14 Haziran 2011 Salı

Sultan 6. Mehmed Vahideddin, Salih Hulusi (Kezrak) Paşa ,Damad Ferid Kabinesine Girişi ,Salih Paşa. Hakkında Mülahaza ,Malta Sürgünleri,

Salih Hulusi (Kezrak) Paşa


Osmanlı sadrıazamlarının 217. şahsiyeti olmakla beraber, son sadnazamı olmayan Salih Hulusi Paşa, bahriye korami­rallerinden İstanbul limanı reisi Dilâver Paşanın oğludur. Ru­mî 1280/1864 yılında İstanbul'un Tophane semtinde dün-ya'ya geldi. Aslen Kafkasya'nın Şapsih kabilesinin Kezrak neslinden gelmektedir. Dilaver Paşa Tunus Valisi Ahmed Pa­şa tarafından terbiye ve tahsil ettirildi. Arabça ve Türkçeyi Tunus'da öğrenen küçük Dilâver İtalya'ya bahriyye ilmini öğrenmeye gönderildi. Orada tahsilini tamamlayan Dilaver Bey Tunus'a avdet edip denizcilik mesleğine elde ettiği ilim­lerle emek ver meye başladı. 1854 Osmanh-Rusya arasında ve İngiliz ile Fransa'nın bize müttefik olduğu Kırım Savaşında Tunus Donanmasıyla, İstanbul'a gelen Dilaver Bey savaşta büyük başarılar sergiledi. Kaptan-i Derya Damad Mehmed Ali Paşa kendisine Osmanlı donanması emrine girmesinin teklifinde bulununca intisab gerçekleşti. Dilaver Paşa h.13 15/m.l909 yılında vefat etdiği târihe kadar devlete güzel hiz­metlerde bulundu vede iki numaraya yükselecek bir evlât olarak Salih Hulusi Paşa'yı bırakmış oldu.
Dilaver Paşa Rodos mutasarrıfı iken, meşhur edib ve gaze­teci Ahmed Midhat efendi sürgün olarak bahse konu yerde bulunuyordu. Salih Hulusi bu zatdan ders alırken devam etti­ği Rüşdiye mektebinden diploma almayı becerdi. 1294/1878 senesinde Kulelinin ilk bölümüne girdi ve dört yıl süren tah­silden sonra 1298/1882'de Harbiye mektebine girdi. 1301/1885 senesinin 8/ temmuz'unda sınıfının birincisi ve teğmen rütbesi ile kurmay sınıfına ayrıldı. 1302/1886/10 ha­ziranında üsteğmenliğe terfi etdi. 1304/1888'in/10 Haziranın da yine sınıfının birincisi olarak kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu. Aynı sene kolağalığı rütbesine terfi ederken, genel kurmayın 3. şubesine alınarak çeşitli görev lerde istihdam olundu. 1307/189l'de askeri İlimlerin yeni buluşlarını öğren­mek ve mesleğini ilerletmek gayesiyle Almanya'ya gönderil­di. Burada yaptığı tahsil vede tetkiklerin üçbuçuk yıl olduğu­nu da söylemeden geçmeyelim. 27/eylü!/1310/1894 târihi Hulusi Paşanın binbaşılığa terfi yılı oldu. Bu sırada Goiç Pa­şanın önerisi ile bir erkânı harb heyetine reis seçilerek Bulga­ristan ve Sırbistan hudud tetkiki için mezkûr bölgeye gönde­rildi ve yine Golç Paşa'nında teklifiyle kurmay okulunda meşhur savaşların tenkid ve tahlili derslerinin muallimliğine tâyin olundu.
1313/1897 Osmanh-Yunan savaşında Yanya cephesinde yer alan kurmay heyetinin içinde yer aldı. Durumu sarsılan askere kumanda etmekten kaçınmadı. Savaş sonrasın da, Narda'da toplanan mütareke müzakerelerine askeri murah­has olarak katıldı. Yunanlıların eski hududlanna çekilmesin­de hayli etkili oldu. Daha önce hudud tashihleri hususundaki komisyonlarda bulunması tecrübi bakımdan, hayli maharet kazandırdığından burada Yunanlıların çevirmek istedikleri dolaba fırsat bırakmadığı görüldü. Savaştan sonra yarbay karşılığı olan Kaymakamlık rütbesine yükseltildi. Bu sıralar­da pederi Diiaver Paşa İrtihal ettiğinden, Kaymakam Hulusi Bey vazifeden istifa etti ve pederinin işlerini de tanzime çalış­maya başladı. Çok geçmeden askerlik vazifesine avdetle al­baylığa yükseldiği görüldü ve de Çerkeş Müşir Deli Fuad Pa-şa'nın kızı ile izdivaç etdi. Elenâ kahramanı Fuad Paşa'ya damad olmak elbetde bir mümtaziyyet olmakla beraber, bu mert ve Deli müşir'in devlete ve padişaha oian muhabbetini çekemeyen Fehim, İzzet ve Ali Şâmil Paşa gibi zevatın düş­manlıklarına hedef olmak mânasına geldiğini de hemen burada hatırlatalım. Nihayet 1318/1903'de, Deli Fuad Paşa Şam'a sürgüne gönderilirken ve bütün rütbe ve nişanların­dan mahrum edilmiş olarak uzaklaştırılıp, damadı da es ge­çilmedi Salih Hulusi Paşa'da Diyarıbekir yolunu tutdu. Bura­da da malum şahıslar tarafından tertip edilen jurnallerle üç defa padişahın hatırına düşürülen Salih Paşa, 3.jurnalin dallı budaklı olması yüzünden Sıvas'da taht-ı mahkeme altına çe­kilmek üzere tevkiflî olarak yola çıkarıldı. Çeşitli zorluklar içinde mevkuf veya serbest olduğunu pek anlayamadığımız tarzda iki sene Sivas'da tutuldu. 2. Meşrutiyetin ilânı üzerine dava sükût ettiğinden olacak Salih Hulusi Paşa'yı İstanbul'da görüyoruz.. Derhal genel kurmay 2. başkanlığı uhdesine tev­cih edildi. Tabii bu aralarda rakipleri hakkında çeşitli düzme­ce jurnaller hazırlıyarak onların çeşitli zulûmata maruz kal­malarına sebeb olanlar yâni İzzet Holo ve Fehim, Kabasakal Mehmed Paşalar, Ali Şâmil gibilerinin defteri dürüldüğünden mazlumlar Dersaadet'e ve görevlerine dönebilmişlerdi.

Bir Hatıra


Nâzım Paşanın görevden çekilmesi münasebetiyle korge­neralliğe nasb olunan Salih Hulusi Paşa 2.Ordu kumandanlı­ğına tâyin edildi. 3l/mart hadisesi çıktığında 3.Ordu kuman­danı; Mahmud Şevket Paşa ile haberleşmek suretiyle çeşitli sınıflardan teşkil olunan askeri birlikleri Şevket Turgut Paşa­nın komutasında İstanbul'a gönderdiler. Mahmud Şevket Pa­şa ile Lüleburgaz istasyonunda bindiği trende buluşan Hulusi Paşa Ayastefenos(Yeşilköy)a kadar konuşa konuşa geldi ve aynı trenle Edirne'ye dönerken M.Şevket Paşa herhalde yat kiübde yapılacak Hakan'ı tahtdan indirmenin gayriresmî top­lantısına katılmak üzere burada trenden indi. Salih Paşa'nın Edirne dönüşü, gerek Adana'da husule gelen karışıklıkları teskin için gönderilecek askeri birliğin gönderilmesi ve Edir­ne'nin içinde bulunduğu olağanüstü ahval münasebetiyle 17 bin askerin ücretleri verilerek memleketlerine gönderilmesi esnasında görev başında olması gerekiyordu bahanesini ileri sürerler. 15/nisan/1909'da Müşir Edhem Paşanın boşaltmış olduğu Harbiyye nazırlığına, Salih Hulusi Paşa tâyin oldu. Daha sonra kurulan H.Hilmi Paşa kabinesinde de görevinde ibka olundu.
O sıralarda orduda rütbe ve makamlar için yapılan yeni tanzimde korgenerallik rütbesini bulunduğu makama bakıl­madan tuğgeneralliğe tenzil edildi. 31/mayıs/1910'da Hakkı Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi. Aynı yılın lî/ekim'inde kendi isteğiyle bahriye nezaretinden çekildi. Daha sonra da Gazi Ahmed Muhtar Paşanın meşhur Büyük Kabinesinde ve Paşanın ısrarı üzerine 6/ağustos/1912'de na­fıa nazırlığını üstlendi. Ancak bu nezareti kabinenin 16/ekim/1912'de düşmesi münasebetiyle bitmiş oldu. Gazi A. Muhtar Paşa kabinesinin arkasından teşekkül eden Kıbrıs­lı Mehmed Kâmil Paşa kabinesinde bahriyye nazırlığı vekâle­tine getirildi. Bu sırada Balkan savaşı barış müzakereleri mü­nasebetiyle ziraat ve ticaret nâzın Reşid Paşa başkanlığında Berlin b.elçimiz Osman Nizami Paşa ile birlikde Salih Hulusi Paşa askeri murahhas olarak Londra' ya gönderildiler. Paşa bu müzakerelerde Balkanlıların Midye-Enez hattında İsrarı biz de Edirne'nin terkine asla rızamızın olmadığı hususu iki ay bunda musir olunduğundan antlaşma kabil olmadı şeklin­de anlatmıştır bu murahhaslık gününü.. Bütün bunlar Lon­dra'da olurken, istanbul'da babıâlî'nin Kâmil Paşa ve hükü­metini Edirne'yi düşmana veriyorlar ithamıyla yaptığı kanlı baskın mevcud hükümeti münkariz eyledi.
Mahmud Şevket Paşa sadaretinde kurulan hükümet Lond­ra konferansının heyetini sadece reis Reşid Paşa konferans mahallinde kalmak şartıyla, geriye çağırdığından Salih Paşa İstanbul'a avdet etdi. Paşa 1. harbin nihayet bulmasına ka­dar sadece ayan meclisinde bulunan üyeliğinin gerektirdiği işlerle meşgul oldu. Bu sırada harbin son ayında Fuad Paşa­nın kerimesi eşleri hanım efendiyi duçar olduğu hastalığın tedavisi maksadıyla İsviçre'nin Davos şehrindeki sanator­yumlara götürdüğünü görüyoruz. Fakat bu gayretler ilâhi takdire ne yapabilirdi ki Paşa'nın hanımı terk-i hayat eyledi. Bu sırada İstanbul'da kurulan Tevfik Paşa hükümetinde Salih Hulusi Paşaya nafıa nezareti tahsis olunduysa da, galip dev­letlerin, mağlup olmuş ülkeler insanlarının, hiç bir yerde kı­mıldamalarına fırsat vermeyecek bir tarzı ortaya koydukla­rından Paşanın ülkeye dönmesi kabil olamryarak işbaşı yap­ması mümkün olmadı. Bu hususda İbnül Emin Bey; Paşanın tercemei hâlinde şu satırları yazdığını naklediyor: "Bu me'şum mütarekeden sonra mağlup hükümet mensuplarına galip hükümetler tarafından hiç bir hak tanınmamış, haric-de kalanların memleketlerine avdetlerine müsaade şöyle dursun telgraf veya mektup ile haberleşmelerine bile müsa­ade edilmemiştir. Vatan da neler olduğuna dâir sekiz ay ka­dar haber alamamişımdır."

Damad Ferid Kabinesine Girişi


Paris'e sulh müzakereleri için pek kalabalık bir heyet ile gelmiş bulunan sadnazam ve aynı zamanda hariciye nazırlı­ğını uhdesinde bulunduran, Damad Ferid Paşa bir ingiliz ve Fransız yarbayının refakatiyle Lozan'a ve İsviçre'de bulunan şehzade ve sultanları alıp İstanbul'a götüreceğini ifade eden ve bir gazetede yayınlanan demecini okuyan Salih Paşa he-
men Lozan'a koşup sadnazamla görüşdü. Pek riayetkar dav­ranan sadnazam paşa İstanbul'a dönüşümde kabinede bazı değişiklikler yapmak istiyorum. Size de bir nezaret vermek istiyorum. Böylece siz de burayı suhuletle terkedebilirsiniz dediğinde Paşa, bu teklifi kabul etdi. Daha sonraki yirmi gün Paşa'yı İsviçreden kurtaran zaman dilimi olmuştur. Böylece de 21/temmuz/1919'da bahriye nâzın olarak İsviçreden ken­dini kurtaran sandalyeye erişmiş oldu. Bu durumu ben şah­sen Damad Ferid Paşanın hasenatına yormak istiyorum. Fe­riklikten yâni korgenerallikten, tuğgeneralliğe tenzil edilen rütbesi o günlerde yine korgenerallik rütbesine irtika olundu. Bu müddet 20 sene kadar sürmüştü. Ali Riza Paşa kabinesi esnasında Salih Hulusi Paşa aynı nazırlığı muhafaza etmişti.
Salih Hulusi Paşa demekte ki: "..kabinenin teşekkülünden sonra toplanan meclis-i vükelâda, Ferid Paşa'nın zamanın­da Anadoludaki kuvay-i milliye ile İstanbul'un büsbütün ke­silen münasebetleri, ülke menfaatine uygun olarak düzeltil­meli idi. Bu düzeltme işlemi için karar alınmış, kuruldan bi­rilerinin M.Kemâl Paşanın yanına görüşmek üzere hemen Ali Rıza Paşa'nın gitmesi tensib olundu. Randevu Amas­ya'da buluşmak idi. Bunu temin için Samsun yoluyla ora­dan Amasya'ya geçdi. Buluştular ve üç gece süren müzake­reler oldu. Rauf Bey ile Bekir Sami Bey ve M.Kemâl Paşa ve de Ali Rıza Paşa, her noktada anlaştıklarını belirten bir protokol imzaladılar. Bu protokol iki nüsha hâlinde tanzim edildi. M.Kemâl Paşanın nutkunda bu ibareler mevcuddur. Yine Samsun yoluyla İstanbula avdet olun  du."
Ancak bu arada da, Ali Rıza Paşanın devri sadareti miadı­nı doldurdu ki istifası Padişah Vahideddin'in önüne kondu. İs­tifa kabul oiunup hemen teklif Ahmed Tevfik Paşaya yapıldı. Fakat ihtiyar devlet adamı red etti. Bunun üzerine Başkâtip
Ali Fuad Bey vâki tavsiyesi sorusuna ya istifayı red edin ve­ya Ahmed Tevfik Paşaya ısrar edip sadareti kabul ettirin o da olmazsa Salih Hulusi Paşa'ya mührü hümayun tevcih olun­sun, şeklinde cevap verdiğinde ve bu cevaplarda Padişah, Damad Ferid Paşa'nın adının telaffuz edilmediğini gördüğün­de şimdi mesele ortaya çıktı herkes gibi sizde Ferid Paşa'yı istemiyor- sunuz Başkâtip Bey, sözü ile eniştenin sadaretinin gönlünde yattığını açığa çıkarmış oluyordu. Bunun hikâyesi­ni Ali Fuad (Türkgeldi) Bey şöyle anlatıyor:
"..Salih Paşa sadaret için çağırıldığını anlayınca ağlama­ğa başlayarak asla kabul etmeyeceğini ifade etdi. Ben de; vaziyetin pek vahim olduğunu eğer kabul etmedikleri takdir­de vazifenin Damad Ferid Paşa'ya verileceğini o zamanda çıkacak kötülükleri ortaya serdim. Huzura çıktı, orada da bir hayli tereddüt etmişse de Tevfik Paşa'da huzurda oldu­ğundan her halde emniyet gelmiş olacak ki kabul ettiğinde Padişah beni çağırttı ve hattı hümayunu hazırlatma emrini verdi. 8/mart/1920'de mührü hümayun elinde olduğu halde babıâlî'ye gelerek kendisi ve şeyhülislâm Hayderizâde İbra­him Efendi ile birlikte hattı hümayunu getirmemi beklediler. Arz odasında Rıfat Bey tarafından okunan hatt-ı hümayun­dan sonra tebrik merasimine geçildi."
Kabine aşağıdaki listede buluna zevatdan teşekkül etmişti: Bahriyye     Nezareti          Sadnazam uhdesinde
Hariciy         "           "         Safa Bey
Dahiliye      "           "         Hazım bey
Harbiye       "           "         M.Fevzi (Çakmak)Paşa
Maarif         "          "         Şuray-ı devlet reis vekilliği zamime-
ten Abdurrahman Şeref Bey Adliyye        "           "        Celâl Bey
Evkaf         "          "        eski şeyhülislamlardan Hulusi
Efendi
Nafia          "          "       ; Maliye nezareti vekilliği inzimamiyle
Tevfik Bey
Tic ve Zi      "          "         Defteri Hakanı Eminî Ziya Bey
Bu kabineye üç gün sonra; şuray-ı devlet reisliğine adliye eski nazırlarından Cemil Molla mâliye nezaretine bakanlık müsteşarı Faik Nüzhet Bey, kabine atanmasının altıncı gü­nünde Bahriyye nezaretine askeri mektepler eski müfettişi Ferik Es'ad Paşa getirildi ve Sadrıazam uhdesine almış bu­lunduğu nezareti bırakma feragati gösterdi. İşte; İstanbul'un 16/mart/1920'de kanlı bir baskınla işgali, bu sadaret sırasın­da vukubuldu İşgalin yapılacağı hakkında bilgilendirme, Fransa sefareti baştercümanınca saraya, İngilizlerin aynı va­zifedeki adamı ise babıâlî'ye tebliğde bulundu.
Salih Hulusi Paşa kabinesi 28 gün süren bir rüya değilse de, bir kâbus gibi geçirilen günle sadaretini tamamladı ve is­tifasını sundu. Bu kabine müttefiklerin isteği olan Kuvay-ı Milliye'yi takbih etmek teklifini ve diktesini, kabul etmemek suretiyle vicdanen kendini, târih huzurunda beraat ettirmeye muvaffak olmuştur. Tabii ki, bu kabinenin istifası müttefik iş­galcilerin isteklerinden vaz geçecekleri mânasına gelmeye­ceğinden Damad Ferid Paşa kabinesinin üzerine kaldı. Ana­dolu'daki kuvay-ı milliyeyi kötülemek, önlerine kuvvet çıkar­ma teşebbüslerini yapar görünmek hatta Nemrud Mustafa Divân-i Harbi adlı bir mahkeme kurduran Damad Ferid Paşa eğer kabinesi düşmeseydi Salih Paşayı bu divânda yargılatacaktı,
Salfh Hulusi Paşa daha sonra 21/ekim/1920'de kurulan Tevfik Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi. 2/aralık/1920'de dahiliye nâzın Ahmed İzzet Paşanın riyasetinde kurulan ve vekiller heyeti meclisince alınan karar icabınca harekât-ı milliye ileri gelenleriyle temaslarda bulunmak üze­re giden heyetde yer almaktaydı. Bu antlaşma teşebbüsü üç ay kadar zaman almakla beraber önemli bir netice getirme­di. Hâttâ İstanbul'dan giden heyet, Ahmed İzzet Paşa bölü­münde anlattığımız gibi heyet mensuplarının ağrına giden muamelata da maruz kalmalarına, bir daha görev almamala­rı babında istekler yapılıp bunların sözünün verildiğini ispat eder senetler hazırlanması heyetin izzet-i nefsini zedelemiş idi.
Büyük Millet Meclisinde saltanat ve hilafet hakkında alınan karar mucibince, 4/kasım/1920'de bütün vekillerle birlikte istifa edenlerin arasındaydı Salih Hulusi Kezrak Paşa .. Salih Hulusi Paşa 17/ramazan/1358 - 20/ekim/1939'da vefat ey­ledi. Kabri olan Eyyüb Sultana nakli, müşir olması münase-betiylede ve eski bir sadrıazam olarak ciheti askeriyye tara­fından Gümüşsüyü mezarlığına Mehmetçiğin elleri üzerinde gitdi. Kabir taşında, lâtin harfleriyle: "Amiral Dilaver oğiu Sadnazam Mareşal Salih Hulusi Kezrak medfeni. Elfatiha 25/10/1939-

Salih Paşa. Hakkında Mülahaza


Salih Paşa; gerek ülke içinde gerek avrupada pek kuvvetli tahsil görmüş hayli münevver bir insandı. Pek yüksek bir ah­lâka sahib olup ciddi, mert ve metanet sahibi bir kim şeydi. Uzun boylu, kalın sesli, esmer biraz ağır davranan kimse olup bu ağırlığını kibrine yorsalarda asla öyle değildi. Edeb bakımından nâdir kimselerden idi. Meşhur mahkeme mese­lesi, fazilet sahibi olduğuna ve adalete taraftar olduğunu pek bariz şekilde or taya koyar. Bu mahkeme meselesini de izah
edelim: Sultan Abdülhamid'in 31/MART/ vak'asi münasebe­tiyle medhaldar olduğunu ifade etmekte olan ve Örfi idare mahkemesinde yargılanmasını isteyen Hareket Ordusu ku­mandanlığı teskeresi ile divan-ı harbî örfî nin mazbatası meclisde okununca ne yapılacağı hususunda kimse ağzını açamamış devrin sadnazamı Hüseyin Hilmi Paşa; harbiyye nâzın Salih Hulusi Paşaya dönüp de; ne buyurursunuz? Dedi­ğinde, o mert adam: büyük bir metanetle ve yüksek bir sâda ile asla caiz olmaz cevabını vererek fazilet erbabı olduğunu bir defa daha isbat etdi. Böylece bütün he'yet-i mahkeme­nin, muhakeme edelim kararını ret etdi. Halbuki Hulusi Paşa en evvel kaimpederleri Deli Müşir Fuad Paşaya mensubiye­tinden ve hakkında verilen jurnaller yüzünden merhum Ha­kan'ın döneminde hayli sıkıntılar ve eziyetlere maruz kalmış-tı. Bütün o çektiklerini hatırlayıp da oyunu kötü yolda istimal etmedi.
Zâten Sultan Abdülhamid; Tevfik Paşaya bir muhakeme kurulmasını ve 3l/mart vak' ası ile alakalı olmadığının tesbiL edilmesinin gerektiğini söylediğinde, Paşa bu işi Said Pa-şa'ya nakletmek suretiyle haberdar etmişse de, Şapur Çelebi lakablı Said Paşa, mahkeme edilip de medhali ortaya çıkar­sa gayri mesul olduğundan cezalandırılması gayri kabildir. Amma suçsuzluğu ispat olunursa bizim halimiz nice olur de­mekten kendini alamamış. Sultan Hamid'in eli olmadığinı İt­tihat ve Terakkinin ruhu olan Talat Paşa dahi defalarca dile getirmiştir.
İbnül Emin Bey merhum şöyle söylemekte: "Göztepe'deki evine bazen giderdim. Ziyaretimden pek memnun olurdu. Hakkettiğimin pek üzerinde hürmet göste-rirdi. Çektiği çile­leri, sürgün olduğu günleri uzun uzadıya anlatırdı. Son za­manlarında bir hizmetçi kadın ile adetâ fakirane bir hayat yaşadığına şahid oldum, pek   üzüldüm. Ziyaretlerimden birînde sokak kapısını kendi açtı. Bir şeyler içirmek şart, içirmemek ayib olduğundan ve hizmetçisi bir yere gitmiş oldu­ğundan bir şişe maden suyu getirip içmemi rica etdi bu hai-den büyük üzüntüye kapıldım."
Bir gün şunu ifade etdi: "Ben mahrumiyetden kederlen­mem. Herhâli hoş görürüm eskiden şöyleydi şimdi böyle demem, bin lira ilede geçinirim yüz lira ilede geçinirim."
Paşa eski kanuna göre mütekaid olduğundan maaşı ancak üsteğmen maaşına denk geliyordu. Bu yüzden üsteğmen ka­dar maaş aldığını ahbablarma anlatmak için beni tebrik edin mülazım-ı evvel oldum dermiş. "Salih Hulusi Paşa, askerlik­çe yetişmemişti. Sivil malumatı, kudret-i askeriyyesinden hayli fazlaydı. Şark'da bir manevra esnasında kumandan, manevraya dâir zabitlere uzun tenkidde bulunurken, Salih Paşa sükût etmiş. Bir zabit ise, kumandanın tenkidlerinden daha ziyade Salih Paşa'nın sükûtundan istifade etdik de­miş." Bu anekdotu da Ali Fuad Paşa'nın ifadesinden naklet­tik.
Dâmad Mehmed Ferid Paşa'nın sadaretinin 2. bölümünde­ki ilk, diğer bir deyimle 4. sadaretinin ilk gününde Meclis-i Mebusan ingilizlerce basıldığında aşağıda adlarını okuyaca­ğınız asker ve sivil eşhas önce Bekir Ağa bölüğüne daha sonra da, Malta Adasına sürgün edilirler. Bunların bir kısmı Ermeni tehciri ve Ermeni kalkışmalarında onların isyanını bastırmaya çalışan mülkî ve askerî erkânda mahkeme edil­mek üzere bu sürgünlerin arasında mütalaa edilerek mahut Barklays kışlasına nakledildiler. Târihimizin ancak hatıratlar vasıtasıyla haberder olabildiği bu müthiş günleri ve vak'ayı aşağıya almayı çalışmamızın vazgeçilmez bir fenomeni ola­rak gördük ve sahifelerîmîzi süsledik.

Malta Sürgünleri


Malta Adası 1.Cihan muharebesinin .apayrı bir cephesidir. İnglİzler'in bu adayı bir sürgün yeri, bir ceza evi gibi kullan­ması yeni bir buluş değildir. Fransızların ünlü Napolyon Bo-napart'i iki sürgün yaşam^ bunların ikisinde de adalar mes­keni olmuştu. Birinci sürgününde Elbe Adasından firarı başa­rıp da, iktidara yeniden geçmeyi bilen Napolyon, Rusya boz­gunundan sonra gönderildiği Saint Helen adasındaki ihtilât-tan men edildiği 2. sürgününde kısa zamanda hayata veda etti. Bu da göstermektedir ki adaların sürgün yeri olarak se­çimi olağandır.
İngilizlerin; harp sahasının orta alanındaki bir ada'yı yâni Malta Adasını tercihleri, her halde burdaki menfaların hayat­larını bir nevi rehin olarak kullanma taktiği olduğu nazarı dikkatten kaçmamalıdır. Değerli okurlarımız; "Cihan harbinin galibdir bu yolda mağlub" sözünü tam manasıyla hakketmiş bulunan Osmanlı ordusu bu savaşa, müttefiklerinin, kazan­ma hususunda hiç bir ümid taşımadıkları esnada, dâhil ol­muştur. Kıyametin kendi başlarında kopacağının habersizliği veya umursamazlığı içinde dalınan bu hengâ menin Malta sürgünlerimiz kafilesinde bir nomerolu şahsiyet Ali İhsan Sa-bis Paşa olmuştur. Adını verdiğimiz paşanın neden bir nome-ro olduğunun sebebini arz edelim: Ali İhsan Sabis Paşa; İngi­lizlerin en önemli kumandanlarından ve bu günkü İsrail dev­letinin teşkilinde en mühim rol sahibi olan kişilerin başında gelen, general Allenbi'yi en fazla uğraştıran kumandan olma-si, yahudi muavenetçisi ingilizin kininin hedefine girme sine yetmişti... Kudüs zor da olsa müttefiklerin eline geçmiş ve bizim ortaklarımız olan Alman ve Avusturyalılar dahi bir hristiyan olarak sevince gark olmuşlardı. Mağlup ordumuzun kumandanı meyus ve bitap olarak, Haydarpaşa tren istasyo­nunda, kompartımandan indiğinde karşısında işgal kuvvetle­rinin intellejans servisi elemanları destekli bir mangayı bul­du.. Yanı-nda yaverleri ve hizmet erleri olmasına rağmen, on­lara herhangi bir zarar gelmesin diye teslim oldu. Çünkü hasm-ı biâmanı Allenbi; işgal kuvvetleri İstanbul karargâhına gönderdiği bir mesajla, mezkûr paşanın apayrı bir muamele­ye tâbi tutulmasını rica etmişti...
Hakikaten daha sonra şahid olunmuştur ki gerek tevkifi sı­rasında gerekse kapatıldığı yerde kendisine olsun, vefakâr emirberine olsun hiç kimseye yapılmamış insanlık dışı dav­ranışlar sergilendi. Ancak Sabis Paşa; dâima yapılanları pro­testo etti. İlk andan son kaçtığı güne kadar boyun eğmedi. Onların yaptıklarını dâima yazılı ve sözlü beyanlarıyla en şe-did şekilde cevapladı. Kendilerine yapılan muameleyi olağan bulan bazı zevatta, memnuniyetlerini belirtir mahiyette be­yanlarda bulunurken, Ali İhsan Paşa'ya ise pretostocu laka­bını takmak fezahatinde bulundular. Umulur ki, paşaya reva görülen özel muameleden bihaberdiler!
Malta Sürgünleri adlı eserin sahibi hariciyecilerimizden Bi­lâl Niyazi Şimşir bey'in kitabının 343. sahifesindeki şu satır­lara yer vererek Ali İhsan Sabis Paşa'ya dâir naklettiklerimi­ze son verelim: ".Protestoları hiç bir sonuç vermedi. Londra Konferansından sonra bir kısım sürgünler serbest bırakılırken o (Sabis paşa) yine Malta'da bırakıldı. Yargılanacakların ba­şında yer alacaktı. Pençelerine düşmüşü. Irak cephesinde İn­gilizleri çok uğ-raştırmıştı, ne var ki İngilizlerin mahkeme et­me hesapları suya düşmüştü. Çünkü; Paşa onbeş arkadaşı ile sürgünler adası Malta'dan kaçmayı başarmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı