SULTAN V. MEHMED REŞÂD HAN
Babası: Sultan Abdûlmecid Han
Annesi: Gülcemâl Kadın
Doğum Tarihi: 1844
Vefat Tarihi: 1918
Saltanat Müd.: 1909-1918
Türbesi: İstanbul Eyup'dedir.
Sultan 5. Mehmed Reşâd; Osmanlı devletinin 35. padişahı olup, Sultan 26. Osmanlı halifesidir. Sultan Abdülmecid'in, Gülcemâl Kadmefendisinden 2/Kasım /1844'de İstanbul'da dünya'ya geldi. Vefatı ise 3/Temmuz/1918'de yine İstanbul'da vukuubuldu. Eyübsultanda, Halic'in sularıyla öpüşen sahildeki türbesine gömüldü. Mevlevî tarikatına intisabı olup, zarif bir insandı. Pek kızdığı zaman sin harfini kefe vurduğu yaygın rivayettendir. Şeyhi Abdülhaim Çelebi Efendi tarafından kılıç kuşandırıldı, Osmanlı tahtına çıktığında. Pek olgun yaş olan 65'in içindeydi, Kılıç kuşatan Mevlevî Şeyhi Abdül-halim Çelebi (1863-1925) dergâhların kapatılması gerçekleştiğinde, 4/EylüI/1925'de Tepebaşında bu hareketi intihar etmek suretiyle protesto etti. Bu yaşlarda insanlar elde ettikleri tecrübeler ışığında fevrî olmazlar olaylara serin kanlı ve dikkatli bakmayı elde ettiği ve buna göre kararlar verebileceği bir ömür dönemidir, bahse konu yaşlılık, bu Şeyh Efendinin hadisesi, ayrı bir araştırma konusu yapılmalı, intihar gibi ahireti berbat edebilecek elîm bir harekete başvurmak kolay gerçekleşecek işlerden değildir.
Sultan Reşad; Orta boylu mavi gözlü, beyazlamış sakallan ve dolgun yanaklarıyla ton ton bir görünüşe sahipti der merhum pederim. Biz o zaman talebeydik, Cuma selamlığına bizleri götürdüklerinden sık sık Sultan Reşad'ı görürdük, derdi. Sultan Abdülhamid'i de beş-altı defa gördüğünü hep düşünceli bir profil verdiğini, hafif öne mail halde yürürdü demekteydi. Ancak; Sultan Reşad'in çok merhametli bir insan olup, fakir fukaraya, eytam erâmile yâni dul ve yetimlere yardım etmeyi, en büyük görevi addederdi. Lütfi Simavi Bey, çok zeki olduğunu ve bu zekâsını saklama tedbirliliğini de bilirdi demekte. Hatıratında Lütfi Simav'ı Bey, şöyle bir vak'a anlatır: Sultan Reşad bir Bursa seyahati esnasında gece oradaki ikametgâhda sabahladıktan sonra kendisini yanına çağırır. Bir tepsi üzerinde para keseleri, keselerin yanında bulunan listede de hangi kese hangi paşaya diye hazırlanmış liste vardır. Lütfi Simâvî Bey; Efendimiz, bunlar ne olacak diye sorduğunda bunları sahiplerine odalarına gidip, hem hayırlı sabahlar dileyecek hem de ikram edeceksiniz dediğinde, Simâvî Bey; aman Efendimiz, bu zevatla birlikte İstanbul'dan birlikte yola çıktık. Aynı vasıtalarla buraya kadar geldik, aynı çatı altında uykumuzu uyuduk, sabah olunca da bu hediyeler niye? Bursa'nın fakir fukarasına, acezelerine hediye ve ikramda bulunsanız daha iyi değilmi? Diye fikri beyan da bulunduğunda: Sultan Reşad, zekâsının büyük eserini şöyle sergiler:
-Hay Allah senden razı olsun; iyi ki hatırlattın. Hemen şu keseleri de onların merkez-i İdarelerine ulaştırın, refakati-mizdeki zevat hakkında sorduğuna gelince ben bunlara böyle vesilelerle ara sıra ikramda bulunmazsam, onlar bana padişahlık yaptırmaz! Cevabını verir. Bu cümlede saklı olan hakikat aziz ve muhterem okurlar, her ne kadar iktidar yalnız sürdürülürse de, o iktidarın görünmez ortakları vardır ki, bu harem-i hümayundan tutunda, güç sahibi herkesin muhabbetini üzerinde toplamazsaniz muktedir olamazsınız. Bu bakımdan Sultan Reşad pek talihsizdir. Yeri geldiğinde bu talihsizliğini hatırlatırız.
Şimdi; Sultan 2.Abdülhamid Hân gibi bir şaşaalı padişahın yerine geçmek onun mazide bıraktıklarının, yaptıklarının ağırlığı altında ezildiği bir vakı'adır. Sultan Hamid, her şeyi hazırlar ve uygular bu sırada da aksaklık olmaması için İşe vazülyed ederdi Sultan Reşad ise sadece bir tasdik makamı hâlinde taht-i Osmanî'de oturmaktaydı. Biz Abdülhamid Hân'ın peşinden bir genel değerlendirme ile sahifemizi süslemek istiyoruz. Bu de ğerlendirmenin 1913'de yâni 1.Cihan savaşından önce, fakat Balkan harbinin içinde neşredilmiş ve o dönem idadilerinde yâni lise seviyesindeki mekteblerde târih derslerinde okutulan kitabın yazan Afi Sabri Bey'in olduğunu söylerken, bu zâtın değerlendirmelerine itirazımız olursa onu da hemen altına ilâve ederiz. Yazının başlığını biz bir ara başlık hâline getirdik.
5. Faslın Tekmilesi
Osmanlı devletinin gerek askerî gerekse mülkî teşkilâtının ne kadar esaslı bir şekilde tesis olunduğunu, ancak, 1000/1591'den sonra da bu kuruluşun nasıl bozulmaya yüz tuttuğunu târih akışı içinde görmüş bulunuyoruz.
Vaktiyle maddiyat ve maneviyat itibarıyla dereke dereke bizim idaremizde bulunan garib kavimler yeni bir çağın açılışıyla ki bu İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethi, engizisyon mezaliminin tahammül olunamayacak seviyelere yükselmesi ki, hemen şunu söyleyelim, İstanbul'un müslümanların eline geçmesi bu şehirden İtalya'ya giden pek çok ilim ve bilim adamı avrupada kurdukları mektepler, meydana getirdikleri ekollerle bat insanını uyandırmışlar ve batı aydınlanması Şarka en yakın olan İstanbul'dan gidenler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Öte yandan engizisyonun avrupadaki varlığı nasıl bir şey sık sık tekrarlanırsa bir karşı refleks doğurur bu misâle uygun olarak Avrupada tatbik olunan bu klişe ve papaslann insanları yakmaları, hrıstiyan dini mensupları dışındakilere yaptıkları işkenceler ahalide bir aksülamel husule getirmiş ve silahlarına sarılan ahali üzerlerinde tatbik edilen zulümleri kaldırmaya ve tatbikçilerini de haylice cezalandırdı. Taassubun yok edildiği yerde elbette gelişmenin ve cemiyetin terakki edeceği tabii neticedendir.. Protestanlığın çıkması ahalinin üzerinde bir intibah meydana getirdi. Bu intibah sonunda da 1600'lü yıllardan sonra da bizi fersah fersah gelip, geçtiler.
Hele hele ordularımızın uzun zamandan beri savaş alanlarında ve hudutlarımız da asar-ı celadetlerini gösterememeleri, ikide birde ihtilâl çıkararak emniyet ve güveni ve de huzuru selb eylemesi yâni askıya alması, ülke içinde karışıklıkların günden güne artması, iktisadiyatımızın yavaş yavaş ecnebilerin ellerine geçmeye yüz tutması, bazı düşünce sahiplerinin bir takım ıslahat'hareketlerini yapmamız gerektiğini hatırlatmaları kendilerini tehlikeye atmalarına sebep olmuş bu düşünceler iyi bir şekilde telakki edilmemişti 1. Mahmud ve 3. Ahmed zamanında biraz tatbik şansı bulmuşsa da, gerek hariciyeye ait işler, gerekse de, taassup sahipleri değişikliklerin menfaatlerine vereceği zararları önlemek hususunda aldığı tedbirlerle her şeyi akim bıraktırmaya muvaffak olmuşlardır.
3. Selim bütün yeniliklere açık bir padişah olması hasebiyle tahta çıktığında hemen, işa .girişerek.lâzım- gelen İslahata başlamıştı. Avrupalılar tarzında askerî kışlalar, istihkâmlar mekteblerin inşaasını temin etmişti. Nizam-ı Cedid adlı talimli asker ihdas etmişti. Bütün bunlar yapıhrken, hemen önümüze Mısır meselesi çıkmış, peşinden Mora olayı husule gelmiş, Rusya ve Avusturya saldırganlıkları biribirini tâkib etmiş, bitmek tükenmez avrupa entrikaları yüzünden az miktarda yenilikler tatbike konabilmiştir. Bilindiği gibi, bu günde, milletimiz ayağa kalkmak için yaptığı her hamlede, yine menfaatçilerin teşki- lat kuvvetlerinin bu hamlelerimizi önlediklerinin şahidi oluyoruz. Bir milli görüş ortaya çıktı ve ağır sanayi hamlesi dedi, milli harb sanayii kurulmasını taleb etti ve projeleri ortaya koydu. Her köye, atölye, her şehire fabrika, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizle alakalı bölgelere o mevzuda sanayii ve pazarlama tesisleri kurma plânlan teklif edilerek, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkabilmenin, istihdam, üretim, pazarlama ve kendi istikbâlini kendi imkânlarıyla temin etme devrini başlatmak isteyenler, ambalajcı makarnacı ve gazozcu montajcılarla ile ithalatçılar birleştiler, önce milleti sağ-sol diye ikiye bölüp yıllarca birbirleriyle döğüştürdüler. Daha sonra da bir darbe ile ülkenin geri kalmasını sağladılar. Görüldüğü gibi, 1913'de 1790 sonralarına atfu nazar eden Ali Sabri bey merhum, bizim bu gün yaşadıklarımızın daha değişik fakat gaye aynı aziz milletimizi dünya klasmanında alt seviyelerde bulundurmayı sağlamak olduğuna işaret ediyor.
Sonunda 1241/1826 senesinde 2. Mahmud hazretlerinin himmetiyle <târife gelmeyecek kadar bozulmuş olan> yeniçeri ocağı ilga edilerek yerine de Nizâm-ı Cedit askeri ikame olunduğu gibi bir çok yeniliklerin tatbikine de imkân bulunabildi. 1249/1835'de memurların tanzimi yapılırken, 1250/1836'da da Divân-ı Hümayun yerini vükelalik meclisine yâni bu günkü tâbirler bakanlar kuruluna bırakmıştır. Sultan Abdülmecid'in tahta geçip de icraata başlaması, Gülha-ne hattının okunmasının akabinde devletin görüntüsü av-rupalı bir devlet portresine büründü. İşleri tanzim içinde Şûr'a ile hemen peşinden de bir meclis-i vâla-yı ahkâm-ı adliye kurulmuş daha sonra da yâni. 1270/J853 de Meclis-i Al-Î-İ Tanzimat daha sonra adliye nezaretine ve 1284/1867'de
Sûr'a-y Devlete dönüşmüştür. Bu kurulan sistemin müesseseleri, devletin bir çok kanun ve nizam ile yeniden yapılanmasını sağlarken, sadaret kethüdahğı makamı, ümûr-u Mülkiye Nezareti adını almış ki günümüzde buna İçişleri bakanlığı denmektedir.
Orduya gelince; 1241/1826'da kaldırılmış bulunan yeniçeri ocağına eş değerde Asâkir-i Mansure-i Muhammedİye unvanı verilmiş daha sonra da, Hassa ve Mansure ismiyle iki kısma ayrılmıştır. 1249/1835'de Redif teşkilâtı tanzim olunmuş, 1259/1845'de Osmanlı askerlik sistemi Rumeli, Anadolu, Arabistan, orduyu hümayunları kurulurken, merkezde ise Hassa ordusu tesis ediliyordu. 1250/1836'da Mekteb-i Harbiye açılmış, 1253/1837'de kurulan Dar'ül Askerî Şûr'a, askerî işlerin bütününün görüldüğü yer olurken, 1264/ 1847'de de askere alınma usûlü kur'a sistemine ulaştırılmıştır. Daha sonra ordularımızla ilgili sayı yedi rakamına iblağ edilmiştir. (Daha sonra r,1326/m.l910'da Golç Paşa'nın teklifiyle bu usûl kaldırılmış, dört büyük müfettişliğe dönüştürülmüştür. 14 kolordu ile bir kaç adette müstakil fırka meydana getirilmiş, tabur, alay ve fırka teşkilatları nın da değiştirilmesine gidilmiştir.) İşte yeni tanzim sonunda 1270/1854 Kırım savaşında güç ve kuvvetini bütün avrupalılara kabul ettirmiştir. Ruslara maddi ve manevî alanda üstünlüğünü isbat etmişlerdir. Bunun arkasından bahriye üzerinde operasyonlar yapılmış ve Abdülaziz Hân zamanında denizcilerimiz, dünyanın 2. büyük donanmasına sahip olarak denizlerde dolaşma şansı bulmuşlardır.
Ne var ki, kırk sene sonunda donanma mefluç hâle gelmiş, ancak 2.Meşrutiyetten sonra yeniden tanzime başlanmıştır. r.l255/m.l839'dan sonra maarif, maliye gibi işlerde hayli başarılar elde edilmiştir. 1241/1826'dan beri mâliye işlerinde bazı tashihatlar yapılmışsa da, 1253/1837'de eski usûl tamamen terk edilerek simdik mâliye usûlüne (1910'lar) geçilmiştir. Tam ayarda para basımı yapıldı. Tan-zimat-i Hayriye'den sonra İstanbul'da mekteb-i tıbbıye-i as-keriyye, bir dar'ülfünûn açıldığı, 1273/1857'de kurulan maarif nezareti ülkenin bir çok yerine rüşdiye, yâni orta mektebi kurmaya girişmişlerdir. 1275/1859'da mekteb-i sultanî, 1294/1878'de mekteb-i mülkiye, 1297/1881mekteb-i hukuk, 1300/1884'de dehendese-i mülkiyenin açılması tahakkuk ettirlmiştir. Ayrıca bir hayli matbaa açılmasına girişilmiş ve de bir hayliside başarılı olmuş yaptıkları basımlarla, ilim ve fen'de ahalinin aydınlanmasına yardım etmiştir. Sultan Abdülmecid'in döneminde yapılan yollar ve köprüleri Abdülaziz dönemindeki buna ilâve olunan teşebbüslerin arasında demiryolu ayrı bir yer tutarken, 2.Abdülhamid hân devrinde de geliştirilen demiryolları ve de fabrika kurmaya eğilmeleri pek makbuldür.
Özetlersek; Osmanlı devleti, Sultan Mahmud-u sâni döneminden Abdülmecid hân ve Sultan Abdülaziz ve de Sultan 2. Abdülhamid devirleriyle terâkkiye, ileri hamleyede büyük zaman ve para ayırmışlardır, bunda da haylice yol almışlardır. Bunun sayesinde de 1272/1856'da Avrupa'da Pâris'de yapılan milletler arası kongrede Osmanlı devletinin avrupa dü-vel-i âliye-i ailesine yâni avrupanın büyük devletleri arasında bulunduğu yeniden tasdik ve kabul olundu. 2.Abdülhamid Hân'ın tahta çıkışının hemen ardından ilânını yaptığı idarey-i meşrutiyet ve kaanunî esasî, avrupanın devletimizin şan ve ikbalini tasdike faydalı oldu. (Bu günde avrupa topluluğuna girmek için yapılanlar bir türlü avrupalılarca makbul bulunmuyor!) Ne çâre ki, kaanun-î esasinin ilânından hemen sonra çıkan Rus savaşı devletin bir çok arazi ve insanını kayberek bu savaştan çıkmasına sebep oldu.
Ülkenin mâli durumu son derece sarsıldı. Sultan Hamid, afim alan hafiyelerle ülkede, düşünce ve ileri gidişe engel 6 anialar ihdas etti. 1324/1908'e kadar sürdürdüğü bu sistemle ne tehlikeli durumlar ne fecî vak'alar geçirdiği sizlerin de malumu olduğundan bunlara girmeye lüzum görmüyo-um. Bundan sonraki terakkimizin meşrutiyetin neslinden bekliyorum. Demektedir. Böylece de bir çok ittihat ve terakki çetesinin taraftarı sözde yazarlar gibi hareket etmeyip, 2.Abdülhamid hakkında şahsiyatçılık yapmayıp kendisine hakarete yeltenmeyen nâdir tarihçi ve yazarlardandır. Ali Sabri Bey.
Sultan 5 .Mehmed Reşad'ın Dönemi
Sultan Abdülhamid'i 31/Mart/1909 vak'ası bahane edilerek tahtdan indirtmeyi başaran Osmanlı ve İslâm düşmanları İttihatçıların eline düşünce tereddi yâni gerileme, izmihlal nazariyede hemen hemen tamamlanmıştı. Şimdi yapılacak iş bunu fiiliyata dökmekti. Zâten meşrutiyette olsun, 31 /mart Vak'asını teskin ve tenkilde olsun, Makedonya'nın azılı ve gayri müslim çetecileriyle kol kola İstanbul'a giren İttihatçı komitacılar yapacakları nı adetâ haber veriyorlardı. Bulgar komitacısı Sandanski ile Taşkışla'da müsiüman askere kurşun sıkan söz de, müsiüman komitacı arasında ne fark gözetilebilir? Bunların yardımına dâima koşmuş bulunan Rumeli eski müfettiş-i umûmisi Hüseyin Hilmi Paşa 31/ Mart hâdisesi yüzünden Sultan 2.Abdülhamİd!in sinesine iltica etmiş ve sadareti terk etmişti. Sultan Reşad'i tahta oturduğu esnada Ahmed Tevfik Paşa makamı sadaretde bu lunmakla birlikte, İttihatçılar kendi aralarında yaptıkları söz mübarezesin-de meşrutiyeti ilân edeli nerdeyse senesi yaklaştı, hâla biz ittihatçılardan kurulu bir kabineyi iş başına getiremedik düşüncesine çene yoruyorlardı. Tevfik Paşa ise son derece tarafsız ve batı âleminde hatır ve sözü geçer bir zat olduğundan onunla çalışmak istemeyen ittihatçı ekibin yine Hüseyin Hilmi Paşayı Tevfik Paşa'ya tercih ettikleri görüldü. Suitan Reşad'ın tahta cülusundan üç gün sonra Tevfik Paşa selef oldu, Hüseyin Hilmi Paşa halef oldu. Bu kabineye Talat Bey'dahilİye nâzın olarak girdi. Bir deyimle ittihatçıların bu nazırın kabineye girmesiyle tamamının kabineye girdiğini bir saysak yanlış bir söylemiş olmayız. Nitekim; Talat Bey, kabine toplantılarında olsun, cemiyetin merkezinde alınan kararlan hükümet katında alınmış karar gibi uygulama becerisini gösteriyor ve sadrıazamı bunaltıyordu.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir hesabı bunun böyle olacağı belliydi çünkü H.Hilmi Paşa, kabinesine Sultan Hamid'in eski sadnazarnlanndan Avlonyalı Ferid Paşayı almıştı ki, ittihatçılar bu zatı zorla istifaya şevkettiler. Talat Bey'i kabineye o zatın yerine dâhil ettiler. Hilmi Paşa, İttihatçılara yakın davranışlar sergilese de onların emrinde olacak bir tabiatda da değil idi. Nitekim; Talat Bey'in tavırları sad-nazamın istifasını hızlandırdı.
Hüseyin Hilmi Paşanın yerine Roma B.elçimiz İbrahim Hakkı Paşa getirildi. Şimdi biz Sultan 2. Abdülhamid Hân'ın şifre kâtibi olan Mehmed Selahaddin Bey merhumun "Bildiklerim" adıyla neşrettiği hatıratından aşağıdaki başlıkla yazılı bölümü alıntılayalım ve böylece de, mühim bir fonksiyon icra eden görevinde eski şifre kâtibi neler söylüyor ve târihin arka plânı nelere gebe görelim:
5. Mehmed Reşad Ve Cülusu
Sultan 5. Mehmed Reşad unvanı ile Osmanlı tahtına çıkan ve aynı zamanda halifeyi rûyi zemin olan zat, çok merhametli melek gibi bir insandı. Ancak bazı şahıslar salı günü tahta çıkışını sairğununüri uğursuzluğu gibi bir saçmalığa yorarak kötü tahminlerde bolundular. Maalesef gerçekleşenler o kadar üzücü oldu ki neredeyse bu bâtıl görüşe iştirak, konuşulur oldu. Salı gününün uğursuzluğunu muharrir-i aci-zide kabul ettiğimden arkadaşlarıma salı günü uğursuzluğunun Sultan Reşad'ın peşini bırakmayacağını ifade etmiştim der Mehmed Selahaddin Bey.
Sultan Abdülhamid'in vehminden otuzüç yıl çekdikleri elem ve azabı unutturacak bir çok azabı vicdaniye karşısında, aslı ve nesilleri bilinmeyen bir çok ittihatçı zorbaya maalesef kötü bir âlet olarak esir düşmüştü. Bu cahil, rezil kurucu ve reislerin tasallutundan ne kendisini ne de milleti kurtarabilmişdir.
5.Mehmed Reşad hân'ın devri saltanatı maalesef Osmanlı İslâm devletinin en hazin ve en acı hadiselerin yaşandığı devir olarak anmak vede bu devrin talihsizlikle adlandırılmasını önlemek kimsenin haddi değil. Çünkü, essahdan öyledir. Bu mağdur ve mazlum bedbaht padişah Sultan Reşad hleri, kısa zaman içinde müdhiş vakalara ve fecî hâdiselere bazen şahid bazende âlet olma şanssızlığıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu hâllere katlanmasında en büyük dayanak, iyi bir inanan olmasıdır. Nitekim; ameliyata yatarken yaptığı dua: "Ya-rabbî! benim vücûdum, bu milletin faydasına ise hayırlısıyla iyileşeyim. Hayırsızsa bu masadan sağ kalkmayım" şeklinde olduğu bir çok kişiden duyduğumuz ifadedendir. Nitekim vefatı vukubulduğunda vatan ve milletin içine yuvar landığı duruma en çok üzülenlerin başında olduğu çok kişi tarafından teslim edilir.
Sultan Hamid'in Selânike gönderilmesinin peşinden hareket ordusunun ittihatçıları, tam bir kör sadakatle bağlılığı neticesinde saklandıkları deliklerden fırlayan me'şum cemiyetin azaları vede sabık kabinenin üyeleri, yeniden hükümeti kurmak sevdasına düştüler. Meşrutiyetin ilk padişah ve halifesi ilân ettikleri Sultan Reşad'ı derhal meşrutiyet anlayışının aksi istikametinde yönlendirmeye gayrete girdiler. Tevfik Paşanın, Sultan Reşad'in huzuruna çıkıp, kabine üyeleriyle birlikte istifasını sunması ve yeni padişahın Tevfik Paşa'yı görevinde ipka etmesi ittihadçıları bir hayli kızdıran olaylardan vur Nihayet dayanamayan Sultan Reşad'ın: "Ben meşruriyet kanunlarına uygun hareket ediyorum. Sizler buna uy-avacaktınizda o zaman bizim bilâderin ne günâhı vardı da ahlû eylediniz" demiş olduğu pek yaygındır. Ne varki, komitacılar güruhu padişaha tebelleş oldular fazla bir zaman cmeden Hüseyin Hilmi Paşayı yeniden sadarete getirecek olan kararın birinci merhalesi olan Ahmed Tevfik Paşanın ve kabinesinin azlini emreden iradei seniyyeyi elde ettiler. Böylece ikinci merhalede H.Hilmi Paşa kabinesi kurulduğunda Mülabei Sıbyan yâni çoluk çocuk kabinesi denebilecek hükümet kuruldu." Diyor Mehmed Selahaddin Bey
Câni'ler Kabinesi!
Hüseyin Hilmi Paşanın bu ikinci sadareti yukarıda konulan ara başlıkta yâd olunsa yeridir. Çünkü; bu kabineye mümkün mertebe ittihadçılann dolduruldukları göz önüne alınır ve tatbikata bakıldığında görülecek olan manzara böyle isimlendi-rilmesinde isabetlidir. Bu kabine evvelâ Yıldız sarayı yağmasını gerçekleştirenleri temize çıkardı. Daha da sonra yine Yıldız Sarayı baskını sırasında meydana gelen olayların nihayetinde mazlumların hakkını ortada bıraktı. Yine bir çok kişinin nahak yere katline ve idamına seyirci kaldı. Sultan Abdülha-mid'i, bankalardaki nakit para ve senetlerini, bağışlamaya icbar eden muameleye en azından göz yumması, bir gasp hükümeti olduğunu ortaya kqyar. Nihayet sokaklarda hertür-lü cinayetin, ittihatçılar tarafından işlenmişlerine müsaadekar tutumları, verilen nâmı almaya hak kazandırmıştır.
Caniler Kabinesi adını verdiğimiz İttihad ve Terakki cemiyetinin babıâlî şubei merkeziyesi. Şeref Efendi sokağındaki ittihatçıların genel merkezi heyeti idare reisleriyle birleşerek, Yıldız Sarayı hümayunundan aldıkları mücevherat ve diğer kıymete haiz malları, târihin yazmaktan yüzünün kızaracağı bir suretde, sarayı hümayunda bulunan hizmetkâr ve kalfalardan, cebren ve işkence yaparak gasp ettikleri elmas gibi pek değerli eşyayı güya pederlerinden mirasmış gibi aralarında paylaştıktan sonra, ahalinin gözünü boyamak kasdıyla bir kaç parça mücevheri Avrupaya gönderip bunların değeri olan üçyüzküsûr binlirayı bulan küçük bir miktarı, Donanma Cemiyetine yardıma verdiklerini ve bir mikdar mücevher ve de parayı haziney-i hümayuna ve müzehaneye verdiklerini utanmadan ilân etme yoluna gittiler.
Mehmed Selahaddin Bey, bu günkü Libya'nın o dönemdeki adı olan Trablusgarb ile alakalı çok mühim bir ifşaatta bulunuyor: Aşağıya alıyoruz:
Trablgsgarb İçin Bir İfşaat!
H.Hilmi Paşa kabinesi böyle yağmalar yapmak ve cinayetleri, soygunları örtme ile meşgulken, koruyucuları makamında bulunan, Almanya imparatoru 2.WilheIm ile hükümetin, velinimetleri olan tttihad ve Terakki cemiyeti merkezinden gelen emirlerin üzerine Trablusgarb pazarlığı için Roma elçimiz olan ibrahim Hakkı Paşa'ya yardım etmek ve resmî sıfat taşıdığından, giremeyecekleri yerlere girib çıkmak ve göremeyeceği adamları görüp konuşmak için itimat olunur, kâr yapmayı bilen bezirganların büyüklerinden lâzım geldiğinden bu gibi vaziyetlerden anlayan ve iki tarafın itimadını kazanmış tüccarlar gönderilmiş ve bilhassa Karaso Efendi(!)nin bu hususdaki gayret ve vatanperverânesi(î) ile işyoluna girmiş olduğuna ve makam-ı sadarete getirilmesi bu meseleyi sona erdirebilmesi İçin, Hakkı Paşanın sadareti kararlaştırılmıştı. Buna bağlı olarak da, H.Hilmi Paşa'nın kabinesinin devrile-bilmesini temin için parlamenter hayatın gereklerinden biri olan bir soru ve arkasından tâleb olunan itimad oyunu, hükümetin kazanamadığı sonucunu getirince iş bitti. H.Hilmi Paşa kabinesi yuvarlandı gitdi. Bu ifşaat tâbiiki büyük bir ithamdır. Ancak daha sonra İtalyanların gönderdiği ilân-ı harp ültimatomunu geç açması gibi gariplikler, ateşin olmadığı yerde duman çıkmayacağı hususunu çağırıştınyor!
İbrahim Hakkı Paşa'nın Me'şüm Sadareti
Sadrazamlık sırası Roma sabık sefiri fehametlû İbrahim Hakkı Paşa hz.lerine getirtildi. İstanbul'a geldiğinde Sirkeci tren istasyonunda ittihadçılann ileri gelenlerince karşılandı. Büyük bir muhabbet ve sevgi seli görülüyordu bu istikbâl töreninde! Bu karşılama es nasında,döneminin "adl-ü ihsan" olacağını söylemekten kendini alamayan Hakkı Paşa ertesi gün, geleneksel sadaret alayında da sevgi seliyle karşılandı. Oturacağı sadaret san dalyesine doğru adımlarını atarken bu sandalyede, adl-ü ihsanı bol bir zâtın oturacağı mahal olmaktan kendini bahtiyar addeden ahali, bir yalanın mahkûmu olacağını ne bile-bilebilirdü Adl-ü ihsan politikacısı paşamızda, Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde bulunan bazı zevat-ı muhteremi görevlerinde bırakma yoluna giderken, eski kabineden bazılarını da onlardan daha muhterem(l) şahıslarla değiştirmiş böylece, bir kabine vücûda getire rek Trablusgarb ve Bingazi'yi İtalyanlara ihsan edebilmek için hazırlıklara başladı.
Sevgili okuyucularım; okumakta olduğunuz yukarıdaki arabaşhkla birlikde verilmiş satırlar üstü örtülü bir vak'aya, attığı neşterle ortaya çıkacak ufunetin, hangi hakikata varacağının hesabını yapmışmıdır? Sorusu aklımıza geliyor. Yinede bir müddei olmakdan sarfı nazar edip etmemeği düşünmekten kendimi alamıyorum.
İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal merhumda pek kıymetli eseri olan "Son Sadrazamlar" da sadeleştirmeye çalıştığımız satırların sahibi Selahaddin beyefendiyi, aşağıdaki beyanı münasebetiyle eserine aldıktan sonra demektedir ki, bu iddialarınızı ispatta vazife size düşmektedir, cevabıyla geçiştirmektedir. Biz ise, bizim gibi bir yabancı dil dahi bilemeyen sözde araştırmacıların beceremeyecekleri işlerden, olduğundan, bir akademisyenin bu iddiadan yola çıkmak suretiyle mevzuun derinliğine tahkikiyle, ortaya çıkarması târih ve millete karşı yapılması gereken aslî ve ilmî bir vazifedir, dedikten sonra hatıratın muharriri, Sultan Abdülhamid döneminin telgrafhane şifre kitabeti hulefasından, Selahaddin bey'in ifadesini noktasına virgülüne dokunmadan alıntılıyorum: "Adl-ü ihsan kabinesi, bu vecihle teşekkül ederek işe başlamış isede Hakkı Paşa hazretlerinin dersadet'e vürûdunda Sirkeci istasyonunda binlerce halk tarafından icra edilen merasim-i istikbâli'yede irâd eylediği nutkunda bahsetdiği <adl ü ihsan>dan memleketimiz müstefid olamamış ve paşayı müşarileyhin, adi ve ihsanını, geldiği şimendöfer alarak Roma'ya kadar geri götürmüş olmalı ki bu ihsanlarına İtalyanlar nail olmuşdur."
Memleketimizin hissesine bu kabinenin kuruluşunun ilk gününden, sükûtu anına kadar geçen vakit, Babıâli yangını, Havran İsyanı, Yemen İsyanı, İstanbul'da kolera salgını, Ma-lisör isyanı, Vezneciler büyük yangını, Girid meselesi, İtalyanların bize savaş ilânları vede Trablusgarb ve Bingazi'nin, elden çıkması gibi, milletimizin çok üzülmesine sebeb olacakları, düşürdü. Hakkı Paşa'nın memlekete ayak bastığı andan itibaren harici ve iç dün-yamızda, hiçbir sükunet emâsi qörülmemiş memâlik-i Osmaniyyeyi bir uğursuzluğun bulutu kaplamıştır. Ne şekilde sadarete geldiğini yukarıda ar-calıştığımız Hakkı Paşa, kabinesinde Harbiye Mazın olup pâtih ünvanına(!) layık olan İttihad ve Terakki ordusu kumandanı, besalet(yiğit!)i unvan, Mahmud Şevket Paşa'ya evvelemirde Trablusgarb kıta'sının tahliyesini tavsiye eylediğinden, bu kumandan da erkân-ı harbiye-İ umûmiye dâi resi (bu dâire inkılab sonrasında ittihad ve terakki reis ve azası elinde kalmış ve adı geçen dâirenin memurları ordularımızın bu hâle gelmesine ve ittihadçıların arzularına hizmetle ve yardımlarına şitap <(koşmuş> etmişlerdir.) Derhal Trablusgarb ve Bingazi'nin tahliyesi için lâzım gelen tedbirlerin icrasına çalışmışlardır.
Trablus İle Alakalı Tedbirler Ve Sonu
İşler şöyle bir seyir takip etmiştir: Trablusun tahliye edil-mesini kabullenmeyip, itiraza geçecek muhtemel kişilerin, bulundukları yerlerden alınmaları icâb ederdi ki bunların başında Trablusgarb Vali ve Kumandanı gelmekteydi ki bunların Dersaadet'e çağrılıp azilleri yapılmış ve yerlerine de kimse tâyin olunmadığından mühim olan bu iki mevkii boş bırakmışlardı. Yemen'de çıkan karışıklıklar sebeb gösterilerek, Trablusgarb ve Bingazi'deki birlikler o tarafa sevk olundular. Böylece çok geniş olan Trablusgarb ve Bingazi toprak mesahası iki-üç bin civarındaki askerimizin kontrolüne bırakıldı ki yapılacak hatalardan değildir. Üstüne tüyü de şöyle diktiler: savaşın kaçınılmaz icabatından olan top, tüfenk vede cephane birer bahane ile geriye aldırıldı. En önemli yanlışlarından biri de, Sultan Hamid-i sânı döneminde, onbeş-yirmibin kişiye varan silahlı kuvvet bulundurmaya önem verilirken üstüne üstlük, bu kuvvetlere yardımcı olmak üzere tanzim olunmuş Kuloğlu ocaklarını da dağıtmak garabetini gösterdiler.
Trablusgarp kuvvetlerimiz arasında yer alan 37. ve 38. Süvari alaylarından birini de aldılar. Geride bıraktıkları süvari alayının asker sayısı zikre değer bir rakam olmakdan çıkarılmıştı. Kuloğlu yerel asker topluluğunun silahlandırılmasının kuruluşu esnasında gönderilen kırk-elli bini aşan martini ve şnayder tüfenklerini de yeni sisteme uydurmak için, Derâii-ye'ye getirttiler ve yerine de silâh göndermediler! Trablusgarb'ın ve diğer yerlerindeki tamire muhtaç olan istihkâmlarını onarmak ve toplarını da tamamlamak İçin dahi gayret göstermeyip bilhassa ihmal ettiler!
İnkılabın herhen başlarında Trablusgarb ahalisinin gerçekleşmesini arzu ve.taleb ettikleri asker alma muamelesini bile yapmadılan Bunu yapmamakla 15-20bin kişilik askeri kaybetmiş oldular. Velhasıl; nizami kuvvetlerden ve her çeşit savunma mekanizmasından tecrid edilmiş, bu geniş topraklar, düşmanın (İtalyanların) tasallut ve hücumuna mâruz bir hâle getirilmiş bulunduğundan, İtalyanların iştah dolu ihtirasına râm olmağa mah kûm edildi. Sadrıazam İbrahim Hakkı Paşa ve kabinesi; Osmanlı devletinin Afrika kıtasında mâlik olduğu yegâne topraklar olan Trablusgarbla, Bingazİ'yi, bu davranışlarla her türlü savunma imkânından aciz; askersiz, topsuz, tüfenksiz, vâlisiz, kumandansız, zahiresiz ve parasız bırakarak daha önceden şartlan kararlaştırılmış hususları yerine getirerek, üzerine düşeni yerine getirmiştir.
Bittabi bundan haberdar olan italya hükümeti, ordusu nu ve donanmasını hazırlamış hâttâ hiçbir şey yokmuş gibi Babıâli 'ye mültefit ve dosta ne görüntüler vermekteydi. Basın dünyamızda bazı kalemler, yazılarında Trablusgarb'ın savunmasında gördükleri ihmali, düşmanın iştiham kabartır anlayışını ileri sürmüş hükümetin bu zafiyeti ortadan kaldırması, makaleler vasıtasıyla tavsiyeler olunmuşsa da babıâlî tarafından malum olan bu harekâtdan dolayı, bir tedbire müracaat olunmamıştır.
Hakkı Paşa ve kabinesi; serinkanlılıkla, cereyan eden vaziyeti seyrediyor gazetelerin yazdıklarına ise hiç ehemmiyet vermiyorlardı. Hakkı Paşa kabinesi; rehavet ve sersemliğinde devamda olsun, hazırlıklarını tamamlamış bulunan ve askerini gemilere bindiren, donanmasını da Akdeniz'de dolaştırmaya başlatan İtalya devleti, İstanbul'daki büyükelçilerine aniden 23/eylül/1911 tarihiyle babıâlî'ye verdirdiği bir yazılı teskerede: "Şu sırada Trablusgarb'da İtalyanlar aleyhinde tahrikat mevcud" olduğu iddiasını öne sürerek: "Oraya mühimmat ve asker dolu vapurların sevkı, galeyanı taassuba mu-cîb olacağı ve bu da, oradaki İtalyan tebaasını tehlikeye düşüreceğinden, böyle şeylerden sarf-ı nazar edilmesini" anlatarak işe başladığını imâ ediyor. Bundan altı gün sonra da, verdiği ültimatomla "Trablusgarb'ın Türkiye tarafından se-nelerdenberİ imâr edilemediğinden ve İtalya'nın oraya nüfuz ve hululüne karşı çıkıldığından" bahisle "İtalya hükümetince medeniyetin vazifeli kılıp ümranseverliği ifa etmek üzere bahse konu toprakların, derhal Osmanlı askerlerinin tahliyesi ve yirmidört saat zarfında kat'i cevap verilmesi lüzumu" bildirilmesi üzerine, görünüş de babıâlî de bir telâş sergilenerek Hakkı Paşa; o gece meclis-i vükelâyı gece yarılarına kadar saray-ı hümayunda toplatmış: "gayet mülayimâne ve zillet içinde" daha doğrusu "her istediğinize amadeyiz, söyleyin pazarlığa girişelim" tarzında bir nota hazırlayarak vermişlerse de, bu notanın tebliğ müddeti olan yirmidört saat son bulmadan birkaç saat evvel İtalyan elçiliğince verilen 29/eylül/1911 tarihli nota ile İtalya hükümeti devlet-i âliyei Osmaniye, ilân-ı harp eyledi.
Ne Zelil Emir!
İtalyanların, Trablusgarb'm tahliyesiyle kendisine teslimini 24 saat içerisinde cevap verilmesi lüzumuna dâir verdiği notaya karşılık babıâlî'den, Trablusgarb'a çekilen telgrafnâme ile: "Şayed; İtalyanlar tecavüz ederse, düşmana bir bahane verilmemiş olmak üzere mukabele edilmiyerek şehrin muvakkaten tahliyesi" emrolunmuştu.
Garibdir ki; o sırada Hakkı Paşa ve kabinesinin bu husus-da gösterdiği rahat davranış ve yavaşlık, memlekete ihanet ve hiyanetten değildir. Belki daha önce Roma'da bulunan ve İtalya'nın politik durumlarına vukufu olan sadrazamın, namlı diplomatlardan bulunduğu için bu mühim meseleyi de "poker oyunu masasında" gayet muslihane ve mülayimâne, bir çâre-i hâl ve tesvîye'ye bağlayacaklardır. İtalya'nın Trablus-garb ve Bingazi'ye çıkardığı askerini, geldiği gibi geri döndürmeğe muvaffak olur. Bu bakımdan telâşa düşecek husus yokdur. şeklindeki boş sözlerle meşgul olan, cemiyet-i ittiha-diyenin ve Hakkı Paşa'nın bendegân ve meddahları olduğu bile maalesef görülmüşdü.
Kabine ve ittihad ve Terakki cemiyeti bu meseleyi benzerleri gibi geçiştirmek istemişse de, günden güne artan heyecan ve galeyanın önünün kolay kolay alınamayacağı his-solununca, şarlatanhklarıyla gözleri boyamağa kıyam etmiş olan cemiyeti ittihadiye: "İtalyanlar ebedi düşmanımızdır" başlıklı yazıları gazetelerine koydurarak, kahraman ve fedailerini birer birer Trablusgarb topraklarına göndermeğe başlamıştı.
Böylece kasalarını doldurmak çâresini aramışlardı. Buna bağlı olarak, millete karşı koruyucu ve sadakat dolu hislerini teşhir ederek gerek cemiyetlerinin gerekse kendilerinin hislen ne kadar birbirine bağlı olduğunu göstereceklerdi ve un devamını sağlamak Hakkı Paşayı feda etmekten geçiyordu Bunun çâresini de tatildeki meclisi bir ay önce açarak kabineyi düşürerek buldular. Artık galeyan ve heyecanlara bir son vermek ve efkâr-ı umumiye nin kendileri aleyhine dönmemesi için de, heyecanların teskinine çalışmağa, cemiyet karar verdi.
Meclis-i mebusanı, zamanından bir ay evvel açmanın sebebi aşağıda kendisini gösterecekdir. Meclisin bir ay evvel açılması esnasında İttihad ve Terakki fırkası Hakkı Paşa kabinesi hakkında aleyhde bulunan bir sürü mebusları da olduğunu sergiledi ve kabineyi sükûta getiren reylerde, İttihadçı ların da bir hayli oyu bulunuyordu. Böylece de meclisde kopan gürültüler arasında Hakkı Paşa kabinesi yuvarlanırken adi ü ihsanıda sükûta erdi. Yuvarlanıp giden; Hakkı Paşa kabinesinin yerini alacak hükümet ve onu teşkil edecek sadrazamın milletçe tanınan, siyasi işlere vukufu olan zâtın vasıflarından millet çe ümidvar olunacak ve de bir müddet daha oyalanmak suretiyle, zaman kazanılması düşünüldüğünden, "Bukalemun" gibi renkden renge giren cebanet ve melaneti, sahtekârlı ğı ve şeytaneti sayesinde görünmeyen, Sultan 2. Abdülhamid hân'ın döneminde de sekiz defa sadarete gelmiş bulunan eski sadrazamlardan, Said Paşa hz.lerine verilmesi kararlaştırılmıştı. Bu teklifi güler yüzle karşılayan Said Paşa dokuzuncu sadaretine oturmuştur.
Makam-ı sadarete yerleşen Said Paşa, Trablusgarb mebuslarının vermiş olduğu takrirde, İtalyanların ele geçirdiği Trabiusgarb ve Bingazi'nin kaybında ihmalleri ve ihanetleri görülen vükelanın, mahkemeye sevkı tâleb edilirken yeni sadrazam bu kabinenin bir çok ismini, hâttâ takrirde adı geçen bazı zevatı dahi kabinesine yerleştirmişti bile!
Said Paşa kurmuş olduğu böyle bir kabineyle mebusanın huzurunda arz-i endam ettiğin de itimat oyunun redde döneceği alametleride görüldü. Çeşitli oturumlar yapıldı. Bu oturumlar hayli heyecanlı geçdi. Nihayet Said Paşa meclis-den hafi yâni gizli celse talebini ileri sürdü. Gizli celse kabul görüp açılınca, Said Paşa burada kabinenin büyücek bölümü kısa zaman zarfında değiştirilecekdir, izahatıyla aleyhinde gösterilen cereyana ve heyecana son vermeye muvaffak oldu. Said Paşa ve onunla çalışan şeriki, malum cemiyet, bu meselede dahi rol yapmakdan geri kalmayıp, yalnız- kabine azasının değişmesi vaadi yla kabineye itimat edilemeyeceğini bildiklerinden her meselede olduğu gibi bunda da muhalifleri Kâmil Paşa dahi beraber olduğu halde, yeni bir fırka yapıyorlar ve bu Trablusgarb meselesini ileri sürerek ülkede ta-rafdarlarının sayısını arttırıyorlar.
Eğer siz; bu kabineye itimad etmez ve kabine kurulamaz-sa memleket de bir isyan çıkması kötü olur. Bunun önünü almak ve hükümeti muhalifler elinde görmemek için bu kabineye itimat ediniz tarzında bir takım çamur sıçratarak mebusları Said Paşa kabinesine oy vermeğe ikna ettiler. Ne var-ki; benim istiklâliyetim var diye böbürlenen Said Paşa, çoğunluk partisi denilen, İttihad ve Terakki partisinin karşısında, kendi kendine bana kimse müdehale edemez! derken bu partinin ve âzalarının istediğini yerine getirdikten başka Talat'larla, Cavid'lerle, Mahmud Şevketlerin elinde kötü bir âlet olmakdan gayri hiç bir istiklâliyet gösterememişti.
Padişah Sultan Reşad müdhiş bir sabır içinde ülke üzerinde olanları seyrediyor. Enver Bey'in yarbaylıktan bir hamlede Paşalık rütbesine ermesini memnun oldum, mahzuz oî-dum sözleriyle geçiştiriyor. Ülkede kendisinden habersiz hiç kimsenin albay rütbesinden üst bir rütbeyi veremeyeceğini bildiği halde, Enver Paşa'ya Dâmad, seni kim Paşalığa irtika ettirdi? Bu rütbeyi benden başka kimse veremez bu nasıl oldu? Şeklinde bile bir soru tefhim edememesi işin rengini belli ediyordu. Adı belli olmayan bir şâir Sultan Reşad'in acziyeti-ni su şiiriyle ortaya koyduğunu görüyoruz:
"haberim yokdu olup bitmiş olan,işlerden
Mesneviler okuyordum, oturup ezberden
Bir de bakdım ki haber geldi bizim Enver'den
Savlet etmişdi Çanakkalay'a bahr-û berden
Ehl-i İslâm'ın ikî hasm-ı kavîsî birden"
Otuz İki Ay Nasıl Geçti
27/Nisan/1909'da Osmanlı tahtına oturan Sultan Reşad, tam bir tonton olup, ilerleyen yaşının gereği vak'aları geriden ve dur bakalî ne olacak anlayışıyla takip etmekteydi. Dönemin de, şu olaylar biribirini takip etti: Arnavutluk, Havran ve Yemende kıyam olmuş buna iç isyanlar denmiştir. Onlarla uğraşılırken, yukarıda tarz ve şekline uzun uzun temasa imkan bulduğumuz, Trablusgarb ve Bingazi hadisesi tevali- eyledi. Bunların akabinde de Balkan savaşlarının zuhuru görüldü. Osmanlı'yı bitirme noktasına gelen cihan harbi sökün ettiğinde de, Sultan Reşad tahtında oturuyordu. Bu arada da 19/Ocak/1911'de, Sultan Aziz'in yaptırdığı Çırağan sarayı, Ahmed Rıza Bey'in arsızlığımla bir emrivaki ile me busan meclisi olarak tahsis olunmuş yukarıda belirtilen târihde yandı. Bu şimdiki Çırağan oteli dediğimiz yerde idi ve de BJK (Beşiktaş Jimnastik Klübü) büyük bir kısmını, Şeref Stadı olarak kırk seneden fazla kullanmıştır. Çırağan'ın yanmasından evvel 4/Ocak/191 l'de de büyük bâbıâlî yangını dahiliye nezaretini, şura-yı devleti sadaret dâirelerini kül edip geçti. Sultan Abdülhamid Hân döneminde devlet adamlarının ve ahalinin verdiği jurnaller, herkesin foyası meydana çıkıyor diyen Enver Paşanın emriyle teşkil edilen Yıldız evrakı tasnif komisyonundan alınıp yakılması gerçekleştirildi.
Arnavutluğun bir bölümünde ırkçı ve müstakil bir Arnavutluk devleti kurmak isteyenlerin çıkardıkları huzursuzluk isyana dönüştü. Silahlarını isteyen hükümete silah teslim edilemez diyenlerde bu başkaldırıya iştirak ettiler. Mahmud Şevket Paşa bu işi ted'ibe memur edildiğinde emrine verilen kuvvetin sekseniki taburdan meydana geldiği görüldü Koso-va, İşkodra ve Yanya pek sıkıntılı ve huzursuz bir zaman dilimi geçirdi. 5/Haziran/ 1911'de Sultan Reşad'da islamların halifesi sıfatını da üzerinde taşıdığını belirten bir Rumeli seyahatiyle kıyama son vermeye muvaffak oldu. Meşhed'de toplananlarla birlik de kıldığı bir Cuma Namazı ortalığı sütliman olmaya yetiverdi. Bilindiği gibi Meşhed, Hüdavendigâr 1. Murad'ın şehid edildiği ve içorganlarının defnolunduğu yerdir. Arnavutlar, isyan bayrağı açanlar onlar değilmiş gibi padişahı görmek için birbirlerini çiğniyorlardı.
Böyle hilafete bağlı Arnavut kavminin küstürülmesi, Balkanlardaki tabii müttefikimizi kaybetme mânasına gelirdi ki, Sultan Reşad; Mahmud Şevket Paşa'nın 82 taburla temin edemediği asayişi bîr namaz ile halletmişti. Padişahın bu seyahati üç hafta sürmüş, 26 haziranda İstanbul'a avdet edilmişti. Selânik'e de uğrayan Sultan Reşad'ın mahlû Hakanı yâni Sultan Abdülhamid Hânı ziyaret ettiğini bilemiyoruz, fakat kuvvetle muhtemeldirki yanına hatırını istifsar için birilerini göndermiştir.
Osmanlı-İtalya Harbi
Avrupa devletlerinin sömürgeci olanları arasına en geç iştirak eden iki hükümetten biri Almanlar'sada, diğeri de İtalya olduğu târihen sabittir. Trablusgarb, 1 milyon 100 bin ki-lometro kare araziye sahipti. Nüfus ise; 900 bin kişiyi teşkil eden Arablardı. Bingazi ise, 700 bin kilometrekare olup, nüfus sayısı 330 bin civarındaydı. Bu Trablusgarb şehrinden bin kilometro mesafede olan Murzuk'da Senusî tarikatının bütün müslüman Afrika'da sözleri ahali indinde pek makbul sayılırdı. Trablusgarb valiliği yapmakta olan Müşir İbrahim Paşa aynı zamanda askerinde kumandanı idi. Ne varki; Abdülhamid Hân'ın dönemi idarecilerini tasfiyeye başlayan, ittihatçılar, bu paşayı azletmişler ve yerine de bir tâyin yapmamışlar, burası hem kumandansız hem de vâlisiz kalmıştı.
Târih; 23/Eylül/191 l'de, sadrıazam İbrahim Hakkı Pasa, ülkemizdeki Jandarma kuvvetlerini yeniden tanzim için vazifeli Robilan Paşanın davetinde bulunmaktaydı. Bu davet esnasında briç oynamakta bulunan sadrıazama bir zarf getirilir. Paşa; briçe devam eder. Madam Robilan; sadrıazamı ikaz eder ve bunun üzerine sadrıazam zarfı açtığından bir nota olduğunu görür. Notaya verilen ifadede 24 saat içinde cevap verilmesidir. Fakat sadrıazam zarfı açtığında zaman dolmuştu. Bu bakımdan nota'ya cevap verilmediğinden İtalya 29/Ey-lül/1911 'de bize harp ilân etmiştir. İbrahim Hakkı Paşa'nın; başıma gelen bu hâl meşrutiyetten önce olsaydı, hiç bir güç, kellemi omuzlarımdan düşürülmeyi önleye- mezdi dediği rivayeti pek kuvvetlidir. Böylece Sultan Reşad döneminin ittihatçıların bizim sadrıazamımız diyecebilecekleri İbrahim Hakkı Paşa kabinesi bu vak'a münasebetiyle yuvarlanıp gitmeye başladı ve bunun yerine tecrübesi, başarılarından çok çok fazla bir eski sadrıazam yâni Sultan Hamid dönemi sadnazamı üzerinde ittifak edildi.
Mehmed Said Paşa'nın Sadareti
İhtiyar ve uzun yıllar siyasi hayatta bulunan Said Paşa bu dokuzuncu sadaretine yukarıda izah ettiğimiz zorluklarla başladı. İtimat oyu için şimdiki tabirle hükümet programını okumak üzere meclis-i mebusan önüne geldi. Bilahire lâzım gelen itimadı taleb etti. Programında özetle şunları ifade etmekteydi:
Heyet-i vükelâya düşen zor vazifelerden hepiniz haberdarsınız. Vatana bağlılık esas bulunduğundan hükümet olmaktan kaçınmamak lâzım geldiği bilinmektedir. Heyeti mebusâna İtimad buyrulmasi istendi ve mebusan bu talebe evet diyerek güven oyu vermiş oldu.
Mebusan meclisinin bu güven oyu vermesinde esas se-beb, gerek Said Paşanın gerekse ittihatçıların, amansız, muhalifi olan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşanın eline devlet gemisi geçmesin olduğunu, erbabı bilmekteydi. Kabine meclisden alman güven oyu ile asliyyet kazanınca babıâlî de sadrazamın odasının, sadaret kaleminin ışıkları sabahın erken saatlerine kadar yanmaya başlamıştı.
Yaşlı başvekilde; herkes uykudayken mesâiye de-vam etmekteydi de; kimileri buna, dostlar alış verişte görsün, demekteydi. Halbuki bu geç vakitlere kadar süren mesai cemiyetin reislerinin müşavere adı altında arzu ve isteklerini tartışa tartışa tecrübeli bilinen sadrazama yutturma ve fiiliyata koymaya ikna seansları dense, isabetli ifadelerdendir.
İtalyanların Trablüsgarb Ve Bingazi'yi İlhakı
Kabine daha ongunluk olmamışken; İtalya hükümeti Trab-lusaarb ve Bingazi'nin kesin olarak ve tamamen İtalya kraliyet topraklan sayıldığını 23/ekim/1327/1911 tarihli kraliyet emirnâmesiyle bildirmişti. Bu beyanname karşısında İtalya'nın bahse konu yerleri kendi eline almasına da kızan hükümet açıkça müdafaa ve muhafaza edemediği topraklar üzerinde İtalyanlara burayı, güya yâr etmemek gayesiyle mücadele meydanına atılarak bir gizli gerilla savaşını başlattı. Bir çok kişiyi bu kapalı savaşda kullandı. Bu arada da milletin hazinesini, milyonlarca altununu istedikleri gibi sarfedi-yorlardı. Yine binler ce bölge evlâdı ve Osmanlı yiğidini bu masrafları rahatça yapabilmek için, şehadet şerbeti içmelerine sebeb olmaktaydılar.
Bize Trablus'un lüzumu yoktur, diyen haşarata bizde; şimdi sual ederiz: "Acaba ne için bu kadar evlâd-i vatanın kanını ve milletin milyonlarca lirasını harcadılar?
İtilaf Ve Hürriyet Fırkası'nın Kuruluşu
İttihad ve Terakki cemiyeti reislerinin Trabiusgarb meselesinde ve daha sonra beliren diğer hususlarda çevirmiş oldukları fesat dolablarından haberdar olan muhalif mebuslardan ve bizatihi ittihadcılann kurucu ve reislerinden olan bazıları vicdan ve namuslarının kabul etmediği böyle bir çirkinliği, daha sonra çıkması muhtemel pek kötü vak'alann önüne bir engel, bir set olarak dikilmek lâzım geldiği idraki içinde birleştiler ve yine eski İttihatçılardan Miralay Sadık beyefendi başkanlığında "İtilâf ve Hürriyet Fırkası"nı kurdular. Böylece de; cemiyet kelimesi denince artık sadece ittihad ve terakki cemiyetinin gelmeyeceği, İtilafçıların cemiyeti denilebileceği vasat da sağlanmış oldu.
Bu itilaf kelimenin lügat mânasını verelim: Anlaşmak. Görüşmek, uyuşmak. Muvafakat. Cem olmak, birikmektir. Bir de lâtin hurufatında farkına pek dikkatli yazıldığında mânasının başka olduğu fark edilmesi muhtemel İ'tilaf kelimesi vardır, ki bu kelimenin mânası ise: yem yeme olup, Osmanlıca harfler ile yazılışı; elif, ayın, te, lâmelif ve fe harfleriyledir. Cemiyetler önceleri birinci mânaya uygun olarak faaliyet serdederler sonuna doğruda ikinci mânaya doğru kürek çekmeye başlarlar. İtİlâfçılar'in çok geçmeden İkinci mânaya gelen kelime yazılışına, uygun hâle geldiklerini de hatırlatalım ve İttihatçıları bu memleketin kötü kaderinde yalnız bırakmadılar diyerek bu şerhî koymakdan kendimizi men edemedik. Tabii ki; böyle bir fırka teşekkülü Ittihadçıların İştahını kaçırıp rahatını bozdu. Yeni fırka, birleştirici unsurları daha bir harekete geçirme düşüncesini ortaya koy duğunda muhalefetin yol gösterici vasfından bir numune göstermiş olması da iyi karşılanarak iktidara alternatif oldu. Bilhassa bunların, mebuslar meclisinde yer almış "Ahali" ve "Mutedil Hürrİyet-perveran" fırkalanyla, Arnavud, Rum, Bulgar mebuslarını da bir araya toparlaması, yetmiş kişiye yaklaşan bir muhalefet oluşturmayı başarmasına sebeb oldu.
Tabii ki böyle muhalif bir rüzgâr estirmeğe muvvafak olan fırkaya, ülkenin bir çok yerinden tebrikler yağarken, her yerde şubeler açılma ve bunları yapmayı üzerine alacak heyetlerin selahiyet talebleri sel gibi akmaya başladı. Bunun diğer bir mânası her halde İttihad-ü Terakki cemiyetinin icraattaki bölücülüğü idi.! îttihadçılar, böyle bir güce sahip ve her an bu gücün ülke çapında inkişaf ettiğini haber aldıklarından, ortalığı kana boyayarak, cinayetlerle, tehdit ve ihtilaflar ile kaldıramayacağını bilecek kadar da akıllı idiler. Bu akıllarını ise, sadrıazam Mehmed Said Paşanın başında olduğu; hükümeti meclisin kapanması istikametinde iknaa muvaffak olmakda kullandılar. Böylece iktidar partisi ve hükümetin, mebusani kapatma talebini beraberce yürütmeğe çalıştıkları görüldü. Kabine bu mebusanı kapama yoluna gitmede bir sebeb bulmak İcâb ettiğini düşündü ve de bulmakda gecikmedi.
Karesî mebusu Abdülaziz Mecdi (Tolun) efendinin başkanlığında kendini gösteren "Hizb-i CedîcT'in yâni Yeni fırkanın on maddesinden biri olan: "meclisi fesh hakkının padişaha verilmesi ve tevâzün-u kuvvaiye riayet(den klik kuvvetine) riayet olunması" meselesini meydana koydu. İttihadçjlann, hükümetin getirdiği bu çâreye, gönülden sarıldığı görüldü. Böylece 35. maddenin tadili talebiyle ve işin aciliyeti ileri sürülerek, mebusana icab eden layihayı verdiler ve encümene havale ettirdiler.
Bu encümenin reisi Menteşe mebusu ve Hakkı Paşa kabinesinin dahiliye nâzın olan Halil (Menteş) bey idi. Mazbata yazanda evvelce serbest bir anayasaya tarafdarânı olan Bağ-dad mebusu Babanzâde İsmail Hakkı bey idi. Said Paşa kabinesi; bu maddenin değiştirilmesiyle padişahın hukukunun genişletilmesini, böylece hükümet ile mebusan arasında kuvvet dengesinin temini için taieb etmişdi. Bunu üzülerek ifade edelim ki hiç bir hakkı hükümranisini ifa edemeyen Sultan Reşad'ın hakkını, iade bakımından değilde, maddeyi istedikleri zaman lehlerine kullanmak için işlerine geldiğinde, padişaha meclisi kapattırmak imkânı vermek için teşebbüs ediyorlar ve ellerine aldıkları aletle kötü emellere hizmet edeceklerdi.
Bahse konu 35. maddenin birden bire meydan da gündem belirlemesi ve de meclisin kapanmasını hatıra getirebildiğinden, İtilaf ve Hürriyet fırkasıyla, muhalif mebusları düşünmeye mecbur kıldı. Encümenden mebusan meclisine gelinceye kadar geçecek zamanıda doldurmak ve muhalifleri oyalamak için ittihadçılar görüşmeler yapma teklifinde bulundular. Bağımsız mebusların arabulucuğuyla her iki fırka yâni itti-hadçılar ve itilafçılar müzakereye girişdiler. Muhaliflerin taleb anlaşmak istedikleri maddelerden öncelikli olanları şunlardı; Kabinenin ekseriyet ve muhalif fırka mensublarından kurulması (bugün kü koalisyon anlayışı), yahud tarafsız şahıslarca teşkili, örfi idarenin kaldırılması, memurların partilere dâhil olmamaları, 35.madde değişikliğinin tehir olunması, Kâmil Paşanın sadarete getirilmesi gibi hususlardır.
Bu müzakerelerin dediğimiz gibi vakit kazanmak ve oyalama için düzenleyen İttihadçılar tabiiki anlaşmaya yanaşmayacaklardı ve işler sürüncemeye kalmıştı. Bir de İtilafçıların Kâmil Paşayı ileri sürmeleri başka başka hesaplara yarar hâle gelmişdi. Bu arada da, 35.madde encümenden meclise gelmişti. Meclisin görüşme alanına inen 35. madde sayesinde İttihatçılar anlaşmayı samimi olarak hiçbir zaman arzu etmedikleri itilafçıların yüzüne karşı isteklerinin meclisin feshi olduğunu söylemiş olmaları görüldü. Hâl böylece İttihatçıların muhalifi mebusların, meclisin madde ile alakalı görüşme oturumlarına katılmama kararı alıp tatbik etmelerine kadar gitti.
Bu tatbikat meclisde İnsidad-ı müzakere yâni müzakerelerin tıkanmasını sağladı. Değil kanun değişikliği için lâzım olan üç de bir ekseriyet, ekseriyet-i adiye dahi meydana gelmediğinden kabine ile mebuslar arasında ihtilaf çıkmıştır. Çünkü hükümet meclisi çalıştıran güçdür ve bahse konu teklif de hükümet tasarısı olarak meclîs müzakereleri safhasına indiğinden arkasında itimat oyu olan hükümet arzusunu yerine getirebilmeliydi! Fakat bu kuvvetde görülmüyordu. Yoksa İttihatçılarda meclisi bir başka şekilde mi kapatmak istemekteydiler!?
Bu sırada meclisi mebusanda muhalif ve muvafık mebuslar öyle şiddetli ihtilaflara düşmüşlerdi ki artık birbirlerini hakaretlerle tahrik etmektelerdi. ülkenin Trablusgarb gibi önemli bir yöresinin kaybı ve nice elem verici gaileleri varken hariç ve dâhilde dağdağalı işlerin tepemizden duman çıkardığı bir dönemde ellerinden hükümeti bırakmayarak, kötü idareleri sebebiyle daha büyük tehlikelere doğru ülkeyi sürükleme ve büyük meseleler çıkarmak, mebusanı fesh etmeye kalkışmak, kanunları canlarının istediği gibi tatbik etmeye kalkışmaları asla doğru olamazdı.
Zâten şahsî menfaatlerinden başka bir arzu ve düşünce taşımayan İttihad ü Terakki cemiyeti reis ve mensuplarından başka ne beklenebilirdi? Meclisin ilk dördüncü devresinin toplanışının sonuna bir kaç ay kalmışdı. Muhalifleri ile güzelce anlaşarak öyle nâzik bir zamanda kavga çıkarmakdan kaçınmak, hükümeti daha güçlü ve muktedir ellere terk etmek iyi niyet taşıyanlar indinde de övülmeğe değer olduğu halde, millet ve memleketi sevdiğini ilândan geri kalmıyan İttihad ü Terakki cemiyeti neden bunları düşünerek ülkenin selâmetini gözetmedi?
Herneyse; Said Paşa hz.leri Anayasanın değiştirilmiş 35. maddesine göre <ihtilaf> sayılamayan kanunda yazılı müzakere ve tevâlii ihtilaf yok idi insidad-ı müzakereyi ihtilaf addedib istifasını verdi. Şimdi başka bir bakanlar kurulu teşkil olunup meclise gelmesi devam etmek de olan bu üzücü ahvalin sonunun temini hususunda herkes de bir ümîd uyanmıştı. Anayasanın 35. Maddesinin; "yeni gelen bakanlar kurulunun, eski bakanlar kurulunun fikir ve talebinde, ısrar ederse ve meclis-i mebusan bunu kabul etmezse o vaziyette meclis-i mebusanın ayan meclisinin uygun görmesiyle padişah tarafından fesh" olunacağı gösterildiğine göre Said Paşa kabinesinin yerine gelecek heyet-i vükelâ, eski hükümet olması düşünülemezdi aksi halde Anayasanın icâb ettirdiği, heyet-i vükelâyı değiştirmenin ne faidesi kalırdı.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız kanun gayet net olarak meydandayken, ne olursa olsun, meclis-i mebusani.kapatmayı kafalarına yerleştirmiş İttihad ü Terakki cemiyeti, istifa etmiş bulunan Said Paşayı yine kabinenin kuruluşuna vaziyet etmesini sağladılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder