin takibinden ve pençei kahrından yâni bitirici sillesinden nasiplerini aldılar. Yunan 7. alayının bütün mevcudundan ancak 120 kişi sağ kalmıştır. Bundan böyle gayri muntazam şekilde kaçma yolunu tercih etmiş, kimi denize atılıp, kimisi sandallara can atarak Yunan gemilerine çıkmış ve bir kısmı dahi nereye kaçacağını şaşırıp, Zeytun (Lâmiya) kasabasının Termopil Geçidine doğru firar etmişlerdir. Ermiye 5/mayıs/1314-1897'de*Dömeke zaferi sonrasında, Osmanlı askerleri tarafından ele geçirildi.Beyit:
"hamd olsun her harpde yüzümüz ak / Bu günde Ermiye oldu bak!"
1314 Hıfzı
Mütareke İlânı
Âvns inayet-i hazeratı bârî ile cümle muvaffakiyyat-ı se-niyyeden olarak asakiri muzafferei şahanenin kazan-mış oldukları fetihlerin üzerine binlerce ölü ve yaralı, esir ve sâîre vererek mukavemetden aciz kalan Yunan kralının büyük devletlere iltica etmesini gerektiren ve vukubulan iltimas ve ricalardan nâşi şartların tâyini için, sulh için geçici mütareke imzalanması icâb etmiş ancak sulhun, Osmanlı menafiine ve hukuka bağlı olarak ve hâlen ve istikbalen yâni o günlerde ve de gelecek günlerde asayişin temini ve sulhun devamının sağlanacağı şekilde şartlara bağlanması, iki tarafın orduları arasında aynı anda düşmanlığı terk etmeye ihtimam olunması şartlarıyla, Osmanlı ordularının harb harekâtını geçici olarak durdurulması, halifei ruy-i zemin ve padişahî devlet-i Osmaniye Sultan 2. Abdülhamid hân hazretleri tarafından 1313/r.mayisının 6. günü mütareke imzası kararı alındı. Beyit:
"Söyledim bir şevkle târihi oldu bu yıi Fâtih-i buldan rumi kamran Abdülhamid"
Hocazâde Hafız Micteba 1314
Muhterem okurlarım! İşte bir Gaazi'nin Beyanı adlı çalışmamızı harf devriminden bu tarafa ilk defa lâtinize ederek eski yazı okuyamayanlara bu beyanları duyurma şansını, bu târih çalışmamızla bulduk. Böylece kütüphane raflarında unutulup gidecek bir risale daha okunabilme imkânına kavuştu ve târih kitabımızda yer almış oldu. Esefle ifade etmek isterim ki; bu risale elime geçtiğinde yaprakları hiç açılmamıştı yâni hiç kimse benim elime geçen nüshayı okumamıştı. Ne yazık değilmi? Kitabın basımından bu yana doksan yıl geçmiş ve büyük bir zaferin kumandanı beyan ediyor ve bu kitabı edinenler bana gelene kadar okumuyorlar aziz okurlarım. Bu ilim ve irfan alemindeki bulunduğumuz yeri gösteren bir karinedir efendim..
Bir Şehidin Târihçe-İ Hayatı
Aziz ve muhterem okurlarım; bu defa karşınıza yine kütüphanelerin izbe köşelerinde kalmış, ebad-ı münasebetiyle kimsenin pek bakmadığı bir risale ile sahifelerimizi süslüyo-ruz. Çocuklarımızın; daltonlar, üç silahşörler, himenler, Robin hudlar gibi gayri islâmi insanların hayatını nakleden serilerden hoşlanarak seyrettikleri, okudukları ve etkilendikleri bir vakıadır. İşte bunların vereceği zararlardan çocuklarımızı önlememe gibi bir yanlışa düşmeyelim fakat bunların yerine çocuklara târihimizin iftiharla dolu kah ramanlıkl.annı, insaniyetini söz ve filmler olarak milletimizin mazisi iie bağdaşan, hayalden ziyade hakikat kılınmışlarla onlara yaklaşırsak, umarım ki onlarda zaman içinde tercihlerinin içine, geçmişimizin kahranmanlarınıda alacak ve bir-ayağı gayri müslim dünyası üzerinde gezinirken kendi ecdadından haberdar bir insan olarak yetişebilmesi İçin bizierin târihimizin bizi bekleyen bakir kahramanlar hazinesine dalmalıyız düşüncesindeyim. Ve bu anlayış içinde Feyzullah Paşazade Mustafa Fâzıl Bey ki, Yeniköy postane ve Telgraf müdürüdür ve onun kaleminden yayımlanmış şehid bir paşamız olan Feyzullah Paşanın hayat hikâyesidir. Cumhuriyetin ilânından evvel Osman'ca basılmış bir risaledir ve ilk defa tarafımızdan lâtinize edilmiş oluyor. Mustafa Fazıl Bey; bu hatırata bir mukaddime yâni giriş ile başlamış: şöyle ki:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder