Bir Başka Kaynaktan
3. Selim Islahatı Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed Niyazi Özdemir beyefendinin ihtimamı eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine en fazla yer veren çalışma. Üstelik islamcı bir anlayışın zaman zaman kendini gösteren zaviyesi ayrı bir husus. Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar edelim. "..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tahta çıkışıdır. Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının padişahlığında kendini ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç yaşındayken vukubulmuş. Babasının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece iyi kalbli ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3. Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu huşta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa cihanda bana tahtı şevket Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası 1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) tercih etmesi mü'min olarak isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bırakılmayacağı" hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti, 3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek çareleri üretmesiydi. Buna acaba mı? Dedirten İsmaiyl'deki galibiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldürmek için milletin üzerine düşenden fazlasını gösterme gayretinde. Lâzım gelen hasta uzvun kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak mı gerekirdi"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi yeni nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük düşüncemi? Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin hemen bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm çıkarmak kabildir ki, bunda da isabet kolay değildir. Ancak padişahın yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları içinde beyan ettiği şu hâli, Ziya Nur Aksun beyefendinin kıymetli tarihinden ahzedelim: "Gece gündüz ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva edip kâfire mağlub ve perişan etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni iki gün evvel helak eyle diye Cenabı Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi. Böylece 3. Selim batılı davranışların meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını sergiler bu duasında ve bunu etrafındakilere açıklamakla.
Sadarette Değişiklikler
. Padişah, sadrazam Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden azledip başka sadrazamlarda göreve getirilip hizmet fırsatına nail edilmiştir. Meselâ bunlardan biri olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili kıyafet teftişlerle bir çok yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle cezalandırdı. Yaptığı teftişler hem bir korku saldı, hem de milletin işinin düzgün yapılmasını temin etmeye yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe ^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn olunmuştur.
Yerine getirilen Şerif Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâğıda bazı sadrazam adayı ismi yazan 3. Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve bunlardan birinin çekilişini yapmış ve sadaret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde kura ile sadrazam seçilirdi sözü, bu rivayete dayanmıştır.
Padişahın Donanma Gayreti
Karadeniz ve Akdenizde seyri sefâin eden Rus filolarına karsı sahilleri savunacak deniz kuvveti çıkarmak gerekiyor-a Ancak uzun zamandanberİ devam etmekte olan savaş münasebetiyle, memleketin mâli durumu pek sarsılmış ve donanmanın teçhizi ve çıkarılması yardıma ihtiyaç göstermekteydi. Bu ihtiyacı giderme yolunda 3. Selim büyük bir riski dahi göze aldı. Bu risk; sarayın içinden olsun, dışından olsun varlık sahiplerinin her biri on kişiyi her yönüyle teçhiz edilmiş adam tedarik etmekle vazifelendirildi. Bu ferman bazı ulemâ ve devlet adamının mızmızlanmasına hâttâ "padişah; bizi kara çanaklı etdi" diye ağızlarına geleni söyledikleri duyulmuş. Bunları duyan 3. Selim'de yayımladığı bir fermanda şunları: "İki kavi düşman memâliki İslâmiye'ye hücum ederken herkes varını dini mübin için beytülmâle vermek şer'an caiz ve padişahlar ahzeyledikte zülüm etmemiş olurken" dedikten sonra bazılarının temaruzuna karşı "Din devlete bir sekte gelirse hâl ne olur?" Demiştir. Böylece kendisinin olsun, hanedanın olsun devlet şuuru meselesinde ne mertebe yüksek bir anlayışın sahibi olduğunu ortaya koymuştur.
Harp Sonrası
Dört asın aşkın ve Osmarthnın yükselmesinde yaptıkları hizmetler, tarihde bir yeniçeri askeri vardı dedirtecek kadar yüksektir. 3. Selim bu gücün önem ve hizmetlerinden Osmanlı tarihini en iyi bilen padişahlardan biri olarak elbet Müdrikti. Fakat; Rus mağlubiyeti ve bu uzun savaşlar döne-rnınde yeniçerinin göstermiş olduğu bazı cebin ve korkak davranışlar, mütereddit padişahın rey'inin yeni nizâma temayüf etmesine sebeb oldu Bu arada Şerif Paşa sadaretten alınmış yerine bir daha KocaYusuf Paşa getirilmişti. Koca Yusuf paşa cesur, gayretli, akıllı bir kimse olmakla birlikte düşmanı çoktu. Yeni bir asker sınıfının kurulacağı dönemde hasmı çok olan b'ir kimseyle işlem yürümezdi. Çünkü devlet bu yeni sınıf askeriyeyi kurmaktaydı. Sadrazam, padişahdan sonra devletin 2. adamıydı. Yeni askeri kurmak onun destek olması gereken işdi. Böyle olunca da sırf sadrazama düşmanlık olsun diye teşebbüsü sabote ederlerdi. Böylece de; hayırlı bir teşebbüs suya düşerdi düşüncesi ile Koca Yusuf Paşa sadaretten alınmış, yerine cidden melek gibi bir insan olan Melek Mehmed Paşa herkesle barışık bir kimse olması ve yaşlılığı hürmete şayan olduğundan tenkide bile uğramazdı. Teşebbüsün sabote edilmemesi bir yönüyle sağlanmış görüntüsü vermekteydi
Memâliki Osmaniye'de Kaynama
Savaşın bitimi yeni meselelerin boy atmasına başka bir halde gündeme gelmesine yol açtı. Rus savaşı sonrasında Balkanlar da yaşamakta olan gayri müslim ve Ortodoks te-bâ'da da istiklâliyetin düşünülmeye başlaması gerçekleşti. Akabinde asayişin ihlâl edilmeye girişildiği gözlendi. Bir memlekette devlet otoritesi zaafa düştümü, artık beklenen menfi faaliyetler cesaret ve teşebbüslerini arttırırlar. Deli Pet-ro'nun vasiyetnamesinde yeri olan Osmanlı düşmanlığı tomruğun yokuş aşağı salınmasına yol açmış sayılır, nitekim Kaynarca antlaşması Rusya'ya tanıdığını belirttiği haklar cümlesinden olarak ilgili maddede Eflâk ve Boğdan Voyvodalığında himaye eder şansını elde etmişti. Bu madde, bahse konu tebâya ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde yaşayan her ferdine bir korunma alanı tahakkuk ettirmişti. Öte taraf- 181 vine Balkanlarda Kara Yorgi isimli bir domuz çobanı ndi qibi bir çok domuz çobanı haydutlardan teşekkül et-- bir çete kurdu. Bu çetenin korkutucu ve cezalandırıcı ücü vasıtasıyla Sırbistan davası gütmeye başladı. Rusya ve Avusturya maksadlarına uygun bu harekâtların teşvikçisi olmaktan geri durmadılar. İnkişaf eden bu teşvik ve çete te'siri işin taa Karadağ'a bile sıçramasını getirdi.
Balkanlarda İslâm emânı, Osmanlı devleti kefaleti altında asude ve rahat bir hayat sürmekte olan balkan topraklarımızda yaşayan azınlıklar, bağımsız devlet olma hastalığına tutulmuşlar dışarıdan aldıkları yardımlarla seslerini yükseltmişler ve sıkıntı, üzüntü artık hayatlarından hiç eksilmez olmuştu.
Osmanlı Şark Bölgesi Kaynamaları
Osmanlı devletinin şark cânibindeyse Hanbeliye'den olan İbni Teymiyye, İbni Kayyimi Cevzi gibi selefin akidelerine itibar eden eski âlimlere dayanarak bir cereyan yayılmaya başlandı. Mekke Şerifi Gâlib ile kardeşinin oğlu arasındaki mücadele Vehhabilik denen bu cereyanın yayılmasında önemli bir rol oynadı. Donanmanın yetersizliği, garp ocakları denen Fas, Tunus, Cezayir ve Adalar eyâletinin merkez ile olan irtibatın zayıflamasîrra sebeb teşkil etmişti. Yine Avrupa tarafında Dukakinzâdelerden geldiği söylenen Kara Mahmud Paşa ve Amavudluk'da Tepedelenli Ali Paşa kendilerine ait otorite ile devletin otoritesi arasında kendi lehlerine bir fark te sis etmişlerdi. Böylece adetâ bir sultan gibi görülür oldu-lar. Vidin taraflarında ise Pasbanoğlu Osman Ağayı bulunduğu yerde kurduğu otoriteyi dersaadet'e tasdik ettirmiş ve o|geye valilikle atanmıştı. Binlerce müslümana zarar veren Kl?' aynı insanların başına vali olmuştu. Çapanoğulları Bo-zok(Yozgat)da, Karaosmanoğullan Manisa ve Aydm'da, Ko-zanoğulları ise Çukurova'da hüküm ferma olmuşlardı. Rumeli taraflarında Türk, Tatar, Arnavut, Boşnak ve Bulgarlardan müteşekkil yirmibin kişilik Kırcali ve Dağlı eşkıyası denilen çeteler vücûd bulmuş, Rumeli ayanları biribirferiyle çe-kişmekde ve aralarında çıkan kavgalarda yukarıda belirttiğimiz çeteleri kendi menfaatleri istikametinde kullandıkları görülmüştü bundan dolayı da karışıklığın tezayüd etmesine yardımcı olmuşlardı maaalesef.
' , r
Yapılması Gereken
Yukarıdan beri tebarüz ettirmeğe çalıştığımız hâl ve durum dahilinde olan bir ülkenin yeni padişahı yeni bir nizama talib olmaktansa, üzerine düşen nizâm kurmakla mükellef olduğunu idraktir. Aklın getirdiği Nizâmı Cedidi getirmekti ve buna ordudan başlamak gerekmekteydi. Fİeden ordu'dan baş-îansaydı? Bu sorubir cevaba muntazirdır ve bu cevab ideâllerden değil, geçmişde yapılan büyük hizmetlerden değil, gelinen durumun ortaya konmasıyla doğru cevabı bulabilir. Bakalım gelinen durum nedir? "Eskiden vezirler savaşa emrindeki askerle geldiğinde yedi sekizbini bulan cengaverle ispatı vücûd eylerdi. Çünkü idare etmekde olduğu bölge geliri kalabalık ve güçlü asker beslemeye yeterliydi. Fakat meşhur 1768 seferine baktığımızda iştirak eden küçük rütbelilerin vezirler ile gayet laubali olarak konuştuğunu görürüz. Çünkü vezir'in geliri azaltılmış, emrindeki asker iyi beslenemiyor, iyi teçhiz edilemiyor, buna karşılık adamları üzerindeki otoritesi sarsılmış oluyordu. Vezir'in huzuruna desturla gelen bir binbaşı mezkûr seferde pek serâzad davranıyordu.
Beri yanda savaşlarda yararlıkları olanlara maddi mükafatı nakden vermek yerine mirmiran, vezir gibi unvanlar verildiğinde bunların mânevi tarafını idrak etmeyen câhiller devletten alamadığı parayı pulu kendilerine verilmiş unvanlara sarılarak halktan almaya uğraşıyorlardı. Bunlara inzimamen döneminde yayımlanmış bir yazı bu bozuluşa kadı efendilerinde duhûl etmeye başladığını belirtmekte. Bir başka taraf-dan meseleye atfunâzar edelim. Her zaman için savunma savaşlarında destanlar yazan askerimiz, aynı zamandada dünyada emsali görülmemiş meydan muharebelerinin galibidir. Ancak son savaşlarda savunmalar eski başarılarda olmasa-da ona yakın neticelerle sürüp giderken, meydan muharebelerinde bir cenahın zorduruma düşüşü anında ordunun kısmı âzamim tesir altına alıyor, kontrolsuz ricat daha doğrusu er meydanından firar başlıyor. Buna karşılık savaşlar bozgunla sona eriyordu.
Teşhis; tâiim ve terbiye ihmâliydi. Bu bakımdan kurulmasına karar verilen yeni asker gurubu muntazam talimli ve harp ilmine keşifleri, taktikleriyle hizmetleri olmuş görüşlerin, erkânı harplere öğretilmesi yeni nİzamınuymaya başladığı esaslardı. Yeniçeri ise bütün bu tâlimlere yanaşmıyor, keçeye pala çalmaya devam ediyordu. Buna karşılık 3. Selim'in meşhur âlim, matematikçi İsmail Gelenbevi ile bir vakasını Doç. Dr. Abdülkadir Bingöl'ün hazırladığı ve Kültür bakanlığı yayımları arasında neşrolunmuş "Gelenbevi İsmail" adlıbi-yografik eserde, 12. sahifede yer alan vakayı sayfamıza al-maksuretiyle okurlarımıza nakledelim. "3. Selim devrin-de(1789-1807)de cereyan eden bir olay, İsmail Gelenbevi üzerine tekrar dikkati çekmiştir. Bir gün Kâğıthane'de padişahın huzurunda yapılan askeri tatbikatta bazı sanat gösterilerinden sonra atılan kumbaralardan (top atışları) hiç biri hedefe isabet ettirilememiştir. Padişah devletin emek ve parasını harcayarak okuttuğu bu subayların beceriksizliği karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. <Bunları tam hesaplayacak biri yokmu?> der. Gelenbevi salık verilir. Padişahın emriyle Zey-rek'den getirilir, huzura çıkar. Matematik kaideleri gereğince ince haseplarla kumbaraların(topların)vaziyetin, istikametini düzelttikten sonra üç defa atış yapılır ve her defasında isabet sağlanır. Padişah bundan çok memnun kalır, haz duyar. Ge-lenbevi'ye günlük dört okkapirinç tahsis ve tayin eder. Ge-lenbevi'nin çocukları ölümündensonrada almağa devam etmişlerdir. "Yine benzer bir olayda Büyükada'nin arkasında padişahında katıldığı deniz manevralarında topçuların hedefe eski usûl atışlarda isabeti pek düşükken, padişahdan izin alan bir matematik âliminin kumandası altında atışların hedeflere isabetteki yüksekliği takdire şayan bulunmuştu. Neden hep böyle olmuyor?Sorusunu soran padişaha verilen ce-vabda;gâvur hesaplarıyla cenk edilmez cevabı veriliyor, padişah da ancak yutkunmak mecburiyetinde kalıyordu.
Şanizâde'nin Görüşü
Ziya Nur Aksun beyefendinin değerli eserinde Şânizâde'ye aid görüşler, kendi bakış açılarına destek olarak alınmış. Buna teması lüzumlu görüyorum. Çünkü Şânizâde o devrin insanı, görüşleri şüphesizki pek önem arzeder. Şânizâde Ataul-lah efendi ocağı düzeltmeye büyük gayret gösterilmeliydi demekte. Şüphesiz haklı. Ancak hatırlatalımki yeniçeri cülus bahşişi verilmedi diye Zigetvar'dan ölüsü dönen Kanuni Süleyman'ı getiren oğul 2. Selim'i İstanbul'a giriş kapısında nasıl sıkıştırdı. Eğer kocavezir Sokollu kese kese altunu toplulukların arasında avuçlarıyla saçmasaydı, yeni padişahın istanbul'a girmesi belki muhal olurdu. Hadi onu bırakalım da her cüiûs bahşişinde çıkarmaya muvaffak oldukları karışıklıkları tahattur edelim. Ya o gepgenç Osman'a kıyışları, ona n evvel 4. Murad'ın veziri Hafız Ahmed paşayı bir saniye aklına getirmezmi merhum Şânizâde!
Moltke; yüzdoksan orta'dan meydana gelmiş ülkenin her tarafına dağılmış dörtyüzbine yakın sayısı olan, sadece 31. ortanın otuzbin kişiyi bulmakta olduğunu ve bunların binlerce takdirkân evlâdü iyâli olduğunu böylecede milyonlara yakın desteğe ve yakına mâlik olduğunu beyan ediyor. Böyle bir müesseseyi ortadan kaldırmak devletin temellerini sarsar diyor. Ayrıca yeniçeri ulufesi az, yeni askerin ise pek fazlaydı! Diyen müellifler var. Tabii bu kadar büyük bir müessese bir kalemde yıkılıp yok etmeye nasıl bir tepki gösterir bunu düşünmek lâzımdır. Şikâyetleri çok olan nice Osmanlı padişahı bunu göze alamamıştır.
Yavuz Selim bile, Mısır önlerinde dönmeye teşvik olunduğunda paşalarının kafasını kesmekle yetinmiş, yeniçeriyi böyle susturabilmişti. Ama iktidarının yeteceğini bilseydi, umulurki onların kanlarını çölün sıcak kumlarına akıtmaktan hazer etmezdi. İstanbul vali ve Belediye reisi Prof. Dr. Fah~ reddin Kerim, Belediye zabıtasını kurduğunda kendisini bir numaralı belediye zabıtası ilân etmiş böylece mesleği onurlandırırken zabıtalara vereceğini ilân ettiği maaş, devrin bir çok memuriyetinin maaş bareminden fazla idi. Melbusatları-na gelince adetâ bir mareşal üniforması görüntüsü vermekteydi. O devir, şu adamın paltosu var denilen bir devirdi. Ta-biiki yeni kurulmuş nizâmı oedid askeri hem maaş hemde kıyafet bakımından, kendisinden artık vazgeçilmeye başlanandan pek üstün ve farklı olmalıydı. Bir takım tarih sempatizanı ehli târikin;yeniçeriyi dini, manevi esaslara dayanan çok köklü bir teşkilât, hâttâ bir tarikat disiplini ile birbirine bağlanan müridlerden kurulmuş mukaddes bir ocaktılar, koskoca devletin hemen her yerine dağılmış bulunmakta ve buralarda merkezi kuvveti temsil etmekte ve kendilerine manen bağlı olanlarla birlikte milyonları bulmakta diyenler olduğu vâkidir. Nitekim büyük devlet adamı tarihçi Ahmed Cevded paşa merhum da: "Yeniçeriliğin, Osmanlının iliğine işlemiş ve ocaklar asabiyyeti milliye makamına kâim olarak devairi devletin usûl ve fürûunu istilâ etmiş olduğuna nazaran devletin zâtiyatından mâdud olmuş idi" Demekte. Ardından "O'nun ilgasıyla ehli islâmm kuvvei asabiyyesine zaaf geldi, hükmünü vermekte. Şimdi Şânizâde olsun. Alman meraşali Moltke olsun, bazı ehlitârik tarih sempatizanları olsun, vele.vki Ahmed Cevded paşanın beyanları olsun, başlangıçtaki yeniçeri için tereddütsüz tasdiki gereken hususat-tandır. Balada yaptığımız açıklamalarda işin bu tarafına temas edilmişti. Şunu ilave ederek söyleyelimki; Yeniçerinin savaş alanlarında düşman üzerine salınmadan evvelki gül-bankı, bağlı olduğu târikin usûlü gereği zikri hafi veya zikri cehri'deki halini en azından Genç Osman vakasından sonra pek müşahede edebiliyormusunuz tarih sayfalarında? Buna karşılık defaatle istanbul'un büyük meydanlarında, büyük camileri bahçelerinde yapılmış isyanların kavgaları, yeniçeri sipahi askeri arasındaki Sultanahmed meydan muharebesi, Genç Osman'ın kanını sual eden isimsiz veya adı bizlere ulaşmamış genç sipahinin bir çok yeniçeri'yi Genç Osman'ın ahzı intikamı diye yerlere seren ve hayatını Sultanahmed Câ-miinin minaresinde katillerine çarpışa çarpışa veren yiğidi hatırlayın.
Kabakçı Mustafa çıplağına kapılarak nizamı cedidcidir diye Tophane önlerinde nice mü'mini berdar edenleri de hatırlamak gerekir demeyi yeğliyorum.
Meternichin Mektubu
Osmanlı devleti yavaş yavaş çöküşe doğru gitmektedir. Şurasını gizlemeğe çahşmamahdırki; inkıraz sebebleri meya-nında ilk temelleri Sultan Selim zamanında-atılıp, 2. Mah-mud'un ancak amik bir cehalete(!)hadsiz ve payansız bir hayalperestliğe istinaden terviç ve teşvik ettiği avrupa tarzındaki ıslahat fikirleri ve tasavvurlarını zikretmek lâzımdır. "Dedikten sonra Meternich". yeni usûlüde dini kanunlarınız üzerine bina ediniz." tavsiyesini yapmıştır. Evvelâ hemen şunu söyleyelimki, Prens Meternich bu mektubunu 1841 senesinde 2. Mahmud'un genç oğlu Abdülmecid hân'a yazmıştı ve tanzimat fermanı okunalı iki yıl olmuştu. Prens bu mektubun yazılışından yedi yıl sonra yâni 1848 de ülkesinde husule gelen azim bir ihtilâl neticesinde yurd dışına zor kaçabildi. Ülkesinin akıbetini iç bünyede pek kestiremeyen Metrnich, dünya siyasasını takip ve tahminde bize tavsiyelerde bulunacak kıymette olduğu bir vakıadır. Ancak tanzimat fermanının dibacesinde padişahın;şer'i şerifin son zamanlarda ihlâl edildiğini hatırlatan girişi, Meternichin, yeni usûlü dini kanunlarınız üzerine bina ediniz tavsiyesini yaptırmaya itici bir ifade saymayı bilmeliyiz. Yeniçerinin ilgasına bir başka soruyla katılan kişi "Tanzimatve Türkiye" adlı çalışmanın yazarı Engel-hardt'tır. Bunun demeside "..yeniçeriyi kaldırmada Sultan Selim olsun, 2. Mahmud olsyn, merkezi hükümet otoritesini Kuvvetlendirmekden ziyade şahsi otoritelerini arttırmayı amaçladılar." olmuştur.
Şimdi 3. Selim gibi son derece hâlim selim, din ü devletin •yitiğinden başka bir şey düşünmeyen, taht'tan indirilipde uz- itildiğinde tanburunu eline alıp besteye girişen bu muh- böyle kendini güçlendirme bühtanını ülkemiz üzerinde bir takım hesapları olanlar yapar. Engelhardt, bir elçilik mensubu olması hasebiyle ifade etmeğe çalıştığımız gizli maksadın dışında sayılmamalıdır.
Sultan 2. Mahmud'a aynı yükleme yapıldığında bizi, 3. Selim'i savunduğumuz hissi davranışın ötesinde beyanla karsınızda görürsünüz. Kabakçı İsyanının mazlum şehidi, 3. Selim alkanlar içinde yerde yatarken, üzerine kapanan pek sevdiği Alemdar Mustafa Paşa bir ölüm badiresinin içinden çıkmış olan şehzade Mahmud'un ikazıyla kendine geldi. Şehzadenin kim olduğunu sordu. Taht'a çıkarılması gereken şehzade Mahmud olduğunu söylediklerinde, amucasının ölüsünü kucakladık, bari yeğenini padişah edelim dediği görüldü. 2. Mahmud olacak genç şehzade, silahlarını çıkarda yanıma gel, görüşmemiz lâzım iâla demek suretiyle kinaye ile sen bizi padişah kıldın, biz de seni sadrazam yapalım demek istemişti. Çünkü;vaziyetin en kuvvetli adamı Rusçuk ayanının da başı olan Alemdar Mustafa Paşa idi. Allahdan padişahın tarafından idi. O kadar güçlü idiki, hâli hazırda taht'ta oturmakta olan 4. Mustafa'nın görevinde ipkasını dilese karşı koyacak bir güç yoktu. 2, Mahmud Daha sonra padişah oluşundan hemen sonra ayan ile yapmış olduğu antlaşma, padişahların öyle kolaylıkla razı gelemeyeceği hususattandır. Buna razı olmamak elde olmadığından daha da bir ağır gelmiştir. Zaten birçok tarihçi bu ayan antlaşması ile alakalı tes-biti, padişahın selahiyetlerini ayanla bölüşmüş olması şeklinde yorumlar. Nitekim Alemdar Mustafa paşa'nın şehid edildiği ana kadar olan sadaret günlerine baktığımızda, karşılaşacağımız husus pek başıboş davrandığı, sarayın talimatlarına fazla önem vermediği rahatça görülür. Yeniçeriyi sadrazama karşı düşmanlığa 2. Mahmud teşvik etmemiştir amma bu dağlı ve kaba adamın yerine, yine bunun gibi mert fakat nâk birinin gelmesini istemesi tabiidir. Sultan Mahmud'un, yererinin düşman bellediği sadrazamın hanesine yaptığı saldırı da yardım göndermemesini göz yumdu diye yorumlayanlar, jşjn arka tarafını görmezlikten veya bilmeyerek o sonuca varıyorlar. Çünkü o sırada yeniçeri dışındaki askerin kısmıâzamı İstanbul dışına vazifeye gönderilmişti.
2. Mahmud'un sadrazama yardımcı göndermesi ve olay sonunda yeniçerinin, sadrazamı bertaraf etmesinin ardından hedef olmasına razı gelmesi demekti. Hemen bu arada Sultan 2. Mahmud ile ayanları temsilen Alemdar Mustafa Paşa arasında varılan antlaşma sonrasında Alemdar Paşanın şunları söylemesine dikkat gerekir: "..Vakta ki; vezirlikrütbesi ile başımız bağlandı. CInvani seraskerlikle kıymetimiz yük seltildi. Gerek orduyu hümayun'un maiyetinde ve gerek kendi başına düşmanın galip geldiğinin görülmesindeki hakiki sebeb tetkik ve araştırması yaptığımda düşman askerinin galibiyeti öğretici ve muntazam subaylarının harp fennine vâkıf komutanların fikir birliğine varmış olmasından kaynaklandığını öğrendiğimi itiraf etmeliyim." Bu sözler yeni askeri sınıfa muhalefeti olmadığını beyan mânasına alınmalıdır. Çünkü Alemdar Paşa, anasıl bir yeniçeri ocağı yetiştir-mesidir. Bu bakımdan Sultan Mahmud'un Fransa kralı 14. Lui gibi "devletbenim" demese de, islamların halifesi, Osmanlıların padişahı olarak güç ve kuvvetini arttırması gereken her tedbir onun başvuracağı meşru yol sayılmalıdır.
Yeniçeri usûlünün tamir yoluyla devamı mümkün olmaması ihtimali, mümkündü iddiasından daha ağır basmakta-d|r. Bu bakımdanda bu günün şartları içinde meseleye baktığımızda, ordu üzerinde, her hangi bir speklasyon değil tatbik edilmek ileri sürmek daha da ötesi düşünmek bile kabil görünmemektedir.
Nitekim 28/şubat/1997 balans ayarı ile başlamış çırpıntı, hukuk devletinin çiğnenmesi göz önüne alınarak durultula-mamıştır. En üst rütbenin sahibi de, en üst makamın sahibi de kanunları kullanma şans ve hakkına sahip olmasına rağmen, bir denge politikası gütmesi hemen önümüzde cereyan eden hadisedir. Demokratik parlamenter sistemde yapılamayanı, mutlakiyet devrinden istemek biraz haksızlık oluyor gibi. Bir de şunu mutlak belirtmek gerekiyorki; nizâmı cedid kelimesinde vurgulanan yeni düzendir. 2. Mahmud ise askeri yeni düzen içinde tanzime başladığında Osmanlı mîlletinin varlık sebebi olan İslâmiyeti hiç gözden uzak tutmamıştır. Hâttâ askeri yeni sınıfa, pek mukaddes bir isim olan "Asaki-ri Mansûre Muhammediye" demeyi aklederek millet devlet birlikteliğini sağlamayı bilmiştir. Şunu da ilâve etmek gerekir ki;Sultan 2. Mahmud, amcası 3. Selim'den aldığı dersleri, onun başına gelen musibetleri tam manasıyla görmüş ve idrak etmiş olmasından dolayı, kendi usulüne daha isabetli bir rota çizmeyi becermiştir. Nitekim yeniçeri kışlalarını daha topa tutmadan, bilhassa Edirnekapı surları dışında ve bir miktarı da içinde olan Sahabei Kiram efendilerimizin kabirlerini, ihya ve tanzim etmek suretiyle kısmı âzami dindar olan İstanbul ahalisinin takdir ettiği bir sultan, ashaba saygılı bir halife olduğunu kabul ettirmeye muvaffak olmuştu.
Batılılaşmanın Sebebi
Aslında Mısır eyaletimizde batı tipi kalkınma modeli Kava-lalı Mehmed Ali Paşadan sonra büyük bir hız alır. Bu durum İstanbul'a sıçramadan olamazdı. Çünkü;Mısır eyaletimiz adetâ imtiyaza açık bir valilik görüntüsü vermekteydi. Bu bakımdan Osmanlı üst kademesi bu eyalet ile pek meşgul olup, batılılaşmanın onlara sağladığı farkları görmeğe başlardı Sömürge yollarını ele geçirmiş avrupa ülkeleri ve ıh ssa İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin her taraftan anlıyı sarmaya alması bu ülkelerdeki politik ve starete-"k niyetleri öğrenmenin çağa uygun yolunu bulmak gereki-du Eskiden para verilerek saraylardan elde edilen casus-I rla bu işlerin yürümeyeceği görülmüştü. Artık dâimi elçilik usûlünü ihdas gerekiyordu. Yinede bu elçiliklerde uzun yıllar 'slârn unsur yerine tercümanlar ve hristiyan Osmanlı hariciyecileri bilhassa Dönmeleri istihdam etme yoluna gidildi. Askeri alanda taa Sultan Fâtih zamanında başlıyan mühendis urban katkısı, zamanla bir çok avrupalı mühendis ve asker müşavirler kullanımına kadar gitmiştir. Moltke de bunlardan biridir. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa kuvvetleriyle Nizip'de yapılan ve devletin mağlubiyetine mâl olan savaş ile ilgili hatıratında, söylediklerinin özetini buraya almak icab etti. Moltke diyorki: Serasker Hafız Paşaya gidip, İbrahim Paşa birlikleri peyder pey gelmekte. Bunlara hemen saldırıp, toplanmadan işlerini bitirelim teklifinde bulundum. Bana; işi müneccimbaşına sorduralım cevabını verdi. Cepheye ibrahim Paşa askeri dahil olup saf tutarken bizim kuvvetler müneccimbaşı'dan gelecek cevabı beklemekteydi. Sonunda haber geldi. Falanca yıldız, filânca yıldızın bilmem neresine geldiğinin gündüzü eşref saattir, düşmana hücum edile, oldu. Tâyin edilmiş olan günü beklerken, gökyüzünde bu-lutların yığılmaya başladığını müşahede ettim. Yine Hafız PaŞa ya koşup, bulutların yığılmakta olduğunu görüyormusu-nuz?Bulunduğumuz yer hem biraz çukur hemde yumuşak toprak kuvvetli bir yağmur burayı bataklığa çevirebilir, hareket kabiliyetimizi engeller, biraz yamaçlara çekilelim dediğinde yine güngörmüş ihtiyarlara mesele iletildi, onların de-diği, keçilerin dübürü büzülmüyor, atların kulakları dikleşmi-
yor, buna bakarsak yağmur beklenmiyor demek oldu. Me varki çok geçmedi öyle bir yağmur yağdı kî, insanlar atlarının üzerindeyken bile boğulma tehlikesi atlattılar. Bunun için bir ordunun hava tahmini keçilerin büzüğüne, atların ku-fağınındikilmesine kalmışsa mağlubiyetler artık o ordu için şart sayılmalıdır." Dünyaca ünlü bu mareşalin'bu sözleri dahi batılılaşmamı denir"? Bilmem ama, mutlaka mevcud halden çıkarılmalıydı, nitekimde öyle oldu.
Yeniçeriliğin Kaldırılmasının Safahatı
Osmanlı devletinde görülen önemli kuvvetlerden birini ilmiye ricali teşkil ederki, kadılar da bu bölüm içindedir. Ulema yâni ilmiye sınıfı genellikle isyanlarda ya tamamen veya ekseriyet olarak askeriyenin yâni eski tâbirle seyfiye'nin yanında tercih sergilerdi. Böylece askerin dediği genellikle olurdu. Fakat daha sonra bunlar askeriyeye verdikleri desteğin hesabını gözden düşerek bazen hayatlarıyla bazende servetlerinin müsadere kendilerinin sürgüne yollanmasıyla öderlerdi. Bu seferinde yeniçeri'nin ilgası kararının alındığı istişarede ulemâ da ağırlığını kaldırılsın görüşü meyanında belirtti. Ahali desteğinin temini için Sancakı Şerifin çıkarılması da onların ileri sürdüğü tedbirlerdendi. Bundan sonrasını meâlen Ahmed Rasim bey tarihinden alıntihyalım: "..İstişare nihayet buldu. Söz tamam oldu. Mübdei muamelâtı harbiye olmak üzere hemen livayı Şerifin ihracı kaldı. Bu ise bir emri hatır idi. Zira Sancakı Şerif çıktığı gibi derûnu payi-taht'ta bir azım kıtal'e başlanacak. Harbin neticesi ise meçhuldür. Şâyed ki zorbalar gâlib gelince bunca devletsâdıkı kimseleri imha ederlerse, bunlar nasıl idare olunur? Devletin hâli ne olur? Şeklindeki mütalaalar aklı tırmaladığından zâtı şahanede tereddüt ve teenni görüldü. "Bütün maksadımız bu ddüdü göstermekti. Bu tereddüdü yok eden Kürt Abdur-hman Efendi isimli bir zâtın hiddet ve şiddeti ile ağzının kö-- mesiydi. Abdurrahman Efendi ".Bu dini devletin devamı bekası muradı ilâhi ise, o habisleri ururuz, mahv ederiz. Değil bizde bu din ile batıp gideriz, daha ne olmak ihtimali kal-a " Diyerek elindeki teşbihini hiddet içinde yere vurdu. Teşbih ipi koptu, teşbih taneleri dağıldı mermerlerin üzerinde yuvarlanırken orada hazır bulunanların rikkati üstün gelip közlerinden tane tane yaşlar dökmeye başladılar. Sultan 2. Mahmud hz. lerine de bu rikkatli hâl sirayet etti. Hırkai Saadet Dâiresine giren padişah, peygamber sancağını çıkarıp, sadrazama ve şeyhülislâma teslim etti.
İlga Kararının Alınışı
Abdurrahman Efendinin söylediği bir cümle ve bu cümledeki belagat pek güzel netice vermiş, Sultan 2. Mahmud'a yaklaşan tereddüd, belki de bu konuşmanın sayesinde hazı-runa bulaşmamıştı. Abdurrahman Efendinin heyecan dolu yüreğinden kopup gelen sözler tereddüdleri izâle etmişti, inkılap tarihlerine bakıldığında görülecektirki, bu tip ruhi halata her zaman tesadüf edilmiştir. Yeniçeriler hakkında devlet kuvvetlerinin öngördüğü mücadele bir mukatele oldu. Bu kıtal üzücü olmakla beraber olmasını önlemek kabil olmayan bir kavgaydı. Nihayet bulduktan sonra Sultanahmed Camiinde rekz olunan Sancakı Şerif tekrar saraya getirilip Sultan 2. Mahmud'un tahtı'nın yanında mutad olan yerine kondu. rvubbealtı denen yerde, katılımın geniş ve büyükçe olduğu toplantıya 2. Mahmud riyaset etti.
Yeniçeri Ocağına devam mı? Tamammı? Kararlarına inti-zar edilecek sonuç görüşülmeye başlandı, ülkede asırlarca vermiş, nice zaferlere imzada büyük paylan bulunan yeniçeri ocağını kapatmayı kararlaştırmak koiayca gerçekleştirecek hususdan değildi. Nitekim bu hususda da tereddüd belirdi. Bu seferde, Reis'ül Küttâb Seydâ efendi" Bu zümrei zâmime şimdiye kadar biddefaat ika ettikleri fitne akabinde Osmanh devletinin bütün işlerine ve cezaiyyesine müdehale etmemek için verdikleri taahhüdü ne vakit ifâ ettiler? Sicillât ve defter dolusu yazılan senet ve hüccetlerin mazmunlariyla ne vakit ihticac oiundu?Heîe bu sefer Eşkinci yazılmakla alakalı kendi elleriyle yazdıkları senedi henüz mürekkebikuru-madan sebebsiz isyan edip, yol kesmeye başladılar. Şimdiyse içlerinden bir çok elebaşı idam olundu. Leşleri meydanlarda sürüklendi. Onİar bunu unuturlarmı? Bundan dolayı devleti Osmanye hakkında adavetleri müzdâd olmazmı? Bunların nâmu nişanları sahifei rüzgâriden hek ve imha edilmedikçe fesad ve fitneleri bertaraf edilemez. Her vakit böyle fırsat ele geçemez. Yeniçeri ocağını külliyen ilga ve imhadan başka çâre yoktur." Diyerek, toplantıda daha önce Abdurrah-man efendinin yaptığı hitabeyi hatırlatan beyanıyla terddütie-ri gidermeye muvaffak olduğunu görüyoruz.
Hakikaten bu beyandan sonra daha ileri senelerde vezir olan Beylikçi Pertev bey'in kaleme aldığı meşhur ilga, yâni yeniçerinin kaldırılması kararı Sultan 2. Mahmud tarafından bu içtimadan sonra tasdik olunup, kıraat olunmuş ve memleketin heryerine tamimine girişilmiştir. Bu vaziyet gösteriyor ki ilga karan bu toplantıya kadar kesin olmayıp ince elenip, sık dokuma misâline uygun harekât tarzı takip edilmiştir. Bu toplantıda Seydâ efendinin mukni konuşması yerine yeniçerinin lüzumunu iknaya sahip bir nutuk atılabilseydi, belki de, ilga kararı yerine, İslahı teklifi hayat bulabilirdi.
Meşhur Engelhardt; Tanzimat ve Türkiye adiı eserinde "Et meydanı kıtâli'nin düşünülmüş bir tertib, plânlı hareketoldu-ileri sürmekte hatadır" derken cüretkâr bir düşünceyle kava bakıyorsa bu da bir hatadır, dememek elde değildir.
Sultan 2. Mahmud'cın Hitabı
Sevda Efendinin müessir hitabesinde bulunan devlet ricalinin ad ve makamlarını yazarak, kararda medhaü olanları tarih sayfalarında bilmiş olalım: Tahtın sağında Sadrazam Selim Mehmed Paşa, solunda Şeyhülislâm Tâhir efendi, sabık şeyhülislâmlardan Mekkîzâde Asım efendi, Yâsincizâde Abdülvahhab, Sıdkizâde, eskikadı'lardan Arif bey, Yahya bey, Hekimbaşı Behçet Efendi, Ahmed Reşid efendi, Rahmi bey. Anadolu Kazaskeri Tâhir bey, Murad Mollazâde Arif efendi, Arabzâde Sadullah efendi, Hamdullah efendi, Hekimzâdenin torunu Rıza bey, Yusufzâde, Râşidzâde Cafer bey, Melekpaşa-zâde Abdülkadir bey, Dürrüzâde Abid efendi, Çarşanlı Hoca Mehmed efendi, İstanbul Kadı'sı Sadık efendi. Hemen karşılarında oturmuş olan zevat ise, Kethüdai sadrı âli Ahmed Hulusi efendi, Defterdar Tâhir efendi, Reis'ül Küttâb Şeyda efendi, Tevkii Ataullah efendi, Reisi esbak Hamid bey, Ça-vuşbaşı vekili Ali bey, darbhane nâzın Es'ad efendi, sabık defterdar Yusuf efendi, defter emini Numan efendi, Ruznam-çei evvel Mustafa efendi, 1. muhasebeci Salim bey, Şehremini Hayrullah efendi ve Baruthane nâzın Necib efendiler idi. Bu zevatın toplantısı başlamadan evvel 2. Mahmud hân şu hitabeyi irad etti: "Cenabı Hfckk'a çok şükürler olsun ki, bu kulunu ecdadı izamının nâi! olmadıkları fethi mübine maz-har kıldı ve sizleri de bu hizmeti celilede bulundurdu. Allah sepinizden razı olsun. Şimdiye kadar bu yol kesiciler yüzünden meydana gelen nice mekruh işlere mecburen nıüsama-na edilmişti. Elhamdülillah hepsi yıkıldı, gitti. Bundan sonrada hep beraber memleketin işlerini tanzim edip, Allah'ın kullarını memnun ve hallerini İslah edelim. Eskiden zarar veren zümre yüzünden devletimizin içine düşüp müptelâ olduğu masrafların eksikliği hususunda beytülmalin müsli-miyn ile asla münasebeti olmayan mansıbı divâniyede istihdam olunmayan kimselerin bıraktıkları miriden zapt olunmaktaydı. Önce bu hususu kaldırdım. Bundan böyle o gibi mallar alınmasın. Şâir önemli işler ve hayırlı çalışmaları sizler mütalaa müzakere edip, inha ediniz. Ben de tesviyesine müsaade ederim. Her hususa gayret ve ihtimam gösterme zamanıdır. Ülkenin önemli işlerini tanzime kadar hepiniz burda kalınız. Kalıpça ve kalben birlikte olalım" Dedikten sonra yüzünüeski şeyhülislâmlara çevirerek, iltifatla "mazû-leyni meşihat <eski şeyhülislâmlar hâne ve sâhilhanelerin-de kûşei uzlete çekilip, akran ve emsaliyle görüşememek, dilediği yere gidememek zor katlanılır şeyse de, bu günden itibaren birbirinize gidip, geliniz, ağız tadı ile ülfet ediniz" Demiştir. Bu hitabeyi bu gün tahlil ve tenkide kalkışmak ne kadar sağlıklı olabilir bilemiyorum ama, insanımız 1960 ile başlamış bulunan ihtilâl ve darbeler zinciri karşısında gösterdikleri kolaycılık yüzünden, yüzyetmişüç yıl önce yapılmış bir hitabeyi incelerken âdil olabilirimi diye sormadan edemiyorum.
Koca Sekbanbaşı'nın Nizâmı Cedid Ve Yeniçeri Mukayesesi
Evvelâ Koca Sekbanbaşı kimdir pek kısa şekilde tanıtalım. Koca Sekbanbaşı'nın kim olduğunda her şeyden önce bir ihtilafın olduğunu söylemeliyiz. Niyazi Berkes'e göre 3. Selim ricalinden İradı Cedid defterdarı Çelebi Mustafa Reşİd gösterilirken, Viyana devlet arşivinde el yazması olarak bir nüshası bulunan Risalede Hoca Münib efendi kaydı varmış.
Ancak Vakanüvis Abdurrahman Şeref bey, tarihi yaşayış münasebetiyle Münib efendiye aid olmadığını, yazarın ise hakikaten Sekbanbaşı mı? ashabı kalemden bir zatmı hususunun meçhullüğünü ileri sürer. Buna karşılık mezkûr risaleyi sek-senyedi yaş gibi bir hayli ileri yaşda kaleme almış olması dikkat çekicidir. Ancak ileri sayılan bu yaşın dünyevi hiç bir kıskançlığın olmadığı dönem olduğu kabul edilmelidir. Hele inanmış bir müslüman, pir'i fâniliğin bütün hususiyetleriyle, nakıs istek ve düşüncelerden sıyrılmış insan fotoğrafı verir. Bu gün milli görüş ve şuur sahihlerinin 1789 Fransa ihtilâline bakışı, Koca Sekbanbaşı'dada müşahede olunmakta. Rusya savaşında düştüğü esaret, bu ülke zabit ve askerleriyle yapmış olduğu musahebeler neticesinde Osmanlı mağlubiyetinde yeniçeri'nin eksikliklerini görmesi, Rus askeri ise modern eğitim ve silahlar ile teçhize önem verildiğinden, sekiz bin kişilik Romanzof komutasındaki Rus askerinin bizim, 120bin askerimizi İsmaiyl civarındaki Kartal mevkiinde müthişboz-guna duçar etmesi gözünü açan olay olduğunu söyleyerek bir hakikata parmak basmış oluyor. Aslında Sekbanbaşılık, Yeniçeri Ağa'sının hemen arkasından gelen adam demektir. Yâni yeniçeri askerinin ikinci komutanı olarak muharebede bulunmuş Koca Sekbanbaşı, yeniçeriyi haksız bulduğu hususlarda esas adaletini de göstermiş oluyor. İyi bir kumandan askerini kötülemez, tâki onda ihanet görmezse. Sekizbin kişinin önünde mağlup olan }*20bin kişi böyle bir ihanet ol-rnasa yenilebilirini? Bir bakıma Tatarların Osmanlı askerini Ruslardan almış olduğu istiklâliyet vaad haberine gönül bağladığından yalnız bıraktığını da bir ihanetin parçası saymak gerekir. Koca Sekbanbaşı diyorki: "Eski askerlerimiz yeniçeri neferleri ile yeni askerimiz nizâmı cedid neferleri üzerine bunca zamandır çeşitli münakaşalar ediliyor. Burada ben de her iki ordunun durumlarından bahsetmek istiyorum." Koca Sekbanbaşı otuzbeş sayfa civarında derin bir mukayeseyiya-parak vaziyeti bütün açıklığıyla ortaya saçmış. Biz buradaki-çalışmamızda, <harp hiledir> hadisi şerifinin yüce Ne-bî'(s.a.v)in femi mübarekelerinden dökülmesine sebeb olan vakayı kaydederek, yeniçeri ile alakalı bir beyan, nizamı ce-didle ilgili söylemi almtılıyarak bölümü tamamlayalım. "İslâm ordusunun başkumandanlığını deruhde eden Hz. Peygamber (s.a.v) yine savaşların birinde, düşman ordusundan hatırlı biri Hz. Ali (K.V)yi mübarezeye davet eder. Peygamberimiz efendimizde Hz. Ali'ye çık emrini verir. Hz. Ali kılıcını beline takıp, yayan meydanın ortasında yerini alır. Düşmanların arasından çıkan kâfire, Hz. Ali efendimiz şöyle seslenir <Ben bir kılıçla ve yaya geldim, sense iki kılıç, iki ok ve iki yayla geliyorsun> dediğinde, kâfir: <Sen de benim gibi geleydin ya> diye cevaplar. Hz. Ali (K.V) tekrar kâfire seslenir: <Peki bunlar böyle olsun, fakat savaşta âdet olduğu üzere bizim tarafdan ortaya yalnızca ben çıktım. Peki ya sen neden yanına bir adam daha aldın?> Deyince, kâfir hemen inanıp arkasından başka biri daha gelmiş zannıylabaşıni geri çevirdiği anda Hz. Ali göz açıp kapayıncaya kadar, melûn'un kellesini uçurur. Hz. Peygamber (s.a.v)in yanına döndüğünde olanı biteni anlatır. Efendimiz "El harbü hud'atün" buyurmuşlardır. Nizâm Cedid ile bir beyan: <Meseiâ düşman bir savaş sırasında bu yeni askeri büyük bir bozguna uğratsa bunlar artık bozulduk. Toparlanamayız, diye dağılıp kaçmaya çalışmazlar. Başlarındaki kumandan yenilen orduyu kısa bir zamanda yeni bir düzene sokar, onlar da tekrar hücuma geçerler. Başlarındaki kumandan geri çekilmedikçe hiç bin böyle bir şeyi akıllarının ucundan bile geçirmez> Ya yenicen askerleri: <Küçük bir bozguna uğrasaiar silahlarını bile alma-aiderler. İşte daha çok yakınlarda, bizzat şâhid olduğu-iki Rus, bir Avusturya ve bir Fransız seferinde buna ben-vüzlerce olay vukubulmuştur. Üstelik olup bitenleride Huvmayan kalmamıştır.> Yeri geldi de yine Sekbanbaşı risalesinden naklederek, yeniçeri ocağının Hacı Bektaşi Veli (K S) hazretlerinin dualarına mazhariyeti, ve yeniçerinin O'vüce zâtın mânevi evlâdlan olduğunu beyan eden rivayetlerin hakayikine bahse konu risalenin 46. sahifesindeki beyandan ulaşalım halk arasında husule gelen galatlaşmanın verdiği mahzura işaret edelim. Çünkü hukuk İstılahında vekil, asil gibidirse de, yine hukukda olduğu gibi asil yeri geldiğinde vekilini vekâletten İskata kadir olduğundan, kendi görüş ve davranışını sergilemekte vekilinin esiri durumunda değildir. Ehlûllah hazeratıda, bir târikin yolcuları olma durumunda iselerde, farklı farkiı zirvelerden gözlenebilen yıldızlardır. Yeniçeri'nin berhayat olduğu uzun zaman dilimi içinde sevablarınm hemen yanıbaşında görülen kusurları bazı kötü niyetli kimseler tarafından, gerek Hacı Bektaşi Veli Hz. leri-ne arkasından da tarikatlara menfur dokundurmalar yapmaya ictisara kalkışmaktadırlar. Böyle bir davranış içinde olanların yanlışdan kurtulmaların: teminen, böyle davrananlara cevap vermeye çalışan zevata bir maİzemei târihi vermek azmiyle, bala da belirttiğimiz 46. sahifedeki beyanı aynen alıntılıyoruz: "Zamanı merkumda Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin evlâdiarından ve Postişin hâlifesinden bir zat nefsü'l emirde kutbı zaman olduğunu kendilerine ihbar eylediler. Padişah Hazretleri zâtimüşarinaleyhi Anadolu'dan getirtip küffârm galebesini beyan ve bu ocakları mahza küffârın galebesini def ve ehfiislâm galib olmak İçin ihdas buyurduklarını şeyhi müşarinileyhe ilân ve ocaklara yazılan asker kaç-mayıp devam ve sebatları için dua taleb buyurdular. Zâtı müşarinileyh ocağa teşrif ve ehli zikir cemiyetiyle dua ve hüsnü teveccüh buyurdukları anda, o günden sonra yazılanlar firar etmeyip, <Bizler Hacı Bektaşi Veliköçekleri olduk!> Diye devam ve sebat üzere oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder