13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN ABDÜLMECİD HAN-5-

Bir Başka Kaynaktan


3. Selim Islahatı Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed Niyazi Özdemir beyefendinin ih­timamı eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine en fazla yer ve­ren çalışma. Üstelik islamcı bir anlayışın zaman zaman ken­dini gösteren zaviyesi ayrı bir husus. Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar edelim. "..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tah­ta çıkışıdır. Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının padişahlığında kendini ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç yaşındayken vukubulmuş. Ba­basının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece iyi kalbli ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t   Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3. Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu hu­şta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa ci­handa bana tahtı şevket Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası  1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) ter­cih etmesi mü'min olarak isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bıra­kılmayacağı" hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti, 3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek ça­releri üretmesiydi. Buna acaba mı? Dedirten İsmaiyl'deki ga­libiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldür­mek için milletin üzerine düşenden fazlasını gösterme gayre­tinde. Lâzım gelen hasta uzvun kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak mı gerekir­di"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi yeni nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük düşüncemi? Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin hemen bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm çı­karmak kabildir ki, bunda da isabet kolay değildir. Ancak padişahın yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları içinde be­yan ettiği şu hâli, Ziya Nur Aksun beyefendinin kıymetli tari­hinden ahzedelim: "Gece gündüz ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva edip kâfire mağlub ve perişan etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni iki gün evvel helak eyle diye Ce­nabı Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi. Böylece 3. Selim batılı davranışların meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını sergiler bu duasında ve bunu etrafındakilere açıklamakla.

Sadarette Değişiklikler


. Padişah, sadrazam Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden azledip başka sadrazamlarda göreve getirilip hiz­met fırsatına nail edilmiştir. Meselâ bunlardan biri olan Ceza­yirli Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili kıyafet teftişlerle bir çok yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle cezalandır­dı. Yaptığı teftişler hem bir korku saldı, hem de milletin işinin düzgün yapılmasını temin etmeye yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe ^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn olunmuştur.
Yerine getirilen Şerif Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâ­ğıda bazı sadrazam adayı ismi yazan 3. Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve bunlardan birinin çekilişini yapmış ve sa­daret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde kura ile sad­razam seçilirdi sözü, bu rivayete dayanmıştır.

Padişahın Donanma Gayreti


Karadeniz ve Akdenizde seyri sefâin eden Rus filolarına karsı sahilleri savunacak deniz kuvveti çıkarmak gerekiyor-a Ancak uzun zamandanberİ devam etmekte olan savaş münasebetiyle, memleketin mâli durumu pek sarsılmış ve donanmanın teçhizi ve çıkarılması yardıma ihtiyaç göster­mekteydi. Bu ihtiyacı giderme yolunda 3. Selim büyük bir riski dahi göze aldı. Bu risk; sarayın içinden olsun, dışından olsun varlık sahiplerinin her biri on kişiyi her yönüyle teçhiz edilmiş adam tedarik etmekle vazifelendirildi. Bu ferman ba­zı ulemâ ve devlet adamının mızmızlanmasına hâttâ "padi­şah; bizi kara çanaklı etdi" diye ağızlarına geleni söyledikleri duyulmuş. Bunları duyan 3. Selim'de yayımladığı bir fer­manda şunları: "İki kavi düşman memâliki İslâmiye'ye hü­cum ederken herkes varını dini mübin için beytülmâle ver­mek şer'an caiz ve padişahlar ahzeyledikte zülüm etmemiş olurken" dedikten sonra bazılarının temaruzuna karşı "Din devlete bir sekte gelirse hâl ne olur?" Demiştir. Böylece ken­disinin olsun, hanedanın olsun devlet şuuru meselesinde ne mertebe yüksek bir anlayışın sahibi olduğunu ortaya koy­muştur.

Harp Sonrası


Dört asın aşkın ve Osmarthnın yükselmesinde yaptıkları hizmetler, tarihde bir yeniçeri askeri vardı dedirtecek kadar yüksektir. 3. Selim bu gücün önem ve hizmetlerinden Os­manlı tarihini en iyi bilen padişahlardan biri olarak elbet Müdrikti. Fakat; Rus mağlubiyeti ve bu uzun savaşlar döne-rnınde yeniçerinin göstermiş olduğu bazı cebin ve korkak davranışlar, mütereddit padişahın rey'inin yeni nizâma temayüf etmesine sebeb oldu Bu arada Şerif Paşa sadaretten alın­mış yerine bir daha KocaYusuf Paşa getirilmişti. Koca Yusuf paşa cesur, gayretli, akıllı bir kimse olmakla birlikte düşmanı çoktu. Yeni bir asker sınıfının kurulacağı dönemde hasmı çok olan b'ir kimseyle işlem yürümezdi. Çünkü devlet bu yeni sı­nıf askeriyeyi kurmaktaydı. Sadrazam, padişahdan sonra devletin 2. adamıydı. Yeni askeri kurmak onun destek olma­sı gereken işdi. Böyle olunca da sırf sadrazama düşmanlık olsun diye teşebbüsü sabote ederlerdi. Böylece de; hayırlı bir teşebbüs suya düşerdi düşüncesi ile Koca Yusuf Paşa sada­retten alınmış, yerine cidden melek gibi bir insan olan Melek Mehmed Paşa herkesle barışık bir kimse olması ve yaşlılığı hürmete şayan olduğundan tenkide bile uğramazdı. Teşeb­büsün sabote edilmemesi bir yönüyle sağlanmış görüntüsü vermekteydi

Memâliki Osmaniye'de Kaynama

 

Savaşın bitimi yeni meselelerin boy atmasına başka bir halde gündeme gelmesine yol açtı. Rus savaşı sonrasında Balkanlar da yaşamakta olan gayri müslim ve Ortodoks te-bâ'da da istiklâliyetin düşünülmeye başlaması gerçekleşti. Akabinde asayişin ihlâl edilmeye girişildiği gözlendi. Bir memlekette devlet otoritesi zaafa düştümü, artık beklenen menfi faaliyetler cesaret ve teşebbüslerini arttırırlar. Deli Pet-ro'nun vasiyetnamesinde yeri olan Osmanlı düşmanlığı tom­ruğun yokuş aşağı salınmasına yol açmış sayılır, nitekim Kaynarca antlaşması Rusya'ya tanıdığını belirttiği haklar cümlesinden olarak ilgili maddede Eflâk ve Boğdan Voyvo­dalığında himaye eder şansını elde etmişti. Bu madde, bahse konu tebâya ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde yaşayan her ferdine bir korunma alanı tahakkuk ettirmişti. Öte taraf-     181 vine Balkanlarda Kara Yorgi isimli bir domuz çobanı ndi qibi bir çok domuz çobanı haydutlardan teşekkül et--    bir çete kurdu. Bu çetenin korkutucu ve cezalandırıcı ücü vasıtasıyla Sırbistan davası gütmeye başladı. Rusya ve Avusturya maksadlarına uygun bu harekâtların teşvikçisi ol­maktan geri durmadılar. İnkişaf eden bu teşvik ve çete te'siri işin taa Karadağ'a bile sıçramasını getirdi.
Balkanlarda İslâm emânı, Osmanlı devleti kefaleti altında asude ve rahat bir hayat sürmekte olan balkan toprakları­mızda yaşayan azınlıklar, bağımsız devlet olma hastalığına tutulmuşlar dışarıdan aldıkları yardımlarla seslerini yükselt­mişler ve sıkıntı, üzüntü artık hayatlarından hiç eksilmez ol­muştu.

Osmanlı Şark Bölgesi Kaynamaları


Osmanlı devletinin şark cânibindeyse Hanbeliye'den olan İbni Teymiyye, İbni Kayyimi Cevzi gibi selefin akidelerine iti­bar eden eski âlimlere dayanarak bir cereyan yayılmaya başlandı. Mekke Şerifi Gâlib ile kardeşinin oğlu arasındaki mücadele Vehhabilik denen bu cereyanın yayılmasında önemli bir rol oynadı. Donanmanın yetersizliği, garp ocakları denen Fas, Tunus, Cezayir ve Adalar eyâletinin merkez ile olan irtibatın zayıflamasîrra sebeb teşkil etmişti. Yine Avrupa tarafında Dukakinzâdelerden geldiği söylenen Kara Mahmud Paşa ve Amavudluk'da Tepedelenli Ali Paşa kendilerine ait otorite ile devletin otoritesi arasında kendi lehlerine bir fark te sis etmişlerdi. Böylece adetâ bir sultan gibi görülür oldu-lar. Vidin taraflarında ise Pasbanoğlu Osman Ağayı bulundu­ğu yerde kurduğu otoriteyi dersaadet'e tasdik ettirmiş ve o|geye valilikle atanmıştı. Binlerce müslümana zarar veren Kl?' aynı insanların başına vali olmuştu. Çapanoğulları Bo-zok(Yozgat)da, Karaosmanoğullan Manisa ve Aydm'da, Ko-zanoğulları ise Çukurova'da hüküm ferma olmuşlardı. Ru­meli taraflarında Türk, Tatar, Arnavut, Boşnak ve Bulgarlar­dan müteşekkil yirmibin kişilik Kırcali ve Dağlı eşkıyası de­nilen çeteler vücûd bulmuş, Rumeli ayanları biribirferiyle çe-kişmekde ve aralarında çıkan kavgalarda yukarıda belirttiği­miz çeteleri kendi menfaatleri istikametinde kullandıkları gö­rülmüştü bundan dolayı da karışıklığın tezayüd etmesine yardımcı olmuşlardı maaalesef.   
'                     ,  r

Yapılması Gereken


Yukarıdan beri tebarüz ettirmeğe çalıştığımız hâl ve durum dahilinde olan bir ülkenin yeni padişahı yeni bir nizama talib olmaktansa, üzerine düşen nizâm kurmakla mükellef oldu­ğunu idraktir. Aklın getirdiği Nizâmı Cedidi getirmekti ve bu­na ordudan başlamak gerekmekteydi. Fİeden ordu'dan baş-îansaydı? Bu sorubir cevaba muntazirdır ve bu cevab ideâl­lerden değil, geçmişde yapılan büyük hizmetlerden değil, ge­linen durumun ortaya konmasıyla doğru cevabı bulabilir. Ba­kalım gelinen durum nedir? "Eskiden vezirler savaşa emrin­deki askerle geldiğinde yedi sekizbini bulan cengaverle ispatı vücûd eylerdi. Çünkü idare etmekde olduğu bölge geliri ka­labalık ve güçlü asker beslemeye yeterliydi. Fakat meşhur 1768 seferine baktığımızda iştirak eden küçük rütbelilerin vezirler ile gayet laubali olarak konuştuğunu görürüz. Çünkü vezir'in geliri azaltılmış, emrindeki asker iyi beslenemiyor, iyi teçhiz edilemiyor, buna karşılık adamları üzerindeki otoritesi sarsılmış oluyordu. Vezir'in huzuruna desturla gelen bir bin­başı mezkûr seferde pek serâzad davranıyordu.
Beri yanda savaşlarda yararlıkları olanlara maddi mükafa­tı nakden vermek yerine mirmiran, vezir gibi unvanlar verildiğinde bunların mânevi tarafını idrak etmeyen câhiller dev­letten alamadığı parayı pulu kendilerine verilmiş unvanlara sarılarak halktan almaya uğraşıyorlardı. Bunlara inzimamen döneminde yayımlanmış bir yazı bu bozuluşa kadı efendile­rinde duhûl etmeye başladığını belirtmekte. Bir başka taraf-dan meseleye atfunâzar edelim. Her zaman için savunma sa­vaşlarında destanlar yazan askerimiz, aynı zamandada dün­yada emsali görülmemiş meydan muharebelerinin galibidir. Ancak son savaşlarda savunmalar eski başarılarda olmasa-da ona yakın neticelerle sürüp giderken, meydan muharebe­lerinde bir cenahın zorduruma düşüşü anında ordunun kısmı âzamim tesir altına alıyor, kontrolsuz ricat daha doğrusu er meydanından firar başlıyor. Buna karşılık savaşlar bozgunla sona eriyordu.
Teşhis; tâiim ve terbiye ihmâliydi. Bu bakımdan kurulma­sına karar verilen yeni asker gurubu muntazam talimli ve harp ilmine keşifleri, taktikleriyle hizmetleri olmuş görüşlerin, erkânı harplere öğretilmesi yeni nİzamınuymaya başladığı esaslardı. Yeniçeri ise bütün bu tâlimlere yanaşmıyor, keçeye pala çalmaya devam ediyordu. Buna karşılık 3. Selim'in meşhur âlim, matematikçi İsmail Gelenbevi ile bir vakasını Doç. Dr. Abdülkadir Bingöl'ün hazırladığı ve Kültür bakanlığı yayımları arasında neşrolunmuş "Gelenbevi İsmail" adlıbi-yografik eserde, 12. sahifede yer alan vakayı sayfamıza al-maksuretiyle okurlarımıza nakledelim. "3. Selim devrin-de(1789-1807)de cereyan eden bir olay, İsmail Gelenbevi üzerine tekrar dikkati çekmiştir. Bir gün Kâğıthane'de padi­şahın huzurunda yapılan askeri tatbikatta bazı sanat gösteri­lerinden sonra atılan kumbaralardan (top atışları) hiç biri he­defe isabet ettirilememiştir. Padişah devletin emek ve parası­nı harcayarak okuttuğu bu subayların beceriksizliği karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. <Bunları tam hesaplayacak biri yokmu?> der. Gelenbevi salık verilir. Padişahın emriyle Zey-rek'den getirilir, huzura çıkar. Matematik kaideleri gereğince ince haseplarla kumbaraların(topların)vaziyetin, istikametini düzelttikten sonra üç defa atış yapılır ve her defasında isabet sağlanır. Padişah bundan çok memnun kalır, haz duyar. Ge-lenbevi'ye günlük dört okkapirinç tahsis ve tayin eder. Ge-lenbevi'nin çocukları ölümündensonrada almağa devam et­mişlerdir. "Yine benzer bir olayda Büyükada'nin arkasında padişahında katıldığı deniz manevralarında topçuların hedefe eski usûl atışlarda isabeti pek düşükken, padişahdan izin alan bir matematik âliminin kumandası altında atışların he­deflere isabetteki yüksekliği takdire şayan bulunmuştu. Ne­den hep böyle olmuyor?Sorusunu soran padişaha verilen ce-vabda;gâvur hesaplarıyla cenk edilmez cevabı veriliyor, pa­dişah da ancak yutkunmak mecburiyetinde kalıyordu.

Şanizâde'nin Görüşü


Ziya Nur Aksun beyefendinin değerli eserinde Şânizâde'ye aid görüşler, kendi bakış açılarına destek olarak alınmış. Bu­na teması lüzumlu görüyorum. Çünkü Şânizâde o devrin in­sanı, görüşleri şüphesizki pek önem arzeder. Şânizâde Ataul-lah efendi ocağı düzeltmeye büyük gayret gösterilmeliydi de­mekte. Şüphesiz haklı. Ancak hatırlatalımki yeniçeri cülus bahşişi verilmedi diye Zigetvar'dan ölüsü dönen Kanuni Sü­leyman'ı getiren oğul 2. Selim'i İstanbul'a giriş kapısında na­sıl sıkıştırdı. Eğer kocavezir Sokollu kese kese altunu toplu­lukların arasında avuçlarıyla saçmasaydı, yeni padişahın is­tanbul'a girmesi belki muhal olurdu. Hadi onu bırakalım da her cüiûs bahşişinde çıkarmaya muvaffak oldukları karışık­lıkları tahattur edelim. Ya o gepgenç Osman'a kıyışları, ona  n evvel 4. Murad'ın veziri Hafız Ahmed paşayı bir saniye aklına getirmezmi merhum Şânizâde!
Moltke; yüzdoksan orta'dan meydana gelmiş ülkenin her tarafına dağılmış dörtyüzbine yakın sayısı olan, sadece 31. ortanın otuzbin kişiyi bulmakta olduğunu ve bunların binler­ce takdirkân evlâdü iyâli olduğunu böylecede milyonlara ya­kın desteğe ve yakına mâlik olduğunu beyan ediyor. Böyle bir müesseseyi ortadan kaldırmak devletin temellerini sarsar diyor. Ayrıca yeniçeri ulufesi az, yeni askerin ise pek fazlay­dı! Diyen müellifler var. Tabii bu kadar büyük bir müessese bir kalemde yıkılıp yok etmeye nasıl bir tepki gösterir bunu düşünmek lâzımdır. Şikâyetleri çok olan nice Osmanlı padi­şahı bunu göze alamamıştır.
Yavuz Selim bile, Mısır önlerinde dönmeye teşvik olundu­ğunda paşalarının kafasını kesmekle yetinmiş, yeniçeriyi böyle susturabilmişti. Ama iktidarının yeteceğini bilseydi, umulurki onların kanlarını çölün sıcak kumlarına akıtmaktan hazer etmezdi. İstanbul vali ve Belediye reisi Prof. Dr. Fah~ reddin Kerim, Belediye zabıtasını kurduğunda kendisini bir numaralı belediye zabıtası ilân etmiş böylece mesleği onur­landırırken zabıtalara vereceğini ilân ettiği maaş, devrin bir çok memuriyetinin maaş bareminden fazla idi. Melbusatları-na gelince adetâ bir mareşal üniforması görüntüsü vermek­teydi. O devir, şu adamın paltosu var denilen bir devirdi. Ta-biiki yeni kurulmuş nizâmı oedid askeri hem maaş hemde kıyafet bakımından, kendisinden artık vazgeçilmeye başla­nandan pek üstün ve farklı olmalıydı. Bir takım tarih sempa­tizanı ehli târikin;yeniçeriyi dini, manevi esaslara dayanan çok köklü bir teşkilât, hâttâ bir tarikat disiplini ile birbirine bağlanan müridlerden kurulmuş mukaddes bir ocaktılar, koskoca devletin hemen her yerine dağılmış bulunmakta ve buralarda merkezi kuvveti temsil etmekte ve kendilerine ma­nen bağlı olanlarla birlikte milyonları bulmakta diyenler ol­duğu vâkidir. Nitekim büyük devlet adamı tarihçi Ahmed Cevded paşa merhum da: "Yeniçeriliğin, Osmanlının iliğine işlemiş ve ocaklar asabiyyeti milliye makamına kâim olarak devairi devletin usûl ve fürûunu istilâ etmiş olduğuna naza­ran devletin zâtiyatından mâdud olmuş idi" Demekte. Ar­dından "O'nun ilgasıyla ehli islâmm kuvvei asabiyyesine za­af geldi, hükmünü vermekte. Şimdi Şânizâde olsun. Alman meraşali Moltke olsun, bazı ehlitârik tarih sempatizanları ol­sun, vele.vki Ahmed Cevded paşanın beyanları olsun, baş­langıçtaki yeniçeri için tereddütsüz tasdiki gereken hususat-tandır. Balada yaptığımız açıklamalarda işin bu tarafına te­mas edilmişti. Şunu ilave ederek söyleyelimki; Yeniçerinin savaş alanlarında düşman üzerine salınmadan evvelki gül-bankı, bağlı olduğu târikin usûlü gereği zikri hafi veya zikri cehri'deki halini en azından Genç Osman vakasından sonra pek müşahede edebiliyormusunuz tarih sayfalarında? Buna karşılık defaatle istanbul'un büyük meydanlarında, büyük camileri bahçelerinde yapılmış isyanların kavgaları, yeniçeri sipahi askeri arasındaki Sultanahmed meydan muharebesi, Genç Osman'ın kanını sual eden isimsiz veya adı bizlere ulaşmamış genç sipahinin bir çok yeniçeri'yi Genç Osman'ın ahzı intikamı diye yerlere seren ve hayatını Sultanahmed Câ-miinin minaresinde katillerine çarpışa çarpışa veren yiğidi hatırlayın.
Kabakçı Mustafa çıplağına kapılarak nizamı cedidcidir di­ye Tophane önlerinde nice mü'mini berdar edenleri de hatır­lamak gerekir demeyi yeğliyorum.

Meternichin Mektubu


Osmanlı devleti yavaş yavaş çöküşe doğru gitmektedir. Şurasını gizlemeğe çahşmamahdırki; inkıraz sebebleri meya-nında ilk temelleri Sultan Selim zamanında-atılıp, 2. Mah-mud'un ancak amik bir cehalete(!)hadsiz ve payansız bir ha­yalperestliğe istinaden terviç ve teşvik ettiği avrupa tarzında­ki ıslahat fikirleri ve tasavvurlarını zikretmek lâzımdır. "De­dikten sonra Meternich". yeni usûlüde dini kanunlarınız üze­rine bina ediniz." tavsiyesini yapmıştır. Evvelâ hemen şunu söyleyelimki, Prens Meternich bu mektubunu 1841 senesin­de 2. Mahmud'un genç oğlu Abdülmecid hân'a yazmıştı ve tanzimat fermanı okunalı iki yıl olmuştu. Prens bu mektu­bun yazılışından yedi yıl sonra yâni 1848 de ülkesinde husu­le gelen azim bir ihtilâl neticesinde yurd dışına zor kaçabildi. Ülkesinin akıbetini iç bünyede pek kestiremeyen Metrnich, dünya siyasasını takip ve tahminde bize tavsiyelerde buluna­cak kıymette olduğu bir vakıadır. Ancak tanzimat fermanının dibacesinde padişahın;şer'i şerifin son zamanlarda ihlâl edil­diğini hatırlatan girişi, Meternichin, yeni usûlü dini kanunları­nız üzerine bina ediniz tavsiyesini yaptırmaya itici bir ifade saymayı bilmeliyiz. Yeniçerinin ilgasına bir başka soruyla ka­tılan kişi "Tanzimatve Türkiye" adlı çalışmanın yazarı Engel-hardt'tır. Bunun demeside "..yeniçeriyi kaldırmada Sultan Selim olsun, 2. Mahmud olsyn, merkezi hükümet otoritesini Kuvvetlendirmekden ziyade şahsi otoritelerini arttırmayı amaçladılar." olmuştur.
Şimdi 3. Selim gibi son derece hâlim selim, din ü devletin •yitiğinden başka bir şey düşünmeyen, taht'tan indirilipde uz- itildiğinde tanburunu eline alıp besteye girişen bu muh- böyle kendini güçlendirme bühtanını ülkemiz üzerinde bir takım hesapları olanlar yapar. Engelhardt, bir elçilik mensubu olması hasebiyle ifade etmeğe çalıştığımız gizli maksadın dışında sayılmamalıdır.
Sultan 2. Mahmud'a aynı yükleme yapıldığında bizi, 3. Selim'i savunduğumuz hissi davranışın ötesinde beyanla karsı­nızda görürsünüz. Kabakçı İsyanının mazlum şehidi, 3. Selim alkanlar içinde yerde yatarken, üzerine kapanan pek sevdiği Alemdar Mustafa Paşa bir ölüm badiresinin içinden çıkmış olan şehzade Mahmud'un ikazıyla kendine geldi. Şehzadenin kim olduğunu sordu. Taht'a çıkarılması gereken şehzade Mahmud olduğunu söylediklerinde, amucasının ölüsünü ku­cakladık, bari yeğenini padişah edelim dediği görüldü. 2. Mahmud olacak genç şehzade, silahlarını çıkarda yanıma gel, görüşmemiz lâzım iâla demek suretiyle kinaye ile sen bi­zi padişah kıldın, biz de seni sadrazam yapalım demek iste­mişti. Çünkü;vaziyetin en kuvvetli adamı Rusçuk ayanının da başı olan Alemdar Mustafa Paşa idi. Allahdan padişahın ta­rafından idi. O kadar güçlü idiki, hâli hazırda taht'ta otur­makta olan 4. Mustafa'nın görevinde ipkasını dilese karşı ko­yacak bir güç yoktu. 2, Mahmud Daha sonra padişah olu­şundan hemen sonra ayan ile yapmış olduğu antlaşma, pa­dişahların öyle kolaylıkla razı gelemeyeceği hususattandır. Buna razı olmamak elde olmadığından daha da bir ağır gel­miştir. Zaten birçok tarihçi bu ayan antlaşması ile alakalı tes-biti, padişahın selahiyetlerini ayanla bölüşmüş olması şeklin­de yorumlar. Nitekim Alemdar Mustafa paşa'nın şehid edildi­ği ana kadar olan sadaret günlerine baktığımızda, karşılaşa­cağımız husus pek başıboş davrandığı, sarayın talimatlarına fazla önem vermediği rahatça görülür. Yeniçeriyi sadrazama karşı düşmanlığa 2. Mahmud teşvik etmemiştir amma bu dağlı ve kaba adamın yerine, yine bunun gibi mert fakat nâk birinin gelmesini istemesi tabiidir. Sultan Mahmud'un, ye­rerinin düşman bellediği sadrazamın hanesine yaptığı sal­dırı da yardım göndermemesini göz yumdu diye yorumla­yanlar, jşjn arka tarafını görmezlikten veya bilmeyerek o so­nuca varıyorlar. Çünkü o sırada yeniçeri dışındaki askerin kısmıâzamı İstanbul dışına vazifeye gönderilmişti.
2. Mahmud'un sadrazama yardımcı göndermesi ve olay sonunda yeniçerinin, sadrazamı bertaraf etmesinin ardından hedef olmasına razı gelmesi demekti. Hemen bu arada Sul­tan 2. Mahmud ile ayanları temsilen Alemdar Mustafa Paşa arasında varılan antlaşma sonrasında Alemdar Paşanın şun­ları söylemesine dikkat gerekir: "..Vakta ki; vezirlikrütbesi ile başımız bağlandı. CInvani seraskerlikle kıymetimiz yük seltildi. Gerek orduyu hümayun'un maiyetinde ve gerek kendi başına düşmanın galip geldiğinin görülmesindeki ha­kiki sebeb tetkik ve araştırması yaptığımda düşman askeri­nin galibiyeti öğretici ve muntazam subaylarının harp fenni­ne vâkıf komutanların fikir birliğine varmış olmasından kay­naklandığını öğrendiğimi itiraf etmeliyim." Bu sözler yeni askeri sınıfa muhalefeti olmadığını beyan mânasına alınmalı­dır. Çünkü Alemdar Paşa, anasıl bir yeniçeri ocağı yetiştir-mesidir. Bu bakımdan Sultan Mahmud'un Fransa kralı 14. Lui gibi "devletbenim" demese de, islamların halifesi, Os­manlıların padişahı olarak güç ve kuvvetini arttırması gere­ken her tedbir onun başvuracağı meşru yol sayılmalıdır.
Yeniçeri usûlünün tamir yoluyla devamı mümkün olma­ması ihtimali, mümkündü iddiasından daha ağır basmakta-d|r. Bu bakımdanda bu günün şartları içinde meseleye baktı­ğımızda, ordu üzerinde, her hangi bir speklasyon değil tatbik edilmek ileri sürmek daha da ötesi düşünmek bile kabil gö­rünmemektedir.
Nitekim 28/şubat/1997 balans ayarı ile başlamış çırpıntı, hukuk devletinin çiğnenmesi göz önüne alınarak durultula-mamıştır. En üst rütbenin sahibi de, en üst makamın sahibi de kanunları kullanma şans ve hakkına sahip olmasına rağ­men, bir denge politikası gütmesi hemen önümüzde cereyan eden hadisedir. Demokratik parlamenter sistemde yapılama­yanı, mutlakiyet devrinden istemek biraz haksızlık oluyor gi­bi. Bir de şunu mutlak belirtmek gerekiyorki; nizâmı cedid kelimesinde vurgulanan yeni düzendir. 2. Mahmud ise askeri yeni düzen içinde tanzime başladığında Osmanlı mîlletinin varlık sebebi olan İslâmiyeti hiç gözden uzak tutmamıştır. Hâttâ askeri yeni sınıfa, pek mukaddes bir isim olan "Asaki-ri Mansûre Muhammediye" demeyi aklederek millet devlet birlikteliğini sağlamayı bilmiştir. Şunu da ilâve etmek gerekir ki;Sultan 2. Mahmud, amcası 3. Selim'den aldığı dersleri, onun başına gelen musibetleri tam manasıyla görmüş ve id­rak etmiş olmasından dolayı, kendi usulüne daha isabetli bir rota çizmeyi becermiştir. Nitekim yeniçeri kışlalarını daha to­pa tutmadan, bilhassa Edirnekapı surları dışında ve bir mik­tarı da içinde olan Sahabei Kiram efendilerimizin kabirlerini, ihya ve tanzim etmek suretiyle kısmı âzami dindar olan İs­tanbul ahalisinin takdir ettiği bir sultan, ashaba saygılı bir halife olduğunu kabul ettirmeye muvaffak olmuştu.

Batılılaşmanın Sebebi


Aslında Mısır eyaletimizde batı tipi kalkınma modeli Kava-lalı Mehmed Ali Paşadan sonra büyük bir hız alır. Bu durum İstanbul'a sıçramadan olamazdı. Çünkü;Mısır eyaletimiz ade­tâ imtiyaza açık bir valilik görüntüsü vermekteydi. Bu ba­kımdan Osmanlı üst kademesi bu eyalet ile pek meşgul olup, batılılaşmanın onlara sağladığı farkları görmeğe başlardı Sömürge yollarını ele geçirmiş avrupa ülkeleri ve ıh ssa İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin her taraftan anlıyı sarmaya alması bu ülkelerdeki politik ve starete-"k niyetleri öğrenmenin çağa uygun yolunu bulmak gereki-du Eskiden para verilerek saraylardan elde edilen casus-I rla bu işlerin yürümeyeceği görülmüştü. Artık dâimi elçilik usûlünü ihdas gerekiyordu. Yinede bu elçiliklerde uzun yıllar 'slârn unsur yerine tercümanlar ve hristiyan Osmanlı harici­yecileri bilhassa Dönmeleri istihdam etme yoluna gidildi. As­keri alanda taa Sultan Fâtih zamanında başlıyan mühendis urban katkısı, zamanla bir çok avrupalı mühendis ve asker müşavirler kullanımına kadar gitmiştir. Moltke de bunlardan biridir. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa kuv­vetleriyle Nizip'de yapılan ve devletin mağlubiyetine mâl olan savaş ile ilgili hatıratında, söylediklerinin özetini buraya almak icab etti. Moltke diyorki: Serasker Hafız Paşaya gidip, İbrahim Paşa birlikleri peyder pey gelmekte. Bunlara hemen saldırıp, toplanmadan işlerini bitirelim teklifinde bulundum. Bana; işi müneccimbaşına sorduralım cevabını verdi. Cephe­ye ibrahim Paşa askeri dahil olup saf tutarken bizim kuvvet­ler müneccimbaşı'dan gelecek cevabı beklemekteydi. So­nunda haber geldi. Falanca yıldız, filânca yıldızın bilmem ne­resine geldiğinin gündüzü eşref saattir, düşmana hücum edi­le, oldu. Tâyin edilmiş olan günü beklerken, gökyüzünde bu-lutların yığılmaya başladığını müşahede ettim. Yine Hafız PaŞa ya koşup, bulutların yığılmakta olduğunu görüyormusu-nuz?Bulunduğumuz yer hem biraz çukur hemde yumuşak toprak kuvvetli bir yağmur burayı bataklığa çevirebilir, hare­ket kabiliyetimizi engeller, biraz yamaçlara çekilelim dedi­ğinde yine güngörmüş ihtiyarlara mesele iletildi, onların de-diği, keçilerin dübürü büzülmüyor, atların kulakları dikleşmi-
yor, buna bakarsak yağmur beklenmiyor demek oldu. Me varki çok geçmedi öyle bir yağmur yağdı kî, insanlar atları­nın üzerindeyken bile boğulma tehlikesi atlattılar. Bunun için bir ordunun hava tahmini keçilerin büzüğüne, atların ku-fağınındikilmesine kalmışsa mağlubiyetler artık o ordu için şart sayılmalıdır." Dünyaca ünlü bu mareşalin'bu sözleri da­hi batılılaşmamı denir"? Bilmem ama, mutlaka mevcud hal­den çıkarılmalıydı, nitekimde öyle oldu.

Yeniçeriliğin Kaldırılmasının Safahatı


Osmanlı devletinde görülen önemli kuvvetlerden birini il­miye ricali teşkil ederki, kadılar da bu bölüm içindedir. Ule­ma yâni ilmiye sınıfı genellikle isyanlarda ya tamamen veya ekseriyet olarak askeriyenin yâni eski tâbirle seyfiye'nin ya­nında tercih sergilerdi. Böylece askerin dediği genellikle olurdu. Fakat daha sonra bunlar askeriyeye verdikleri deste­ğin hesabını gözden düşerek bazen hayatlarıyla bazende ser­vetlerinin müsadere kendilerinin sürgüne yollanmasıyla öderlerdi. Bu seferinde yeniçeri'nin ilgası kararının alındığı istişarede ulemâ da ağırlığını kaldırılsın görüşü meyanında belirtti. Ahali desteğinin temini için Sancakı Şerifin çıkarıl­ması da onların ileri sürdüğü tedbirlerdendi. Bundan sonrası­nı meâlen Ahmed Rasim bey tarihinden alıntihyalım: "..İsti­şare nihayet buldu. Söz tamam oldu. Mübdei muamelâtı har­biye olmak üzere hemen livayı Şerifin ihracı kaldı. Bu ise bir emri hatır idi. Zira Sancakı Şerif çıktığı gibi derûnu payi-taht'ta bir azım kıtal'e başlanacak. Harbin neticesi ise meç­huldür. Şâyed ki zorbalar gâlib gelince bunca devletsâdıkı kimseleri imha ederlerse, bunlar nasıl idare olunur? Devletin hâli ne olur? Şeklindeki mütalaalar aklı tırmaladığından zâtı şahanede tereddüt ve teenni görüldü. "Bütün maksadımız bu ddüdü göstermekti. Bu tereddüdü yok eden Kürt Abdur-hman Efendi isimli bir zâtın hiddet ve şiddeti ile ağzının kö-- mesiydi. Abdurrahman Efendi ".Bu dini devletin devamı bekası muradı ilâhi ise, o habisleri ururuz, mahv ederiz. Değil bizde bu din ile batıp gideriz, daha ne olmak ihtimali kal-a  " Diyerek elindeki teşbihini hiddet içinde yere vurdu. Teş­bih ipi koptu, teşbih taneleri dağıldı mermerlerin üzerinde yuvarlanırken orada hazır bulunanların rikkati üstün gelip közlerinden tane tane yaşlar dökmeye başladılar. Sultan 2. Mahmud hz. lerine de bu rikkatli hâl sirayet etti. Hırkai Sa­adet Dâiresine giren padişah, peygamber sancağını çıkarıp, sadrazama ve şeyhülislâma teslim etti.

İlga Kararının Alınışı


Abdurrahman Efendinin söylediği bir cümle ve bu cümle­deki belagat pek güzel netice vermiş, Sultan 2. Mahmud'a yaklaşan tereddüd, belki de bu konuşmanın sayesinde hazı-runa bulaşmamıştı. Abdurrahman Efendinin heyecan dolu yüreğinden kopup gelen sözler tereddüdleri izâle etmişti, in­kılap tarihlerine bakıldığında görülecektirki, bu tip ruhi hala­ta her zaman tesadüf edilmiştir. Yeniçeriler hakkında devlet kuvvetlerinin öngördüğü mücadele bir mukatele oldu. Bu kı­tal üzücü olmakla beraber olmasını önlemek kabil olmayan bir kavgaydı. Nihayet bulduktan sonra Sultanahmed Camiin­de rekz olunan Sancakı Şerif tekrar saraya getirilip Sultan 2. Mahmud'un tahtı'nın yanında mutad olan yerine kondu. rvubbealtı denen yerde, katılımın geniş ve büyükçe olduğu toplantıya 2. Mahmud riyaset etti.
Yeniçeri Ocağına devam mı? Tamammı? Kararlarına inti-zar edilecek sonuç görüşülmeye başlandı, ülkede asırlarca  vermiş, nice zaferlere imzada büyük paylan bulunan yeniçeri ocağını kapatmayı kararlaştırmak koiayca gerçek­leştirecek hususdan değildi. Nitekim bu hususda da tereddüd belirdi. Bu seferde, Reis'ül Küttâb Seydâ efendi" Bu zümrei zâmime şimdiye kadar biddefaat ika ettikleri fitne akabinde Osmanh devletinin bütün işlerine ve cezaiyyesine müdehale etmemek için verdikleri taahhüdü ne vakit ifâ ettiler? Sicillât ve defter dolusu yazılan senet ve hüccetlerin mazmunlariyla ne vakit ihticac oiundu?Heîe bu sefer Eşkinci yazılmakla ala­kalı kendi elleriyle yazdıkları senedi henüz mürekkebikuru-madan sebebsiz isyan edip, yol kesmeye başladılar. Şimdiy­se içlerinden bir çok elebaşı idam olundu. Leşleri meydanlar­da sürüklendi. Onİar bunu unuturlarmı? Bundan dolayı dev­leti Osmanye hakkında adavetleri müzdâd olmazmı? Bunla­rın nâmu nişanları sahifei rüzgâriden hek ve imha edilmedik­çe fesad ve fitneleri bertaraf edilemez. Her vakit böyle fırsat ele geçemez. Yeniçeri ocağını külliyen ilga ve imhadan baş­ka çâre yoktur." Diyerek, toplantıda daha önce Abdurrah-man efendinin yaptığı hitabeyi hatırlatan beyanıyla terddütie-ri gidermeye muvaffak olduğunu görüyoruz.
Hakikaten bu beyandan sonra daha ileri senelerde vezir olan Beylikçi Pertev bey'in kaleme aldığı meşhur ilga, yâni yeniçerinin kaldırılması kararı Sultan 2. Mahmud tarafından bu içtimadan sonra tasdik olunup, kıraat olunmuş ve mem­leketin heryerine tamimine girişilmiştir. Bu vaziyet gösteriyor ki ilga karan bu toplantıya kadar kesin olmayıp ince elenip, sık dokuma misâline uygun harekât tarzı takip edilmiştir. Bu toplantıda Seydâ efendinin mukni konuşması yerine yeniçe­rinin lüzumunu iknaya sahip bir nutuk atılabilseydi, belki de, ilga kararı yerine, İslahı teklifi hayat bulabilirdi.
Meşhur Engelhardt; Tanzimat ve Türkiye adiı eserinde "Et meydanı kıtâli'nin düşünülmüş bir tertib, plânlı hareketoldu-ileri sürmekte hatadır" derken cüretkâr bir düşünceyle kava bakıyorsa bu da bir hatadır, dememek elde değildir.

Sultan 2. Mahmud'cın Hitabı


Sevda Efendinin müessir hitabesinde bulunan devlet rica­linin ad ve makamlarını yazarak, kararda medhaü olanları tarih sayfalarında bilmiş olalım: Tahtın sağında Sadrazam Selim Mehmed Paşa, solunda Şeyhülislâm Tâhir efendi, sa­bık şeyhülislâmlardan Mekkîzâde Asım efendi, Yâsincizâde Abdülvahhab, Sıdkizâde, eskikadı'lardan Arif bey, Yahya bey, Hekimbaşı Behçet Efendi, Ahmed Reşid efendi, Rahmi bey. Anadolu Kazaskeri Tâhir bey, Murad Mollazâde Arif efendi, Arabzâde Sadullah efendi, Hamdullah efendi, Hekimzâdenin torunu Rıza bey, Yusufzâde, Râşidzâde Cafer bey, Melekpaşa-zâde Abdülkadir bey, Dürrüzâde Abid efendi, Çarşanlı Hoca Mehmed efendi, İstanbul Kadı'sı Sadık efendi. Hemen karşı­larında oturmuş olan zevat ise, Kethüdai sadrı âli Ahmed Hu­lusi efendi, Defterdar Tâhir efendi, Reis'ül Küttâb Şeyda efendi, Tevkii Ataullah efendi, Reisi esbak Hamid bey, Ça-vuşbaşı vekili Ali bey, darbhane nâzın Es'ad efendi, sabık defterdar Yusuf efendi, defter emini Numan efendi, Ruznam-çei evvel Mustafa efendi, 1. muhasebeci Salim bey, Şehremi­ni Hayrullah efendi ve Baruthane nâzın Necib efendiler idi. Bu zevatın toplantısı başlamadan evvel 2. Mahmud hân şu hitabeyi irad etti: "Cenabı Hfckk'a çok şükürler olsun ki, bu kulunu ecdadı izamının nâi! olmadıkları fethi mübine maz-har kıldı ve sizleri de bu hizmeti celilede bulundurdu. Allah sepinizden razı olsun. Şimdiye kadar bu yol kesiciler yüzün­den meydana gelen nice mekruh işlere mecburen nıüsama-na edilmişti. Elhamdülillah hepsi yıkıldı, gitti. Bundan son­rada hep beraber memleketin işlerini tanzim edip, Allah'ın kullarını memnun ve hallerini İslah edelim. Eskiden zarar veren zümre yüzünden devletimizin içine düşüp müptelâ ol­duğu masrafların eksikliği hususunda beytülmalin müsli-miyn ile asla münasebeti olmayan mansıbı divâniyede istih­dam olunmayan kimselerin bıraktıkları miriden zapt olun­maktaydı. Önce bu hususu kaldırdım. Bundan böyle o gibi mallar alınmasın. Şâir önemli işler ve hayırlı çalışmaları siz­ler mütalaa müzakere edip, inha ediniz. Ben de tesviyesine müsaade ederim. Her hususa gayret ve ihtimam gösterme zamanıdır. Ülkenin önemli işlerini tanzime kadar hepiniz burda kalınız. Kalıpça ve kalben birlikte olalım" Dedikten sonra yüzünüeski şeyhülislâmlara çevirerek, iltifatla "mazû-leyni meşihat <eski şeyhülislâmlar hâne ve sâhilhanelerin-de kûşei uzlete çekilip, akran ve emsaliyle görüşememek, dilediği yere gidememek zor katlanılır şeyse de, bu günden itibaren birbirinize gidip, geliniz, ağız tadı ile ülfet ediniz" De­miştir. Bu hitabeyi bu gün tahlil ve tenkide kalkışmak ne ka­dar sağlıklı olabilir bilemiyorum ama, insanımız 1960 ile başlamış bulunan ihtilâl ve darbeler zinciri karşısında göster­dikleri kolaycılık yüzünden, yüzyetmişüç yıl önce yapılmış bir hitabeyi incelerken âdil olabilirimi diye sormadan edemi­yorum.

Koca Sekbanbaşı'nın Nizâmı Cedid Ve Yeniçeri Mukayesesi


Evvelâ Koca Sekbanbaşı kimdir pek kısa şekilde tanıta­lım. Koca Sekbanbaşı'nın kim olduğunda her şeyden önce bir ihtilafın olduğunu söylemeliyiz. Niyazi Berkes'e göre 3. Selim ricalinden İradı Cedid defterdarı Çelebi Mustafa Reşİd gösterilirken, Viyana devlet arşivinde el yazması olarak bir nüshası bulunan Risalede Hoca Münib efendi kaydı varmış.
Ancak Vakanüvis Abdurrahman Şeref bey, tarihi yaşayış mü­nasebetiyle Münib efendiye aid olmadığını, yazarın ise haki­katen Sekbanbaşı mı? ashabı kalemden bir zatmı hususunun meçhullüğünü ileri sürer. Buna karşılık mezkûr risaleyi sek-senyedi yaş gibi bir hayli ileri yaşda kaleme almış olması dikkat çekicidir. Ancak ileri sayılan bu yaşın dünyevi hiç bir kıskançlığın olmadığı dönem olduğu kabul edilmelidir. Hele inanmış bir müslüman, pir'i fâniliğin bütün hususiyetleriyle, nakıs istek ve düşüncelerden sıyrılmış insan fotoğrafı verir. Bu gün milli görüş ve şuur sahihlerinin 1789 Fransa ihtilâline bakışı, Koca Sekbanbaşı'dada müşahede olunmakta. Rusya savaşında düştüğü esaret, bu ülke zabit ve askerleriyle yap­mış olduğu musahebeler neticesinde Osmanlı mağlubiyetin­de yeniçeri'nin eksikliklerini görmesi, Rus askeri ise modern eğitim ve silahlar ile teçhize önem verildiğinden, sekiz bin ki­şilik Romanzof komutasındaki Rus askerinin bizim, 120bin askerimizi İsmaiyl civarındaki Kartal mevkiinde müthişboz-guna duçar etmesi gözünü açan olay olduğunu söyleyerek bir hakikata parmak basmış oluyor. Aslında Sekbanbaşılık, Yeniçeri Ağa'sının hemen arkasından gelen adam demektir. Yâni yeniçeri askerinin ikinci komutanı olarak muharebede bulunmuş Koca Sekbanbaşı, yeniçeriyi haksız bulduğu hu­suslarda esas adaletini de göstermiş oluyor. İyi bir kuman­dan askerini kötülemez, tâki onda ihanet görmezse. Sekizbin kişinin önünde mağlup olan }*20bin kişi böyle bir ihanet ol-rnasa yenilebilirini? Bir bakıma Tatarların Osmanlı askerini Ruslardan almış olduğu istiklâliyet vaad haberine gönül bağ­ladığından yalnız bıraktığını da bir ihanetin parçası saymak gerekir. Koca Sekbanbaşı diyorki: "Eski askerlerimiz yeniçe­ri neferleri ile yeni askerimiz nizâmı cedid neferleri üzerine bunca zamandır çeşitli münakaşalar ediliyor. Burada ben de her iki ordunun durumlarından bahsetmek istiyorum." Koca Sekbanbaşı otuzbeş sayfa civarında derin bir mukayeseyiya-parak vaziyeti bütün açıklığıyla ortaya saçmış. Biz buradaki-çalışmamızda,  <harp hiledir>  hadisi şerifinin yüce Ne-bî'(s.a.v)in femi mübarekelerinden dökülmesine sebeb olan vakayı kaydederek, yeniçeri ile alakalı bir beyan, nizamı ce-didle ilgili söylemi almtılıyarak bölümü tamamlayalım. "İs­lâm ordusunun başkumandanlığını deruhde eden Hz. Pey­gamber (s.a.v) yine savaşların birinde, düşman ordusundan hatırlı biri Hz. Ali (K.V)yi mübarezeye davet eder. Peygambe­rimiz efendimizde Hz. Ali'ye çık emrini verir. Hz. Ali kılıcını beline takıp, yayan meydanın ortasında yerini alır. Düşman­ların arasından çıkan kâfire, Hz. Ali efendimiz şöyle seslenir <Ben bir kılıçla ve yaya geldim, sense iki kılıç, iki ok ve iki yayla geliyorsun> dediğinde, kâfir:  <Sen de benim gibi ge­leydin ya> diye cevaplar. Hz. Ali (K.V) tekrar kâfire seslenir: <Peki bunlar böyle olsun, fakat savaşta âdet olduğu üzere bi­zim tarafdan ortaya yalnızca ben çıktım. Peki ya sen neden yanına bir adam daha aldın?> Deyince, kâfir hemen inanıp arkasından başka biri daha gelmiş zannıylabaşıni geri çevir­diği anda Hz. Ali göz açıp kapayıncaya kadar, melûn'un kel­lesini uçurur. Hz. Peygamber (s.a.v)in yanına döndüğünde olanı biteni anlatır. Efendimiz "El harbü hud'atün" buyur­muşlardır. Nizâm Cedid ile bir beyan:  <Meseiâ düşman bir savaş sırasında bu yeni askeri büyük bir bozguna uğratsa bunlar artık bozulduk. Toparlanamayız, diye dağılıp kaçma­ya çalışmazlar. Başlarındaki kumandan yenilen orduyu kısa bir zamanda yeni bir düzene sokar, onlar da tekrar hücuma geçerler. Başlarındaki kumandan geri çekilmedikçe hiç bin böyle bir şeyi akıllarının ucundan bile geçirmez> Ya yenicen askerleri: <Küçük bir bozguna uğrasaiar silahlarını bile alma-aiderler. İşte daha çok yakınlarda, bizzat şâhid olduğu-iki Rus, bir Avusturya ve bir Fransız seferinde buna ben-vüzlerce olay vukubulmuştur. Üstelik olup bitenleride Huvmayan kalmamıştır.> Yeri geldi de yine Sekbanbaşı risa­lesinden naklederek, yeniçeri ocağının Hacı Bektaşi Veli (K S) hazretlerinin dualarına mazhariyeti, ve yeniçerinin O'vüce zâtın mânevi evlâdlan olduğunu beyan eden rivayet­lerin hakayikine bahse konu risalenin 46. sahifesindeki be­yandan ulaşalım halk arasında husule gelen galatlaşmanın verdiği mahzura işaret edelim. Çünkü hukuk İstılahında ve­kil, asil gibidirse de, yine hukukda olduğu gibi asil yeri geldi­ğinde vekilini vekâletten İskata kadir olduğundan, kendi gö­rüş ve davranışını sergilemekte vekilinin esiri durumunda de­ğildir. Ehlûllah hazeratıda, bir târikin yolcuları olma duru­munda iselerde, farklı farkiı zirvelerden gözlenebilen yıldız­lardır. Yeniçeri'nin berhayat olduğu uzun zaman dilimi içinde sevablarınm hemen yanıbaşında görülen kusurları bazı kötü niyetli kimseler tarafından, gerek Hacı Bektaşi Veli Hz. leri-ne arkasından da tarikatlara menfur dokundurmalar yapma­ya ictisara kalkışmaktadırlar. Böyle bir davranış içinde olan­ların yanlışdan kurtulmaların: teminen, böyle davrananlara cevap vermeye çalışan zevata bir maİzemei târihi vermek azmiyle, bala da belirttiğimiz 46. sahifedeki beyanı aynen alıntılıyoruz: "Zamanı merkumda Hacı Bektaşi Veli Hazret­lerinin evlâdiarından ve Postişin hâlifesinden bir zat nefsü'l emirde kutbı zaman olduğunu kendilerine ihbar eylediler. Padişah Hazretleri zâtimüşarinaleyhi Anadolu'dan getirtip küffârm galebesini beyan ve bu ocakları mahza küffârın ga­lebesini def ve ehfiislâm galib olmak İçin ihdas buyurdukla­rını şeyhi müşarinileyhe ilân ve ocaklara yazılan asker kaç-mayıp devam ve sebatları için dua taleb buyurdular. Zâtı müşarinileyh ocağa teşrif ve ehli zikir cemiyetiyle dua ve hüsnü teveccüh buyurdukları anda, o günden sonra yazılan­lar firar etmeyip, <Bizler Hacı Bektaşi Veliköçekleri olduk!> Diye devam ve sebat üzere oldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı