General Harıngton'ün Dönekliği
Malta sürgünleri ile alakalı olarak Ankara temsilcisi Bekir Sami bey ve Vansittar arasında varılan anlaşmanın imzasından sonra 23/mart/1921'de Yunan askeri birliklerinin Bursa ve Clşak hattında bir hayli kalabalık vede cesametli bir saldırı harekâtı başlamıştı. Kalleş İngilizler bu saldırıdan başta işgal kuvvetleri komutanı general Harrington olduğu halde pek büyük ümidlere kapıldılar. Harington telgrafhaneye emir verdi: Londra'ya maruzdur. Hiçbir Türk sürgünü serbest bırakılmasın! Aslında general İngiliz esirlerinin kurtarılmasını bu serbest birakışda görmekte olduğundan sürgünlerin serbest bırakılmasının taraftarıydı. Ne var ki, alayişli Yunan huruç harekâtı bu tecrübeli askeri de ümide sevk etmiş, Sevr'i, Yunan zaferi ve tutsakların elde olması sayesinde kabul ettirmek daha da mümkün hâle getirir fikriyatı yukardaki telgrafı çekmeye taşımıştı. Bu telgrafda Mustafa Kemâl Paşanın imzalanan anlaşmayı kabul etmeyeceğine dâir olan tahminini de belirtmişti. Bir bakıma imzalanan antlaşma Ankara'nın talimatını aşan bir hariciyecinin tasarrufu idi. Ama Öte yandan da imzalanan antlaşmaya göre İngilizler Osmanlı esirlerini bırakacak ve ardından Anadolu'daki İngiliz esirleri bırakılacaktı. İki haf ta evvel önce imzalanan antlaşmada oyunbozanlık yapan İngilizlere kalleş denmezde ne denebilirdi? İkİn-. ci İnönü zaferi gerçekleştiğinde general Harington ve Sir Rumbold telâşa kapılıp Londra'ya 40 sürgünün hemen serbest bırakılmasını âmir telgrafı çekmişlerdi. Mart'ın son haftasında sürgünler için başiıyan yazışmalar, 30/mayis/1921de bitirilecek şekilde devam ettirilmişti. Yâni; mayısın sonuncu günü tahliyeleri tamamlamak kararlaştırılmıştı.
29/nisan/1921 de Malta'dan sadece dört kişinin çıkarılmasına sıra geldi. Bunlar masraflarını kendilerinin çekeceği kimselerdi. İbrahim Saib bey, Said Halim ve Abbas Hilmi Paşalarla, Hüseyin Cahid Yalçın bey'in yanında olan iki çocuğu hanımı ve teyzesi olduğu halde İtalya'ya yola çıktılar. Zâten bunların içinde kurtuluş harekâtına İştirak edeceklerine dâir bir emarede görülmemekteydi. Başlarda verdiğimiz tafsilata uygun olarak 16 kişinin Ada'dan kaçışı gerçekleşti. Bunun üzerine geride kalan sürgünlerin sert muamelelere maruz kaldığı bir çok hatıratta yer almaktadır. Vardala Barklas kalesinden, Polverista kışlasına götürülmeleri epeyice itiş-kakışa yol açtı. Ancak geride kalan zevatın üst rütbe ve makamların sahibi olmaları kuvvet kullanımına gidilmesine müsaade etmedi. Ahmed Emin Yalman hatıratında son vak'a için için şu sonlamayı yazmış: "Tahkikattan sonra Alay komutanı herkeşten ayrı ayrı Özür diledi, kamp kumandamda bu harekete katıldı. Fakat arkadaşlar bununla yetinmediler. Kabahatlıla-nn cezalandırılmasını istediler. Mesele böylece kapandı." Ahmed Emin bey; Malta'da olan biteni, Ankara'ya duyurabilmek gayesiyle Pâris'de Dr. Nİhad Reşad Belger'e, Roma'da bulunan İsmail Canbolat bey'e birer mektup postalamış! Malta Sürgünleri listemiz tam bir grosa insanı yâni 144 kişi, diğer bir deyimle oniki düzine insan mağdur ve mazlum olarak Akdeniz'in bu adasında vatan hasreti, yakınlarının onları merak etmesi ile dolu günler geçirmişlerdir. Bu üzücü olayları bir gülümseme ile bitirebilmek için, Kanal harekâtında Arabistan'da çarpışan askerlerimiz arasında bulunan daha sonrada Ürfa mebusu olan, Şeyh Saffet Efendi'nin bir vak'asını anlatayım: "Savaşın bir yerinde birliğimizle teslim olmak mecburiyetinde kalmıştık. Bizi bir kasabaya götürdüler. Kerpiçten yapılmış küçük küçük kulübelere soktular. İngilizlere esirdik amma muhafızlarımız onlara arka çıkan bir kısım araplardı. Bizi havalandırmaya çıkardıkları günlerin birinde az ötemde millet-i arabdan fakat bizim ordumuzda bizden yana çarpışmış ve bizimle birlikte esir düşmüş asker muzdarib, arabça feryâd ediyor, Cenâb-ı Hakk'dan istimdad ediyordu. Dayanamadım. Arabça seslendim: Yavaş bağır duyacak imdadımıza koşacak, bu namussuz İngilizler O'nu da yakalayacaklar, kurtarıcısız kalırız. Yüzüme baktı ve sustu! Kimbilir benim için ne düşündü?"
Ahmed Tevfik Paşa, Darr.ad Ferid Paşanın infisalinden sonra Sultan 6,Mehmed Vahi deddin Hân'dan gelen hattı hümayun ile son sadaretine başladı. Bu sadaretini 2 sene 14 gün sürdürebildi. Çünkü Osmanlı Devletinin saltanat döne-•mine TBMM aldığı bir kararla son vermişti.
Sultan Vahideddin Hân'ın gönderdiği Ahmed Tevfik Pa-şa'ya gönderdiği hatt-ı hümayunu, İbnül Emin bey'in değerli eseri Son Sadrazamlardan alıntılayarak sayfamızı süsleyelim:
Vezir-İ Meâü Semirim Tevfik Paşa;
Selefiniz Ferid Paşa'nin ahvali sıhhiyesinden dolayı vuku-bulan istifası kabul olunarak mesned-i sadaret, uhdei isti-halinize tefviz ve meşihat-ı islâmiyye dahi Nuri Efendi uhdesinde ibka edilmiş ve kanun-u esasinin 27.maddesi hükmüne tatbikan teşkil eylediğiniz heyet-i cedide-yi vükelânın, me'muriyetleri tasdikimize iktiran etmiştir. Cenab-ı Kâdir-i mutlak, mesai-i masrufeniz de tevfikat-ı celilei sübhaniyye-sini rehber ve mu'in buyursun. Amin. Bihürmet'üf seyyidül mürseliyn.
8/Safer/1339- 2l/ekim/cuma/l337-1931
Mehmed Vahideddin
Anadoluya Nasihat Heyetî
Daha önceleri Anadolu'daki istiklâliyet mücadelesini yapanlarla temas temin babında gönderilmiş bulunan Yüzbaşı Neşet bey avdet etmiş ve Ankara ile temasın, mümkün olduğunu beyan etmesi üzerine meclisi vükelâ şimdiki tâbirle Bakanlar Kurulu, tezekkur ettiği bir kararla dahiliye nâzın İzzet Paşa başkanlığında, harbiyenâzın Salih Paşa, ziraat ve ticaret nâzın Hüseyin Kâzım bey, Kandilli rasathane müdürü Fatin (Gökmen) Hoca, Bern elçimiz Cevad bey ve Babıâli hukuk müşaviri Münir beyler, 20/rebiül evvel 1339/3/Ara-hk/1920'de Ankara'ya gönderildi. Ancak antlaşmayı temin mümkün ol-madı. İzzet ve Salih Paşalar kabineden müstafi oldular. Ancak birbuçuk ay sonra heyet-i vükelâya yine dahil oldular.
Yıkılış
7/teşrinisâni/1338-7/kasım/1922 sadrazamlık dâiresi (bu günkü İstanbul Valilik binası) Refet Paşa'nın umumi karargâhı haline getiriliyor. Sadrazam dairesiz kaldı. Ayrıca Takim-i Vekayii yayımlanması sona erdirildi. Böylece Devlet-i Osma-ni'ye ve Babıâli münhedim (yıkılmış) ve yerine TBMM hükümeti kaim oldu.
Sultan Vahidedin Hân'ın vatan-i terk etme mecburiyetinden sonra TBMM'si saltanatı lağvettinden, padişah diye bir unsur mevcud olmadığından sadrazamların hatimesi olan Ahmed Tevfik Paşa mühr-ü hümayunu yed'inde bir hatıra, nesillerine yadigâr olarak bırakma durumunda kalmıştır.
1344/recebinin 21. gecesi- 8/ekim/1936'da senei hicriye hesabiyle Ahmed Tevfik Paşa 94 yaşında olduğu halde vefat etti. Cenaze namazı Teşvikiye Camiinde eda olunup Yahya Efendi dergâhındaki nazireye defnolundu. Daha sonra da çocukları Topkapıdaki aile mezarlıklarına naklettiler diye^bir rivayet vardır. Paşa; "Kurun-u Vusta" yâni ortaçağ adlı tarihin mütercimidir. Eser basılmıştır. Anlatılır ki: "M. Kemâl Paşa; Tevfik Paşayı Dolmabahçe sarayına davet etmiş. Tevfik Paşa: pek nazikâne gönderdiği cevabda: Sultan Vahideddin Han'dan sonra artık o saraya gitmemeğe karar aldığını, kararlarına uymayı kendine prensip olarak seçtiğini bildirir. M.Kemâl Paşa da bu vefayı anlamış olmalı ki İsrar etmez. Ahmed Tevfik (Okday) Paşa, 208. Osmanlı sadrazamıydı.
İstiklâl Savaşımız
Büyük milletimiz, bin yıldanberi, islâmiyetin ve insaniyetin hizmetinde, adalet, ahlâk ve nâmus-u din ve vatan için, kendini bu güzel hasletleri yıkmak, parçalamak isteyen emperyalistler karşısında maddi ve manevî bir mania olarak, varlığını dost ve düşmana kabul ettirmeğe muvaffak olmuş, yüce bir millettir. Bu satırları kaleme aldığımız ve içinde bulunduğumuz, 2002 yılı Ağustos ayı,milletimizi ve ülkemizi yutmak, dünya haritasından kazımak isteyen, haçlı zihniyetinin ve materyalist dünya anlayışına sahip hükümetlerin elbirliği ederek üzerimize çullananları millet ve idarecilerinin vücud birliği ederek, dalgalar hâlinde üzerimize gelen vahşet sürüsünün bu vahşi saldırısını çok daha önceden tahmin ederek, Osmanlı erkân-ı harplerinin tâyin ve tensip ettiği bir starete-jik plân dâhilinde mutasavver mukabil harekâta dâir vazife taksimini, iddihar yâni, silah, cep hane ve melbusatı muhafaza edecek mekânlar, bunların Anadolu üzerindeki dağılımı yu karıda söz konusu ettiğimiz Osmanlı erkân-ı harpleri tarafından tanzim olunmuş ve bir felâket hâlinde bunların devreye sokulması hususunda maharetlerinden istifade olunacak askerî ve mülkî ve de sivil eşhas tespit olunmuş ve yine büyük bir gizlilik dâhilin-de bu zatlara ulaşılmış, talimatlar verilmiş, programlar ise kendilerine ulaştırılmıştır. Hemen yukarıdaki global izahımız içinden, erkân-ı harplerimizin dâima ileriye dönük, gelecek ahvale göre plân yapıp, bunları sık sık gözden geçirmesi, mensubu olduğumuz mu azzez islâm din'inin ehl-i sünnet velcemaat anlayışının dört mezhebinden biri olan Hanefi'yenİn metoduna uygunluğunu da burada zikretmezsek, ilmî bir tesbiti atlamış oluruz. İttihad ü Terakkinin büyük milletimizi sokmuş olduğu 1. dünya savaşının daha ilk yılı yaşanırken yukarıda bahse konu ettiğimiz Osmanlı erkân-ı harpleri ki bunun içine sivil devlet ricali ve enteiejansi-ya hareketlerini takip ve tesbitle görevli teşkilât-! mahsusa mensupları, yukarıda ifadeye çalıştığımız bir felâket hâlinde baş vurulacak tedbirleri, tâyin ve tesbit etme işlemini gerçekleştirirken aralarında bulunan, Cumhuriyetin ilânının akabinde, müretteb İzmir Suikasd'i teşebbüsü sanıklarından ve idama mahkum olunup, hakkındaki bu karar, 1925'de infaz olunan Maarif Vekili Kocaeli mebusu Şükrü Bey ki, aynı zaman da ZAMAN Gazetesinin müessisi, yâni Zaman adını ilk olarak kullanan gazetenin kurucusudur. İşte bu zat, bahse konu erkân-ı harp planlarını yaptırtan ittihad ü Terakki kabinesi âzası olarak Pınar Yayınlannca neşredilmiş ve ilk baskısı tarafımızdan hazırlanmış daha sonra da 2. baskısı yapılmış fakat hangi sâikle olduğu bilmediğimiz, ismimizin konmadığı çalışmadaki, eserin yazarı Mevlanzâde Rıfat Bey, bu hususa işaret ederek, İttihad ü Terakkiye amansız muhalifliğine rağmen, onların bu hususda ki tedbirli davranışlarını, Maarif nâzın Şükrü Bey'in konuyla alakalı açıklamalarını zikretmesi, yine Damat Ferid Paşa'ya taşıdığı bütün menfi hislere rağmen, âti'de savunmayı yönetecek müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin teşekkülüne ve yaygın tarzda ülkemizin her tarafında faaliyete geçebilmesini sağlamak gayretine matuf olarak, maddi yardımları sadece hazine-i hümayundan değil, bizzat kendi portföyünden çıkarıp, azimsanrnayacak miktarda para yardımında bulunduğunu da ketmetmeyip yazmış olması, şâyan-ı takdir olduğunu buradan belirtmeden geçmeği büyük bir noksanlık addederim.
Yukandanberi söylemeye çalıştığımız, devlet tecrübemizin kendini gösterdiği, büyük savaşın sonrasına kendisini hazırlamış olmamız olduğudur. Bunun böyle olduğunu pek kısa olarak belirtmeğe çalıştık, şimdi elimde, günümüzden 11 sene önce basılmış, "Türk Kurtuluş Savaşı nın Kuvay-ı Milliye Dönemi 30/Ekim 1918-23/Nisanl920 Olaylar ve Öncüler" adıyla ve pek uzun isimle gerçekleştirilmiş bir çalışma var. Bu kitap Sakarya vilâyeti Özel İdaresi tarafından tab ettirilmiş. Bir mânada devlet yayını saymakda kabildir. Bu çalışmayı yapan ve bunu kitap hâline getirenlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünkü bu kitapçıklar, târihin sahifelerine göz atacak araştırmacı ve millet evlâdına gemilere; doğru istikamette gittiklerini gösteren bir pusulanın üstlendiği görev gibi târih okyanusunda yol gösteren bir klavuz vazifesini de-ruhde eder. İşte biz, bu öz fakat vefa dolu çalışmadan bazı pasajlar aktarmak suretiyle sahifemizi süslemeye çalışacağız: "30/Ekim/1914'de, 1. cihan savaşına katılmak zorunda bırakıldık. 30/Ekim/1918!de Mondros Mütarekesini imzaladık. Galipler cihan da haşmet ve kudretini hak ve adaletle kucaklaştırmış altıyüzondukuz yılla en uzun hayat süresine sahib Türk-tslâm devletini târih sahnesinden silmek kararında idiler." Görüldüğü gibi bizim mevzuya girişteki ihtisaslarımızı anlatan ifadelerimiz, Sakarya Vilayeti Özel idaresinin bastırdığı eserde sh. 4'de, Târih Aynasında başlıklı yazıdan alıntıladığımız üstteki satırların birbiriyle tetabuk etmesi, yeni tâbirle örtüşmesi, şuur hususunda aynı pencereden baktığımızın bir örneğini gösterir. Bahse konu çalışmadan alıntıya devam edelim: "Aslında: 1. cihan savaşı hasta adam teşhisini koydukları Osmanlının, zengin mirasının.taksim kavgası idi. Türk milletinin, gerçek anlamı ile müstakil devlet devri kapanıyordu. Ve akılmantık-askeıiik ilmi-mevcud şartlar, bu Kara Kaderi mühüıiüyordu. Mizam ordusu silahlarını bırakmıştı ve meşru sayılan hükümet; padişah ve halifesi ile bir karşı koymanın imkansızlığında birleşiyordu." Burada bizim dikkat çekmek istediğimiz husus, bu çalışmayı yapanların işin bu tarafında târih ve hatıratların bize duyurduğu ve Dolmabahçe sarayında yapılan, içlerinde Konyalı müfessir Meh-med Vehbi Efendi'ninde aralarında olduğu bir top- lantıda, talihsiz Padişah 6. Mehmed Vahideddin Hân'ın, toplarının namlularını sarayın üstüne tevcih etmiş düşman donanmasının insan kanını dondurucu tarzda ürperten bu manzarayı, eliyle işaret ederek söze giren padişah, ülkemiz işgal edilmiştir. Bu durumdan halas olmak gerekir. Ahali sürüdür. Bu sürüye bir çoban lâzımdır. O çoban benim. Herkes benim işaretime ve yapacaklarıma dikkat ve riayet etsin dediğin de, yukarıda adı geçen Hülasat'ül Beyan müfessiri Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, cesaret olmasına cesaret, ancak bir de-mogoji eseri olan şu cevabıyla kendine ün kazandırırken, aslında bir doğruyu gölgelendirmek fezahatini işledi. Çünkü padişahın sözünde yatan gerçek milletin idare olunması gerektiğine işarettir. Yoksa eşref-i mahlukat olan insanı mecaz dışında hangi akıl, hayvanların teşkil ettiği sürü, insan topluluklarına sürü diye nitelemeyi göze alır. Bu ifadeye bağlı kalan son padişahın, başkenti işgal edilmiş bir devletin başkanı olarak, etrafı muhat yâni çevrilmiş bulunan bir devlet reisinin, bulduğu, bulabileceği'men fezlerden bir kurtuluş ışığım, yakalamak yoluna düşeceğini anlamak kabildir, bu beyanından. Böylece; Sultan Vahideddin hükümet ricali ile, İşgalcilerle yâni galib devletlerle, nasıl ve kimleri vazifelendirerek mücadelenin yapılabileceğinin yollarını ve vazifelendireceği kimlikleri tesbit için istişarelere başladı. Bu husus için de hafızasın) bir yandan yoklamaya gayret gösterirken, öte yandan da politik yaklaşım yanında, Anadolu topraklan üstünde gerçekleştirilmesi plânlanan Büyük Ermeni projesini gerçekleştirecek çalışmalara, yazının girişinde tesbit edilen plân istikametinde, muhayyer ve mutasavver plân meydana getirenlere teşekkürlerini kendine vird-i zeban edinmişti.
Cumhuriyet Yapacaklar!
Mustafa Kemâl Paşa müddet-i ömründe uçağa binmemiştir. Halbuki; "İstikbâl Göklerdedir" vecizesi, kendilerine aittir. Bu büyük keşfin mamulatina binmemesinin hikâyesinide anlatmaya çalışalım., "Efendim; Mustafa Kemâl Paşa, eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa ile birlikte 1. Dünya savaşı esnasında Almanya'dadırlar ve bir manevraya davetlidirler. Bu manevrada dönemin uçakları da vazife almışlar, plânlanan vazifelerini manevra esnasında gerçekleştirirler. Tabiiki başta davetli ecnebi ve yerli askeri zevat olduğu halde hazır bulunanlar tarafından alkışlarla taltifata nail olurlar. Bu gösterilerden sonra meydandaki hoperlorlardan arzu eden zabitlerin havada tenezzüh (gezmek) için az sonra havalanacak tayyarelere binebilecekleri hakkında anons duyulur. Cesur ve deneyci M.Kemâl Paşa hemen bu davete icabet etmek üzere, Ali Rıza Paşadan nezaket icabı izin isteyip, binmek üzere uçaklara doğru hareketlendiğinde, Ali Rıza Paşa da genç paşanın koluna yapışır ve <bilmediğin ilaç başını, bilmediğin aş, karnını ağntır> darb-ı meselini sÖyleyiverir. Bu ikaz üzerine M.Kemâl Paşa uçağa binmekten sarfı nazar eder. Çok geçmez ki, M.Kemâl Paşanın binmek için gözüne kestirdiği uçak takla ata, ata irtifa kaybetmeğe başlar. Ve meydanın biraz uzağında ki ormandan az sonra bir alev ve yığın halinde duman yükselmeye başlar. Az sonra bildirilir ki, uçak arıza hasebiyle düşmüş ve içinden hiç kimse sağ çıkamamıştır.
İşte M.Kemâl Paşanın bir tayyare kazasında hayatının noktalanmasını eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa takdir-
ilâhi ile engellemiş oluyor. Muteriz M.Kemâl Paşa da, takdirin gereği olarak, Ali Rıza Paşa'dan gelen ikaza büyük bir hürmetle, ittika etmesi de, asla şüphe edilmemelidir ki, takdir-i tecelliyedendir. İşte bu Ali Rıza Paşa, yine İttihad ü Terakki Partisinin son kabinesini teşkil eden Talat Paşa kabinesi istifa etmiş ve başvekil Talat, Enver vede Cemal Paşalar firar ettiğinde, sadnazam atanmış bulunan Mareşal Ahmed İzzet (Furgaç) Paşa'yı ziyaret ettiğinde, M.Kemâl Paşa hakkında konuşurlarken, Bulvar Gazetesinin hazırlattığı ve başlarında değerli büyüğüm Osman Akkuşak ağabeyimizin bulunduğu kıymetli yazı kadrosunun hazırladığı ''Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisinin 1985'de yayımlanan 1. cildinin 205. sahifesinde şu ifade yer alır: ".Ali Rıza Paşa bir gün Ahmed İzzet Paşayı ziyarete gider. Sohbet esnasında Mustafa Kemal Paşa aleyhinde dedikodu yapar. Daha sonra ekler: <cumhuriyet yapacaklar,cumhuriyet!> diye bağırır. Ali Rıza Paşa Makedonya'da Osmanlı imparatorluğunun Batı Orduları başkumandanlığını yapmıştı. Koskoca Türk ordularını mahvettir-miş, kıymetli Makedonya topraklarını düşmanlara terk etmiştir. Şimdi de devletin en müşkül anında, padişahın gözüne girmeyi başarmış ve en yüksek mertebeye ulaşmıştı. Ancak, cumhuriyetin yapılacağını söylemesi takdir olunacak bir harekettir." Şeklinde bir ibare koymuşlardır. Bu ibare üzerinde ve cumhuriyet kelimesi üzerinde bir miktar durmak ge-reki yor. Şimdi; evvelâ merhum Ali Rıza Paşayı Osmanlı ordularını mahvettiren adam olarak nitelemek pek doğru bir ifade sayılmaz. Ancak Makedonya cephesinde bir başarısızlık vardır ve bunun idraki içinde olan vede çok kıymetli bir erkânıharp yâni müthiş bir kurmay subay olan Edirne istirdadının da plânlarını yapan ancak fiili komutaya kendinde atfettiği uğursuzluk hasebiyle yanaşmayan bu doğrultuda gelen teklifleri geri çevirdiği gibi yaptığı mükemmel savaş plânlarının tatbik alanına konacağı gün cepheye gidipde bir aksiliğe meydan verir vücudiyetim diye, neticeyi çadırında binbir heyecan içinde beklemek yolunu seçmiş muhterem bir Osmanlı Paşasıdır.
Cumhuriyet kelimesi üzerine gelince, Tanzimat fermanından önceleri de Osmanlı ülkesinde münevverler arasında doğrudan doğruya olmasa bile cumhuriyet üzerinde müta-lalar serdedildiği muhakkaktır. Hâttâ; 1789 Fransa ihtilâl hareketlerinin taht ve taç sahiplerini mahvetmek, idareyi ahalinin iradesine ve seçeceklerine bırakmak anlayışını hâkim kılabilmek diye niteleyen ve 3.Selim'e verilmiş lâyihaları hatırlamak yeterlidir.
Bunun yannda 2.Mahmud'un inkılap hareketleri, cumhuriyet fideleğini hazırlamak sayılsa yendir. Daha fazla gerilerde kalmaya lüzum yoktur ki, Monarşi idaresi bir nevi cumhuriyet kapısını tıklayan harekettir. 1. Meşrutiyet'in ilânı, cumhuriyetin kapısına gelme vaktinin hayli yaklaştığını gösterir. Nitekim, Şam ordusu kumandanı Arnavut Recep Paşa'nın, aniden İstanbul'a gelmesi ve padişah 2. Abdülhamid tarafından derhal Harbiye Nazırlığına irtika ettirilmesi sırasında, kimi hatıratlardan öğreniyoruz ki, Sultan Hamid, Recep Paşa acaba cumhuriyeti mi ilân edecek kayguları çekmiştir. Ne varki hikmet-i hüdâ Recep Paşa ertesi gün vefat etmiş böylece de Sultan Hamid bu kaygulardan bir müddet olsun azade kalabilmiştir.
Ali Rıza Paşanın,Ahmed İzzet Paşaya <curnhuriyet yapacaklar, cumhuriyet dîye sızlanması, cumhuriyeti istememekten değil, nan-û nimetiyle perverde oldukları devlet-i âli-yenin kurmuş olduğu mekteplerde okumuş yetişmiş, bir çok başarılara imza atmış, mazisinin herkesi hayranlıkla gıbta ettirdiği bu devletin sonu olarak görmesinden kaynaklandığını tesbit etmek zor olmaz. Bu insanlar, vefalı insanlar oldukları kadar cidden bir kahve nin kırk yıl hatırı vardır sözünün gerçek mânasını taşıdığı devirlerin insanları olmasıdır vede Şark toplumunun bilhassa müslümanlann müessesesi hilafet-t ak-desiyenin Cumhuriyet çerçevesinde nerede yer alacağını tesbit ve tâyinin yapılmasındaki çözümsüzlüğü evvelce görmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Nitekim cumhuriyetin ilânının sonrasında hilafetin ilgası karan alınır ve hilafetin şahıs lara verilemeyeceği, hilafetin selahiyetlerinin TBMM'nin, selahiyetleri içinde mündemiç olacağının ilânı ile bir gece de, hanedan üyelerinin ve başlarında halife Abdülmecid Efendi olduğu halde ülke dışına çıkarılmaları, Ali Rıza Paşa gibi nicelerinin tahminlerini gerçekleştiren işlem icra edilmiştir.
Günlerden bir gün, Sultan Vahdeddin Harbiye Nâzın Gürcü Şâkir Paşa'yı yanına çağırarak, bana paşaların listesini getir ve bu listedeki isimlerin başarıları ve başarısızlıkları da kaydedilmiş olsun, çünkü onların içinden seçeceğim paşa ile pek mühim işler yapacağız der. Bu emri telakki eden Şâkir Paşa nezarete avdet eder ve istenilen listeyi, sür'atle ikmale çalışırken mülahazat hanesine de gereken notları düşmekten de geri durmaz.
Şâkir Paşa; Sultan Vahdeddin tarafından kabul edilir ve hazırlamış olduğu listeyi hâvi dosyayı kendilerine takdim eder. Padişah derhal dosyayı tetkike başlar. Ne varki; padişah tetkikten ziyade, sanki bir şey aramaktadır. Hayli yüklü malumat ile doldurulmuş mülahazat haneleri sanki kaale alınmadan geçilmektedir. Bir müddet sonra da padişah başını kaldırır ve: "İsimlen okudum. Bunların içinde benim Almanya seyahatimde yaver o/a rak refakatimde bulunan Sarı. Paşanın adını bulamadım" Dediğinde, Harbiye Nâzın Paşa, kastedilen ismi derhatir eder ve tatlı bir tebessümle, "Efendimiz; Siz, Mustafa Kemâl Paşa Hz.lerini kastediyorsunuz sanırım! Fakat bu paşanın koltuğunun altından Fransa Ihtitâl-i Kebirinin husulünü anlatan kitap hiç düşmez. Mustafa Kemal Paşa bu kitabı çok okur. Mutasavver işi ona verdiğinizde belki memleketin kurtulması kabil olabilir, fakat sizin de, taht ve tacınız kalırmı bilemem" Cevabını verdiğinde, Sultanın ağzından şu sözler dökülür: "Paşa Paşa! Memleketin akıbeti pek ama pek mühimdir. Bizim tahtımızın, tacımızın millet encamı karşısında ne önemi olabilir?" Dediğini çok kişiden duymuşuzdur. 27/nisan/1919 günü Harbiye Nâzın Şâ-kir Paşa'nın, Mustafa Kemâl Paşayı Nezarete davet île Türklerin, Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını bildirdiği görülür. İşte, bu son paragraftaki malumat, Prof.Utkan Kocatürk tarafınca hazırlanmış ve TTK (Türk Târih Kurumu)'nca tab edilmiş kitabın 33. sahifesin-den alınmıştır. Aynı sahifede de, hemen ertesi güne yâni, 30/nisan/1919 tarihinde, Mustafa Kemâl Paşanın, 9.Ordu Kıtaatı müfettişliğine tâyininin Sultan Vahdeddin tarafından tasdik edildiğini satırlara döken Kocatürk, aynı sahifede şu ifadeye yer vermiş: "Harbiye Neza retinin, sadarete yazısı: Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebligatı emri altında bulunacak olan vilayat mülkî memurlarının icra etmelerinin tamim edilmesi" pek açık olarak geniş selahiyet ile Anadolu'ya gönderilmiş olduğunu ortaya koyar. Takvim yapraklan; 30/nİsan/1919'u gösteripde, M.Kemâl Paşanın tâyininin olduğu gün; serhad şehrimiz Kars ise, İngilizler tarafından sağdan soldan toplanarak bir araya getirilmiş Ermeni kopillerinin idaresine veriliyordu. Evet,kasap'a, kuzu teslim ediliyor idi. Demek ki İttihad ü Terakki cemiyetinin daha cihan savaşının başında görüp çâre aradığı durum gelip çatmıştı. Zâten; Padişah Vahideddin hân'da yukarıda yazdığımız tayinle işin önemine işaret etmiş oluyordu. Bu arada da heyet-i nasiha denen çeşitli vilâyetlere gidip, gerek sükûnet gerekse, yapılacakları ehline anlatan Şehzade Abdürrahim Efendi riyasetindeki 16/nisan/1919'da başlayan nasihatler hiç şüphe yok ki bir teşkilatlandırma harekâtıdır. Ve bu seyahat aynen Osmanlı devletinin kuruluşunun akabinde Sultan Veled'in Anadolu Beyliklerini bir bir dolaşıp, Osmanlı iradesine râm olmalarını hatırlatma olayını andırdığını söylersek yanlış bir istin-bat yapmış olmayız. 20/nisan/1919'da Bursa'da isbat-ı vü-cud edilmiş, oradan Balıkesir'e geçilmiş ve 25/nisan da, Manisa'ya gelinmiştir. Hemen ertesi günü Heyet-i Nâsiha İzmir'e duhûl eylemiş, Aydın ise, İzmir'den gelinen vilayetimiz olmuştur, târih 29/nisan/1919'u göstermektedir. Heyet-i Nâsiha Aydın'dan Muğla'ya geçerek vazifesini sürdürmüştür ki 30/nisan günü olmuştur buraya gelinmesi. Nihayet 18/ma-yıs/1919'da heyet-i nasiha ve şehzade Abdürrahim Efendinin dönüş târihidir ve hemen ertesi günü Mustafa Kemâl Paşa Samsun'a çıkacaktır.
Redd-I İlhak Heyet-İ Milliyesinin Beyannamesi
14/mayıs/1919'da, milletimize İzmir'de dağıtılan ve duyurulan beyannameyi sa hifemize alarak, yazımızı süslemiş oluyoruz: "Ey bedbaht Türk! V/ilson Prensipleri unvan-ı insaniyet kâranesi altında senin Hakkın gasp ve namusun yırtılıyor. Buralarda Rum'un çok olduğu ve Türklerin, Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edecekleri söylendi. Bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan'a uerildi. Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çok? Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster, Tekmil kardeşlerin Maşatlık'tadır. Oraya yüzbinleıie toplan ue kahir ekseriyetini orada bütün dünya'ya göster. Burada; zengin, fakir, âlim,ca-hil yok. Fakat Yunan hakimiyetini istemeyen büyük bir kitle olduğunu ilân ue isbat et. Bu, sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma. Hüsran ue nikbet fayda vermez. Binlerle, yüzbinleıie Maşath'ğa koş ve heyet-i milliyenin emrine itaat et. "Derken; İstiklâl harbi kahramanlarından ve TBMM. Başkanlarından M.Kâzım Özalp Paşa hatıratında o geceyi şöyle tasvir etmektedir: ".Evimizin kapısına geien, memleket gençleri heyecanlı sesleriyle hay kırıyorlardı. <uatanını seven Yahudi maşatlığına (mezarlığı) gelsin> Evde bulunan bütün kardeşlerimle beraber maşatlığa gitmek üzere ayrılırken, annemiz bizleri gitmeye teşvik ediyordu. Kadın, erkek, büyük, küçük bütün izmir halkı bir nehir gibi sokaklardan akıyor, ağlayarak, haykırarak gece karanlığın da maşatlığa koşuyordu. İstila görecek bir şehrin matemi ile karışan kor kunç bir karanlık, ortalığa büsbütün dehşet veriyordu" İzmir'deki Yahudi mezarlığında yapılan müthiş büyüklükteki protesto mitingini yâd ediyor. Nitekim 15/mayis/1919'da İzmir'imiz, Yunan'in kirli pençelerinin çirkin emellerine maruz kalma bahtsızlığını, en mümkün zamanda kırmaya azimli olduğunu haykırdığı gecenin sabahında işgalle karşılaşmıştır. Bu sırada yâni 15/mayıs/191'9'da Red d-İ İlhak Heyeti memleketin her tarafına çektiği telgraf da, şöyie sesleniyordu:
"-.İşgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler ayakta ve heyecandadır. Vatan ordusuna katılmaya, hazırlanınız" İşgalin başlamasından dört saat yirmi dakika sonra, Denizli Müftüsü Ahmed Hulusi Efendi, cihadı ilân ederek, bir mânada da Denizii'yi cihad'ın merkezi saydığı görülüyordu. 15/mayıs Cuma günüde bunlar olurken, Sultan Vahdeddin, M.Kemâl Paşayı kabul ediyor ve başbaşa, dizdize yakınlıkta bir mülakat yapıyorlar ve umumca duyulan sözîerse, Paşa! Paşa, bu kitaba yaptığınız bütün işler yazılmıştır. Bundan sonra daha büyük işler yapıp millete hizmetlerde bulunabilirsiniz, mealindeki sözler olduğu, bir çok hatırat'ta yer aldığı gibi, M.Kemâl Paşa'nın beyanatlarında da rastlanan, ifadelerdendir.
Bu suretle 16/mayıs/1919 târihi; dünya gözüyle Halife ve Padişah Sultan Vahdeddin ile seçilmiş olan Mustafa Kemâl Paşa'nın son bir araya gelişleri olur o günkü mülakat günün son mülakatı İdi aynı zamanda, çünkü M.Kemâl Paşa sabahleyin, Osmanlı Genelkurmay binası olan şimdiki İstanbul üniversitesinde Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ile Arapgir'in asil evlâdı Cevad Çobanlı Paşaları ziyaret edip vedalaşmış oradan babıâlî'ye gelerek, hükümet üyelerinin bazılarını ve bu görevin verilmesinde müessir olduğu ifade olunan dahiliye nâzın Mehmed Ali Bey'i ziyaret ettiği görülmüş, son mülakat Hz. Padişahla olmuştur. Yine aynı gün yâni 16/mayıs/1919'da Osmanlı orduları Genelkurmay Reisi Cevad Paşa (Çobanlı)'nın Harbiye nâzın makamını da uhdesinde bulunduran sadnazam Damat Ferid Paşanın adına orduya şöyle bir tebliği keşide olunur: "Kıt'atarımızın mevkıilerini terk etmeyerek yerlerinde kalmaları ve bir olup bitti halinde silahlarından tecrit gibi bir muameleye maruz kalmamaları için, her kıt'anın toplu, silah başında ve disiplinli bir halde bulundurulması." gibi hususları ihtiva eden emir milletçe ve onun bağrından çıkan silahlı kuvvetlerimizin, vatanın istirdadında bir bütün halinde, hep birlikte, halifesinden, dağdaki çobanına, M.Kemâl Paşasından en basit bir er'e kadar herkes aynı neticeye ulaşmanın sevdalısıydı.
Fakat rolleri, kimine tatlı kimine ekşi, kiminede pek acı gelmesi bir takdirin tecellisiydi. Mustafa Kemâl Paşa'nın karargâh mensuplarının adını târihe not düşmek üzere buraya kaydediyor ve hizmetleri olan bu zevatı yâd etmeyi vicdani bir borç sayıyoruz.
Bu husustaki kaynağımızı da, "On Yıllık Harbin Kadrosu" adlı eseri hazırlayan,Tank Kurmay Alb. İsmet Görgülü Beyefendi olup, Harp Akademilerinde harp târihi öğretmenliği yapmış, pek ihtiyaç bulunan bu kaynak eseri bu mütevazi satırlarda takdirle anmayı vazife sayıyorum. TTK'nun neşrettiği eserin 201.sahife sinden alıntılıyoruz:
Mustafa Kemâl Paşa ile Samsun'a Çıkan Heyet Makam/Birlik ______ Rütbe Adı ve Soyadı ________
3.Kolordu Komutanı Albay Refet(Tümg.Bele)
9.Ordu Müfettişliği Kur.Bşk. " " Kâzım(Tümg.Dirik)
2."" Yarbay Mehmed Arif(Ayıcı)Albay
l.şb.Md. Binbaşı Hiisrev Gerede
" Top.K. " " Kemal(Korg.Doğan)
" " " Shh.Bşk. Albay İbrahim Tali(Öngören)
c' " " yrd. Dr.binbaşı Refik (Saydam)daha sonra başvekil
" " Seryaveri Yüzbaşı Cevat Abbas(Gürer)
" ' " "' Mülhakı " " Mümtaz (Tüm ay)
Kur.Mülhakı " " îsmail(Edc)
Emir Subayı " " Ali Şevket(Öndersev)
" " " Kh.K. " " Mustafa Vasfı (Süsoy)
Kur.Bşk. Üsteğ. Hayati
İaşe Sb.yaveri " " Abdullah
Şifre Kâtibi
" " Mülhakı
Mustafa Kemâl Paşanın Yaveri Albay Refet'in Yaveri
Fâik(Aybars) Memduh (Atasev) Teğmen Muzaffer (Kılıç) Üsteğ. HikmelfHak.Tümg. Gerçekçi) Değerli yazar Kur.Albay İsmet Görgülü Beyefendi, koymuş olduğu bir açıklamayla şu bilgiyi aktarıyor: "Sabık Bahriye nâzın Hüseyin Rauf (Orbay) ile ibrahim Süreyya, Yzb.Osman Nuri, Yedeksubay Recep Zühdü ve Afganlı subay Abdurrahman bu heyete, Amasya'da katıldılar." Demektedir
Bandırma gemisiyle Samsun'a 19/mayıs/1919'da çıkan bu heyetin içinde yer alan, Ayıcı Arif Bey, Recep Zühdü meşhur İzmir suikasdı mürettebi içinde görüldüklerinden İstiklâl mahkemesi kararlarıyla İdam edildiler.
Mustafa Kemal Paşa bu müfettişlik göreviyle vazifelendirilirken, öyle yüksek selahiyet le teçhiz edildi ki, Mevlânzâde Rıfat Bey, "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı eserinde bu selahiyetnâme için meâlen şunları söyler: "çok geniş selahiyeti hâiz olan M.Kemâl Paşa sadece askerî değil, sivil idare üzerinde de yüksek se-lahiyete hâizdi." dedikten şunları ifâde eder: "M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde, gizli olarak kendilerine verilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek sa ray çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ue arkadaşlarınca bu mevzuda çok sıkı bir ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru veya yalanı aksettirdiği bu güne kadar anlaşılmamış ve hâttâ. M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu ue kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan bahsedilmemiştir." Demektedir.
9.Ordu Müfettiş Selahiyetnâmesı
14/Mayıs/1919'da tasdik-i şahaneden çıkan ve 9.Ordu Kıtaatı Müfettişi M.Kemâl Paşa'ya verilen hatt-i hümayun şöyledir ki bir adı da selahiyetnâme olarak telaffuz olunmaktadır. "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı Pınar yayınlan arasında çıkan ve Mev-lânzâde Rıfat Bey'in kaleme aldığı ve tarafımızdan sadeleştirilen bu eserden alıntılıyoruz:
<Hatt-ı Hümâyûn Sureti
Yâveran-ı Şehriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivası (Tuğgeneral) Mustafa Kemâl Paşaya: Harb~i umûminin müttefiklerin hesabına ziyaı (kaybı) üzerine tahassül (meydana) eden vaziyeti siyasiye (siyasi vaziyet) ecdâd-ı izamın mülkünü ue makam-ı hilafet ue saltanatı müşkül ve tehlikeli bir sahaya sürüklediğinden hükümet-i seniyemin (yüksek hükümetimin) kararı veçhiyle tayin olunduğunuz mıntıkada asayişi temin ve arzuy-u şahaneme mugayir ahvalin hüdusunu (meydana gelmesini) men ile cümleten def-i Sal ile (defetmeye çalışmak) bezl~ü cehd ve gayret eder milletin masuniyeti ni te'yid (kuvvetlendirme) ve mülkümün ayade-i mütearizinden tahlisi (bu işi yapanlardan kurtarılması) için yekvücud olarak hareket edilmesini selâmı şahanemle asakir, memurin ve ahaliye tebliğini irade ettim^ Demektedir.
Bu belgeyi kitabında neşreden Mevlânzâde, bu hatt-ı hümayun suretinin eline geçişinide şöyle naklediyor ki sahife 215: <..Merhum Sultan Vahdeddin Hân Hazretleri bu hatt-ı hümâyûnun bir suretiyle bazı vesikaları vefatından bir kaç evvel, Halep'te ikamet eden Kadıköy Belediye Dairesi sabık müdürü muhterem arkadaşım Azmi Bey'e San-Remo şehrinde, yayımlanmak üzere gönderilmiş olduğunu bildiğimden istedim ve yukarıya aynen naklederek târihe bir hizmet hediye etmiş oldum^ şek- Ünde kayd etmiştir. Bunu ifade eden Mevlânzâde Rıfat Bey şu mütalaayı ileri sürerek şöyle bir mütalaada bulunuyor: <..M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde gizli olarak kendilerine uerilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek saray çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ve arkadaşlarınca bu meuzuuda çok sıkı bir ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru ve yalanı aksettirdiği bu güne kadar anlaşılmamış ve hatta M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu ue kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan bahsedilmemiştir.. > Demektedir. Tabii Mevlânzâde'nin bu mütalaası Paşa'nın, padişahça kendisine verilen selahiyeti saklamış olmasını, ortaya koymağı istifdaftır. Şimdi biz; 19/Mayis/19I9'da Samsun'a çıkan 9. Ordu Kıtatı müfettişi M.Kemâl Paşa 'nın ifadesi olan şu sözü ara başlık yapalım ve vatanımızın nasıl bir hâl içinde olduğunu özetlemeye gayret edelim.
Durum Ve Manzara!
Osmanlı harbiye nezaretine 9. Ordu Komutanlığının 21/Ocak/1919'târih ve 2214 sayılı yazının özeti şöyledir: <Ermeniler Arpaçayı doğusunda, Gümrü bölgesinde köyleri basarak İslamların hayvan, erzak ve mallarını zorla almışlar ue halkın ileri gelenlerinden hemen her gün 20-30 kişiyi Gümrü 'ye götürüp öldürmüşlerdir. >
Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun'a çıkışının beş gün sonrasında ise, yâni 24/Mayıs/ 1919'da buradan, Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiği mesaj ise şu şekildedir:
<..silahlı üçyüz ermeninin üç makineli tüfek ue bir çok bomba ile Kars'dan, Erzurum'un kuzeydoğu sınırı üzerindeki Ko~ sor mevkiine geldikleri haber alındı. Erme nilerin siyasi amaçlarını fiilen elde etmek için güvenliği bozulmuş göstermek sureti ile Doğu vilayetleri içine çeteler geçireceklerini ve mütareke târihinden beri ilk defa olarak mevsimin bu icraatlarını kolaylaştıracağını pek muhtemel görüyorum. Bu ihtimale karşı 15. Kolorduca gerekti tedbirler alınmıştır. Koordu-nun şimdiki mevcudu ingilizlerce azaltılmak İstenmektedir. Bu mevcudun muhafazası,tabii olarak mecburi olduktan başka, belki de duruma göre arttırılmasının da, gerekeceği arz olunur> Denmekte ve Osmanlı Genel Kurmayının yayınlamayı mecbur saydığı resmî belgede ise, özetle şu bilgiler yer almaktadır: "Son zamanlarda Ermenilere karşı yeni zulümler yapıldığı ve Kafkas Ermenilerinin, koruyucusuz bırakılırsa yok olacağı Kaf- kasya'daki katliamların kaynağının Osmanlı sınırları içindeki gibi olduğu yabancı matbuatta görülmektedir. Osmanlı devleti içinde Türkler tarafından diğer azınlıkla ra hiçbir zaman ayrıcalık yapılmadığı resmî bilgilerle tesbit edilmiştir. Sınırlarımız dışındaki hareketlere de Osmanlı devleti asla karışmamıştır. Ancak; sınır yakınımız olan Kafkasya'da tam aksine müslümanların ırk ayırımı yapılmadan Ermeniler tarafından katliama tabi tutuldukları her gün duyulan havadistendir. Bir örnek ola-rak Tem-muz/1919'da, Kafkas Ermenilerinin Kars şehri ve civarındaki müslümanlara saldırıları vardır." Hakikaten örneği özetlemeğe ihtiyaç vardır. Osmanlı Harbiye nezareti, 9/Hazi-ran/1919'târih ve 405/343307 sayılı yazı özeti şöyledir.
A- Ermenilerin sınırımız Kafkasya'da kuvvet yığdığı
B- Doğu vilayetlerine yerleştirilen müslüman muhacirleri geri atacakları
C- Ermenilerin, Sarıkamış'ta onbin kişi tutan askeri birlik bulundurduğu
D- Antranik'in 30.000 askerle Van civarına hareket ettikleri E-İki İngiliz subayının Mako komutanı yanına gelerek Van'a geçirecekleri Ermeniler için yol istedikleri, bu isteklerinin kabul edilmemesi hâlinde İngiliz subaylar komutasındaki Ermeni kuvvetlerinin Nahcivan ve civarı köylerini ele geçirdikleri tesbit edilmiştir.
Yine 12/Haziran/I919'târihli ve 2314 sayılı Osmanlı harbiye nezaretine gönderdiği mesajda, M.Kemâl Paşa şunları arzedİyor: <Bir Ermeni tercümanla İğdır'dan Beyazıt'a gelen bir İngiliz subayı, Beyazıt Mutasarrıfına bu bölgede bir Ermeni devletinin kurulacağını, bir aya kadar 15 bin Ermeni göçmeninin Ermeni askeri birliklerinin koruyuculuğu altında geleceğini söylemiştir. Mutasarrıf böyle bir emir almadığını söylemiştir. Bu bölge hakkında yaptırdığım resmî ve özel tahkikata göre Doğu Anadolu vilayetlerinden bir karış toprağın bile Ermenilere verilmesinin imkânsız olduğu, bir tek Ermeni askeri-nin sının geçerse ateşle karşı konacağı, ancak uluslararası bir kararla hiçbir yerde çoğunluk olmamak şartıyla Ermeni göçmenlerinden isteyenlerin memleket içinde barınabilecek kanaatinde olduğumu arz ederim.> Şeklinde devleti bilgilendirdiği görülür.
Mustafa Kemal Paşa, 21/Haziran/1919'da yine harbiye nazırlığına şu mesajı göndermekte: <5/haziranda ingiliz subayı kılığında Beyazıt'a gelen şahsın Ermeni olduğu, Erzurum ingiliz temsilciliğince yapılan araştırmada ortaya çıkmıştır^ demekte ve 4106 sayılı mesajıyla: <Karaurgan'da bulunan Ermeni müfrezesi, Sarıkamış'tan gelen yüz hane islâm muhacirlerinin, 90 inek, 6 at, 200 kilo yiyeceklerini ve mevcud paralarını almış ve bunları bir ahıra doldurmuşlardır. Kadınları da aramışlar üzerlerinde buldukları kıymetli eşyaları almışlar ve bunların gözleri önünde paylaşmışlardır. Yine Ermeniler Sarıkamış'ta muhacirlerin bulunduğu yere attıkları bir bombanın endahtı sonunda bir kadın ve erkeğin kollarının kopmasına sebebiyet vermişlerdir.
Öte tarafdan, Ermeniler, Kars ile Oltu arasındaki müsiü-man köylerine baskın ve hususen Akçakale Çukurundaki köylerin mallarını yağma edip, zulümler icra ettikleri öğrenilmiş ve Erzurum'daki İngiliz temsilciliğine malumat aktarılmıştır^ şeklinde raporları harbiye nazırlığına yağdıran M.Kemal Paşa, başka bir Ermeni baskınını şu ifadelerle beyan ediyor ilgili nezarete: <haziran 1919 ayı sonunda Karakurt Kaymakamı Moses'in, Karapınar'da Türklere söylediklerinden ve onun yanındaki Rum jandarma erinin sözlerinden, Kazıkkaya, Armutlu, Şehithalit ile Hamamlı, Beşyol köyleri ahalisine Ermenilerce baskın yapılacağı anlaşılmıştır. > Malumatını arz eden Müfettiş Paşa,7/Temmuz/1919'daki bu mesajında şunları aktarmakta: <Kars bölgesindeki Ermenilerin müslümanlara zulmü, Sarıkamış civarında gençlerin yine bunlarca toplatılıp, yok edildikleri, tekalif-i harbiye yâni savaş mükellefiyeti ile ahalinin herşeyini aldıklarını, ahalinin Allahuekber dağlarına iltica etmek zorunda kaldığını ve Zen-gezor ile Nahcıvan ahalisine hakaretler yağdırildığı ve 6 bin kişilik Ermeni birliğinin, ingiliz subaylar komutasında 24/Ma-yıs/1919!da Nahcivan bölgesinin işgalini gerçekleştirdiklerini de raporlarında belirtmiştir.
Raporlar Yağmur Gibi
Vazifesine başlamış bulunan M.Kemâl Paşa, her tarafta tahkikat yaptırıyor vede vardığı netice Ermenilerin büyük bir hırs ve kin içinde emperyalistlerin yalana dayanan vaadleri-ne aldanmışlar, müslümanlara olmadık eziyetler yapıyorlar ve bununla bu topraklarda yaşayabileceklerinin hâm hayalini kuruyorlardı.
Nitekim Osmanlı Harbiye nezaretine raporları yollarken müslümanlann bu badireden silahı ele almak ve hakkı olan fiili savun maya başlamanın zamanının geldiğini düşünmekteydi. Raporuna şunları yazmaktaydı: <Son günlerde Tiflis ve çevresinde fevkalâde olaylar vukubuluyor, Ermeniler, İran yolunu açmaya gayret gösteriyorlar. Bizimle sıcak temastaki birlikler bu faaliyeti örtme vazifesi yüklenmişler ciddi bize karşı harektlerine tedbirler almış olarak beklemekteyiz.> Dedikten sonra Paşa, raporuna şunları iiâve ediyordu: <1 l/Temmuz/1919'da Sulucam bucağının Karaçomak cihetinden yirmi kişilik bir Ermeni müfrezesi, sınırımızı geçerek birbuçuk saat süren bir saldırı gerçekleştirmiş ve iki gün sonra da, önce 60 kişilik, daha sonra da 15 kişilik bir gurupla sınır geçme çalışması yapmışlardır.
Temmuz ayının son günlerinde civardaki gençlerimizi toplamışlar bir bölümünü şehid ederlerken, bir kısmını da hapse atmışlardır. Ayrıca savaş yükümlülüğü altında, at, araba ve hayvanlarını toplamak suretiyle bütün işlerinin durmasına sebebiyet vermişlerdir. Kars ve Sarıkamış bölge halkı Allahuekber Dağlarına çekilmişlerdir.> Şeklinde Osmanlı Harbiye nazırlığını rapor yağmuruna boğan M.Kemâl Paşa, bazı değerli eşhasa yâni bölgenin tanınmış kimselerine yapılan ve hayatlarına kıymakla sona erdirdikleri suikastlardan da bahsetmeden geçememiştir. İşte bir misâl olarak aşağıdaki satırları dikkatinize sunalım sevgili okuyuculanm:<Kağızman'da 5/Temmuz/1919 günü kasabanın ileri gelenlerinden Kadı oğlu Mustafa, Efendizâde Arslan Bey ve eşi, Kars geçici hükümetinde dâhiliye temsilcisiyken, 13/Nisan/1919'da İngilizlerin Kars Parlamentosunu basarak Batum'a götürdükleri amucası Ali Rıza (Ataman) Bey'i aramaya giden Ahmed Efendi, Kağızman ile Kars arasında pusu kuran Ermeni karakol erleri tarafından Koyunyurdu (Berne) köyü yakınında pek korkunç bir şekilde öldürülmüşlerdir. Bunların cenazeleri sonradan Kağızman'a getirilerek ahaliye gösterilmiştir. Bu feci hâl meskûn müslümanlan dağlara kaçmak mecburiyetinde bırakmıştır.
Katliamlar Devam Ediyor
Erivan, Kars ve Kağızman bölgeleri insanlarının Türk unsuru buralarda işlenen cinayetler üzerine sınırlarımız içine iltica etmişlerdir. Bu Ermeni saldırılarının muhatabı köylülerimizin imdat feryadı ile dolu mektupları gördükleri zülmun derecesini göstermektedir. 12/Temmuz/1919'da, Kağızman'dan Kars'a giden iki Türk ailesi Büyükdere ve Aga develer arasında Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Ölülerin göğüs ve ceplerine açmış bulundukları ceplere, el, kulak ve burun doldurmuşlardır. Yine; Ermeniler Nahcivan ile Şerür arasındaki 45 köye askerî birliklerle saldırmış ve demiryoluna yakın köyleri, zırhlı vagonlardan ateş altına almış ve insanımızı Araş İrmağına dökmek suretiyle yok etme emri verdikleri aralarındaki yazışmalardan anlaşılmıştır.>
Erzurum'daki İngiliz temsilcisi Ravlinson, Ermenilerin muntazam bir askeri yoktur, var olanlar da, çapulculardan ibarettir. Kars bölgesinde 40 bin kadar müslümanı toplamışlar, bunlara bir fenalık yapmamaları için Kars'taki İngiliz subaylarına kaygılarımı söyledim ki ahali İngiliz askerinin çekilmesinden mükedderdir. İtalyanlar buraya ancak üç ay son ra gelebilirler, şeklinde konuştuğu görülmüştür. Bu vaziyette bölgenin insanının güvenliğini ya bölgenin Türk ve müslü-nian ahalisi üzerine alacak yahut asakir-i şahane gelmek durumuyla sağlayabileceği pek açıktı. Fakat bu hâlde İngilizlerin Kafkasya'yı yeniden işgal etmelerine sebeb teşkil ederdi.
15. Kolordu komutanlığının Osmanlı Harbiye nezaretine yolladığı 26/Temmuz/1919 günlü ve 1141 sayılı mesajda ise şunlar yazıyordu: "Ermenilerin sınırımızın dışındaki müslü-manlara karşı her türlü zalimane ve acıklı hareketlerde bulundukları ve bu hareketlerini sınırımızın yakınlarına kadar genişlettikleri, islâm köylerini yakıp yıkma ve ahalisini yok etmek için top kullandıkları, top mermilerinin askerlerimizin içine kadar düştüğü ve Ermeni keşif kollarının sınırlarımıza tecavüz ettiği, sınır dışındaki müslümanlan hudud boylarımıza kadar getirip ya öldürmeye, yahutda bizim tarafa geçmeye zorlayıp, mal ve mülklerine el koyma cihetine gittikleri tesbit edilmiştir. Ermeniler ayrıca Sivas'a kadar uzanan bölgenin kendilerine verildiğini söylemek suretiyle kafalarını karıştırmak istemektedirler.
Bütün bunların sonucunda merkezi Erzurum'da bulunan 15.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 30/Tem-muz/1919'gün ve 3277 sayılı mesajı ile Osmanlı Harbiye nezaretine şu bilgilendirmeyi yapıyordu: <Ermenilerin Kafkas-ya'daki müslüman ahali ye her türlü zülüm ve faciaları yaptığı, direnme gördüğü yerlere ççeşitli sınıflardan müteşekkil kuvvetler gönderdiği, bu amaçla Nahcivan ve Şirvan mıntıkalarına, Kağızman ve Oltu bölgesine kuvvetler getiridiği öğrenilmiştir. İslâmları imha politikası uygulanıyor. Ermenilerin bu günlerde Sarıkamış'a 500 kadar piyade ve süvariyle dört top getirdikleri, Sarıkamış bölgesinden tekâlüfü harbiye ile araba vesaire topladığı ve hazırlıklarını arttırdığı yakında bir harekâta geçireleceği ihtimâli anlaşılmaktadır. Ermeniler'in Sivas'a gidecekleri söylentisi vardir.>
Yukandanberi, İstiklâl savaşımızın şark yâni doğu cephesinde emperyalist devletlerin Kafkasya üzerinden Ermeni harekâtını tezgahlamalarını anlatıyoruz ve bu arada da Ardahan'da, 35 bin Rum'un korunma isteğine dâir Selanik'ten Tan Gazetesine yazılan telgrafda ilgi çekicidir. Evvelce, size Kafkasya'da bir çok Rum köyleri halkının Samsun, Trabzon ve İzmir bölgesine göçmek üzere hareket ettikleri arz edilmişti. Bu iki haber birbiriyle ilgilidir. Amaç, Ermeni ve Rumlar arasında, kararlaştırıldığı sanılan anlaşmaya göre Kaf-kasya'daki Rumların, Yunanlıların amacı olan Osmanlı bölgelerine göçlerini sağlamak ve Kafkasya bölgesini Ermenilere bırakmak olduğu, hususunu da dikkat edilmesi gereken bir olay olarak hatırlatalım dedik. Yâni; Ermeni-Rum rekabeti, Osmanlı islam devleti karşısında askıya alınmış, yaralı arslanı birlikte dişlemek ortaklığını târihe yazıyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder