14 Haziran 2011 Salı

Sultan 6. Mehmed Vahideddin, Malta Adasından Firar, İttihatçı Çizgisimi? Ankara Görevimi?, Londra Konferansı, Londra Konferansında Malta Sürgünleri Müzakeresi

Malta Adasından Firar


Bilâl N.Şimşir bey bir tesbit olarak şu ifadeyi kaleme al­maktan kendini menedememiştir: "..İttihat ve Terâkki guru­bunun bütün dağınıklığına rağmen kaçış organizasyonunda gösterdiği başarının büyüklüğü gün gibi aşikardır." Hakika­ten Ali İhsan Paşa da, hatıratında kaçmak için kafa patlatır­ken ittihatçı eski nazırlardan Kara Kemâl'in komiteci ruhu ve kafası imdadımıza yetişti" cümlesiyle yer almıştır. Malta Adasının sürgün adası olması insanların bu ada da başıboş dolaşmaları anlamına gelmemelidir. Burada; Vardala Barklas kışlası adı verilen 15. yüzyıl mimarisi, iki katlı, iki blok hâlin­de uzunluğu altmış metre, eni yirmibeş metreyi bulan hapis­hane olarak kullanılan bir bina vardı. Her ne kadar hapisha­ne olmakla beraber, kışla denmesi daha bir tercih edilmişti. İngilizlerce muteber kimseler, bu yapının içinde yer alan, müstakil odalarda göz altında bulunduruyorlardı. Son dö­nemlerinde renkli ve tutarsız davranışlarıyla beyanlarına ar­tık pek önem verilmeyen Cemâl Kutay'm, Malta sürgünleri arasında bulunan teşkilât-ı mahsusanın kuru cusu Kuşçubaşi Eşref Bey (Sencer) hakkındaki, bilgilendirmesinden bizim inandığımız bir bölümü satırlarımıza meâlen derci vazife bil­dik:
"Kuşçubaşı Eşref Bey yanındaki kırk arkadaşıyla olduğu halde Suud kuvvetlerinin yirmibeşbin (25.000) kişilik gurubu ile karşılaşır. Amansız bir savaşa tutuşurlar. Muhterem okur­lar yanlış okumuyorsunuz, Eşref Bey'le arkadaşları, Şerif Hü­seyin'in oğlu Suud'un askerleriyle ölüm kalım savaşına girer ve Eşref Bey çok ağır yaralanır peşinden de esir düşer. Kas-r'un Nil kışlasında tedavi edilir.
Hayati tehlikeyi atlattıktan sonra İngilizler tarafından Maltc sürgünleri arasına ithal edilmek için İsmailiye vapuruna bin­dirilip, İngiliz savaş gemilerinin koruması altında, Vardale Barklas kışlasına götürülüp bir odaya konur. 1. Cihan harbi­nin ünlü Alman denizaltisı olan Emden'in süvarisi, Von Mül-ler'de oradadır. Zâten; burada sadece siyasi ve askeri şahsi­yetler bulunmayıp, tanınmış ihtilâlciler, fikir sahibi ve milli li­derler gibi nice kimseler bulunmaktaydı. İstanbul'da topla­nan, Mecfis-i Mebusanı kapattırmak emeliyîe, Ankara'dan gelen arzusunda başarıyı yakalayıp, meclisin basılmasını te­min eden Rauf bey (Orbay) ve meşhur Kara Vasıf bey'de Malta'ya getirilmişler arasındaydı. Rauf bey'in bu provakas-yonu TBMM'nin teşekkül etmesinde en büyük âmil olmuş bulunmaktadır. Çünkü; işgal kuvvetlerinin bulunduğu bir şe­hirde meclisin fonksiyonunun ne kadar hür olabileceğini tar­tan akıl sahibi vatanseverler çeşitli yollarla Ankara'ya ulaşa­rak hizmete koştular.
Osmanlı tebası olarak Malta sürgünleri adını alan ilk zeva­ta geçmeden şu tesbiti okurlarıma duyurmayı vazife addedi­yorum. Aziz milletimizin dünya yüzünde hasbetenlillah dostu yoktur. Dostu ancak inançları, piyadeyse tüfeği, topçuysa to­pu, muhabereciyse cihazı ve ilânihaye kullanacağı araçlar, gereçler ve silahlandır.
Bakınız daha 1. cihan savaşma katılmamışız. İtalyanlar bir gemide yaptıkları arama esnasında 2. Meşrutiyetin ilânına sebeb olan dağa çıkma hadisesinin failleri Enver ve Niyazi bey ikilisine katılan üçüncüsü olan meşhur Ohrili Eyüb Sabri bey'i, Eczacı Kâzım bey'i, tüccardan Hacı Tevfik bey'i yaka­layıp İngilizlere teslim ederler. Savaşa katılmadan savaş esir­lerimiz Vardala Barkias kışlasına konurlar. Yeri gelmişken de Malta sürgününü yaşamış bulunan zevatın bilebildiğimiz kadarıyla adlarını sahifelerimize kaydederek tarih sayfalarında­ki yerlerini elinizdeki eserde de almış olsunlar: Ali İhsan Paşa (Sabis), Hâli) Menteşe (meclis-i mebusan 2.reisi), Rahmi bey (İzmir valisi), Ali Fethi (Okyar eski başvekillerden), Zeki ve Memduh beyler (eski valiler), dahiliye eski nazırlarından Ha­cı Adil bey, maarif eski nazırlarından Şükrü bey, İttihatçılara şeyhülislâmlık yapmış olan Ürgüblü Hayri Efendi efendi, yine dahiliye eski nazırlarından İsmail Canbulat, iaşe nâzın Kara Kemâl, yine eski valilerden Muammer bey ve Reşid Paşa ile Mustafa Abdülhalik (Renda-TBMM reisliğini en fazla sürdü­ren zat), Enver Paşa'nın babası sürre alayı reisi Ahmed paşa^ Mümtaz bey, Lâzistan mebusu Sûdi, Hammal Ferid, Hüseyin Cahid (Yalçın), Ziya Gökalp, Süleyman Nazif ve de 1.cihan harbine giren kabinenin sadrazamı Sâid Halim Paşa da Malta sürgünleri arasındaydı.
Toplu firarın hikâyesine gelirıce kaynağımız yine Ali İhsan Sabis paşa oluyor. Paşa diyor ki;
."..Kaçışı Basri bey planlamıştır. Rıfki bey adlı bir zatta yar­dımcı olmuştur. Ankara hükümetinin Roma mümessili Cami (Baykut) bey ile Cenevre'de bulunan maliyeci Câvid bey du­rumdan haberdar idi. Bu işe beşbinikiyüz ingiliz lirası (bu günkü paramızla 1 7/mayıs/2000 tarihi itibarıyla: dörtmilyar-sekizyüzellialtımiiyonikiyüzellibinlira-4.856.250.000) har­canmıştır. İtalyanlarında bu kaçışa yardımcı oldukları beyan edilmektedir. Bu kaçış harekâtında; Rauf ve Vasıf beylerin yer almaması dünya târihinde büyük bir önem arzeder. Bu zevat "KAÇMAYACAĞIZ" diye İngilizlere söz verdiklerinden, sözlerini yerine getirmenin şerefini taşımışlardır.
Fakat bu seferde, ingilizler bu ikiliye sıkıntı verme yolunu denemeye başlamışlardır. Ancak bunların bırakılacağı kesin­di çünkü İngilizler kendilerini bağlayıcı beyanlar yapmışlardı.
İngilizler; Malta'dan kuş uçmaz derken, önce iki kişinin dan; sonra yâni 6/eylül/1921 günü aşağıda isimlerini koyacağı mız onaltı kişi ki; Ali İhsan Sabis Paşa, Sabit bey, Nevzat bey Bedreddin bey, Mâcit, Muammer, Gani,Ahmet, Memduh, Fa­ik, Şükrü ve Fevzi beylerle Mahmud Kâmil Paşa, Kara Kemâ bey, Tahsin bey vede Necmi beylerdi. Tunus'dan yüklediğ sığırları, Malta'nın merkezi noktasından biraz uzağındaki li­mana boşaltmak üzere gelen Trickleti adlı gemiye o gün kamptan izinli çıkan zevat bahse konu gemiye kıyafet değiş­tirme suretiyle beşer kişilik gurublar hâlinde girerler ve ken­dilerine özel yapılmış saklanma mahallerine girerler ve bu iş­lem altı saat içinde tamamlanır.
Gemi Kara Kemâl bey'inde gelmesiyle birlikte hareket ed­er. Ertesi günü İtalya'nın Mesina limanı yakınlarında bir yere yanaşır ve firariler gemiden sahile çıkarlar. Roma'ya gelinir ve burada Cami Baykut bey'in hazırladıkları pasaportlarla İtalya'dan çıkarlar çoğu Almanya'ya giderlerken Ali İhsan Sabis Paşa, milli mücadeleye katılmak arzu-u iştiyakıyla isti­kameti Ankara üzerine rotalandırır. Biz burada bir hususu be­lirtmek isterizki, Malta Sürgünleri arasında yer alan Mustafa Abdülhalik (Renda) Beyefendi de masonların arasında 33 derece unvanla yer aldığı listelerde görülür. Ancak masonla­rın bu dereceye gelmiş olanları "kâinatın ulu mimarı insan­dır" felsefe-i sapikesine tutulmuş kimselerdir. Böyle bir felse­fenin meclûbu olan kişi elbette inkâr-ı uluhiyete dalmış oldu­ğundan namaz ve niyaz ile aralan olmaz. Buna karşılık Vali­dem tarafından akraba-i taallukatdan bulunan merhum Ab­dülhalik Bey'in 1947'de namazını kıldığını bizzat görmüşümdür.
İşte bu zat da Malta'dan firar edecek kişiler arasındayken, son gece rüyasında İki Cihan Serverî Efendimizi görmekle şereflenir ve o sevgililer sevgilisinin emirleri mucibince Malta Adasında kalıp duruşmalara çıkıp, Ermeni katliamından be­raat etmek için mahkemede isbat-i vücud etme istikametine yönelir. Böyle 33 dereceli bir mason'un bu fevkaledikleri ya­şaması gayr-ı kabil olması icâb ettiğinden bu zat hakkındaki masonluk iddiasının, masonların meşhur ve müessir kimse­leri aralarında göstermek taktiğine karşılık, buna mukabil de, bu menhus zihniyet ve teşkilâtın hedefinden sıyrılmayı tercih edenlerin pasif kalması sebebiyle bir açıklama yapmamış ol­ması dikkate değerdir.
Meselâ; eski şeyhülislâmlardan Tortumlu Musa Kâzım Efendi mason locaları içinde konferans verdiğini ifade et­mekle beraber, masonluğun bir felsefe olduğunu bu felsefeyi benimseyenlerin müsiümanhkla ilgisi bulunamayacağını ifa­de edip, hâl böyleyken, benim gibi bu hâli idrâk eden bir kimsenin mason olması kabilmidir sorusunu sorduktan son­ra, mason olmadığını beyan etmiş olduğunu hatıriıyahm ve Abdülhalik Bey gibilerin haklarında atfedilen masonluk iddi­asını eski şeyhülislâm gibi bir beyanname ile red ve hakla­rında dâva ikame edebilirdi. Bu bir ihmal veya tenezzülsüz-iük de olabilin Doğrusunu da Allah (c.c) bilir deyip, bu notu târih sahifesine düşmüş oluyoruz.
Dünyanın bilhassa o dönemde en iyi haber alma teşkilâtı olan entilejans servis kayıtlarında bu firar nasıl yer almakta­dır. İngiliz belgeleri üzerinde yapılacak bir araştırmanın geti­receği netice bizim bildiğimiz hususata ne renkli bilgiler ilâve edecektir ki bunu bir Allah bilir, birde erbabı bilir.
Mustafa Kemâl Paşanın çok geniş bir selahiyetîe Anadolu nizamatını tesis görevi adı altında ül keyi düşman boyundu­ruğundan kurtarmak için padişahça gönderildiği artık herke­sin kabul ettiği hakikattendir. Bu minval üzere M. Kemâl Paşanın daha Samsun'un Havza kasabasındayken haklı olarak İzmir işgalini protesto eden beyanları ve davranışı, İstanbul ile 9. ordu kıtaatı müfettişi arasında ortaya çıkmasını gerek­tiren vesileydi. Sultan Vahideddin'in; İttihatçılara olan tutumu herkesin malumudur. Mustafa Kemâl Paşa konuştuğu her yerde ve herkese bu çalışma içinde ittihatçıların bulunmadı­ğını temine çalışması kendisinin padişahla aynı zaviyeden baktığını gösterme hususunda hayli İşe yarıyordu. Mustafa Kemâl Paşaya verilen selâhiyetnâme şimdiye kadar kimseye verilmemiş derecede geniş ve tesire sahibdi. İntelejans servis Malta'ya gönderdiği osmanlı münnevver ve bâzı devlet ricali­nin kısm-i âzaminin ittihadçı olmasından elde edeceği kendi­ne mahsus kân, ingiliz arşivlerindeki olması muhtemel haki­kate vukuf kesbetmeden kestirebilmemiz kabil görülmemek­tedir.
Ancak Malta sürgünleri arasında yer alan Ahmed Agayef veya Ağaoğlu Ahmed bey diye bilinen zat, tabiiki ittihadçıia-rın" içinde yer almıştı. İstanbul'da savaş suçlusu damgası ile işgal kuvvetlerince tevkif olunmuş, bir müddet sonra önce Mondros'a daha sonrada Malta kışlasına tıkılmıştır.
Bu fikirlerini savunmada mahir adam şu dilekçesiyle ingi­liz işgal kuvvetlerine daha doğrusu Amiral Galtroba müraca­atla şunları ifade eder: "Ekselans! Haftalardan beri çile dol­duran ve bu çilenin sonunu göremeyen bir tutuklunun bu di­lekçesini sonuna kadar okumanızı adalet ve insanlık adına rica ederim" Ağaoğlu Ahmet beyin bu müracaatıyla İngilizler ile lütuf değil hak arayan bir ferdin çatışması ortaya çıkar. İngilizlerin ikiyüzlülüğünü ortaya sermeye çalışan Ağaoğ-lu'na bunlar cevap verme yerine hakkında dosya tanzimine giderler ve cemaziyelevvelini ortaya çıkarmağa başlarlar. Malta sürgünleri içinde dosyası en kalın adam olmuştur. Bir çok Azerbaycanlıya parmak ısırtan milliyetçiliği Türk ordu­sunun çekilmesinden sonra ülkesine İngiliz desteğini sağla­maya çalışanların enbaşında gelen kişi olduğu görülür. Yâni ingiliz himayesini Azerbaycan üzerine çekme gayreti içinde olan Ağaoğlu Ahmet İngilizlerin Ruslarla münasebetini balta­ladığını anlamamış olmalıki, taraftan olduğu gurubun yüksek komiserliğini, kendisini tevkif ettirmesini anlayamıyor. İngi­lizlerin kendisini Almanlara satılmış olmakla suçlamasını, Er­meni olaylarında yer aldığının iddialarını çürütmeye uğraşır fakat Malta'yi boylamasını engelleyemez. İngiliz entelejiyan-sı; kendilerinin ikiyüzlü olduğunu ispata çalışan Ağaoğlu için şu raporu tanzim ettiler: "Musevi kökenli bir tatardır. Genç yaşında Ohrana örgütünde kışkırtıcı ajandı. 1904 Ermeni olaylarına karıştı.
Panislamist propogandacılığı yüzünden Rus hükümetince suçlandı, Türkiye'ye gitti. İslâmlığa hizmetleri dolaysıyla ihti-iâlde-meşrutiyette osmanlı vatandaşı oldu. Alman yanlısı ve" Siyonist "Jön Türk"de gazetecilik yaptı. İttihad ve terakkinin önemli üyeleri arasına girdi. Savaş içinde Almanlarca bes­lendi ve müttefikler aleyhine sert makaleler yazdı. Kafkas­ya'da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç yaptı. 29/mart/1919!da iki Türk Kafkasya'dan 25 milyon ruble ge­tirdi. Yarısı onun içindi, yarısı da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç delili yok. Ama pek kötü bir tiptir." Böy­le bir raporun ne kadarı doğru ne kadarı iftiradır bunu da dü­şünmek gerekir. Fakat ebedi muhalif Mevlânzade Rıfat bey "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı çalışmasında bu raporu kendi­sine istinad edinerek Ağaoğlu'na hayli yüklenmiştir. Netice-ten İngilizler kendilerine engel olacak güç olarak yine de itti­hatçıları görmüşler demek pek yanlış sayılmaz. Bu yüzden onları temizlemiş Malta adasına tıkmış fakat bunların bu ta­kımıyla baş edememiştir.

Bir  Şeyhülislam


Malta sürgünleri arasında ittihatçıların kabinesinde Şeyhü­lislâm olarak bulunmuş kıymetli fakihlerden ürgüblü Hayri efendi'de savaş kabinesinin şeyhülislâmı olmasından ve bil­hassa "Cihad Fetvasını" vermiş bulunduğu için sürgünler arasında en acı muameleye tâbi tutulanların arasında yer al­maktadır. Evet; verdiği fetva her ne kadar savaş sırasında Osmanlı devletine bir fayda getirmemişse de, gerek avrupa topraklarında yaşayan müslümanlarda, gerekse de dünyanın diğer bölgelerinde ve de en fazla İngiliz sömürgelerinde sa­vaştan sonra meydana gelen isyan, kalkışma, bağımsızlık taleplerinin kökünde bu fetvanın bulunacağını İngilizler anla­mışlar ve imza sahibine eziyetlere duçar edilmesi, bir intikam ameliyesi olarak düşünülebilir. Çünkü tabiblerin Hayri efendi ağır hastadır. İngiltere'ye naklini rapor etmelerine rağmen gizli"servisler ve İngiliz hâriciyesi raporları geçersiz kılacak bürokrasi hareketleriyle Cihad ateşleyicisini ölüme doğru itti. Tutundukları en sağlam dal İse; Hayri efendi'nin Malta'da hapsedilmesi hususunun Türk hükümetinin istemi ve devam etmesi taraftarı olduğuna tutunmaları idi. Buna karşılık Malta valiliğinden Londra'ya yazılan bir teskerede, "her an ölebilir. Kanımca, Malta da tutsak ölmesi hiç arzu edüir şey değildir. İstanbul'a geri gönderilmesi yada avrupaya yollanması için yetki rica ediyorum. Yazı arkadan gönderilecektir. Malta vali­si Plumer cidden efen-dinin hastalığına endişeyle yaklaşıyor­du. Buna karşılık İngiliz dışişleri acımasızlığını sürdürmekle beraber, Osmanlı topraklan üzerinde işgal bambaşka bir va­ziyet ile karşıkarşıya gelmekteydi. Damad Ferid Paşa hükü­meti iktidara bir daha dönemeyecek şekilde düşerek siyasi
hayattan menkup olmuş, buna karşılık Anadolu'da ve Trak­ya bölgesindeki direnme gücü, TBMM'nin organizesiyle istik-lâliyetini tahsile kararlı bir tutum sergiliyordu. Milletler arası savaşlarda olsun, iç savaşlarda olsun her iki tarafın elinde bulundurduğu esir ve rehine gurupları birer tehdit vasıtası sayılır. Malta mahpusları bir rehineden başka bir şey değildi­ler. Halbuki başlayan direnişin inkişafı rehine silahını adetâ hiç mesabesine indirdi. İngilizlerin Londra cenahı tam ayila-mamakla beraber işgal topraklarında vazifeli olanlar işlerin çetinleştiğini, üç-beşyüz rehine tehdidinin, çığ gibi gelişen irade birliğini durdurmaya yetmeyeceğine idrak ettiler. 1920 senesi kasımında Amiral dö Robeck, şeyhülislâmın hastalı­ğından dem vurarak, Lord Kurzon'a sizce İstanbul'a gönde­rilmesinde bir mahzur yoksa müsaade edilmesi yeğ tutulur mealindeki mesajıyla Hayri Efendiye iyilik yapmış oldu. Kur-zon'un bu mesaja cani sıkılmışsa da, Robeck'e verdiği cevap ".sizce mahzuru yoksa bizimde bir itirazımız olmaz" meâlin-deydi. Böylece Kurzon siyaset adamı olarak, amirale hayır dememeyi uygun görmüştü. İngilizler valizini hazırlamasını söylediklerinde eski şeyhülislâmın önüne bir senet uzattılar. Senet basitti, artık siyasetle uğraşmayacağına dâir bir taah­hütname idi. Fakat beklenmedik bir mümanaatla karşılaştı­lar. Çünkü bu hasta ve yaşlı adam, hürriyetin hukukuna mâ-likiyet olduğunu bilmenin şuuru içinde yapılan teklifi red edip, "Ben; ancak hürriyetimin zorla elimden alındığını im­zamla onaylarım" diye şahsiyetinin gücünü sergiledi. Ülkeye döndükten sonra da, imzalamadığı taahhüdü ise kendi arzu­suyla uyguladı. Politikaya karışmadı. Bir yıl sonra da vefat etti.
Eski Hariciye Nazırının Maita'dan; "Ermeni Meselesine" teması Malta sürgünleri hakkında bir değerlendirme yaptığimızda Halil Menteşe'nin bu gün bile kıymeti hâiz olduğu mü­şahede olunur. 16/ mart/1920 günü tarihli mektubunda Menteş şöyle sesleniyordu: ".Ermeniler Balkan uluslarını tak­lit ettiler, ama coğrafyalarının farklılığını gözönünde tutmadı­lar. Tanrı, 30 milyondan fazla Türk'ün ve Kürdün arasına 2-3 milyon Ermeni yerleştirmişti. Ancak Kafkasya'nın bir köşe­sinde çoğunluktaydı- lar. Şu halde, tabiata karşı bir savaşa girişmişlerdi. Yıkıcı yöntemlerle azınlığın çoğunluğa hükmet­mesine kalkıştılar. Ve beceriksizliklerinin acısını çektiler. Sonra, Balkan halklarının Ruslarla yakınlığı vardı; Ermenile­re karşı ise, Rusya amansız bir düşmandı. Rusya, Doğu Ana-doluyu topraklarına katmak istiyordu. Bunu 1915'de mütte­fiklerine de kabul ettirmişti. Ermeniler bunu da kavrayama-dılar. Bugün Ermeniler, çoğunlukta oldukları Kafkasya köşe-siyle yetinmezler ve büyük devletlerde onların büyüklük has­talıklarını teşvik ederlerse ilk yanılgılar daha da kötüleşecek ve Ermenilerin geleceği de tehlikeye girecektir. Büyük dev­letler, isterler ise bölgenin çeşitli halklarını bağdaştîrabilecek, yarım yüzyıldır süregelen boğuşmaları yatıştırabilecek çö-_ züm yolu bulabilirler. Coğrafi duruma dayanan ilkelere göre Ermeni sorunu böyle çözülebilir."
Hali! Menteş'in bu mektubu Sevr hazırlıklarının yapılmakta olduğu döneme rastgeldiğinden belki de Ermenileri kullana­bilme hususunda İngilizlerin işine yaramış olabilir, fakat haki­katen yaşadığımız şu ikibin tarihinde Ermenilerin, sabık hari­ciyecinin dediği gibi Karabağ'da kaç senedir esaret hayatı sürdürdüklerini göz önüne alırsak tahminlerinin yaklaşık ola­rak tutmuş olduğunu görürüz.

İttihatçı Çizgisimi? Ankara Görevimi?


Bilâl N.Şimşir beyefendi "Malta Sürgünleri" adlı kıymetli eserinde ara başlıktaki bu soruyu ortaya atıyor sonra da ay­nen şöyle cevaplıyor: "..Acaba M.Kemâl Paşa kendisine gizli bir görev mi vermişti? Bunun içinmi durmadan İngiliz devlet adamlarını mektup yağmuruna tutuyor ve sanki görev başın­da bir nâzırmış gibi hareket ediyordu? Bu konularda herhan­gi bir belgeye rastlayamadık. Görülen şudur ki; eski hâriciye nâzın, büyük bir ciddiyetle görev yapmaya çalışıyor, İngilte-renin Türkiye politikasını yumuşatmak için gerçekten çaba harcıyordu. Bu işi inanarak içtenlikle yapıyordu.
Unutmamak gerekir ki, son mektuplarını yazdığı günler, Türkiye'nin en karanlık bir dönemine rastlıyordu. Başkent İstanbul işgal edilmişti. Türkiye'ye karşı âdeta yeni bir savaş açılmıştı. Anadolu'daki yeni Türk hükümeti henüz kuruluş günlerindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni açılacak­tı."(..) Böylece Lord Kurzon'u yanlış politikasından caydır­maya şu sözlerle: "..Ekselans, yıkıcı politikanızla, bu yiğit ve sadık Türkü ebediyyen kaybedeceksiniz... İnancım odur ki bir modus vivendi yapılabilire çalışıyordu! Sürgünden sonra ve cumhuriyet ilânından sonra ta 4. devreye kadar politikaya karışmayan Halil Menteş İzmir mebusu oldu ve öldüğü 72 yaşına kadar mebus olarak yaşadı. Tabüki Malta sürgün ve hapisliği insanların karakter ve seciyelerindeki oynaklığı ser­gileyen bir mihnek taşı vazifesi görmüş olması mümkündür zira insanlar gerek bedenen gerekse ruhen gerekse de moral olarak farklı yaradılışlardadır. Bu bakımdan Malta sürgünleri adlı eserde yapılan tahlilleri Önemsiyoruz ve sayfalarımıza al­makta hiçbir aykırılık görmüyoruz

Görevde Riayet Fatura Ediliyor


İzmir valisi Rahmi bey bahse konu vazifesi esnasında ya­bancılara ve bilhassa İngilizlere ve de Fransız tebâhlara pek mültefit davranmış hatta savaş esnasında İngiltere bu valimi­zi teşekkür ile anıp bir beyanname göndermekten kendini alamamıştı. Öte yandanda İstanbul Merkez kumandanı Al­bay Ahmed Cevat bey'e gelince onun da, ecnebilere iyi davranmasıyla birlikte Kutulâmare'de esir alınan general Tow-sehnd İstanbul'a getirildiği zaman Ahmed Cevad lâyık olan riayeti göstermiş ve bundanda bahse konu İngiliz generali pek memnun kalmış ve hakikaten Malta sürgünleri arasında yer alan Albay Ahmed Cevad bey, merkez komutanıyken gösterdiği yakınlığın faturasını yardım istiyen bir mektupla general Towsehnde bildirmiş ve centilmen general bu ricaya bigâne" kalmayıp, yazdığı mektupla resmi makamlar nezdin-de. Ahmed Cevad bey'e maiyetindeki binbaşı Morland'ı da şâhid göstererek kefaletlerini bildirmişlerdi. Ne varki dış işleri bu hatırlatmalara, "yardımlarının maksatlı olduğu beyanıyla" cevap verdiği görülmüştür. Neticeten Malta sürgünlüğü bir çok insanın muzdarib olmasına, aile efradının perişanlığa düşmesine sebeb olan elim bir dönemdir.
Değerli hariciyecimiz ve güzel kalem sahibi Bilâl Niyazi Şimşir kitabının 357. sahifesinde Mal Çan'ın Yongası ara başlığı altında şunları yazmış: "Malta sürgünleri arasında, Eczacı Mehmed bey adında zengin bir iş adamı vardı. Doğu illerinde büyük çapta müteahhitlik ile ticaret işlerinde para yapmıştı. Mütarake döneminin o karışık günlerinde de İstan­bul ile Kafkasya arasında ticaret yapıyordu. En son; 2 nisan 1919 günü İstanbul'daki İngiliz makamlarından aldığı izin kâğıtlarıyla Amerika adlı Rus bandralı bir gemiye binip Batum'a gitmişti. Oraya varınca İngilizlerce yakalanmış, bir sü­re Batum'da tutulduktan sonra İstanbul'a getirilmişti. Bir kaç ay Çanakkale'de tutuklu kaldıktan sonra, 1920 yılında Mal-ta'ya sürülmüştü. Tutuklanması Ermenilerin jurnalleri yüzün­den olmuştu. Kendisini 1915 yılında Erzincan Ermenilerinin sürülmesinden sorumlu göstermişlerdi. Bu zengin işada­mı 17/nisan/1920 günü Malta'dan İngiliz Yüksek Komiserli­ğine bir dilekçe yolladı. Kısaca şunları sordu: "16.000 İngiliz lirası tutarında kömürüm vardı. Ne oldu? Tutuklandığım sıra­da İngilizlerce elimden alınan çantamda 500.000 ruble ile-, 300 Türk lirası vardı. Bu param ne oldu? O zaman bu Rus parasının değeri 20.000 ingiliz lirası tutuyordu. Şimdi değeri 300 İngiliz lirasına düşmüştür. Kaybettiğim sermaye ne ola­cak?"
Mehmed bey'in maddiyattan bahseden mektubu, numû-ne-i imtisaldi. Bu dilekçe uğradığı maddi zararı dile getiren tek dilekçe oldu. Diğer dilekçeler, hastalık, esaretin zorluğu, Ölüm, hürriyet gibi hususata dayanıyordu. Fakat bu öyle de­ğil sağlam hesaplar neticesinde uğradığı zararın bilançosunu ortaya koyuyor ve bunun netayicinin ne olacağını soruyordu. İngilizleri hiçbir dilekçe bu kadar şaşırtmamış, korkuya dü­şürmemişti. Çünkü; her bir sürgün böyle bir hesap ileri sürüp tazminat talebinde bulunsalar ve bu talep de, sürgünlerin le­hine neticelendiğinde İngiltere ekonomisi ne hâle gelirdi? Amiral De Robek, dilekçe sahibinin savaş esiri olduğunu öne sürüp tazminat isteyemeyeceğine etrafı inandırmaya çalışır­ken kaygılanmıyor da değildi.

Kara Gün Yazısının Sahıb-I Kalemi


Fransız mareşalinin beyaz bir at üstünde bir fâtih edasıyla İstanbul'da dolaşması, Bağdad'ın son Osmanlı valisi ve şâir-edib Süleyman Nazif bey'in gayret-i diniyye ve vataniyesini satırlara döküp, işgal altındaki İstanbul matbuatında yayım­latması, efrad-ı milletin kalbine galeyan, düşmana tepeden bakma gücü aşılamaya vasıta olmuştu. Daha sonra sakla­nıp, hemen verilmiş idam emrinin uygulunabiimesini atlata­bilmişti. Daha sonra Nazif bey'de Malta'ya sürülenler arasın­da olmaktan kendini kurtaramadı.
29/ocak/1921'de Malta valisi lord Plumer'e pek uzun ve edebi tarafı olan verdiği dilekçede görev yaptığı yerlerde hiç bir İngiliz vatandaşına zorluk göstermek şöyle dursun, kolay­lıklar temin ettiğini anlatıyor. Bağdad Valiliği görevini Harun Reşid'in başşehrinin valisi olduğunu söyleyerek, Osmanlı va­lisi olduğunu gizler bir mâna çıkarmak düşüncesinde olanla­ra, hemen söyleyelim ki, Süleyman Nazif bey şaaşaalı ve tumturaklı cümleler kaleme alma merakını adetâ şifâ bulmaz hasta gibi sürdürmekte olmasından başka mânâlara çekmek bu yiğit edib ve şâire büyük haksızlık olur. Dilekçesinin son paragrafını, Bilâl Niyazi Şimşir'in Malta Sürgünleri adlı kitabı­nın, 359. Sahifesinden alıntılayalım: "..Burada öyle bir du­rumdayım ki ölüm benim için bir kurtuluş olur. Burada öl­mek mutluluğuna erersem, bu olay sizin hayatınızda gereksiz yere bir leke olarak kalacaktır. Bir gün gelecek İngiliz milleti, kendisi adına yapılan bu kabalıktan, keyfilikten vicdan azabı çekecektir.." Sözleriyle ortaya koyduğu tarz, yalvarma hudu­duna girmeme gayretini sergilemektedir.

Londra Konferansı


Londra'da toplanması mukarrer konferansa gerek İstan­bul, gerekse Ankara temsilcileri davet olunmuşlardı. Tecrü­beli siyasetçiler Osmanlı topraklarında bu iki tarafın birbirine düşeceğini tahmin etmekteydiler. Yalnız unuttukları husus şu idi. İstanbul hükümetini temsil eden heyet, şu zevattan müte­şekkil ve TBMM ordularının, elde ettiği başarıya şükranla du­alar eden kimselerden oluşmuştu. Nitekim; Ankara murah­haslarının reisi durumunda olan Bekir Sami (Kunduh) hare­kete geçmiş İstanbul murahhas heyeti ile görüş metalebinde bulunmuştu. İstanbul murahhas heyet-i reisi sadrazam Ah-med Tevfik Paşa, İngilizler nezdinde Reşid Paşa, italya'da se­fir olarak görev yapan Osman Nizami Paşa yardımcı murah­haslardı. Makam-ı sadarete kaimakam olarak İstanbul'da Ali Rıza Paşa nâfia nazırlığı uhdesinde kalmak üzere getirilmişti.
İstanbul ve Ankara murahhaslar heyeti anlaşmıştı.Ahmed Tevfik Paşa, salona önde girecek.Ankara temsilcileri arkala­rından gireceklerdi. İlk konuşmayı yapacak olan Loyd Cor-c'un, ilk sözü Tevfik Paşa'ya vereceği kesindi. Ancak; Tevfik Paşa, kendilerinin sözü TBMM'ne bırakmak gerektiğine karar verdiklerini söyleyecekdi. Nitekim öylede oldu sayılır ancak şu farklaki: Oturumun bir-iki gün öncesinde rahatsızlanan ih­tiyar sadrazam solmuş bitmişti. Değil yürümek ağzını açacak halde değildi. Konferansın toplandığında, iki kişi tarafından koltuklanarak getirildi oturacağı mahalle yerleştirildi. Ayak­larını beline kadar battaniyelerle sardılar. Yerinde tir tir titre­mekte ve terlemekde idi. Loyd Corc kısa bir açılış konuşma­sından sonra umulduğu gibi sözü sadrazama verdi. Bütün gücünü toplayan Ahmed Tevfik Paşa; bizim diyeceğimiz Ankara'nın diyecek olduklarıdır deyip, susdu ve yerine oturdu.
Ankara murahhasları; reis Bekir Sami(Kunduh) bey, Hüs-rev, Yunus Nâdi, Hami ve Zeki beyler murahhas, Dr. Nihad Reşad Belger ile hukuk müşavirlerinden Münir bey katıldı. Tevfik Paşanın feragati üzerine söz hakkı, Anadolu adına Ni­had Reşad beye düştü. Nihad Reşad bey, meseleyi enine bo­yuna yarım saat içinde o kadar mükemmel bir Fransızca ile tafsil ettiki, Fransızca bilmeyen Loyd Corc hitabenin güzelli­ğinden olacak gözlerini faltaşı gibi açıyordu. Sözlerini bitirdi­ğinde Fransız başmurahhası, mösyö Aristidi Biryan, Nihad Reşad beye: "Bu gün memleketinize büyük ve tarihi bir hiz­mette bulundunuz. Sizi dinlerken heyetinize, memleketimiz­den bir Fransız mütehassıs aldığınızı zannettim. Verdiğiniz malumata teşekkür ederim" Dedi.Loyd Corc'da aynı istika­mette sözler sarfettİ. Hayrettirki; Dr. Rıza Nur; Nihad Reşad Belger'i, meşhur hatıratında karalar durur!
Tevfik Paşa'nın Loyd Corc ile başbaşa yaptığı mülakatta, İngilizin Ankara tarafına ikidebirde sergerdeler, çeteciler de­mesi üzerine pek gücenen Ahmed Tevfik Paşa: "Ekselansla­rı benim vatanperver milletimin vatansever evfâdlanna bu tarzda hitap etmenize asfa rızam yoktur. Konuşacak bir şe­yimiz yoktur." salondan çıkmış olduğunu, Loyd Corc'un bahçe kapısına kada arkalarından adetâ koştuğunu oğlu İs­mail Hakkı (Okday) bey, Prof.Afet İnan'ın kızı Arı İnan'a ver­diği röportajda anlatıyor.

Londra Konferansında Malta Sürgünleri Müzakeresi


Malta sürgünleri hakkında Türk ve İngiliz delegeleri ilk de­fa bir masa etrafında toplandılar. Ancak; masa başında İs­tanbul adına Mustafa Reşid paşa, BMM hükümeti adına da Sekir Sami (Kunduk) bey oturuyordu. Lindsay, Ozborn ve Edmonds adlı ingiliz hâriciyesi yetkili memurları karşılıklı oturuyordular. İngilizlerin; Anadolu'da esir olarak yaşamakta olan 21 ingiliz karşılığında Malta'daki Türk sürgünlerden bir' kısmının bırakılması müzakeresi açıldı. Bekir Sami bey; Anadolu'daki 21 İngiliz karşılığında Malta'daki 120 Türkün takasını ileri sürdükten sonra başkaca bir selahiyetim yoktur demesi, bir müzakere tecrübesizliğiydi. Nitekim; Bu oturum­da bir neticeye varmak kabil olmadı.
Daha sonra Ankara Bekir Sami bey'e gönderdiği talimatta sürgünleri kurtarma çalışmalarını barışın sonrasına bırakma­yı öngördüğünü bildirmişti. Yazık ki İngilizler nasıl olduysa bu talimatı öğrenmişler vede kendilerine göre değerlendirmeye tâbi tutmuşlardı. Muhterem Bekir Sami bey ve heyet Anka­ra'dan gelen talimata rağmen yeni bir müzakere şansı yaka­lama için sürgünlerin hiç olmazsa bir kısmına hürriyet sağla­mak için imkânı aramaya başlamışlardı.
İngilizler bunu da hemen haber alıp, bu ikilikten istifade etme yolunu denemeye karar kıldılar. Dört gün sonra yâni ll/mart/1921 günü taraflar toplandı. Bekir Sami bey aşağı­daki isimlerin derhal serbest bırakılmasını talep etti: ".Cemâl Paşa-Cevat Paşa-Şevket bey- Yakup Şevki Paşa- Ali İhsan Paşa- İsmail Canbolat bey-Zekeriya Zihni bey- Ahmed Mu­ammer bey- Süleyman Numan Paşa- Memduh bey- İbrahim Pirzâde -Ahmed Nesimi bey- Fahreddin Paşa-Abbas Hâlim Paşa- Said Hâlim Paşa-Mithad Şükrü bey-Mahmud Kâmil Paşa-Halil bey-Ali Münİf bey-Ahmet Şükrü bey-Ahmet Ağa-oğlu-Tahsin bey-Mustafa Abdülhalik bey-Ali Cenâni bey- Sü­leyman Faik Paşa-Süleyman Necmi bey-Ahmed Adil bey" Bu zevatın siyasi sürgün olduklarını, herhangi bir suçlan ol­madığını ifade eden Bekir Sami (Kunduk) bey'e Mösyö Rumbold tarafından Ahmed Muammer bey, Tahsin bey ve Mustafa Abdülhalik (Renda)'nın muhakeme edilmesinin şart olduğunu ileri sürüp, ayrıca ciheti askeriyeden dört kişi Mal-ta'dan çıkacak fakat ülkeye dönmemek şartı getirildi. Bu zevat, halas olur olmaz Anadolu'ya geçip M.Kemâl Paşa'ya iltihak edecekleri kafi olan kişiler olup isimleri şöyleydi: Ce­mâl Paşa, Cevat Paşa, Albay Galatah Şevket bey ve Yakup Şevki Paşa idi. Bunun antlaşması Bekir Sami bey ile İngiliz hariciye yetkililerinden Robert Wansittar arasında imza altı­na alındı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı