13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HÂN-8-Tepinen Nazır,Sömürülüş, Tophane Müşiri Zeki Paşa,Hasan Rami Paşa, Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz, Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına

Tepinen Nazır


Şimdi kalem elimde, fakat kulaklarım müthiş ve sağır edi­ci uğultuların saldırgan olduğu müthiş tarakkalar ile adetâ patlamak üzere.. Orman ve Maadin (Orman ve Maden) zira­at dâireleri ve porselen fabrikası nâzın, sanayii sergileri kuru­cusu, mâliye müsteşar-ı husûsisi vede Osmanlı Siyasî İşleri Müdürü Selim Melhame Paşa ağzını açmış, gözünü yummuş tepinmekte, bağırıyor ve telâş içinde: "Ne? Diyor bütün ar­kadaşlarımı tasvir edi yorsunuz da bir benrni unutuluyo­rum? Benim onlardan farkım ne? Hakkımı isterim! İste­rim!" Esasında Paşanın hakkı var.
Paşayı unutmak, kurmak istediğimiz şu kolleksiyon yapı­sını eksik bırakmak yerine geçer. Fakaat! Müsaade Paşam!.. Bir kere hatıraları hafızama toplayayim. Bir de ricam; netice-i tetkikim aleyhinize çıkarsa, bana bir kusur isnad etmeyiniz. Bir kere boyunuz bir metro yüzseksen santimetrodur. Tenini­zin rengi safrani olup, hüzünlü bîr hindi'yi andırır. Vechiniz yâni yüzünüz geceleri beyzi(oval) olup, bir gün evvel verilen jurnallerden bir şey çıkaramamışsanız sabah olduğunda yü­zünüz uzunlaşır! Alnınız basık, burnunuz çıkık, gözleriniz pı­rıltılarla ışıldıyor!
Sesiniz kısık, kollarınız sarkık, bacaklarınız içe doğru bü­kük doğrusu ise paytak halde! Konuşmanız daima fikrinizin aksinden ibaret ve dudaklarınız sahte bir tebessümle aralık, mutlaka yalan olan sözleriniz zaman ve mekân ile uygun hi­kâyelerle süslüdür. Şu aralık bir hayli fazia olan servetiniz, Hâmidî' dir.
İşte Paşa; varlığınızın tasviri bundan ibaret olup, bir noksa­nım varsa kusuru yine size aiddir. Herhangi bir fark ancak si­zin son mülakatımızdan beri değişmiş olmanızdan Ötürüdür. Saray'ın bir çok mensubunun olduğu gibi zât-ı mübarekeni-zide. Suriye Güneşi, yetiştirmiş olmakdan elemlidir. Avrupa-nın; Osmanlı ülkesindeki hiristiyanlannda devlet hizmetinde bulundurulmalarını gözlemesi ile temiz vücudunuz sayesinde saf saf rastla nılmaya başlanmıştır. Tıfıllığınız yâni küçüklü­ğünüz Beyrut Cizvit mektebi sıraları üstü veya altında geçdi. İstanbul'a gelip Mekteb-i Sultaniye yâni Galatasaray Lisesine mubas sırlık yâni talebe gözetleyicisi olarak yerleşdiğiniz za­man henüz 22 yaşındaydınız!
Bir aralık da, Rumelîşarkî hududu tahdit heyetine refakat etdiniz. Orada vazifeniz ne idi? Meçhul! Bence malum bir şey! Avdetinizde o aralık yeni açılmış bulunan Duyûn-u Umumiyye merkezi idaresine tercüman sıfatiyle yerleştirile­cek şansı İsbat-ı hüner ile yakalamış oldunuz, işte bu memu­riyette serpilip açıldığınız kudret eli; size bir sahayı göstere-fek çeşitli meziyetleri gözleyip, hararetle aldığınız feyzlerle başarınızı genişlettiniz. Yıldız Sarayına her akşam maruzatı­nızı zarf zarf değil, etek, etek, kucak kucak sundunuz. Du-yun-u Umumiyye Meclis-i İdaresi, vazifelerine dahil olan, ol­mayan, olacak olan olmayacak olan her şeyin dakikası daki­kasına, hatta daha evvel sarayca malum olduğunu görüp, ni­hayet zâtıâliyyenizî keşfedip, kuyruğunuzdan tutturup kapı dışarı attılar buraya kadar olan hayat safhanızda geleceğe yani atî'ye intikal edecek pek mühim ve parlak hususlar yoktur. Hududsuz sayıdaki arkadaşlarınızın hayat tarzların­dan başka bir şey değildir. Fakat bir kaç senedir siz büyüdü­nüz! Adetâ vükelâ payesine yükseldiniz, ülkenin ticaretine, siyasetine, mâliyesine hâttâ her şeyine burnunuzu sokar ol­dunuz. Vekiller meclisinin kararlarından hiç biri önce sizin re­yiniz alınmadan yerine getirilmez oldu. Şu durumunuz avru-palıyla alakadar bulunduğundan hakiki durumunuz, hafifliği­niz avrupalıiarca da bilinmek gerekir.
Orman ve Maadin Nezaretine tâyin tarihinizden beri zât-ı şahaneye her sene güzel idareniz sayesinde gelir arttırıcı bir lâyihanın takdimini itiyad ettiniz. Ortaya maden hakkın da, ülkenin en zengin madenlerini sizin payınıza çok düşmesini sağlayacak bir kanun atdınız. Hırsını tatmin için denizlere ya­kın bütün maden menbalannı da, elinizle sattınız.
Dünyanın en zengin ocaklarını, işinize gelen en bayağı serserilere, İştirakiniz olarak mâl eylediniz. İmtiyazlar en aşa­ğı bedellerlede diğer serserilere intikal etdi. Borasit, kurşun, Manganez, kömür, antimon gibi bütün silsilei maden, sizin o bin marifetli ellerinizde değişik şekiller alıp, Mısır tahvilatına, Almanya ve ingiltere eshamına, Süveyş Kanalı hisse senetle­rine vesairlere tebeddül ediyor! Bu ne sihir!

Sömürülüş


Transval madenlerinin hâl-i galeyanına karşı devlet-i âliye Maden Nâzın olmak sıfatıyla lakayd kalamazdınız, kalmadı­nız! Bank-ı Osmaniyi hesabınıza paket paket kâğıd almaya mecbur ederek bir çok tasfiyelerde piyasa farkların] muhafa­za etdiniz. Vakta ki bu kâğıdlar düştü.. O zaman bankaya dilinizi çıkarıp göstermekle iktifa etdiniz. Banka hayatta oldu-âunu ve size karşı çıkmak durumuna geçtiğinde Borsa işleri­ne bakmaktan mahke-me meneder iradesi çıkarttınız. Sizin bu hâle razı olmamanız ecnebi sefirlerden çokça saygı gör­menize engel teşkil etmemiş. Sefirlerin sizi paylaşamamala-nna fasıla verdirmemiş, sizi her akşam, her gece ziyafetleri­ne, müsamerelerine, Balolarına diğerlerini boş vererek, davet etmekten alıkoymamiştır

İfşaatta Kor İtham!


Süferânın yâni elçilerin her biri sizi kendine mâl etmiş sa­nır. Her biride ayrı ayrı aldanır ve nice gösterdiğiniz müsavi-likten yaralanır ve mutazam olurlar, ingiltere, sizin entrikala­rınızla baş edebilmek için bir filo sevk etmek mecburiyetinde kaldı. Fransa ise; gümrük tarifeleri hakkındaki tezviratınızla baş etmek için fevkalade mesai sarfetmeğe mecbur kaldı. Mevcud sadnazamın tırnaklarınızı bir derece kestiğini rivayet ediyorlar. Fakat rivayet başka, inandırmak yine başka! Nice Suriye Arabları, Yanya Arnavutlarına galebe ederler. Önünü­zün belirlenemeyecek kadar sisli olduğu görülüyor. Son za­manlarda anlaşılmaz bir takım tehlikelerin kokusunu almış olacaksınız ki büyük çapta bir sefirlik yakalamak için gayret gösterip, mesai sarfettiğinizi duyuyoruz ancak hemen haber vereyim ki, ne Paris nede Londra sefaretlerine kabul edilme­yeceğinizi öğreniniz. Peyda etmiş bulunduğunuz yakınlıklar sayesinde Roma'ya hâttâ Berlin'e gidebilirsiniz! Yalnız Fransa ve İngiltere'yi unutunuz. Aslında unutmamış olmanız gerekir ki Fransa kardeşinizi sefaret müsteşarlığına kabul etmedi. İn-gütereye gelince; Sir Vansen Kayar cenahları sizin Manş De­nizinden geçmenize müsaade etmeyecek buda malumunuz dahilindedir!
Daha önce 3. Viktor Emanuel'e hanedan-ı âlî Osman nişa­nını götürmek üzere Roma'ya gitdiniz. Bu vesileyle gösterdi­ğiniz ahval ve etvar yâni durum ve davranışınız size o kadar istekli olduğunuz mevkii Roma'da hazırlıyor. İlk adımı atmış bulunuyorsunuz. Gerisini Kardinal Merari de Loval temin ed­er. Bu sayede bir derece kudsiyyet, muazzeziyet yâni az bu­lunur şeyler elde edersiniz! Düşünün bir kere: Paşa; saltanat-ı seniyyenin Ro-ma Sefiri, sen Melhame Paşa! Aman Yarabbi! Ne güzel bir kartdövizit olur!

Tarafsız Kalem!


Bizim kalemimiz son derece bitarafdır. Kimsenin ne lehin­de ne de aleyhinde değildir. Bazı sahneleri tasvir ediyor, neti­cede alakası olanlar kusurlu yıkıyorlarsa, fotoğrafın kabahati ne? Vükelâ-yı Osmaniye haftada iki defa, pazar ve çarşanba günleri meclis toplantısı yapar. Hizmeti süfliyelerine yâni mü­him olmayan işlerine dilsizler bakar. Salon asker muhafızla­rın koruması altındadır. Vükelânın endişe duymadan, mesuli­yetinden çekinmeden nelerden bahsedebildikleri ve müzake­resi ile neye karar vermeye selahiyetli oldukları ötedenberi birçok kimseleri düşündürmek, birçok zihinlere durgunluk vermek istidadında bulunmuştur.
Filvakıa Almanya elçisi; hükümetin göz yummasından hâttâ câniyane teşvikinden bezerek, İstanbul'u bir Fehim Pa­şanın tahammül edilmez ve kokuşmuş varlığından, hempa­larının yaptığı haydutluklardan temize kavuşturmak için sa-ray'a müracaat ediyor, Bağdad Demiryolu'nun uzaması mü­zakeresini saray ile yürütüyor. Mühimmat-ı Harbiye alış veriş hususunu Yıldız'la kararlaştırıyor. Fransa elçisi; hükü- metin Fransız teba'ya mevcud veya mevcudu farz olan dinin eda edilmesini mabeyne (saraya) yazıyor. Odasından Fransız gazeteciler için istediği nişanları Saray'a inha ediyor.. İngiltere elcisi; hükümetin Makedonya ve gümrük vergisi hakkındaki aörüşlerini Cuma selâmlığından sonra en üst mevkıide be­yan ederken, Amerika sefiri protestan mektebi hakkında yazdığı ültimatomu hükümete, babıâlî'ye değil yukarıya yâni Saray'a yolluyor.
Büyük olsun küçük olsun bütün devletlerin elçilikleri bu yolu tutturmuşlar. Hükümetin mihveri, babıâlî'den Yıldız'a yâni 2. Abdülhamid'in sarayına nakletmiş olması alakadar olan ecnebi devletler için pek elverişli bir yol! Çünkü Yıldız; tehir eder, tereddüt eder, kırmak, çıkarmak teşebbüsünde bulunur, fakat sonunda azamî hadd-i hasarla! Teslimiyet gös­terir. Vükelâ-yı askeriyye hakkında hiç bir kelime kullanma­mak, bunların (asker lerİn) vekar ve azametlerine yâni ağır­başlılıklarına ve büyüklüklerine söz etmek hata demek olur. Bu bakımdan projöktörü şöyle veya böyle, bunlarında yâni askerlerin de üzerine tutmamız lâzımdır.
Vükelâ-yı askeriye seraskeri yâni kumandanı Rıza, Topha­ne müşiri Zeki, Bahriye nâzın Rami Paşalardır üzerlerine prö-jöktör tutacağımız.. Rıza Paşa; vücuden güzel,i ri yarı şişman bir zattır. Yüzü müdevver yâni yuvarlak, gözleri siyah, kirpik­leri çanik, rengi esmer, sakal ve bıyık sık ve krantadır. Kabil olsa da dünya'da bir seyahat etmesi lâzım gelse pasaportu­na şerh konması icâb eder. Ahlaken emsalsiz derecede latif-dir. Altmışbeş yaşında olduğu söylenmektedir. Nâzik, iltifat eden, sahih gayri sahih yâni yanlış veya doğru ifrat derecede zühd ve takva sever kimsedir. Bir Türk için kabil olduğu de­recede tertip ve intizamı sever. İktidar mevkiine gelmeden önce Yıldız Sarayı civarında ahşab bir konakta yaşamaktay­dı- O zamandan beri iktisad edebildiği paralarla bir çok mülk satın aldı. Asma bahçeleri vesaire perilere yaraşır, esatiri görüntüde öyle bir saray yaptırdı ki; mef ruşatı Paris'den getiril­miştir. Daimi masrafı için Bahçekapı'daki yirmi bin lira kıy-metindeki mağazalarla birlikte, doğumhane olarak bağışla­nan kasr-ı muazzam budur.. Dikkat li bir bakış bu saray'in içinde her ne kadar initaf etse yâni saklasa her köşesinde iki misli olan zarafetden, nezahetden, altundan, billurdan, nur­dan, ışıkdan başka bir şey göremez. Çünkü her noktasından bir gösteriş fışkırıyor, her köşede bir nûr dünyası büyük bir haş- metie müşahede olunur.
Sarayca mütevatır olduğuna göre bu kasrı müdebdeb yâ­ni gösterişli konak ve içindeki mobilyalar ile ikimilyon frank (bugünkü paramızla 400 milyar m.h) tutar. Bu para ne kadar mânâsız şeydir ki Paşa, bir kaç ay önce hastalanıp yataktan çıkamazken, hâttâ Paris borsası bir tarafın tahvilatla basıl­mak korkusundan öyle şiddetli bir kokuyla sarsılmıştı ki, se­netler hızla düşüşe başlamıştı.
Hava değişimi için Trablusgarb'e Jül Vern'in denizaltındaki seyahatini ve deniz hakkındaki nazariyatını kontrol etmek için yola çıkarılmak lâzım gelenlerin tâyin emrini Rıza Paşa­nın irfanının takdirine bağlı olduğu bildiriliyor. Dilini güzel bi­lir, Fransizcaya da, Almancaya da vukufu olup, yalnız başına öğrenmiştir. Servetinin derecesini tahkik edemem.

Tophane Müşiri Zeki Paşa


Bu paşa; Tophane Müşiridir yâni kumandanıdır. Zeki keli­mesi zekâ'dan gelirki. Saf, hâlis, salih hâl sahibi demektir. Zeki Paşa daha 1875'de henüz otuz yaşlarındayken, devlet-i âliye hizmetinde bulunan bir ecnebi zabit, Zeki Paşa'dan
bahsederken, devlet-iâliyyenin istidad ve intibah-ı tealisi var­sa. Zeki'nin eliyle muvaffakiyyet-i nâsibedar olabilir!" Demiştir.
O zamandan beri memleket daha ziyade kötü duruma düşmüş, zulümler çoğalmış, feryatlar her tarafdan duyulur olmuştur. Zeki Paşa da, daha çok bankaları istila etmek yo-İuvla bir yenilik ve değişikliğe yol açmak istemiştir. Tophane müşirlik dâiresi Beşiktaş'a giden başlıca yol üzerindedir. Zeki paşa'nın en önemli vazifesi bu şiryan-ı kebirden yâni kan da­marı gibi yoldan kimlerin geçtiğini gözetlemek ve gördükleri­ni padişaha ulaştır-maktır. Askerî Mektepler nazırlığı da bu zâtın üzerindedir. Dolayısıyla müstebid hükümete, sadakat üzere olan bu zat, programlar üzerinde oynanmasına lüzum görülen oyunlarda bu paşanın elinin yüksekliği ve yüceliği görülür.

Hasan Rami Paşa


Hasan Rami Paşa Osmanlı siyaset âleminde henüz yeni yeni görünen bir kişidir. Osmanlı ufkunda dolaşan fikri yapısı içinde, Rami Paşa en büyük denizcilerden biri olup, İngiliz donanmasına bile komuta edecek iktidara sahiptir. Bir hayli zamandır ülkenin en önde gelen bahriye zabitlerinden biri ol­masına rağmen yakın zamana kadar komuta mevkiine geti­rilmemesi, paşanın kendisi için bir şeref meselesi olarak yo­rumlaması yeridir. Devlet-i âliyye-Yunan Savaşında (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı nâmı diğeri Dömeke Meydan muha­rebesi ve zafer, dünyaya parmak ısırtacak bir Osmanlı zaferi olduğunu fakirin bu hususda basılmış bir kitabı olduğunu ifti­harla hatırladım. M.H) büyük zorluklar içinde Haliç'den çika-nlan harp gemilerine kumandanlık Rami Paşaya tevcih edil­miştir. Paşa gemileri hemen Marmara denizinin açıklarına Çekmiştir. Kimsenin kimseden vede hiçbir şeyden doğru bir haber ahnamıyan memleketde, Rami Paşanın o devrin bahri­ye nazırına hiç bir itimadı bulunmadığından, gemilere ufak bir tâlim yaptırmak istemiş ve 2. sınıf krovözörlerden Mecidi­ye ise atış yaptığı topu ile fena halde olmak üzere, yine ken­disini yaralamıştır
Bunun üzerine Rami Paşa donanmayı alıp Gelibolu önleri­ne çekmiş ve hiç kimse Hasan Rami Paşa'ya bir şey sora-mamıştır. Rami Paşa'nın oradan sökülüp çıkarılmasına da te­şebbüs edilememiştir. Bu da, Osmanlı târihini bir zillet-i şa­ibeden kurtarmak, hizmeti olmuştur. Hasan Rami Paşadan evvel Bahriye nezareti adliye memurlarından gelen birine ve-rifmişsede, amele ve askerler bu zâtı kaçırmışlar Rami Paşa, bu göreve kerhen ve kaydı ihtiyatla getirilmiştir. (Bahse ko­nu savaşda Hasan Hüsnü Paşa 3/aralık/1882'de geldiği Bah­riye nazırlığında onbeşinci senesini aralıksız sürdürdüğü gibi, yedi yıl daha bu savaştan sonra bahriye nazırlığında muam­mer olmuştur. Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşanın ilk bahriye nezaretinin sonuçlandığı l/aralık/1882 târihinde Bahriye na­zırlığına getirilen Mehmed Ratıb Paşa da, bu makamda en kı­sa müddet kalan Bahriye nâzındır ki, yukarıda yazarın bah­settiği adliyeci, bu olsa gerekdir. Ancak bu dönemin bahset­tiği Yunan harbiyle arasında yine onbeş sene vardır. Anlaşı­lan odur ki yazar bütün olumsuzlukları bir araya getirip, de­virleri uymasa da bir olumsuzluk sansasyonu meydana geti­rerek devrin insanını aldatmağa çalışıyor hükmünü çıkarma­mız yanlış olmaz. Bizim bu tip risaleleri neşre gayretimiz bu küçük görülen neşriyatlarla, münevverlerimizin iğfal edildiği ve elan günümüzde de, buna müracaat eden zihniyete'ka­nanlar az değildir olmasındandır.M.H) Halbuki ülkenin çok büyük çoğunluğunun gaflet uykusunda olduğu şu sırada bir iki kişinin ne yapabileceği sual edilse yeridir.
Fransızca risalenin yazılışı 17/ocak/1908-Tercüme târihi 29/kasım/1908 Böylece bu risaleyi iâtinize etmiş bulunuyoz. Şimdi bu risale üzerine mütalaaımızi takdimle okurumu-n efkârında meydana gelmiş tereddütleri varsa gidermeye gayret göstereceğim, efendim.

Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz


Bizden önceki kuşak rahmetli filozof Cemâl (Hatipoğlu); merhum Hilmi Oflaz, Kaymakamlıktan emekli Melih Yuluğ beyefendi merhum, 2. meşrutiyetin 2.Abdülhamid tarafından meri'yete sokulmasından sonra, devlet-i âliyye ve hanedan taraftan devlet ricali aleyhinde yazılmış satırlarla dolu kitap­lara fazla önem vermeyin! Bunlar; bir bölüm yazarın kendini kaptırdığı batı düşünce ve yaşayış tarzına imrenmesinin ge­tirdiği hezeyanlar, bir başka bölüm yazarında veya anekdot sahibinin, yeni anlayış ve İttihad ü Terakki cemiyetinin sa­vurması muhtemel devlet imkânlarından yağlı bir kuyruk ya­kalamak iste yenlerin yazdıklarıdır.
Buna da, 1877/1878 Osmanh-Rus savaşı fecayiinden sonra, Sultan Hamid'in te'sis etmiş olduğu ülkeyi tek elden idare etmek, devlet adamlarını nezaret eden, yâni yapılanla­rın neticesini kendisine bildirme tarzına dayalı idaresinde meşru veya gayri meşru, doğru veya yalan, essah veya iftira münasebetiyle başına gelen bir felâketin getirdiği, elem ve ızdırabın tevlid etdiği ve bu çektiklerini, bir maddi refah temi­ni hususunda kendine sermaye edinmek istiyenlerin, târihi ve cemiyeti ifsad eden yazılarıdır. Derlerdi.
Her şeyden evvel bahse konu risalenin tercüme eser oldu­ğu kapağında yazılı olmasına rağmen, fâil-i yazarın,yâni ya­zanın adı bulunmamaktadır. Mütercimi ise iki baş harfle belirtilmiş: T.N! Gel çık işin içinden! Adetâ imzasız ihbai mektubu! Hem de meşrutiyetin yeniden mer'iyete konması­nın ardından yayımlanmış. Sansür kalktı diye de bayramı elan devam eden günden sonra yayımlanmış, fakat bu sefer de fâsik zihniyet sahipleri kendileri sansür uygulamışlar. Hâl­buki, eskimez yazı okumasını bilenler kitapların kapağında maarif vekâletinin müsaadeleriyle tab olunmuştur ifadesinin yer aldığını hatırlayacaklardır. Böylece kitabın yayımlanma­sının maksadı, bazı zevatı meşrutiyet nigâhbanlığma yâni, yeni usûlü desteklemek için gözlemcilik vazifesini kendilerin­den menkul bir anlayışla, görev addedenlere bazı 'eski dö­nem insanını, hedef göstermek gayretinden ileri geldiğini ifa­de edebiliriz.
Babıâli'nin İç Yüzü adlı risalede adı geçen eski sadnazam-lardan Mahmud Nedim Paşa, Said Paşa, Cevat Paşa ve Meh-med Kâmil Paşaların ve de eserde, daha ziyade hariciye na­zırlığı unvanıyla ele alınmış bulunan son sadnazam Ahmed Tevfik Paşa hakkında bile tahlile girişmeği lüzumlu bulma­dık. Bu zatların defaatle gelmiş oldukları bu yüksek makamı adı sanı belirsiz, niyeti hâlisanesi tesbit olunamayan ve tam buhran dönemlerinin yol şaşırtan kör kandili vazifesini ifa için, kaleme alınmış böyle varakpâreler her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ancak meşrutiyet İlânının 2.sinden sonra dahi ülkemiz, dünya büyük devletlerinin danı­şıp, görüşlerini kaale aldığı bir ülkeydi.
En ekâbir siyasetçi dahi, "Boğazdaki Adam; bu husus da acaba ne düşünüyor" diye tahminlerde bulunmakta ve dik­katle Sultan Hamid'in, söz ve davranışını takibe, kendini mecbur hissederdi.
ülkeyi batı dünyasının fırtınalarından devamlı menfi şekil­de sallanan bir sefine olmaktan çıkarmayı kendisine gaye edinmiş bulunan halife/hakan takip etdiği çok yönlü ve hipeaktif siyasetle meşgul bir siyaset dahisi olduğundan dünya-aörüşlerine itibar etdiği bir siyaset üstâdıydı. Osmanlı Devleti târih sahnesindeki yüksek mevkiini 1683'den, i922'ye kadar müdafaaya gayret göstermiş, bunu yapar-kende her bir karış toprağı uğruna can vermiş, baş almış, yi-a\t].:" Kaybetmiş nâm almıştır.
Dünya askerî liderleri arasındada mühim ve parlak bir si­ma olarak kabul edilen ünlü Napolyon Bonapart; "Türkler öl-dürülebilir fakat asla mağlup edilemezler!" dediğinde de tak­vim yapraklan 1800'den sonrayı göstermekteydi. İşte bahse konu risalede yukarıda bir bölümünün adının geçtiği sad­nazam efendilerin babaları milletimizin bir neslini teşkil et­mekteydi ve Napolyon bu ku sağın kahramanca direnişini bizzat müşahede etdiğinden, Cezzar Ahmet Paşa'nın önünde aldığı Âkkâ'daki kötekten; avrupaya, Paris'e kendini dar at­mış ve oradan da, İlk sürgün yeri olan Elbe adasını boyla-mıştı. Böyle değerli bir neslin çocukları olan yukarıda adlan geçen sadnazamlar hususunda mezkûr risalede, ileri sürülen iddiaların üzerinde kalem yürütmeyi abes görüyorum. Her şeyden Önce, bu zevat-i kiram siyasi hayatlarından menkub olduktan sonra, yazdıkları hatıratlarla sübjektif suçlamalara dâir cevap vermiş bulunanlarda vardır. Biz bunların artık ma­ziye ve oradan da rûzî mahşerlik işlerden olduğu kanaatında-yız. Ancak şunu da itiraf gerekir ki; bir cihan devleti dün-ya'ya ferman verdiği 1453'den 1622'ye kadar bütün dünya­nın arzularına muhalefetsiz rıza gösterdiği bir devletti. Ancak o kadar adil ve ahali denen kuruma pek büyük saygı besle­mekteydi ki bu bakımdan yüzaltmış yılı mütecaviz tek başı­na hükümran olma, dünya târihinin bir daha kolay kolay ya­şayamayacağı zaman dilimidir!
Bakınız; 1990'Iarda inhilâl eden Sovyetler Birliği Komonist idaresi bir kutup, ABD' bir başka kutup görüntüsü verdikleri yıllarda birlikte ancak 1946 ile 1990 arasında başpehlivanlık yapabildiler. Bunun mecmu kırkdört sene yapar ki kimse işin tadını veya tuzunu anlayamadı.
Günümüzde yâni 1990 ile aradan geçen onbir yıl diğer bir deyimle 2001 seneleri arasın da ABD'de sevilmek şöyle dur­sun, ahalisinin kökeni olan devletlerin bile, hasımlığını üstü­ne çekmeğe başladı. Günümüzde ise henüz bütün ecramıyla ortaya çıkmamış asrın insanca en ağır hasan sayılan, Hiroşi­ma ve Nagazaki'yi hatırlatacağı ileri sürülen bir kıyıma çık­mış böylece de müttefikleri dahi içlerinden bu dengesiz çıkış­lı patronun karşılaşacağı zorluklan tesbite çalışmağa başla­mışlar ve kendisini bu sona getirecek, arkalama yi yapmak­tan da geri durmamaktadırlar.
Ezcümle söylediğimiz; günümüzün her alanda vardığı tek­nolojik terakki dönemimizin olayları ile mâzidekileri mukaye­seye kalkışma imkânı bırakmamışsa da, son kertede dâima esas olan insan ve insaniyyet olunca, devirlerin mukayesesi fazla İddialı olmamak şartıyla denenmelidir. Münsif bir lide­rin, yâni insaf sahibi ve insanlık düşmanı olmayan bir dikta­törün, demokrat ruhlu olduklarını söyleyip de milletlerini temsil eden yöneticilerinin kısm-ı âzaminin siyonizmin alda­tıcı hümanist idaresinden çok daha iyi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Tabiiki netice itibarıyla ortada 622 sene temadi edip niha­yetinde târih sahnesinde yerini Türkiye Cumhuriyetine bırak­mış veya bırakmak zorunda kalmış Osmanlı devletinin iz­mihlalinde suçun büyüğü devletin en üst mevkiini temsil edenlere çıkarılması kadar isabetli bir başka görüş İleri sürü­lemez! Amma şunu âa unutmamak icâb ederki; büyük ve Küçük hatalar bir araya geldiğinde bilançonun zarar hanesin­de karşılaşılan netice târihin derinliklerine doğru yol almaya başlandığını göstermiştir. Bunu görenler çeşit çeşit tedavi usulleri uygulamışlar ve geçici başarılarda bulabilmişlerdir.
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ile Damad Mehmed Ragıp Pasa savaşı aramayan bir Osmanlı devleti ve savaşsız geçen yıllan, değerlendirecek bir organizasyona gitmek istikame­tinde, yol alırlarken, Damadlann, İbrahim olanı Patrona Halil isyanının mazlum ve mağduru olarak hem de hayatını kay­betti. Ragıp olanı ise her adımına bir altın koyarım, Rusya'ya savaş açalım diyen padişahı dizginlemeyi bilmekle beraber, bu rind ve tedbirli vezir ecei-i mevuduyla dünya hayatından çekilirken, iki sulh dönemi haylice ıslahata vesile olmuşsa da, Rusya'nın Ortodoks ve hristiyan hâmisi olarak balkanlar­da ve Osmanlı ülkesi dahilinde yaşamakta olanlar bahane edilerek sık sık teklif ve saldırılarla rahatsız edilmeye başla­mış ve haylice sıkıntılı dönemlere düşen Osmanlı devleti, Mahmud Nedim Paşanın komşu ile iyi geçinme yâni dostu yakında arama mantığına eğilimi, hristiyan ve ırkçı slav ruhu taşıyan moskof, Mahmud Nedim Paşaya bu deneyimi yap-tırtmâmış veya sadrıazama durmadan ihanet ederek,ahalinin bu zâta "Nedimof" lakabını vermesinin se bebini teşkil etmiş­tir.
Risalede yer alan sadnazamlar arasında Mahmud Nedim Paşanın hakkında yapılan suçlamalar, bizim savunma mec­buriyetinde olduğumuz hususdan değildir. Çünkü; Paşa bu dostluğu kurmak isterken geçmiş yılları, bu milletin can düş­manı moskof mezalimini aklına getirmediği gibi, balkanlar­daki ırkdaşfarını ve Ortodoksların ancak Rusya tarafından dfije edileceğinide hesaba almamıştır. Böyle bir hesabdan haberi olduğunu söyleme durumunda da değiliz. Çünkü; Sultan Abdülaziz döneminin bu sadnazamı, efendisine bağlı bir kişi olmakla beraber, iktidar anlayışı, padişah karşısında zaaf halindeki tu tumu zâten mutlakıyetin, şeyhülislâm önünde bir parça frenlenebildiği ortamda, padişahın yetkilerinin la-yüselliği mânasına gelecek ifade, tahrirat ve de yaklaşımlar­la, avrupalılaşmanın makulleşmesini sağlamaya çalışan Sul­tan Aziz'i hakikaten risalede yazılı olduğu gibi bir afitab-ı ci­han mertebesine teşvik etmiştir. Bunun sonunda padişah ha­yatını kaybederken Mahmud Nedim Paşa ise sadaretden ola­lı bir hayli olmuştu. Bu bakımdan risalede adı geçen Mah­mud Nedim Paşa, Âlî Paşayı harem kıyafeti ile karşılaya­mayan ve bir defasında deneyipde, durumu gören Âlî Paşa­nın hizmetlilere, kızım sana söylüyorum! Gelinim sen anla misali: "Efendimiz istirahat halindeyken niçin rahatsız edip, beni huzura alırsınız diye çıkışmış ve girdiği huzurdan geri geri çekilip, sarayın bahçesindeki güllüğü gezmeğe başla­ması padişahın redingotlarını giyip huzura çağırmasını intaç etmiştir ki, bu bir üstlük ve astlık değil sadece ciddiyet diye anılmalıdır.

Târihi Bir Tesbit


Yukarıda ileri sürdüğümüz mülahazaları tasdik makamına değilse de, işaret etmek babında, yine dahiliye eski nazırla­rından Ahmed Reşid Bey (Rey) Canlı Tarihler adlı eserinde: "İzzet Abid Holo Paşanın müntesiblerindenken, İttihad ü Terâkki cemiyetine de hulul eden Hüseyin Hilmi Paşa, bu yeni intisabının sayesinde Kâmil Paşanın riyasetinde ki ka­binede dahiliye nezâretine sokuldu.." demektedir. Hemen ilâve edelim ki; İzzet Holo Paşa mabeynde 2. kâtib olup, Sul­tan Abdülhamid'in devrilmesine sebeb olan kötü idarenin en ileri gelen malum şahıslarından bir tanesidir. Ancak devlet idaresinin padişahın ellerinde olduğu çok uzun dönem etra­fındaki kişiler hizmetlerini hasbetenlillah ve millet ve devlet-i din için ifâ etmiyorlar, mevki ve makam, para, servet kazan­ma vesilesi olarak telâkki etmekteydiler. Arab İzzet'de de­nen, bu sivil paşa, bu vasıfda adamların başında geldiği gibi, devletin valisi, kaymakamı, mutasarrıfı padişaha arzlarını sa­rayın ki tabeti aracılığıyla yaptıklarından, ya birinci kâtip Tahsin Paşaya yahut da 2. kâtip İzzet Paşa ya hulûs çekmek­le karşı karşıya kalıyorlardı. Hüseyin Hilmi Paşa'yı bu müna­sebetle Ahmed Reşid bey'İn suçladığı tarzda suçlamak, ne derece isabetli olur onuda biraz dü şünmek gerekir diye nok­talamak istiyorum.

Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına


Sultan Abdülhamid Hân'ın meşrutiyeti yeniden mer'iyete sokması kendisini devirmek İsteyen gayri milli güçlerin, on­ların şeriki olan ittihatçıların hesaplarını allak bullak etmişti. Millet; hanedan-ı âlî Osman'a bağlılığının bir nişanesi olarak her yerde padişah lehine alkışlar ve padişahım çok yaşa avazeleriyle kendini göstermesi, meclisin teşekkül çalışma­ları Sultan Hamid'in iktidardan uzaklaşmasının teminini 8 ay, 20 gün sonraya tehire sebeb olmaktaydı.
Ancak hemen ilâve edelimki; İttihatçılarda dâhil olmak üzere, hilafetin ve saltanatın devamından muazzep olan bir tek siyasetçiyi bu|mak kabil değildi. Ne varki ilk meşrutiyetin keyfini Osmanlı milleti 1293/1877 savaşı yüzünden süre­mezken, 2.meşrutiyetin keyfini de, 2 ay, 13 gün sonra Avus­turya'nın, Bulgaristan'ın ve Girid Adası meclisinin yâni 5/Ekim/1908 târihinde Bulgaristan Prensliği Osmanlı cami­asından ayrıldığını, Avustur ya, Bosna-Hersek'i ilhak eder­ken, Girid Adası meclisi de, 6/Ekim/1908'de Yunanistan'a iltihak edeceğini kararlaştırması bu seferki meşrutiyetinde keyfinin çıkarılmasını önleyici bir sebeb teşkil etti. Bulgaris­tan bizden ayrılık manifestosunu yayımlamakla beraber ve bunu fiiliyata koymasına rağmen, bize nüfus olarak 4 mil­yon, 338 bin kişilik bir eksilme getirdi bu ayrılık. Arazi bakı­mından ise yüzbin kilometre kareye yakın bir araziyi de el­den çıkarmış oluyorduk.
Bosna-Hersek'le ilgili kayıplarımız, insan sayısı olarakda, 1.935.000 (lmilyondokuzyüzotuzbeşbin) arazice, 51bin kilo­metre kare idi. Girid'e gelince, 8379 kilometre kare arazi 344.000 nüfusu kaybediyorken önemli bir deniz üssü elimiz­den gitmiş oluyordu. Burayı hukuken kaybetmemizde 1913 senesine kadar sürdü.
Bilhassa milletimizin Bosna-Hersek'i ilhak etme mesele­sinden dolayı Avusturya için epeyi protestolar, yürüyüşler tertiplediği görüldü. Avusturya mensucat fabrikalarında yapılan ve ülkeye ithal olunan fes için bir boykotaj düzenlen­di. Bu boykotaj sayesinde de, Eyüb'de bir Fes'hane açılmış oldu. Beyoğlu cihetinde bulunan Avusturya B.elçiliğinin önü­ne giderek protestolarını duyurmak isteyen ahalinin önüne çıkan ve meşrutiyet dol- ayısıyla Beyoğlu Komiseri tâyin edilmiş o!an Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey, heybetli vü­cuduyla buradan geçmek için benim vücudumu çiğnemeniz lâzım şeklinde ava-z-ı bülend ile seslenmiş, yumruklarını bir boksörün gardım alması şekline getirmesi şaka gibi görün­müş, daha sonra Filizof'un ciddi duruşu da ahaliyi bir hür­mete doğru istikametlendirmiş, ahali dağılmayı tercih etmiş­tir.
Bütün bunlar olurken, 17/Aralık/1908'de Meclis-i mebu-san'in küşâdi yapıldı. Bu meclis için yapılan seçimler ilk seçimler olup, hayli acemilikler ve hilelerle yapıldı. Askeri ve mülkî idarenin kısm-ı azaminin İttihad ü Terakki zihniyetine meyletmesi, tabiatıyla bu çetenin zorbalığımda benimseme­lerine yol açmış bulunduğundan, ahali üzerinde müessir olu­yorlardı. Böylece iki dereceli yapılan seçimlerin tercih mese­lesinde bilhassa azınlıklar ve de Rumlar üzerinde Atinadakİ Yunan hükümeti, Fener Patrikhanesi Rum mebus namzetleri­ne yardımcı'oluyor, siyasetlerini yönlendiriyordu.
İttihatçılar karşısındada Prens Sabahaddin Bey'in başların­da olduğu Ahrar Fırkası vardı. Gazetecilerin her seçime mü­essir olduğu öteden beri bilinen hususattan olduğu bu seçim de de kendini gösteriverdi. İstanbul'da münteşir aznlık gaze­teleri ülke içinde nüfuslarını katbekat yüksek iian etmkte, böylece fazla sayıda mebus çıkarmayı elde etmeye çalışıyor­lardı.
ülke içinde İttihatçıların meşrutiyeti teminden sonra un­surların birleşmesi, yâni İttihadı Anasır politikasını medhü senaya ve tatbike başlamadan evvel zihinlerde bu anlayışı müntesibi oldukları beynelmilel mason teşkilâtlarının kucak­larında yaşatmanın verdiği diyeti taleb ederek bunları ikna-aya muvaffak olduğu bu me'şum fikriyat, Osmanlı devletinin ana yapısını teşkil eden müslümanlığın vijdan hürriyeti için­de teemmülüne, ittihad-ı anasır politikasını tartışmaya başla­yan münevverler, islâm anlayışı yerine ırki anlayışını öne ge­çirdiklerinde memleket de*şapa oturmuş oldu. Bundan da en Çok azınlıklar ve devletleşmeyi, müstakil olmayı hedefleyen ırkların mensupları istifade etmiş oldu. ileride göreceğimiz gibi bu unsurların birleştirilmesi politikası, müslüman olup bağımsızlık peşinde olan ırkî toplulukların ayrıcıhğa başla­masını getirirken,gayrimüslimler arasında mevcud olan ihtilafların ortadan kalkmasına yol açtığından balkanlardada Sırp, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan ile Romanya ittifa­kının doğduğunu göreceğiz.
Meclis-i mebusan seçimden sonra 275 mebus ile teşekkül etmiş oldu. Bunların 140 tanesi Türk, 60 tanesi Arab, 25'i Arnavut, Kürtler ise 2 mebus çıkarmışlardı. Arab mebusların içinde bir tek hristiyan mebus varken, Arnavutların içinde bir kaç kişi de hristiyan idi. Hristiyanlar içinde cemaatlere göre dağılımları şöyle idi: 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah olup, tamamı 48 kişiyi bulmuştu. Okurlarımı­zın birazcık tebessümlerini temin için, şunu da anlatalım. Ar­navutlukta İpek adlı şehrin mebuslarından birisi kürsüde günlerden bir gün şöyle konuşma yapar: <Efendiler, gidiyo­ruz geliyoruz, Meşrutiyet Efendi'den konuşuyoruz. Fakat kendilerini bir türlü göremiyoruz. Artık lütfedip ortaya çıksin-da cemâlini görelim. CJzun boylumu, yoksa kısa, şişmanmi veya zayıfmı, esmermi, yoksa sarışınını? Şeklindeki konuş­ması belki bir espri olabilirmi? Fakat şahısların meşrutiyet hakkında malumatları olarak değerlendirilirse ne acip bir şeyle karşı karşıya olduğumuz rahatça anlaşılır.. Tebessüm­den ziyâde, düşüncelere gark ettik galiba..
Meclis-i mebusanın açılış günü olan 17/Arahk/1908 günü padişah,yanında oğlu Burhaneddin Efendi olduğu halde ve refakatinde de sadnazam Kâmil Paşa olduğu halde Ayasofya meydanındaki mebusan binasına geldi. Altun saltanat araba­sıyla gelen hünkârı ahali büyük bir sevgi gösterileriyle karşı­lamaktaydı. Padişah, hazırlattığı konuşmasını hâvi yazıyı Ma-\   beyn Başkâtibi Cevdet Bey'e verdi. Cevdet Bey nutk-ı hü­mayunu okuduğunda Sultan Hamid'in işaret ettiği husus pek mühimdi. Çeşitli milliyetlerden gelen mebusların ayrılıkçı bir tutum güdeceklerini İfade ettiği görülüyordu satırlar arasında. Padişa-hın, işaret ettiği diğer ve önemli bir husus, 31 se­ne evvel devletin idarecileriyle yapılan müzakere sonunda meclisin seddedilmesi hususu karara bağlanmış ve ona ri­ayet edilmiştir, dedikten sonra da, şimdiki açılışa da, devlet adamlarının karşı çıktığını fakat kendisinin meclisi açmakta kararlı olduğuna işaret etmesi mühimdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı