Tepinen Nazır
Şimdi kalem elimde, fakat kulaklarım müthiş ve sağır edici uğultuların saldırgan olduğu müthiş tarakkalar ile adetâ patlamak üzere.. Orman ve Maadin (Orman ve Maden) ziraat dâireleri ve porselen fabrikası nâzın, sanayii sergileri kurucusu, mâliye müsteşar-ı husûsisi vede Osmanlı Siyasî İşleri Müdürü Selim Melhame Paşa ağzını açmış, gözünü yummuş tepinmekte, bağırıyor ve telâş içinde: "Ne? Diyor bütün arkadaşlarımı tasvir edi yorsunuz da bir benrni unutuluyorum? Benim onlardan farkım ne? Hakkımı isterim! İsterim!" Esasında Paşanın hakkı var.
Paşayı unutmak, kurmak istediğimiz şu kolleksiyon yapısını eksik bırakmak yerine geçer. Fakaat! Müsaade Paşam!.. Bir kere hatıraları hafızama toplayayim. Bir de ricam; netice-i tetkikim aleyhinize çıkarsa, bana bir kusur isnad etmeyiniz. Bir kere boyunuz bir metro yüzseksen santimetrodur. Teninizin rengi safrani olup, hüzünlü bîr hindi'yi andırır. Vechiniz yâni yüzünüz geceleri beyzi(oval) olup, bir gün evvel verilen jurnallerden bir şey çıkaramamışsanız sabah olduğunda yüzünüz uzunlaşır! Alnınız basık, burnunuz çıkık, gözleriniz pırıltılarla ışıldıyor!
Sesiniz kısık, kollarınız sarkık, bacaklarınız içe doğru bükük doğrusu ise paytak halde! Konuşmanız daima fikrinizin aksinden ibaret ve dudaklarınız sahte bir tebessümle aralık, mutlaka yalan olan sözleriniz zaman ve mekân ile uygun hikâyelerle süslüdür. Şu aralık bir hayli fazia olan servetiniz, Hâmidî' dir.
İşte Paşa; varlığınızın tasviri bundan ibaret olup, bir noksanım varsa kusuru yine size aiddir. Herhangi bir fark ancak sizin son mülakatımızdan beri değişmiş olmanızdan Ötürüdür. Saray'ın bir çok mensubunun olduğu gibi zât-ı mübarekeni-zide. Suriye Güneşi, yetiştirmiş olmakdan elemlidir. Avrupa-nın; Osmanlı ülkesindeki hiristiyanlannda devlet hizmetinde bulundurulmalarını gözlemesi ile temiz vücudunuz sayesinde saf saf rastla nılmaya başlanmıştır. Tıfıllığınız yâni küçüklüğünüz Beyrut Cizvit mektebi sıraları üstü veya altında geçdi. İstanbul'a gelip Mekteb-i Sultaniye yâni Galatasaray Lisesine mubas sırlık yâni talebe gözetleyicisi olarak yerleşdiğiniz zaman henüz 22 yaşındaydınız!
Bir aralık da, Rumelîşarkî hududu tahdit heyetine refakat etdiniz. Orada vazifeniz ne idi? Meçhul! Bence malum bir şey! Avdetinizde o aralık yeni açılmış bulunan Duyûn-u Umumiyye merkezi idaresine tercüman sıfatiyle yerleştirilecek şansı İsbat-ı hüner ile yakalamış oldunuz, işte bu memuriyette serpilip açıldığınız kudret eli; size bir sahayı göstere-fek çeşitli meziyetleri gözleyip, hararetle aldığınız feyzlerle başarınızı genişlettiniz. Yıldız Sarayına her akşam maruzatınızı zarf zarf değil, etek, etek, kucak kucak sundunuz. Du-yun-u Umumiyye Meclis-i İdaresi, vazifelerine dahil olan, olmayan, olacak olan olmayacak olan her şeyin dakikası dakikasına, hatta daha evvel sarayca malum olduğunu görüp, nihayet zâtıâliyyenizî keşfedip, kuyruğunuzdan tutturup kapı dışarı attılar buraya kadar olan hayat safhanızda geleceğe yani atî'ye intikal edecek pek mühim ve parlak hususlar yoktur. Hududsuz sayıdaki arkadaşlarınızın hayat tarzlarından başka bir şey değildir. Fakat bir kaç senedir siz büyüdünüz! Adetâ vükelâ payesine yükseldiniz, ülkenin ticaretine, siyasetine, mâliyesine hâttâ her şeyine burnunuzu sokar oldunuz. Vekiller meclisinin kararlarından hiç biri önce sizin reyiniz alınmadan yerine getirilmez oldu. Şu durumunuz avru-palıyla alakadar bulunduğundan hakiki durumunuz, hafifliğiniz avrupalıiarca da bilinmek gerekir.
Orman ve Maadin Nezaretine tâyin tarihinizden beri zât-ı şahaneye her sene güzel idareniz sayesinde gelir arttırıcı bir lâyihanın takdimini itiyad ettiniz. Ortaya maden hakkın da, ülkenin en zengin madenlerini sizin payınıza çok düşmesini sağlayacak bir kanun atdınız. Hırsını tatmin için denizlere yakın bütün maden menbalannı da, elinizle sattınız.
Dünyanın en zengin ocaklarını, işinize gelen en bayağı serserilere, İştirakiniz olarak mâl eylediniz. İmtiyazlar en aşağı bedellerlede diğer serserilere intikal etdi. Borasit, kurşun, Manganez, kömür, antimon gibi bütün silsilei maden, sizin o bin marifetli ellerinizde değişik şekiller alıp, Mısır tahvilatına, Almanya ve ingiltere eshamına, Süveyş Kanalı hisse senetlerine vesairlere tebeddül ediyor! Bu ne sihir!
Sömürülüş
Transval madenlerinin hâl-i galeyanına karşı devlet-i âliye Maden Nâzın olmak sıfatıyla lakayd kalamazdınız, kalmadınız! Bank-ı Osmaniyi hesabınıza paket paket kâğıd almaya mecbur ederek bir çok tasfiyelerde piyasa farkların] muhafaza etdiniz. Vakta ki bu kâğıdlar düştü.. O zaman bankaya dilinizi çıkarıp göstermekle iktifa etdiniz. Banka hayatta oldu-âunu ve size karşı çıkmak durumuna geçtiğinde Borsa işlerine bakmaktan mahke-me meneder iradesi çıkarttınız. Sizin bu hâle razı olmamanız ecnebi sefirlerden çokça saygı görmenize engel teşkil etmemiş. Sefirlerin sizi paylaşamamala-nna fasıla verdirmemiş, sizi her akşam, her gece ziyafetlerine, müsamerelerine, Balolarına diğerlerini boş vererek, davet etmekten alıkoymamiştır
İfşaatta Kor İtham!
Süferânın yâni elçilerin her biri sizi kendine mâl etmiş sanır. Her biride ayrı ayrı aldanır ve nice gösterdiğiniz müsavi-likten yaralanır ve mutazam olurlar, ingiltere, sizin entrikalarınızla baş edebilmek için bir filo sevk etmek mecburiyetinde kaldı. Fransa ise; gümrük tarifeleri hakkındaki tezviratınızla baş etmek için fevkalade mesai sarfetmeğe mecbur kaldı. Mevcud sadnazamın tırnaklarınızı bir derece kestiğini rivayet ediyorlar. Fakat rivayet başka, inandırmak yine başka! Nice Suriye Arabları, Yanya Arnavutlarına galebe ederler. Önünüzün belirlenemeyecek kadar sisli olduğu görülüyor. Son zamanlarda anlaşılmaz bir takım tehlikelerin kokusunu almış olacaksınız ki büyük çapta bir sefirlik yakalamak için gayret gösterip, mesai sarfettiğinizi duyuyoruz ancak hemen haber vereyim ki, ne Paris nede Londra sefaretlerine kabul edilmeyeceğinizi öğreniniz. Peyda etmiş bulunduğunuz yakınlıklar sayesinde Roma'ya hâttâ Berlin'e gidebilirsiniz! Yalnız Fransa ve İngiltere'yi unutunuz. Aslında unutmamış olmanız gerekir ki Fransa kardeşinizi sefaret müsteşarlığına kabul etmedi. İn-gütereye gelince; Sir Vansen Kayar cenahları sizin Manş Denizinden geçmenize müsaade etmeyecek buda malumunuz dahilindedir!
Daha önce 3. Viktor Emanuel'e hanedan-ı âlî Osman nişanını götürmek üzere Roma'ya gitdiniz. Bu vesileyle gösterdiğiniz ahval ve etvar yâni durum ve davranışınız size o kadar istekli olduğunuz mevkii Roma'da hazırlıyor. İlk adımı atmış bulunuyorsunuz. Gerisini Kardinal Merari de Loval temin eder. Bu sayede bir derece kudsiyyet, muazzeziyet yâni az bulunur şeyler elde edersiniz! Düşünün bir kere: Paşa; saltanat-ı seniyyenin Ro-ma Sefiri, sen Melhame Paşa! Aman Yarabbi! Ne güzel bir kartdövizit olur!
Tarafsız Kalem!
Bizim kalemimiz son derece bitarafdır. Kimsenin ne lehinde ne de aleyhinde değildir. Bazı sahneleri tasvir ediyor, neticede alakası olanlar kusurlu yıkıyorlarsa, fotoğrafın kabahati ne? Vükelâ-yı Osmaniye haftada iki defa, pazar ve çarşanba günleri meclis toplantısı yapar. Hizmeti süfliyelerine yâni mühim olmayan işlerine dilsizler bakar. Salon asker muhafızların koruması altındadır. Vükelânın endişe duymadan, mesuliyetinden çekinmeden nelerden bahsedebildikleri ve müzakeresi ile neye karar vermeye selahiyetli oldukları ötedenberi birçok kimseleri düşündürmek, birçok zihinlere durgunluk vermek istidadında bulunmuştur.
Filvakıa Almanya elçisi; hükümetin göz yummasından hâttâ câniyane teşvikinden bezerek, İstanbul'u bir Fehim Paşanın tahammül edilmez ve kokuşmuş varlığından, hempalarının yaptığı haydutluklardan temize kavuşturmak için sa-ray'a müracaat ediyor, Bağdad Demiryolu'nun uzaması müzakeresini saray ile yürütüyor. Mühimmat-ı Harbiye alış veriş hususunu Yıldız'la kararlaştırıyor. Fransa elçisi; hükü- metin Fransız teba'ya mevcud veya mevcudu farz olan dinin eda edilmesini mabeyne (saraya) yazıyor. Odasından Fransız gazeteciler için istediği nişanları Saray'a inha ediyor.. İngiltere elcisi; hükümetin Makedonya ve gümrük vergisi hakkındaki aörüşlerini Cuma selâmlığından sonra en üst mevkıide beyan ederken, Amerika sefiri protestan mektebi hakkında yazdığı ültimatomu hükümete, babıâlî'ye değil yukarıya yâni Saray'a yolluyor.
Büyük olsun küçük olsun bütün devletlerin elçilikleri bu yolu tutturmuşlar. Hükümetin mihveri, babıâlî'den Yıldız'a yâni 2. Abdülhamid'in sarayına nakletmiş olması alakadar olan ecnebi devletler için pek elverişli bir yol! Çünkü Yıldız; tehir eder, tereddüt eder, kırmak, çıkarmak teşebbüsünde bulunur, fakat sonunda azamî hadd-i hasarla! Teslimiyet gösterir. Vükelâ-yı askeriyye hakkında hiç bir kelime kullanmamak, bunların (asker lerİn) vekar ve azametlerine yâni ağırbaşlılıklarına ve büyüklüklerine söz etmek hata demek olur. Bu bakımdan projöktörü şöyle veya böyle, bunlarında yâni askerlerin de üzerine tutmamız lâzımdır.
Vükelâ-yı askeriye seraskeri yâni kumandanı Rıza, Tophane müşiri Zeki, Bahriye nâzın Rami Paşalardır üzerlerine prö-jöktör tutacağımız.. Rıza Paşa; vücuden güzel,i ri yarı şişman bir zattır. Yüzü müdevver yâni yuvarlak, gözleri siyah, kirpikleri çanik, rengi esmer, sakal ve bıyık sık ve krantadır. Kabil olsa da dünya'da bir seyahat etmesi lâzım gelse pasaportuna şerh konması icâb eder. Ahlaken emsalsiz derecede latif-dir. Altmışbeş yaşında olduğu söylenmektedir. Nâzik, iltifat eden, sahih gayri sahih yâni yanlış veya doğru ifrat derecede zühd ve takva sever kimsedir. Bir Türk için kabil olduğu derecede tertip ve intizamı sever. İktidar mevkiine gelmeden önce Yıldız Sarayı civarında ahşab bir konakta yaşamaktaydı- O zamandan beri iktisad edebildiği paralarla bir çok mülk satın aldı. Asma bahçeleri vesaire perilere yaraşır, esatiri görüntüde öyle bir saray yaptırdı ki; mef ruşatı Paris'den getirilmiştir. Daimi masrafı için Bahçekapı'daki yirmi bin lira kıy-metindeki mağazalarla birlikte, doğumhane olarak bağışlanan kasr-ı muazzam budur.. Dikkat li bir bakış bu saray'in içinde her ne kadar initaf etse yâni saklasa her köşesinde iki misli olan zarafetden, nezahetden, altundan, billurdan, nurdan, ışıkdan başka bir şey göremez. Çünkü her noktasından bir gösteriş fışkırıyor, her köşede bir nûr dünyası büyük bir haş- metie müşahede olunur.
Sarayca mütevatır olduğuna göre bu kasrı müdebdeb yâni gösterişli konak ve içindeki mobilyalar ile ikimilyon frank (bugünkü paramızla 400 milyar m.h) tutar. Bu para ne kadar mânâsız şeydir ki Paşa, bir kaç ay önce hastalanıp yataktan çıkamazken, hâttâ Paris borsası bir tarafın tahvilatla basılmak korkusundan öyle şiddetli bir kokuyla sarsılmıştı ki, senetler hızla düşüşe başlamıştı.
Hava değişimi için Trablusgarb'e Jül Vern'in denizaltındaki seyahatini ve deniz hakkındaki nazariyatını kontrol etmek için yola çıkarılmak lâzım gelenlerin tâyin emrini Rıza Paşanın irfanının takdirine bağlı olduğu bildiriliyor. Dilini güzel bilir, Fransizcaya da, Almancaya da vukufu olup, yalnız başına öğrenmiştir. Servetinin derecesini tahkik edemem.
Tophane Müşiri Zeki Paşa
Bu paşa; Tophane Müşiridir yâni kumandanıdır. Zeki kelimesi zekâ'dan gelirki. Saf, hâlis, salih hâl sahibi demektir. Zeki Paşa daha 1875'de henüz otuz yaşlarındayken, devlet-i âliye hizmetinde bulunan bir ecnebi zabit, Zeki Paşa'dan
bahsederken, devlet-iâliyyenin istidad ve intibah-ı tealisi varsa. Zeki'nin eliyle muvaffakiyyet-i nâsibedar olabilir!" Demiştir.
O zamandan beri memleket daha ziyade kötü duruma düşmüş, zulümler çoğalmış, feryatlar her tarafdan duyulur olmuştur. Zeki Paşa da, daha çok bankaları istila etmek yo-İuvla bir yenilik ve değişikliğe yol açmak istemiştir. Tophane müşirlik dâiresi Beşiktaş'a giden başlıca yol üzerindedir. Zeki paşa'nın en önemli vazifesi bu şiryan-ı kebirden yâni kan damarı gibi yoldan kimlerin geçtiğini gözetlemek ve gördüklerini padişaha ulaştır-maktır. Askerî Mektepler nazırlığı da bu zâtın üzerindedir. Dolayısıyla müstebid hükümete, sadakat üzere olan bu zat, programlar üzerinde oynanmasına lüzum görülen oyunlarda bu paşanın elinin yüksekliği ve yüceliği görülür.
Hasan Rami Paşa
Hasan Rami Paşa Osmanlı siyaset âleminde henüz yeni yeni görünen bir kişidir. Osmanlı ufkunda dolaşan fikri yapısı içinde, Rami Paşa en büyük denizcilerden biri olup, İngiliz donanmasına bile komuta edecek iktidara sahiptir. Bir hayli zamandır ülkenin en önde gelen bahriye zabitlerinden biri olmasına rağmen yakın zamana kadar komuta mevkiine getirilmemesi, paşanın kendisi için bir şeref meselesi olarak yorumlaması yeridir. Devlet-i âliyye-Yunan Savaşında (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı nâmı diğeri Dömeke Meydan muharebesi ve zafer, dünyaya parmak ısırtacak bir Osmanlı zaferi olduğunu fakirin bu hususda basılmış bir kitabı olduğunu iftiharla hatırladım. M.H) büyük zorluklar içinde Haliç'den çika-nlan harp gemilerine kumandanlık Rami Paşaya tevcih edilmiştir. Paşa gemileri hemen Marmara denizinin açıklarına Çekmiştir. Kimsenin kimseden vede hiçbir şeyden doğru bir haber ahnamıyan memleketde, Rami Paşanın o devrin bahriye nazırına hiç bir itimadı bulunmadığından, gemilere ufak bir tâlim yaptırmak istemiş ve 2. sınıf krovözörlerden Mecidiye ise atış yaptığı topu ile fena halde olmak üzere, yine kendisini yaralamıştır
Bunun üzerine Rami Paşa donanmayı alıp Gelibolu önlerine çekmiş ve hiç kimse Hasan Rami Paşa'ya bir şey sora-mamıştır. Rami Paşa'nın oradan sökülüp çıkarılmasına da teşebbüs edilememiştir. Bu da, Osmanlı târihini bir zillet-i şaibeden kurtarmak, hizmeti olmuştur. Hasan Rami Paşadan evvel Bahriye nezareti adliye memurlarından gelen birine ve-rifmişsede, amele ve askerler bu zâtı kaçırmışlar Rami Paşa, bu göreve kerhen ve kaydı ihtiyatla getirilmiştir. (Bahse konu savaşda Hasan Hüsnü Paşa 3/aralık/1882'de geldiği Bahriye nazırlığında onbeşinci senesini aralıksız sürdürdüğü gibi, yedi yıl daha bu savaştan sonra bahriye nazırlığında muammer olmuştur. Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşanın ilk bahriye nezaretinin sonuçlandığı l/aralık/1882 târihinde Bahriye nazırlığına getirilen Mehmed Ratıb Paşa da, bu makamda en kısa müddet kalan Bahriye nâzındır ki, yukarıda yazarın bahsettiği adliyeci, bu olsa gerekdir. Ancak bu dönemin bahsettiği Yunan harbiyle arasında yine onbeş sene vardır. Anlaşılan odur ki yazar bütün olumsuzlukları bir araya getirip, devirleri uymasa da bir olumsuzluk sansasyonu meydana getirerek devrin insanını aldatmağa çalışıyor hükmünü çıkarmamız yanlış olmaz. Bizim bu tip risaleleri neşre gayretimiz bu küçük görülen neşriyatlarla, münevverlerimizin iğfal edildiği ve elan günümüzde de, buna müracaat eden zihniyete'kananlar az değildir olmasındandır.M.H) Halbuki ülkenin çok büyük çoğunluğunun gaflet uykusunda olduğu şu sırada bir iki kişinin ne yapabileceği sual edilse yeridir.
Fransızca risalenin yazılışı 17/ocak/1908-Tercüme târihi 29/kasım/1908 Böylece bu risaleyi iâtinize etmiş bulunuyoz. Şimdi bu risale üzerine mütalaaımızi takdimle okurumu-n efkârında meydana gelmiş tereddütleri varsa gidermeye gayret göstereceğim, efendim.
Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz
Bizden önceki kuşak rahmetli filozof Cemâl (Hatipoğlu); merhum Hilmi Oflaz, Kaymakamlıktan emekli Melih Yuluğ beyefendi merhum, 2. meşrutiyetin 2.Abdülhamid tarafından meri'yete sokulmasından sonra, devlet-i âliyye ve hanedan taraftan devlet ricali aleyhinde yazılmış satırlarla dolu kitaplara fazla önem vermeyin! Bunlar; bir bölüm yazarın kendini kaptırdığı batı düşünce ve yaşayış tarzına imrenmesinin getirdiği hezeyanlar, bir başka bölüm yazarında veya anekdot sahibinin, yeni anlayış ve İttihad ü Terakki cemiyetinin savurması muhtemel devlet imkânlarından yağlı bir kuyruk yakalamak iste yenlerin yazdıklarıdır.
Buna da, 1877/1878 Osmanh-Rus savaşı fecayiinden sonra, Sultan Hamid'in te'sis etmiş olduğu ülkeyi tek elden idare etmek, devlet adamlarını nezaret eden, yâni yapılanların neticesini kendisine bildirme tarzına dayalı idaresinde meşru veya gayri meşru, doğru veya yalan, essah veya iftira münasebetiyle başına gelen bir felâketin getirdiği, elem ve ızdırabın tevlid etdiği ve bu çektiklerini, bir maddi refah temini hususunda kendine sermaye edinmek istiyenlerin, târihi ve cemiyeti ifsad eden yazılarıdır. Derlerdi.
Her şeyden evvel bahse konu risalenin tercüme eser olduğu kapağında yazılı olmasına rağmen, fâil-i yazarın,yâni yazanın adı bulunmamaktadır. Mütercimi ise iki baş harfle belirtilmiş: T.N! Gel çık işin içinden! Adetâ imzasız ihbai mektubu! Hem de meşrutiyetin yeniden mer'iyete konmasının ardından yayımlanmış. Sansür kalktı diye de bayramı elan devam eden günden sonra yayımlanmış, fakat bu sefer de fâsik zihniyet sahipleri kendileri sansür uygulamışlar. Hâlbuki, eskimez yazı okumasını bilenler kitapların kapağında maarif vekâletinin müsaadeleriyle tab olunmuştur ifadesinin yer aldığını hatırlayacaklardır. Böylece kitabın yayımlanmasının maksadı, bazı zevatı meşrutiyet nigâhbanlığma yâni, yeni usûlü desteklemek için gözlemcilik vazifesini kendilerinden menkul bir anlayışla, görev addedenlere bazı 'eski dönem insanını, hedef göstermek gayretinden ileri geldiğini ifade edebiliriz.
Babıâli'nin İç Yüzü adlı risalede adı geçen eski sadnazam-lardan Mahmud Nedim Paşa, Said Paşa, Cevat Paşa ve Meh-med Kâmil Paşaların ve de eserde, daha ziyade hariciye nazırlığı unvanıyla ele alınmış bulunan son sadnazam Ahmed Tevfik Paşa hakkında bile tahlile girişmeği lüzumlu bulmadık. Bu zatların defaatle gelmiş oldukları bu yüksek makamı adı sanı belirsiz, niyeti hâlisanesi tesbit olunamayan ve tam buhran dönemlerinin yol şaşırtan kör kandili vazifesini ifa için, kaleme alınmış böyle varakpâreler her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ancak meşrutiyet İlânının 2.sinden sonra dahi ülkemiz, dünya büyük devletlerinin danışıp, görüşlerini kaale aldığı bir ülkeydi.
En ekâbir siyasetçi dahi, "Boğazdaki Adam; bu husus da acaba ne düşünüyor" diye tahminlerde bulunmakta ve dikkatle Sultan Hamid'in, söz ve davranışını takibe, kendini mecbur hissederdi.
ülkeyi batı dünyasının fırtınalarından devamlı menfi şekilde sallanan bir sefine olmaktan çıkarmayı kendisine gaye edinmiş bulunan halife/hakan takip etdiği çok yönlü ve hipeaktif siyasetle meşgul bir siyaset dahisi olduğundan dünya-aörüşlerine itibar etdiği bir siyaset üstâdıydı. Osmanlı Devleti târih sahnesindeki yüksek mevkiini 1683'den, i922'ye kadar müdafaaya gayret göstermiş, bunu yapar-kende her bir karış toprağı uğruna can vermiş, baş almış, yi-a\t].:" Kaybetmiş nâm almıştır.
Dünya askerî liderleri arasındada mühim ve parlak bir sima olarak kabul edilen ünlü Napolyon Bonapart; "Türkler öl-dürülebilir fakat asla mağlup edilemezler!" dediğinde de takvim yapraklan 1800'den sonrayı göstermekteydi. İşte bahse konu risalede yukarıda bir bölümünün adının geçtiği sadnazam efendilerin babaları milletimizin bir neslini teşkil etmekteydi ve Napolyon bu ku sağın kahramanca direnişini bizzat müşahede etdiğinden, Cezzar Ahmet Paşa'nın önünde aldığı Âkkâ'daki kötekten; avrupaya, Paris'e kendini dar atmış ve oradan da, İlk sürgün yeri olan Elbe adasını boyla-mıştı. Böyle değerli bir neslin çocukları olan yukarıda adlan geçen sadnazamlar hususunda mezkûr risalede, ileri sürülen iddiaların üzerinde kalem yürütmeyi abes görüyorum. Her şeyden Önce, bu zevat-i kiram siyasi hayatlarından menkub olduktan sonra, yazdıkları hatıratlarla sübjektif suçlamalara dâir cevap vermiş bulunanlarda vardır. Biz bunların artık maziye ve oradan da rûzî mahşerlik işlerden olduğu kanaatında-yız. Ancak şunu da itiraf gerekir ki; bir cihan devleti dün-ya'ya ferman verdiği 1453'den 1622'ye kadar bütün dünyanın arzularına muhalefetsiz rıza gösterdiği bir devletti. Ancak o kadar adil ve ahali denen kuruma pek büyük saygı beslemekteydi ki bu bakımdan yüzaltmış yılı mütecaviz tek başına hükümran olma, dünya târihinin bir daha kolay kolay yaşayamayacağı zaman dilimidir!
Bakınız; 1990'Iarda inhilâl eden Sovyetler Birliği Komonist idaresi bir kutup, ABD' bir başka kutup görüntüsü verdikleri yıllarda birlikte ancak 1946 ile 1990 arasında başpehlivanlık yapabildiler. Bunun mecmu kırkdört sene yapar ki kimse işin tadını veya tuzunu anlayamadı.
Günümüzde yâni 1990 ile aradan geçen onbir yıl diğer bir deyimle 2001 seneleri arasın da ABD'de sevilmek şöyle dursun, ahalisinin kökeni olan devletlerin bile, hasımlığını üstüne çekmeğe başladı. Günümüzde ise henüz bütün ecramıyla ortaya çıkmamış asrın insanca en ağır hasan sayılan, Hiroşima ve Nagazaki'yi hatırlatacağı ileri sürülen bir kıyıma çıkmış böylece de müttefikleri dahi içlerinden bu dengesiz çıkışlı patronun karşılaşacağı zorluklan tesbite çalışmağa başlamışlar ve kendisini bu sona getirecek, arkalama yi yapmaktan da geri durmamaktadırlar.
Ezcümle söylediğimiz; günümüzün her alanda vardığı teknolojik terakki dönemimizin olayları ile mâzidekileri mukayeseye kalkışma imkânı bırakmamışsa da, son kertede dâima esas olan insan ve insaniyyet olunca, devirlerin mukayesesi fazla İddialı olmamak şartıyla denenmelidir. Münsif bir liderin, yâni insaf sahibi ve insanlık düşmanı olmayan bir diktatörün, demokrat ruhlu olduklarını söyleyip de milletlerini temsil eden yöneticilerinin kısm-ı âzaminin siyonizmin aldatıcı hümanist idaresinden çok daha iyi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Tabiiki netice itibarıyla ortada 622 sene temadi edip nihayetinde târih sahnesinde yerini Türkiye Cumhuriyetine bırakmış veya bırakmak zorunda kalmış Osmanlı devletinin izmihlalinde suçun büyüğü devletin en üst mevkiini temsil edenlere çıkarılması kadar isabetli bir başka görüş İleri sürülemez! Amma şunu âa unutmamak icâb ederki; büyük ve Küçük hatalar bir araya geldiğinde bilançonun zarar hanesinde karşılaşılan netice târihin derinliklerine doğru yol almaya başlandığını göstermiştir. Bunu görenler çeşit çeşit tedavi usulleri uygulamışlar ve geçici başarılarda bulabilmişlerdir.
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ile Damad Mehmed Ragıp Pasa savaşı aramayan bir Osmanlı devleti ve savaşsız geçen yıllan, değerlendirecek bir organizasyona gitmek istikametinde, yol alırlarken, Damadlann, İbrahim olanı Patrona Halil isyanının mazlum ve mağduru olarak hem de hayatını kaybetti. Ragıp olanı ise her adımına bir altın koyarım, Rusya'ya savaş açalım diyen padişahı dizginlemeyi bilmekle beraber, bu rind ve tedbirli vezir ecei-i mevuduyla dünya hayatından çekilirken, iki sulh dönemi haylice ıslahata vesile olmuşsa da, Rusya'nın Ortodoks ve hristiyan hâmisi olarak balkanlarda ve Osmanlı ülkesi dahilinde yaşamakta olanlar bahane edilerek sık sık teklif ve saldırılarla rahatsız edilmeye başlamış ve haylice sıkıntılı dönemlere düşen Osmanlı devleti, Mahmud Nedim Paşanın komşu ile iyi geçinme yâni dostu yakında arama mantığına eğilimi, hristiyan ve ırkçı slav ruhu taşıyan moskof, Mahmud Nedim Paşaya bu deneyimi yap-tırtmâmış veya sadrıazama durmadan ihanet ederek,ahalinin bu zâta "Nedimof" lakabını vermesinin se bebini teşkil etmiştir.
Risalede yer alan sadnazamlar arasında Mahmud Nedim Paşanın hakkında yapılan suçlamalar, bizim savunma mecburiyetinde olduğumuz hususdan değildir. Çünkü; Paşa bu dostluğu kurmak isterken geçmiş yılları, bu milletin can düşmanı moskof mezalimini aklına getirmediği gibi, balkanlardaki ırkdaşfarını ve Ortodoksların ancak Rusya tarafından dfije edileceğinide hesaba almamıştır. Böyle bir hesabdan haberi olduğunu söyleme durumunda da değiliz. Çünkü; Sultan Abdülaziz döneminin bu sadnazamı, efendisine bağlı bir kişi olmakla beraber, iktidar anlayışı, padişah karşısında zaaf halindeki tu tumu zâten mutlakıyetin, şeyhülislâm önünde bir parça frenlenebildiği ortamda, padişahın yetkilerinin la-yüselliği mânasına gelecek ifade, tahrirat ve de yaklaşımlarla, avrupalılaşmanın makulleşmesini sağlamaya çalışan Sultan Aziz'i hakikaten risalede yazılı olduğu gibi bir afitab-ı cihan mertebesine teşvik etmiştir. Bunun sonunda padişah hayatını kaybederken Mahmud Nedim Paşa ise sadaretden olalı bir hayli olmuştu. Bu bakımdan risalede adı geçen Mahmud Nedim Paşa, Âlî Paşayı harem kıyafeti ile karşılayamayan ve bir defasında deneyipde, durumu gören Âlî Paşanın hizmetlilere, kızım sana söylüyorum! Gelinim sen anla misali: "Efendimiz istirahat halindeyken niçin rahatsız edip, beni huzura alırsınız diye çıkışmış ve girdiği huzurdan geri geri çekilip, sarayın bahçesindeki güllüğü gezmeğe başlaması padişahın redingotlarını giyip huzura çağırmasını intaç etmiştir ki, bu bir üstlük ve astlık değil sadece ciddiyet diye anılmalıdır.
Târihi Bir Tesbit
Yukarıda ileri sürdüğümüz mülahazaları tasdik makamına değilse de, işaret etmek babında, yine dahiliye eski nazırlarından Ahmed Reşid Bey (Rey) Canlı Tarihler adlı eserinde: "İzzet Abid Holo Paşanın müntesiblerindenken, İttihad ü Terâkki cemiyetine de hulul eden Hüseyin Hilmi Paşa, bu yeni intisabının sayesinde Kâmil Paşanın riyasetinde ki kabinede dahiliye nezâretine sokuldu.." demektedir. Hemen ilâve edelim ki; İzzet Holo Paşa mabeynde 2. kâtib olup, Sultan Abdülhamid'in devrilmesine sebeb olan kötü idarenin en ileri gelen malum şahıslarından bir tanesidir. Ancak devlet idaresinin padişahın ellerinde olduğu çok uzun dönem etrafındaki kişiler hizmetlerini hasbetenlillah ve millet ve devlet-i din için ifâ etmiyorlar, mevki ve makam, para, servet kazanma vesilesi olarak telâkki etmekteydiler. Arab İzzet'de denen, bu sivil paşa, bu vasıfda adamların başında geldiği gibi, devletin valisi, kaymakamı, mutasarrıfı padişaha arzlarını sarayın ki tabeti aracılığıyla yaptıklarından, ya birinci kâtip Tahsin Paşaya yahut da 2. kâtip İzzet Paşa ya hulûs çekmekle karşı karşıya kalıyorlardı. Hüseyin Hilmi Paşa'yı bu münasebetle Ahmed Reşid bey'İn suçladığı tarzda suçlamak, ne derece isabetli olur onuda biraz dü şünmek gerekir diye noktalamak istiyorum.
Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına
Sultan Abdülhamid Hân'ın meşrutiyeti yeniden mer'iyete sokması kendisini devirmek İsteyen gayri milli güçlerin, onların şeriki olan ittihatçıların hesaplarını allak bullak etmişti. Millet; hanedan-ı âlî Osman'a bağlılığının bir nişanesi olarak her yerde padişah lehine alkışlar ve padişahım çok yaşa avazeleriyle kendini göstermesi, meclisin teşekkül çalışmaları Sultan Hamid'in iktidardan uzaklaşmasının teminini 8 ay, 20 gün sonraya tehire sebeb olmaktaydı.
Ancak hemen ilâve edelimki; İttihatçılarda dâhil olmak üzere, hilafetin ve saltanatın devamından muazzep olan bir tek siyasetçiyi bu|mak kabil değildi. Ne varki ilk meşrutiyetin keyfini Osmanlı milleti 1293/1877 savaşı yüzünden süremezken, 2.meşrutiyetin keyfini de, 2 ay, 13 gün sonra Avusturya'nın, Bulgaristan'ın ve Girid Adası meclisinin yâni 5/Ekim/1908 târihinde Bulgaristan Prensliği Osmanlı camiasından ayrıldığını, Avustur ya, Bosna-Hersek'i ilhak ederken, Girid Adası meclisi de, 6/Ekim/1908'de Yunanistan'a iltihak edeceğini kararlaştırması bu seferki meşrutiyetinde keyfinin çıkarılmasını önleyici bir sebeb teşkil etti. Bulgaristan bizden ayrılık manifestosunu yayımlamakla beraber ve bunu fiiliyata koymasına rağmen, bize nüfus olarak 4 milyon, 338 bin kişilik bir eksilme getirdi bu ayrılık. Arazi bakımından ise yüzbin kilometre kareye yakın bir araziyi de elden çıkarmış oluyorduk.
Bosna-Hersek'le ilgili kayıplarımız, insan sayısı olarakda, 1.935.000 (lmilyondokuzyüzotuzbeşbin) arazice, 51bin kilometre kare idi. Girid'e gelince, 8379 kilometre kare arazi 344.000 nüfusu kaybediyorken önemli bir deniz üssü elimizden gitmiş oluyordu. Burayı hukuken kaybetmemizde 1913 senesine kadar sürdü.
Bilhassa milletimizin Bosna-Hersek'i ilhak etme meselesinden dolayı Avusturya için epeyi protestolar, yürüyüşler tertiplediği görüldü. Avusturya mensucat fabrikalarında yapılan ve ülkeye ithal olunan fes için bir boykotaj düzenlendi. Bu boykotaj sayesinde de, Eyüb'de bir Fes'hane açılmış oldu. Beyoğlu cihetinde bulunan Avusturya B.elçiliğinin önüne giderek protestolarını duyurmak isteyen ahalinin önüne çıkan ve meşrutiyet dol- ayısıyla Beyoğlu Komiseri tâyin edilmiş o!an Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey, heybetli vücuduyla buradan geçmek için benim vücudumu çiğnemeniz lâzım şeklinde ava-z-ı bülend ile seslenmiş, yumruklarını bir boksörün gardım alması şekline getirmesi şaka gibi görünmüş, daha sonra Filizof'un ciddi duruşu da ahaliyi bir hürmete doğru istikametlendirmiş, ahali dağılmayı tercih etmiştir.
Bütün bunlar olurken, 17/Aralık/1908'de Meclis-i mebu-san'in küşâdi yapıldı. Bu meclis için yapılan seçimler ilk seçimler olup, hayli acemilikler ve hilelerle yapıldı. Askeri ve mülkî idarenin kısm-ı azaminin İttihad ü Terakki zihniyetine meyletmesi, tabiatıyla bu çetenin zorbalığımda benimsemelerine yol açmış bulunduğundan, ahali üzerinde müessir oluyorlardı. Böylece iki dereceli yapılan seçimlerin tercih meselesinde bilhassa azınlıklar ve de Rumlar üzerinde Atinadakİ Yunan hükümeti, Fener Patrikhanesi Rum mebus namzetlerine yardımcı'oluyor, siyasetlerini yönlendiriyordu.
İttihatçılar karşısındada Prens Sabahaddin Bey'in başlarında olduğu Ahrar Fırkası vardı. Gazetecilerin her seçime müessir olduğu öteden beri bilinen hususattan olduğu bu seçim de de kendini gösteriverdi. İstanbul'da münteşir aznlık gazeteleri ülke içinde nüfuslarını katbekat yüksek iian etmkte, böylece fazla sayıda mebus çıkarmayı elde etmeye çalışıyorlardı.
ülke içinde İttihatçıların meşrutiyeti teminden sonra unsurların birleşmesi, yâni İttihadı Anasır politikasını medhü senaya ve tatbike başlamadan evvel zihinlerde bu anlayışı müntesibi oldukları beynelmilel mason teşkilâtlarının kucaklarında yaşatmanın verdiği diyeti taleb ederek bunları ikna-aya muvaffak olduğu bu me'şum fikriyat, Osmanlı devletinin ana yapısını teşkil eden müslümanlığın vijdan hürriyeti içinde teemmülüne, ittihad-ı anasır politikasını tartışmaya başlayan münevverler, islâm anlayışı yerine ırki anlayışını öne geçirdiklerinde memleket de*şapa oturmuş oldu. Bundan da en Çok azınlıklar ve devletleşmeyi, müstakil olmayı hedefleyen ırkların mensupları istifade etmiş oldu. ileride göreceğimiz gibi bu unsurların birleştirilmesi politikası, müslüman olup bağımsızlık peşinde olan ırkî toplulukların ayrıcıhğa başlamasını getirirken,gayrimüslimler arasında mevcud olan ihtilafların ortadan kalkmasına yol açtığından balkanlardada Sırp, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan ile Romanya ittifakının doğduğunu göreceğiz.
Meclis-i mebusan seçimden sonra 275 mebus ile teşekkül etmiş oldu. Bunların 140 tanesi Türk, 60 tanesi Arab, 25'i Arnavut, Kürtler ise 2 mebus çıkarmışlardı. Arab mebusların içinde bir tek hristiyan mebus varken, Arnavutların içinde bir kaç kişi de hristiyan idi. Hristiyanlar içinde cemaatlere göre dağılımları şöyle idi: 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah olup, tamamı 48 kişiyi bulmuştu. Okurlarımızın birazcık tebessümlerini temin için, şunu da anlatalım. Arnavutlukta İpek adlı şehrin mebuslarından birisi kürsüde günlerden bir gün şöyle konuşma yapar: <Efendiler, gidiyoruz geliyoruz, Meşrutiyet Efendi'den konuşuyoruz. Fakat kendilerini bir türlü göremiyoruz. Artık lütfedip ortaya çıksin-da cemâlini görelim. CJzun boylumu, yoksa kısa, şişmanmi veya zayıfmı, esmermi, yoksa sarışınını? Şeklindeki konuşması belki bir espri olabilirmi? Fakat şahısların meşrutiyet hakkında malumatları olarak değerlendirilirse ne acip bir şeyle karşı karşıya olduğumuz rahatça anlaşılır.. Tebessümden ziyâde, düşüncelere gark ettik galiba..
Meclis-i mebusanın açılış günü olan 17/Arahk/1908 günü padişah,yanında oğlu Burhaneddin Efendi olduğu halde ve refakatinde de sadnazam Kâmil Paşa olduğu halde Ayasofya meydanındaki mebusan binasına geldi. Altun saltanat arabasıyla gelen hünkârı ahali büyük bir sevgi gösterileriyle karşılamaktaydı. Padişah, hazırlattığı konuşmasını hâvi yazıyı Ma-\ beyn Başkâtibi Cevdet Bey'e verdi. Cevdet Bey nutk-ı hümayunu okuduğunda Sultan Hamid'in işaret ettiği husus pek mühimdi. Çeşitli milliyetlerden gelen mebusların ayrılıkçı bir tutum güdeceklerini İfade ettiği görülüyordu satırlar arasında. Padişa-hın, işaret ettiği diğer ve önemli bir husus, 31 sene evvel devletin idarecileriyle yapılan müzakere sonunda meclisin seddedilmesi hususu karara bağlanmış ve ona riayet edilmiştir, dedikten sonra da, şimdiki açılışa da, devlet adamlarının karşı çıktığını fakat kendisinin meclisi açmakta kararlı olduğuna işaret etmesi mühimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder