SULTAN 3. MUSTAFA
Babası: Sultan III. Ahmed Han
Annesi: Mihrimah Sultan
Doğum Tarihi: 1717
Vefat Tarihi: 1774
Saltanat Müd.: 1757-1774
Türbesi: İstanbul Laleli Camii.
Sultan 3. Mustafa; Osmanlı tahtına cülus ettiğinde kırk yaşlanndaydı. Ancak sadaret makamında bulduğu Koca Ra-gıp Paşa ülke genelinde sükûneti temin etmiş, yeniçeri sessiz sedasız emirlere müheyya beklemekte, hudud ahvali ise asayişin berkemâl dönemini yaşamaktaydı. Osmanlı ülkesi tam manasıyla bir ıslahattan geçecek şansı yakalamıştı. Avrupa devletlerinin gerek rönesans gerekse, dini revizyon senelerini atlatmış olmanın verdiği hararetle avrupayı yeniden tanzim ediyor ve yaşanacak topraklar sömürülecek insanlar bulabilmek için, dünya denizlerine müştereken yelken açmak gibi arayışlara başvurmaktalardı. Allahdan ki içlerinde var olan bencillik ve kıskançlık birbirlerini yemelerine zemin hazırlamaktaydı. Bunlar oldukça da, basanlarını tam manasıyla dünyayı yönetme gibi bir merkeze oturtamıyorlardı.
Her nekadar hristiyan dünyası Papalığın teşviki ile müslümanların âlemine tasallut ediyorlarsa da, islâmın kılıcı olan, aynı zamanda islâm hâlifesinin başında bulunduğu, Osmanlı devleti yapılan i'zaç haraketlerini savmayı zorda olsa muvaffakiyetle becermekteydi. 3. Mustafa sadaret makamında bulduğu Dâmad Koca Ragip Paşa'yı görevinde tutma akıllılığını göstermiş fakat, pek fazla sulh sever ve biraz da rahatına düşkün bulduğu, sadnazamina karışmama arzusunu devam ettiremedi.
3. Mustafa; Moskof düşmanı padişahların arasında enönde yer alması mümkün olan bir zattı. Rivayet olunurki; Sadrazamına: "Lala niçin Ruslara savaş açmayız, paraysa esas derdin, Edirne'den onların başkentine kadar her bîr adıma bir san lira dizeyim" dediğinde, Koca Ragıp Paşanın cevaben:
"Padişahım; devleti Osmaniye uzaktan bakıldığında heybetli bir arslanı andırır. Eğer yakından tetkik edildiğinde görünür-ki- bu arslanın dişlerinin dökülmüş, pençelerinin tırnakları kırılmış haldedir. Bunu Öğrenenler artık o arslanı rahat bırakmazlar. Bunun için uzaktan görünen heybetiyle bu ars-lan, düşmanlarının çekindiği çatmaya korktuğu görüntü olarak kalsın. Belki geçen bu zaman zarfında devlet-i âliye yapacağı ıslah edici tanzimlerle arslanı kuvvetli bir hâle getirebilir!" mealinde beyanda bulunduğu söylene gelmektedir.
Koca Ragıp Paşa - Bir devr-i padişahı; tam manasıyla anlatmaya geçmeden önce hemen sadrıazamını anlatmak belki bizim tatbik ettiğimiz usûlünde dışında bir tarzdır. Ancak kabul gerekirki, 3. Mustafa'nın sadaret makamında bulduğu bu sadrazamın iktidarını takdirde gösterdiği isabet ve durmadan savaş yapmakta olan bir devleti sakin bir döneme çekmeyi başarmış, sulh içinde eksiklikleri telâfi etmeyi mümkün kılacak zamanı kazandırmış olması dahi, Koca Ragıp Paşa'ya apayrı bir ehemmiyet vermeyi gerekli kılmıştır. Koca Ragıp Paşa ünlü Larus ansiklopedisinde emsaline kıyaslanamayacak şekilde, genişçe bahsedilme şansmi bulmuş zevattandır. Buradaki malumata göre; 1699 yılında dünya'ya gelmiş olduğu İstanbul'da, 1763 yılında vefat etmiştir. Türbesi İstanbul'umuzun Aksaray semtinden Lâleli caddesi üzerinden Ba~ yezid'e çıkarken yolun sağ tarafındadır. Kendi adını taşıyan kütüphanesi elan istifade olunan kütüphanelerden olduğu gibi, kapı yanında demir parmaklıkla ayrılmış bölümdeki kabrinde medfundur.
Babası Mustafa Şevki efendi, Defterhâne kâtiplerindendir. Ragıp Paşa, medrese tahsilini yapmaktayken Defterhane'nin kalemine devam etmekteydi. İranla yapılan savaşlarda elde edilen arazinin kayıt işleri için Revan Valisi Arifi Paşanın mektupçuluğuna getirildi. Bu sıralarda 25 yaşlanndaydı.
Akabinde de, Köprülüzâde Abdullah Paşa ile Hekimoğlu Ali Paşanın, maiyetlerinde de görev yaptı. 1729 tarihinde İstanbul'a geldiğinde de yaşı 30 olmuştu. İran bölgesine gitmesi bir defa daha gerekmişti. Nâdir Şahı bu sırada, İran üzerindeki nüfuzunu, Bağdat üzerine yoğunlaştırmak için 1733'de mezkûr yerin, yâni Bağdad'ın bunlar tarafından muhasarası gerçekleştirilince, Ragip Paşa'nın İstanbul da mâliye tezkere-ciliği vazifesine tâyini yapıldı. Yeni vazifesinde ve müteakip görevlerde bilhassada, Avusturya ve Rusların delegeleri ile Nemirov kasabasında yapılan, sulh müzakerelerinde üstün başarı gösterdi.
1741 tarihi Ragıp efendiyi reisülküttaplık makamında yâni bu günkü karşılığı hariciye vekâleti olan koltuğa oturmuş buldu. 1744 senesinde Mısır valiliğine vezirlik rütbesinde paşa yapılarak gönderildi. Burada vazifesi beş sene kadar devam etti. Bu arada Mısır'da önemli nüfuz sahibi olan Kölemen beylerini tasfiye etmeyi de başardı. Bilahire diğer valiliklerde de başarısını devam ettiren Ragıp Paşa, 3. Osman'ın hükümdarlığı esnasında sadrıazam oldu. Hayatının sonu olan 1763 tarihine kadar, bu makamı muhafazaya muvaffak oldu. Prusya devletiyle iyi münasebetler kurarken, denge politikasını ihmâl etmedi, ne Rusya ile ne de Avusturya ile sıcak savaşa fırsat vermedi. Edebi tarafı kitaplarla anlatılacak kadar renk ve incelik dolu bir zattır.
Şâir Fitnat hanım ile sohbetlerini zürefa elan nakleder. Biz bir tanesini nakle ictisar edelim: Şâire Fitnat hanım, Ragıp Paşa'nın bir arkadaşının kızı idi. Pederane sohbetleri olur imiş. Bir gün Paşanın köşkünün bağçesinde beyaz örtülü bir masanın etrafında sohbet ederlerken, uşaklar vişne şerbeti getirmiş. Ragıp Paşa'da bir bahsi anlatırken, Fitnat hanım gelen vi?ne şerbetini içmekteymiş fakat bu sıradada ayaklarını sallamaktaymış. Dikkati dağılan Paşa seslenmiş: -Fitnat ayaklarını sallama! Fitnat hanım âdetimdir, sallarım! Dediğinde masa sallanmış ve bembeyaz güzelim örtüye masada bulunan vişne şerbeti dolu bardaklardan birinden bir miktar şerbetin dökülmüş olduğu görülmüş. Ragıp Paşa bütün mu-zipliğiyle: -Fitnat gÖrdünmü adetini? Deyivermiş.
Koca Ragıp Paşa, Sultan 3. Mustafanın kızkardeşi Saliha Sultan ile izdivaç ettiğinden, aynı zamanda hanedana dâmad olmuştur.
Be-Muhammedin yercû'l ernânı Muhamrned Mimmâ yuhâfu ve fineâlike Râgibun Kelâl geldi tasarrufdan ümm-i dünyâyı
Yeter şu Kâhire'nün kahrı azmi Rûm edelim.
Mânası: "Mehmed Râgıb, Hz. Muhammed'in yardımı ile emân diliyor ve korktuklarından emin olmak istiyor, atanızı dahi taleb ediyor. Mısır'da bulunmaktan bıkkınlık geldi; yeter artık Kahire'nin şu kahrı, Anadolu'ya gidelim." Demektir.
Bu ifadesiyle Ragıb Paşa edibliğini konuşturan ve günümüze ulaştıran ifadeyi inşa etmiş bulunuyor,
Sadaret Dönemi
Koca Ragıb Paşa gibi küçük yaştan beri, en büyük devlet adamları ve vezirlerin maiyetinde Rumeli'de, Anadolu'da her çeşit dahili ve harici siyasi işlerde, bir çok antlaşmaların meydana gelmesinde, bir »kaç Önemli vilayet valiliklerinde liyakat gösterip, tecrübeler edinmiş, ilim ve İrfan bakımından fevkalâdeliği herkesçe bilinen kimseden, mutlaka başarılar dolu bir icraat beklenirdi.
Ne varki; yedi seneye yaklaşan makam-ı sadareti işgali, herkesle hoş geçinmek, dönemini huzursuzluğa uzak tutmak, düşmanlıklara fırsat bırakmamak için, her şeyi gittiği istikamette tutmayı tercih etmiştir. (Jygun bir ıslahat devri yakalamış olmasına rağmen yukarıda sayılan sebebier yüzünden ıslah edici çalışmalara başvurmamıştır.
Bazı tarihçiler; bu bakımdan Mehmed Ragıb Paşa'yı, tam bir muhafazakâr olarak nitelendirmişlerdir. Bu niteleme sadece tarihçilerin hükmü olmayıp, bizatihi kendisinin dudaklarından defaatle dökülmüş, şu beyanla kuvvet kazanmaktadır ve o sözler şunlardır: "Mevcud ahengi bozarsan, sonra es-kidüzeni de veremezsin!" Bu sözüyle, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım ifadesine verdiği önemi de gösterir. 3. Mustafa Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini düşünebildiği için, bunlara fazla bir hazırlık vakti vermeden bütün gücümüzü seferber ederek açacağımız bir seferde işlerinin bitirilmesini sağlayalım tekliflerine Mehmed Ragıb Paşa cevab olarak: "Efendimiz; moskoflu askerlerini avrupalılar gibi talim ve terbiyeye tâbi tutmuş olup, yeni sistem üzere harp alanına çıkmaktadırlar. Buna mukabil bizim askerimiz pek düzensiz haldedir. Bunların karşısında tutuna-mazsak sonumuz pek kötü olur. Bu bakımdan bunlarla harp etmekten içtinab etmemiz gerekir" Demekteydi.
Edebi sohbetlere, felsefi konulara ayırdığı zaman dilimini askeri ıslahata tahsis etmiş olsaydı, alınacak sonuç yüz güldürücü olabilirdi diyen tarih yazarları bulunduğu gibi, tam tersine bazı tarihçilerde, Ragıb Paşa ıslahat hususunda defaatle padişaha takdim ettiği layihalarla yaptığı projeleri kabul ettirememişti. Üstelik bu projelerin Sultan 3. Mustafa tarafında nda akim bırakılmağa çalışıldığını beyan eden müverrihlerde vardı Bunlara karşılık, Ragıb Paşa bu ıslahata kalkış-saydı, 3. Mustafanın haleflerinden 3. Selim'in basına gelenler bu ikilinin de başına gelebilirdi!
Öte yandan hakikaten Ruslar rahat kalmış olduklarından güçlü bir çalışma sergilemişler ve kuvvetlerine kuvvet katabilmeyi, tecrübelerine ilâveler temine muvaffak oldular. Nitekim Ruslarl 182/1768 savaşını ilân ettiğinde Mehmed Ragıp Paşa vefat edeli beş sene olduğundan, o acı dolu günleri yaşama bahtsızlığına uğramadı. Bu bakımdan bazı tarihçiler pek haklı olarak, Sultan 3. Mustafa dönemini ikiye ayırarak ilk döneme Ragıb Paşa dönemi, ikinci döneme ise Rusya ile savaş dönemi demektedirler.
1182/1768 Rusya Seferi Ve Sonucu
Osmanlı tarihinin sükunet dönemi;.Dâmad Koca Mehmed Ragıb Paşanın vefatı üzerine rüzgârlı günlere maruz kalmaya başlamış, nihayet Rusya ile meydana gelen savaş yerini acı dolu fırtınalı günlere bırakmıştır milleti. Yılmaz Oztuna; rrvj-dekkik bir tarihçiliğin, ender yetişenlerinden olduğunu gcste-ren bir beyanla bunun ispatını pek bir yerde rastlanmayan malumatla yapmakta. Bu malumatsa devletin kurulusundan bu yana adet hâline gelmiş bulunduğu bilinen cülus bahşişi, 3. Mustafa'nın tahta çıktığında son defa verilmiş ve bundan sonrada cülus bahşişi tatbikattan kaldırılma şansı bulmuştur. Osmanlı ülkesinin uzun sayılabilecek olan sükûnet yıllarında bazı tarihçilerin beklediği ıslahat heKkında kafa patlatmadan Önce devre, mührünü vuran padişah 3. Mustafa'nın gerçekleştirmeye muvaffak olduklarına bir göz atalım, ülke hazinesini güçlendirmenin esas olduğunu anlayan padişah, bu istikamette gayretler sergilemiş, sarayı örnek olmak üzere israftan uzak kılmaya gayetle itina göstermiştir. Tahsilatın yapılmasına pek önem vererek başarıyı teminde emr-i takip olması, büyük rol oynamıştı Yol meselesi en çok uğraştığı konuların başında geldiği müşahede olunmuştur.
1950'de; Demokrat Partinin iktidara gelmesinin sonrasında takip ettikleri karayolları politikası, bu pâdişâhtan kalana devam etmek denilse, yeri vardır. Fütuhat devrini tamamlamış olduğunu anlayan her akıllı Osmanlı gibi padişah 3.Mustafa, bunun da farkına varmış müdafaa harplerinin artık bizim için gündeme geleceğinin idrâki içinde kale, paianga, istihkâmlar ve nice tabya inşaatına bilhassa gayretini seferber etmiştir.
Süveyş Kanalı inşaatını yaptırarak istifadeyi ilk düşünen hükümdarımızdir. Ne varki; bütün bu iyi düşüncelerin, patlayan Moskof harbi yüzünden, kiminin tasavvur halinde, bir kısmının da yarım kalmasına sebebiyet vermiştir. 3. Mustafa'nın sadrazamı ve eniştesi Koca Ragıb paşayı kaybetmesinden sonra yerini dolduracak bir kimse bulamaması şanssızlığının bariz bir göstergesidir. Aynı zamanda şairliği de olan padişah, bu sıkıntısını şu sızlanmasıyla dile getirmekte: "Yıkılupdır bu cihan sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvâb-ı sa'âdetde gezen hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" Şiirin son mısraındaki: "İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" beyânı, esasında hakikatül hakikat olan bir hâli, terennümdür. Bu hususta şanlı islâm tarihinin altun sayfalarını teşkil eden bir dönem olan, Hz. Ömer (r.a)'ın başından geçen bir hadiseyi örnek göstererek bahse konu beyitteki son mısraya yüklemek istediğimiz hakikatin doğruluğunu işarete çalışalım. Hz. Ömer (r.a) cihad üzerine pek hassas olduğundan, yine bir tarafa sefer açmış. Mutad üzere Hâlid-i bin Velİd (r.a) sefere kumandan tâyin etmiş. Fakat, sefer erbabı arasında bir sükûnet, yavaş davranma sezmiş. Derhal istihbarat kaynaklarını hareketlendirmiş ve gelecek raporları sabırsızlıkla beklemeye başlamış. Çok geçmemiş ki, gelen raporlarda en ortak nokta, mücahidlerin davranışında görülen yavaşlık, kumandanları olan Hâlid bin Velid'e olan büyük mec-lubiyetleri, onun maharetine sarsılmaz güvenleri şeklindey-miş. Yahu Hâlid başımızdayken bize ne olacak! Şeklinde dile getirişler söz konusuymuş.
Bu durumun doğru bir anlayış olmadığını teşhis eden Hz. Ömer (r.a) hemen kumandan Hâlid'i vazifeden alıp, birliklerden birine nefer olarak gönderdiği gibi, bir köleyi de komutan tâyin eder. Ardından haber toplayıcılarını yine birliklerin içine salar. Çok geçmeden raporlar gelmeğe başlamıştır. Hem ortak nokta fazlalaşmış hem de kısadır, konuşulanlar; "Hâlid gitdi. işimiz Allah (c.c)'a kaldı" şeklinde olduğunu öğrenen halife Ömer (r.a), ellerini açıp şükrederek: "Hah şimdi oldu, tabiiki işimiz her zaman Allah (c.c)'e kalmıştır" diyerek bize asırlar ötesinden seslenmektedir. 3. Mustafa in-şâd ettiği beyitteki son mısrada, bu hakikata işaret etmeyi ihmâl etmemiş oluyor.
Şiirlerini Cihangir ismini kullanarak yazan Sultan 3. Mustafa döneminde İstanbul'umuzun 1179/zilhiccesinin/13. -1766/mayısının/22. perşembe günü maruz kaldığı müthiş deprem, iki dakika sürmüş ve şehrin bir yıkıntıya dönmesine sebebiyet vermiştir. Sultan Fâtih ve Eyyüb Sultan Camileri de adamakıllı yıkılmışlardır. Padişahın hazineye biriktirdiği paralar bu yaranın sarılmasına önemli bir merhem vazifesi görmüştür. Cidden kısa bir zamanda İstanbul adetâ yeniden inşa edilmiştir. Üstelik Bayezid'den Aksaray'a inerken, sağ koldaki Lâleli Câmiinin yapılması bu döneme müsadifdir. Sultan 3. Mustafa'nın türbesi de camie bitişiktir.
Lâleli Camii dört yıldan bir ay eksik bir zaman dilimi içinde inşa edilmiştir. Şimdi Rusya ile yapılan ve 1182/1768 savaşının önemli şahsiyetlerinden 2. Katerina'dan bahsetmek lüzumunu hissettik. Bu kadın, Almanyalı bir aile olan Anhald Zerbest prensi'nin kızıdır 1729 yılında İstetyen'de dünya'ya gelmiştir. 1745 yılında yâni 16 yaşındayken, kendisinin istememesine rağmen Rusya imparatoriçesi olan hala'sı Eliza-bet'in, veliahd olarak seçtiği, Holştayn Kotrub Dukasına varmağa mecbur kalmıştı. Bahsi geçen Dük, 3. Petro adıyla
Rusya imparatoru olduktan sonra, hanımını boşamış ve sarayında adetâ hapis eylemişdi. Ancak ahalinin muhabbetini elde etmiş olan Katerina, orduyu ve ahaliyi celbetmiş ve kocasını 1763 yılında tahtından iskat edivermiştir. Katerina; Moskova'da bulunan Rusya tahtına, büyük bir tantana içinde oturmuştur. Bu tahta oturuş da hisse sahibi olan ve Kateri-na'nın, metresliğini yapmakta olduğu Stanislas Yonyanevs-ki'de, Lehistan krallığı tahtına oturmuştur. Katerina bu vak'a-da eski kocası 3. Petroile karşılaştığında birbirlerine hakaretlerde bulundular.
Ayyaşlığın zirvesinde olan bir imparator ile aşİfteliğin şahikasında bulunan imparatoriçeden, daha başka ne beklenebilirdi ki? Bizim haremlerimizin Sultanvâlideleri çok kritik bir dönem olan 1. Ahmed'in vefatından, 4. Mehmed'in vefatına kadar süren devir içinde devlet idaresine, bazı önemli müde-halelerde, bulunmuşlarsa da, asla ve asla böyle şen'i ahlâksızlıklara rastlamak mümkünatı olmayan hallerden olduğu, her insaf sahibince teslim olunur.
Katerina bir müddet sonra bizim Kırım üzerine, Azak kalesine, ve İsmayiî taraflarına sefer yaptırmış ve zabta, muvaffak olarak, Osmanlı milletine karşı taşıdığı istilacı emellerini ortaya dökmüş bulunuyordu. 1773 senesindede Prusya ve Avusturyayla anlaşarak, Lehistan'ın bölünmesini gerçekleştirdi. 1774'de yâni 1182/1768 savaşı sonrasın da varılan Kaynarca antlaşması imzalanınca güney yönünde genişleme yolunu açmış oldu. Rusya'nın tanzimi hayatında büyük bir pay sağlayan Katerina; fenni ilerlemeleri teşvik ederken, ilimlerin ülkesinde rahatça ifade edilmesi hürriyetini tanıdı. Sanayii ve ziraatte bir işbirliği kurulmasını temin edebildi. 1796'da Lehistan'ı bir defa daha yutarak, adetâ haritadan sildi.
1797 yılındada yeni bir fütuhata hazırlanırken kalb krizi sonunda öldüğünde, milleti de üzülmüştür. Bir kaç tiyatro eseri yazdığıda rivayettendir. Biraz Osmanlı padişahından biraz da, Rusya imparatoriçesi Katerina'dan bahsettikten sonra Kaynarca sulh antlaşması ile neticelenecek Osmanlı-Rus savaşma aid tafsilata girişelim. 1768'de başlayan bu savaş altı yıl kadar imtidad etmiştir. Çıkış sebebine gelince, böyle bir savaşın çıkmasının tek bir sebebe bağlanamayaca-qı erbabının malumudur. Biz bu sebeblere temas hususunda iki ayrı kaynağa baş vuracağız, birincisi 1329/191 l'de yayımlanmış Ali Şeydi bey'in bir çalışması, ikincisiyse Yılmaz Öztuna bey'in Türkiye Tarihi adlı hacimli eserinin, 6. cildinden alıntılarla aktarmaya çalışacağız. Rusya'da iktidar o'-na-yı başaran Katerina, Deli Petro'nun vasiyetini yerine getirmeye çalışan bir davranış sergiledi. Aslında kendini tutmuş gibi görünen Rusya ahalisine beğendirmek yolunun, mükemmel bir zaferle mümkün olacağının idrakindeydi. Mükemmeı zafer, ancak Osmanlıya karşı açılacak bir savaş ve savaşı kazanmakla temin olunabilirdi. Buna bağlı olarak, Osmanlı pa-' dişahını alâkadar eden her işe Rusya karışıyor, müdehale etmek yolunu tutuyordu, üstelik bazı işlere karışmamasına vesile teşkil eden eskiden yapılmış ahidler vardı. Bunlardan birini de Lehistan meselesi teşkil etmekteydi.
Ruslar Lehistan işine karışmayacaklarına dâir daha önceden vermiş oldukları imzayı hatırlarına getirmeden askeri müdehalede bulundukları Lehistana dahil oldular. Lehistan devleti, garantörü olan Osmanlı devletine müracaatla, Rusya'nın tecavüzkâr davranışlarından vikaye olunmasını istedi. Lehistan'ın yâni Polonyalıların, bu yardım çağrısı ezeldenberi Rusya'ya düşman bir anlayış içinde bulunan 3. Mustafa, kendisine engel olması muhtemel merhum sadnazam Ragıb Paşa'nın vesayetinden kurtulmuş olmanın ataklığı içinde, sadrazamı Muhsinzâde Mehmed Paşaya savaş ilânı hakkında ferman yayniadı. Ragib Paşa mektebine uzak olmayan bir anlayışın sahibi olan, Muhsinzâde, padişahdan gelen fermanı tebellüğ ettiğinde açılacak bir savaşın yetersiz hazırlık ve zâif yapımız yüzünden felâkete sebeb olur düşüncesinde bulunduğunu padişaha cevab olarak arzetti. Ancak bu arzın sonucu, görevinden iskat edilmesine sebeb oldu.
Yerine Hamza Paça tâyin edildi. Bu ;_at döneminde de savaş ilânı gerçekleşti, Anadolu valiliklerinden gelen zevatın içinden seçilmişti. Serdar-ı ekrem unvanı da uhdesine verilmişse de, durumu bu vazifeyi yapabilecek evsafda görülmedi. Azline karar alındı ve boşalan makam-ı sadarete, Yağlık-çızâde Mehmed Emin Paşa getir'ıdi. Hazırlanmış birliklerin başında serdanekrem unvanıyla yola çıktı.
Ne varki; askerimiz sayıca az, intizamı yetersiz, cephane ve mühimmatı gayri kâfi olduğundan Hotin Kalesi, Eflak ve Buğdan taraflarında bazı yerler elimizden gidivermişti. Kartal bölgesinde gâlib durumda bulunan askerimiz, anlaşılmaz bir tarzda yerden yere vurulmuş, pek feci bir hezimete duçar oluvermişti. İngiliz amirallerinin yardımı ve komutası altında olan Rusların donanması, Baltık denizinden, Bahr-i sefid'e yâni Akdenize çıkarak, Çeşme limanı yakınlarında Osmanlı gemilerini verdiği baskınla hem yakmış hem de askeri gücünü perişan etmeyi başarmıştı. Bu başarılan, Osmanlı devletinin can damarı olan Çanakkale boğazının dahi tehdid altında kalmasına sebeb olmuştu. Bu sırada tarih 1183/1769-70 senesine dönmüştü.
Ruslar artık durmuyor yürüyüşe devam etmektelerdi. 1184/1770 sonlarında, 1771 başlarında Rusların güney bölgemiz üzerinden Bender, Akkirman, İsmayil, İsaakçı, Tolçe taraflarına aktığı görülüyordu. Padişah 3. Mustafa ise; aldığı bu elem verici haberler karşısında tek yapabildiği sadrıazam değiştirmekti. Bütün bunlar yetmezmişçesine, Mora'da Rus entelejiyansının çalışmasıyla pek kuvvetli bir isyan patladı. Babıâli şaşırmış, ne yapacağını akıl edemiyordu. Bunun hemen peşinden Katerina askeri Kırım yarımadasına saldırıya geçti. Suriye'de, Mısır'da çıkmaya başlayan isyanlar, Mora isyanından esinlendiler dense pekyanlış sayılmaz. Osmanlı kuvvetlerinden ne bu isyanları bastırması beklenebilirdi, ne de Rusların inkişaf etmekte olan saldırılarını durdurabilmek ve bilahire onları yenebilmek maalesef imkânsız bir görüntü vermekteydi.
Allahdan Prusya olsun, Viyana olsun Rusların gösterdiği muvaffakiyetin, kendi başlarına bir mesele çıkaracağı hükmünü istinbat etmiş olacaklar ki; Osmanlı Rus harbini durdurma hususunda ittifak ettiler ve iki devlet, yâni Prusya ve Avusturya mütareke ilânına çağrıda bulundular. Yorulmuş ve bıkmış olan devletimiz derhal bu çağrıya, evet cevabı vermekten imtina etmedi. Ne sebeble olduğu halâ öğrenilmemiş bulunan Rusların çağrıya kabul cevabı vermesi de şaşırtıcı idi. 1186/1772-73'de mütareke içinde sulh müzakerelerine başlandı ne varki epey süren müzakereler neticesinde Bük-reş'den sulhun ilânı gerçekleşmedi. Kırım'a istiklâliyet verilmişti. Azak denizi girişindeki; Kerç ve Yenikale Ruslara terk olunmak gibi isteklere ilaveten bazı taleplerde bulunulması, Osmanlı murahhaslarının antlaşmayı imzalamama noktasına getirdi.
Böylece mütareke ortadaVı kalkmış, sıcak savaş avdet etmişti. Ali Şeydi bey'in anlattığı 1182/1768 savaşını Yılmaz Oztunabey'in tarihinden de özetleyelim: "1739 Belgrad antlaşmasından sonra Rusların Osmanlı devletine açıktan açığa düşmanca davranışı yerini sinsice tavırlara yönelmişti. Osmanlı devletine nerede karşı bir hareket vücud buluyorsa, Rusların, gizli Osmanlı düşmanları ile birlikte, hareket içinde yer almaya başladıkları. Kafkasya'da Gürcistan bölgesinde, rastlanılan ortodoks mezheblilerin kıpırdanmaları Çıldır Beylerbeyi Hasan Paşa'nın bu bölgede hareket yapmasına sebeb teşki! etti. Romanya prensliği, Mora ve Arnavutlukda bile Ortodoks tepki, kışkırtıcı rus ajanlarının marifetiyle genişleme istidadını göstermekteydi. Bunların çıkış noktasının Rusya olduğunu tesbit etmekte gecikmeyen Devlet-i âliye istihbaratçıları, eldeki deliller ile Rusya üzerine gitmek ithamı ispattan uzak kıymettedir. Ancak daha belirgin bir vak'a, Rusya'ya savaş açılmasına müsaid olur, denmekteydi. Sonunda o vak'a da kendini gösterdi. Lehistanın Rusya müdehalesine mâruz kalmasıydı vak'a. Lehistamn devlet düzeni krallık olmakla birlikte, kralın ölmesi halinde yenisinin seçimle iş başına gelmesi şeklinde uyguladıkları sistemleri vardı. Yazar Oztuna, bu seçimle kral seçme sistemine şu nitelemeyi yapmakta: ".seçimle yeni bir hükümdarın iş başına gelmesi gibi uğursuz bir devlet düzeni.."
Ne acayiptir ki, 28/şubat/1997'den sonra yazar, Türkiye-mizin başkanlık sistemine geçmesinin pişuvahğına soyunduğunu gördük. Kral'ın seçimle işbaşına gelmesine uğursuz nitelemesi yapan tarihçinin, başkanlık sistemini hararetle istemesi bizim görüşümüze göre pek önemli tezatı gösterir. Neyse biz özetlemeye devam edelim: Lehistan krahğıni ölümüyle boşaltan 3. Agustus Saksonyah idi. Rusya İdaresine ihitiâlle el koymuş bulunan, Alman asıllı imparatoriçe 2. Katerina boşalmış bulunan Lehistan tahtına metresi olduğu Kont Sta-nislas Poniatowski'yi çıkardı. Bu hal bir emrivaki şeklinde meydana gelmişti. Osmanlı devleti söz sahibliğinden feragat edemezdi. Buna paralel olarak yapılan yanlışlığa karşı koydu. Tabii ki Rusların sinsice davranışlarına son verebileceğini zannettiği savaşı açma fırsatını da yakaladığı itikadına kapıldı. Ruslar sa Osmanlıların ikazına sinsiliği devamlılık içinde tutarak yaptıklarının geçici olduğunu en kısa surede normale avdet edileceği teminatı verdiler. Arkasından bütün hudud-lardaki kale ve istihkâmlarını tahkim etmeye başladılar. 3. Mustafa o sırada savaştan çekindi. Buna mukabil Lehistan'ın Kral Stanislası kabul etmeyen gurubu hem krala, hem Ruslara mücadele bayrağı açarken, durmadan da Osmanlı devletine metbuluğunu beyan ediyor ve yardım istiyordu.
Polonya milliyetçileri, Bar şehrinde toplandılar ve de Ruslar tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine Osmanlı şehri olan Balta'ya; bu milliyetçilerin iltica ettiği görüldü. Ruslarsa antlaşma, hudud gibi mefhumları tanımayarak Lehlilerin arkasından Balta şehrine girerek ayrım yapmadan, ilticaala ı da, onlara kucak açan Osmanlıları da katliama tâbi tuttu.
1182/cemaziyelevvel/26. -1768/8/ekim/c. ertesi günü Osmanlı devleti Rusya'ya ilân-ı harb etti. Öztuna'nın mütalaasında 3. Mustafa'nın savaş açmaktan içtinab ettiğine dâir beyanı görüyorsunuz. Ali Şeydi merhumun yazdıklarına bir göz atarsak, 3. Mustafa sadrazam Muhsinzâde'ye savaşın ilânı için ferman gönderdiğini okuruz. Buna karşihkda sadrazamın bu fermana uymaktansa, azli göze aldığını, İstifasını verdiğini görürüz. Dolayısıyla bu iki tarihçinin beyanındaki farklılık üzerinde biraz düşünürsek, varacağımız netice, Şeydi merhum'un hakikate daha yakın olduğunu görmek olur. Nice tarihi fıkralarda, 3. Mustafa'nın; Ruslara pek düşman olduğu onlara savaş açıp yenmek tutkusuyla dolu olduğu belirtilmiştir. Eniştesi olan merhum sadnazam Koca Ragıb Pa-şa'ya söyledikleri, yukarıda anlatılmıştı. Demek ki; doğru ve rnakul olan, Şeydi merhumun Muhsinzâde'nin, savaş açmakta temaruz etmesini hatta, bu sebeble sadaretten istifasını sunabilme cesaretini gösterdiğinin anlatımıdır. Neticede; Muhsinzâde askere güvenmemekte haklı çıkmıştır. Ancak savaştan çekinmek 3. Mustafa'nın işi değildir.
Kırım Hadisesi
Bilindiği gibi Kırım Tatarları üçyüzyil avrupada her sene atlarının nallarını dolaştırmışlar ve bunların korkulu rüyasını teşkil etmiştir. Bilhassa Polonya, Macaristan Sırbistan ve Rusya Kırım süvarilerinden korktuğu kadar az şeyden korkmuşlardı bu Kırım fobisi yaşayanların yanına Avusturya'yı da katsak hata yapmış olmayız. Kırım Han'lığı Osmanlı devletinin bağlısıydı. Fakat hiç bir zaman bu münasebet altlık üstlük terazisine vurulmamıştır. Çünkü;Osmanlı devletinin idaresinde hâkim zihniyet islâmi idare olduğundan tâbilik ve metbuluk bir problemin sebebi olmamıştır.
Ne varki; Deli Petro'nun takipçisi bir stareteji güden 2. Ka-terina, Kırım Hanlığı idaresine el atmak taktiğine girişti. Tabii bu taktik girişim ortamın elverişli olmasından dolayı başladı Yavuz Sultan Selim hazretleri, babası 2. Bayezid ile yaptığı savaşda mağlup olduğundan kaimpederi olan Kırım Hanına ilticaya mecbur kalmıştı. Damadına sinesini açan Hân, Ba-yezid-i Veli'nin teskin edilmesine gayret sarfetti. Böylece, da-mad ile babasının arasındaki meselede taraf değil bağdaştırıcı ve barıştırıcılığını sergiledi. Bundan herkes memnun oldu. Yavuz Selim hazretleri bir müddet sonra kaimpederine teşekkür babında, eğer günün birinde Hanedan-ı âli Osman'da tahta çıkacak erkek kalmaz ise Kırım Hân'ı devlet-i âliye tahtına kuud eder şeklinde beyanda bulunduğu rivayeti vardır. Mizancı Murad bey'in; Tarih-i Ebu'l Faruk adlı çalışmasında bu rivayet yer almaktadır. Tabii ki teşekkür babında verilmiş böyle bir vaad, kerem sahibi kimselere böyle vaad-ler hususunda kafa patlatmaya zaman ayırtmaz.
Ama sahib-i hırs olanlar ise, bunun gerçekleşmesi için cinayet tasarlamaya bile kalkışırlar. 1. Ahmed'in bir av esnasında Kırım askerinin çenberinden zor kurtulduğu rivayeti, vukarıda adı geçmiş Murad bey'in eserinde yer almaktadır. Osmanlı devleti günü geldiğinde eski satvetini kaybetmeye başladığında, Kırım hanedanı üyelerinden bazıları, geçtiğimiz satırlarda rivayeti sunduğumuz hususlarda kafa patlatmaya başlamışlardı. Bunun böyle olmasında sadrazamların hatası olduğu da kabul edilmeli. Çünkü staretejik öneme hâiz Kırım hanlığı her zaman için bizim kılıcımız olmuştur. Çaptan düşmeye başlamamızdan sonra ise, kılıcımız bazı bazı bir yerlerimizi çizer olmuştur. Baştaki otoriteyi takmamaya başlayan zihniyet artık kendi başına buyruk olma arzusunun cazibesine girer. Bu pek tabii bir tutumdur. Otorite sahibi bu ruhi duruma girmiş vak'a yi tesbit ettiği andan itibaren itici değil kendisine bağlıyıcı davranışlara dönük olmalıdır. İşte bazı sadrazamlar tam tersine bazı başarısızlıkları Kırım hanlarına yükleme yanlışını, Kalgaylan kendilerine yardımcı olarak Hân'ı devirmeye destek vermeye kalkışmaları rastlanan hatalardandı. Hediye edilen eşyayı beğenmeyerek, hân değişimi tezgâhlıyan sadrazamlar dahi gelip geçmiştir. Bütün bun-ian yaşamakta olan Kırım asilleri, içte bir İktidar mücadelesini başlatmışlardı. 2. Katerina böyİe bir zamanda Kırım han'lığı meselesine el atmıştı. Kırım'a bağımsızlık, hânlarını artık Osmanlı'nın değil kendilerinin seçeceği vaadleri, bir çok Kırımlı tarafından benimsenmişti.
Böylece geleneksel itaatin, yerini ihtilafa bıraktığını gördük. Kırım ordusu atavik bir metodla savaşmakta idi. Dün-yaysa yeni savaş metodlan denemekte ve inkişaf ettirilmekteyken, Kırımlı süvarilerin, ataları Cengiz Han stiliyle çarpışmaları, yeniliği takip eden ve kendi de terakki ettiren Rus ordusu karşısında, başarılı olması bir hayalden öteye geçemezdi. Hanlar arasındaki mücadele hem Kırım'ın hem de Osmanlı aleyhine netice doğurmaktaydı.
Osmanlıların, Rusya'ya harp ilânından yaklaşık bir müddet sonra Maksut Giray'ın azledilmesi üzerine Kırım Giray 2. defa han'lik görevine getirildi. Kırım'ın aklını başına alması için ya bir zafere, ya da feci bir mağlubiyete ihtiyacı vardı. Kırım Giray, 1769/ocak sonunda Ukrayna topraklarına eski sür'at ve hışmıyla daldı. Yüzbin Tatar yel gibi uçtu, kasırga gibi esti. Geri dönerlerken yüzbinin üzerinde esir, ganimetlerle dolu atlarla döndüler. Bu başarı Kırım'ın yeniden doğuşu olabilirdi!
Nevarki ihanet, akışı değiştirdi. Kırım Giray'ın; Rum asıllı doktoru, Katerina'nın altunlannı almış, zehirlediği Giray'ın ölümünü hazırlamıştı. Yerine Devlet Giray getirildi. Bir yıldan bir ay eksik yaptığı Hân'liğı azil edilerek elinden gitti. Yerine 2. Kaplan Giray getirildi. Tarih bu sırada 1 183/şevval/29-25/şubat/1770 pazar gününü göstermekteydi. Kırım bu hâl ve durumda iken, şimdi Osmanlı ordusunun savaş ilânından sonraki harekâtını bütün cephelerde tek tek gözden geçirelim.
Önceleri İyiydi
Sultan 3. Mustafa devrinin başlangıcını ve Rus savaşına kadar geçen bölümü eski sadrazamlardan Kâmil Paşa'nin: "Tarih-i Siyasiyye" adli eserinden bir özetlemeyle, devlet vazifelerinin zirvesinde yer alan kudema zevatın içinde yer alan ve aynı zamanda kalemi de kuvvetli kimselerin arasında, mümtaz bir yeri bulunan çalışmasından istifade edelim. "Sultan 3. Mustafa, taht-ı Osmaniye çıktığın da vezâret-i uzma Koca Ragıb Paşa da idi. Yeni padişah da, görevini sürdürmesinin uygun olduğunu söyledi. 1756 senesinde Avusturya ile Fransa arasında yapıian bir antlaşma neticesinde, Osmanlı devletinin başşehri İstanbul'da bulunan sefirleri arasında takaddüm meselesinden dolayı değişiklik yapılması icab etmisti- Sekiz aylık bir zaman parçasından sonra, İngilizler ile Prusya arasında bir ittifak imzalanmıştı. Rus sefiri Orsukof, Bab-ıâli'ye bir nota vererek, Rusya'nın bir kısım askerini Lehistan ve Avusturya'ya yardıma göndereceğini, söz konusu kuvvetin Lehistan Cumhuriyetinin rızası ile Lehistan topraklarından geçeceğini bildirmekteydi. Babıâli bu duruma bir itirazı bulunmayacağını bildirdi. Diğer taraftan Prusya devleti, Osmanlı devleti nezdinde harekete geçerek, İki devlet yâni, Osmanlı ve Prusya devletleri arasında bir muahede imzalandı. 3. Mustafa'ya, altısene sadnazamhk yapan Koca Damad Mehmed Ragıp Paşa, Hak'kın rahmetine erdiğinde geride 60 bin kese akçe servet bırakmıştı. Sadaret Hamid Hamza Paşaya verildi. Hamza Paşanın bu görevi ancak altı ay sürdürdüğü görüldü. Ondan boşalan makama, Bahir Mustafa Paşa tâyin olundu. Mustafa Paşa'nın bir buçuk yıl süren sadareti sırasında Rusların, çok sevdiği değişik ve karışık bir devir yaşandı. Sadnazam takip ettiği politikayla bir muvaffakiyet gösteremedi. Azlediğinde sadaret, Rumeli valisi Muhsinzâde-ye verildi. Lehistan kralı 3. Ogüst'ün ölümüyle, yerine geçecek kralın belirlenmesinde Osmanlı devletinin hem rolü, hem de hakkı olduğu inkâr götürmez bir vakaydı. Ayrıca; Lehista-nın ileri gelen idarecileri, Osmanlı devletine yaptıkları müracaat da, geleneksel tâyin etme hakkını kullanmalarını taieb etmişlerdi. Ancak, Ruslar Lehistana girmişler ve bu girişleri, tecavüzi bir manzara hâlini almıştı.
Devleti âliyede bu vaziyeti derhal bütün dünya devletlerine hem bilgi vererek hem de yaptığı haksızlık yüzünden Rusya-yı protesto etmekte olduğunu da, belirtmişti. Rusya olsun, Prusya olsun aldatıcı ve oyalayıcı ifadelerle şaşırttığı Babıâli, görüşlerinde değişiklik yapmış, her ne kadar Rus askerinin Lehistana girmesinin, muahede maddesine dayandığına Fransa tarafından işaret edilmişsede, Babıâli Fransa'nın bi1 ihtarına, Rusya'ya göndermiş oiduğu protestoya atıf yaparak, Lehistan'a giren Rusların bir mukavemetle karşılaşmadıkları bu hâlin Karloviç antlaşmasında açıkça belirtilmediği beyan edilmiş, neticede Rusyanın siyasi nüfuzunun ağır basmasından, Panyatowski'nin krallığı kabul edilmiştir. Târihler bu sırada 1179/1765 yılını gösteriyordu.
Rusya Çarlığına 3. Petro getirilince bunu Osmanlı padişahına duyurmak üzere Prens Varikofu gönderdiysede, söz konusu Prensin, daha Osmanlı hududuna gelmesinden önce, Katerina tahta geçmiş, Çariçede bu hâli padişaha bildirmek üzere Prens Dolgoroki'yi vazifelendirmişti. Padişah ise tebriklerini Derviş Osman efendi vasıtası ile Katerina'ya bildirmişti. Gürcistan Prensi Salomon; Osmanlı devletine karşı bir isyanın alemdarı olmuş, üzerine gönderilen asker tarafından dersi verilince derhâl pişmanlığını beyan ile affedilmesini istirham etmiştir. Osmanlı devleti, bu özürü yeterli görerek Prensliği devam etmiştir. Karadağ taraflarında ise, Küçük Etyen adlı bir papaz kendisine tanrı'dan ilhamiar geldiğini söyleterek Karadağ hükümdarlığını alacağını, yakında Rus ordusunun geleceğini kendisinin hükümlerinin, Nikşikten, Sontuna'ya kadar geçeceğini bildirerek, Rusya menfaatine uygun olarak Karadağ ahalisini isyana başlattı.
Bosna ve Rumeli valileri kendi askerleri ile söz konusu papazın topladığı kuvvetleri bir kaç yerde mağlup etmişlerse de, Etyen; Çetine kalesine siğındığından üzerine gidilmemiştir. Ragıb Paşanın devlet işlerinde altı sene boyunca hudud-suz selahiyeti kendisinden sonraki sadrazamlara verilmemiştir. 3. Mustafa bizzat devletin işlerini tâkib ve görmeğe önem vermiştir bu tarz politikanın farkına varmayan Bahir Mustafa Paşa, vazife-i sadaretinde Koca Ragıb Paşa tarzını tatbik etmek istemişse de, yürütememiş ve sonunda ısrarı hayatına mâl olmuştur. Çünkü Sultan 3. Mustafa katlolunmasina ferman çıkardı. Yerine geçen Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa Ruslara sefer açılmasına muhalefet etmekten dolayı hayatını kaybetme tehlikesinden kurtulmasını, 3. Mustafa'nın sevgili kızının bey'i olmasına borçludur. Sultan Hanım; kocasının kellesini, padişah babasının iradesinden kurtarma şansını elde etmişti.
Sultan 3. Mustafa; devlet gemisini sevk-i idare etme ve yürütme hususunda arzusu çok olan bir kimse idi. Her işi takip eder, Babıâli'ye tebdili kıyafetle gelir, sadnazamı, kethü-dabeyi (içişleri bakanı), Reis'ülküttabı (hâriciye bakanı) toplar gizli içtimalar düzenlerdi. Lehistan işlerine Rusya'nın, burnunu sokması, askerlerini o tarafa sevketmesini Osmanlı kabullenemezdi. Harp ilânına hazırlıksısız, cephane, mühimmat kıt diyen Damad Muhsinzâde'nin gösterdiği temaruz, 3. Mustafa'nın azil kararını vermesini getirdi. Aydın da vali olan Hamza Paşa makamı sadarete getirildi. Daha sonra Muhsinzâde Mehmed Paşa meşhur tarihçilerden Vasıf efendiye anlatmış ki; Padişah ile Muhsinzâde arasında geçen kapalı müzakerede sadrazamın her şeyden önce harp hazırlıklarının tamamlanması gerektiğini söylediğini ancak savaşa girmeği esas görevi sayan padişahın, adetâ yanıp tutuşmakta olduğundan sadrazamın söylediklerini kaale almadığını, buna bağlı olarak azline karar verdiğini, nakletmiş. Ayrıcada devrin İstanbulda bulunan ecnebi sefirleri, bağlı oldukları devletlere aynen sadrazamın dediklerinin gerçekleşeceği istikametinde görüşler belirten raporlar yolladılar. Netice, Muhsinzâ-de'ninde Bozcaadaya sürgüne gitmesi oldu.
Hamza Paşa; vali olduğu Aydin'dan İstanbul'a geldiğinde savaş ile alakalı bir toplantı tertiplendi. Herşey enine boyuna konuşuldu. Alınan son karar, sadrazamın, Rus elçisi ile bir divan halinde olduğu halde yüzyüze bir görüşme yapmasının faydalı olacağı şeklinde oldu. Ne tesadüftür ki! Rusya'nın İstanbul B. elçisi Obrişkof memleketinden yeni bir talimat gei-diğini buna bağlı olarak bir mülakat talebinde bulundu. Aradan sekiz gün geçtikten sonra Obrişkof Babıâli'ye davet edildi. Davete geldiğinde bekleme odasında yarım saat kadar bekletildi. Sadaret salonuna girdiğinde bütün vükelânın sadrazamın etrafında yer aldığına şahid oldu. Sadrazamı, kendisini hiç bir karşılama jestine değmez şeklinde kabul tavrı sergiler gördü. Halbuki daha evvelki kabullerde 'makam-ı sadaretin başında kim olursa olsun nazikâne ve müşfikâne davranışlar içinde istikbal edilirdi.
Rus b. elçisi Obrişkof, ziyaretinin sebebini ifadeye başlamak üzereyken sadrazam sözünü kesti ve cebinden bir kâğıd çıkarıp söze başladı: "Meram müzakereye girişmek değildir. Bundan dört sene önce Lehistan'da geçici olarak bulundurulacak olan Rusya askerinin, yedi bin nefere indirileceğini, ta-ahhüd eden sen değilmiydin? Halbuki şimdi bu asker sayısını 30 bine iblağ ettiniz." dediğinde Obrişkof, sadnazamı küstahça bir davranışla güya tashih ederek 25 bin dediğinde vaziyeti de itiraf etmiş oluyordu. Sadrazam bu küstahlık üzerine haliyle kızgınlığını ortaya çıkaran bir sesle-Hâin! Hanis! Bu beyanınla yalancılığını ikrar etmiş olmuyormusun? Senin hemşehrilerin; kendilerine aid olmayan bir memlekette icaz eyledikleri habasetden dolayı utanmıyorlarmı? Tatar hânının saraylarından birini yıkan, yer ile yeksan eden size aid toplar değilmi? Sorusundan sonra, meclisi vükelâda alınmış harp ilânını belirten karan senedi imzalaması istendi. Obrişkof da böyle bir kâğıdı imzalamaya mezun olmadığını ifade etti. Bunun üzerine savaşın ilânı şifahen kendisine tebliğ edildi. Okunanı dinleyen Obrişkof; "Rusya muharebe iscemezsede, kendisine ilân edilen cengede var kuvvetiyle mukavemet eder. "Sözünü söylemiştir. Bu sözü sadaret tercümanı elçinin beyanını; "Rusya dostlukda sabit kademdir, fakat savaş isteniyorsa başka" şeklinde tercüme etmişti. Obrişkof, söylediğinin aynen tercümesini üç kere taleb etmesine rağmen tercüman bunlara kulak asmadı.
Rus Elçisine Yedikcıle Zindanı
Rus elçisi ile yapılan mülakatın bütün safahatı 3. Mustafa'ya arzedîldi. Bu arada sadaret makamına bitişik bir oda da bekletilmekte olan Obrişkof ve maiyetindekiler, padişah'dan gelecek fermana muntazırdılar. Nihayet beklenen geldi, ancak munderacatmda emredilmiş olan işlem, Obrişkof ve baştercümanının Yedİkule zindanına hapsedilmesini hâviydi. Bu husus tebliğ olunduğunda sefir bazı kimselerin kendisiyle beraber olmaları istirhamında bulundu. Bu istek kabul edildi. Sefir, iki tercüman, bunların hizmetlerine bakacak, yedi askerle birlikte Yedİkule'ye nâkilleri yapıldı. Bu arada Hamza Paşa'nın sadaretten azlinde Kırım Hânı'nsn rolü olmakla beraber, bulunduğu makama erken çabuk gelmişti. Sarayın bir çok görevlerini deruhte etmişti. Buralarda ki hizmetleri padi-şahlarca makbul görülmüş ki, hanedan'a damad olmakda dahil, yükselip durmaktaydı. Vezaretle, valilik rütbesine yükseltilerek son geldiği basamak makam-ı sadaret olmuş idi. İsrafa dönük huyu padişahın mizacına uymadığı gibi tecrübesizliği de hemencik sintıvermişti. Halbuki, tecrübe hususunda pekala masum sayılırdı, çünkü onu bu makama getirenler için, çalıştığı yerler ve buralardaki liyakati bilinmeyen husustan değildi. Bu sıraâa yapılan ilânı harp haberi, gerek denizlerde bulunmakta olan bahriye teşkilâtımıza, gerekse serhad boylarında yaşamakta olan askerlerimize duyuruldu. Bu sırada avrupa da, Rusya, Prusya ve Avusturya ile İngiltere aralarında bir ittifak kuracakları dedikoduları yayıldı. Bunlar konuşulup yazıldıkça, devlet-i âlîye, Avusturya'yı kendi yanına çekme manevralarına baş vurdu. Venedik, Flemenk ve Danimarka ile İsveç devletleri ise Bab-ı âli'ye dost olduklarını belirten beyanlar gönderdiler. İngiltere, asla Rusya ile beraber ittifak ve antlaşma içinde değiliz sözleriyle teminat vermişti. Prusyalılar İse, özel bir beyanname yayınlayarak Osmanlı ile Rusya arasındaki müşkülâtın halline yardımcı olmayı, hapse konan Rus elçisinin serbest bırakılmasını taleb etmişti.
Devlet-i Osmaniye'nin cevabı; bir defa savaş olmadan arabuluculuk teklifinin kabul edilemeyeceğini belirtmek oldu. Bu arada da Rus sefiri; devlete verdiği istidanın münde-recatında Osmanlı devleti ile Rusya arasında, onsekiz sene elçilik görevi yaptığını bunun bir hizmet olduğunu ancak mâruz kaldığı muameleyi tafsilatıyla beyan ettiği muamelenin ağır ve haksız olduğunun bulunduğu yerin son derece soğuk ve karanlık, buna bakarak sağlığının etkilendiğini duyurmak İstemişti. Fakat müracaatı kaale alınmadı. Prusya ve İngiltere sefaret tercümanları babıâli'nin tercümanıyla Rus elçisinin durumunu konuşurken, Rusların savaşın önünü almaktan başka bir düşünce taşımadığını buna bağlı olarak; Prusya ve İngiltere'nin, Rusya ve Osmanlı devletleri arasındaki ihtiiafda arabuluculuk yapmayı hazır olduklarını bildirmekle vazifelen-dirildiklerini beyan ettiler. Bu savaşın ilân edilmesinde Fran-sanın dahli olduğu, Fransanın Tatar hân'ı ile devamlı haberleştiği, Fransa konsolosu ile Tatar hânı'nın müsteşarı arasında, yapılan konuşmaları nakletmeleri üzerine, babıâli tercümanı bu ifşaatları makam-ı sadarete duyurmayı vazife addetti ve arzetti.
Savaş mevsimi olan ilk bahara gelmeden harbin yapılamayacağı apaçık ortadayken, son bahar mevsimindeyken harbin ilân edilmesi doğru bulunmayıp, devlet tarafından kendi eksiklikleri bulunurken ve daha bunları tamamlama merhalesine gelmeden yapılan savaş ilânı düşmanın eksiklerinin tamamlanmasına adetâ fırsat takdim edilmiş oldu. Sonunda 1182/ll/zilkade-20/mart/1769 p.tesi günü sadrı-azam ordu ile beraber istanbul'dan yola çıktı.
Beri yandan; Yalta'da bulunan sarayı, Rus toplarınca yerle bir edilen Kırım hânı tarafından kendisine yapılmış, bu taarruzun intikamını almak maksadıyla üçyüzbin kişilik bir kuvveti üç kola taksim ederek Rusyanın güney cihetindeki topraklarını süvarilerinin atlarının nalları ile çiğnedi ve tarumar eyledi. Rusya'nın tasarrufuna pek mükemmel bir cevap vermiş olan Kırımlı Kerim hân, bu başarısıyla kendisinin kalitesini de ortaya serip düşmanlarını aleyhine geçirmiş oldu. Kendi yanında bulundurduğu ve Ulah beyi'nin adamı olan Rum asıllı doktoru Siropulo tarafından zehirlenerek öldürüldü. Böylece Kırım Tatarlarının başına Devlet Giray nasb olundu.
Rusların Hazırlığı
Sonbaharda yapmış olduğu savaş ilanıyla, büyük bir hata işlemiş bulunan Osmanlı yönetimi, bu yüzden Rus kuvvetlerinin yapılacağı ilân edilmiş savaşa bir güzel hazırlanması şartlarının adetâ bir gümüş tepside sunulması gibiydi. Şuraya hemen bir hatıramı çiziktireyim. Karaköse de 1. süvari tümeni muhabere bölüğünde vatanı vazifemi ifa etmekteyim. Yıl 1960 idi. Üsteğmen Nâmi Tümerkan adlı komutanımız savaş üzerinde ders vermekteydi. Ortaya bir soru attı: "Rusların tayyareleri bizim üstümüzde dolaşmağa başladığında ne olur?" Dediğinde; fakir hemen, bizim tayyarelerde Moskova üzerinde olur, biz de üstümüzde dolaşanların düşürülmesini becermeye çalışırız cevabını yapıştırmıştım. Böylece verilen cevabdan pek hoşnud kalan, Nâmi üsteğmenin taltif etmesine nail olmuştum. Katerina elde ettiği bu fırsat sayesinde 65 bin, kişilik orduyu üç gurub hâline getirip, bütün kişı tâlim ve terbiye ile geçirdi. Bu üç gurubun birincisini Ka-bartay ve Kuban üzerine, 2. kolu Gürcistan beyleri ile Erzurum ve Trabzon üzerine, saldırmak stratejisiyle Tiflis'e gönderdi. 3. kola gelincede bunların vazifesini Lehistan'ı hareketsiz tutmak, Karadağlıları savaşa itmek için;para, zabit, silah ve cephane ile takviye etmekdİ. Böylece Osmanlı devletinin doğu ve batı serhadleri şiddetli, kan dökücü Rus taarruz tehdidine açık hâle gelmiş gibiydi.
DEVAMI VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder