13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN II. MAHMUD HAN -5-

İrtica Ve Sebebleri


Sultan 3.. Selim kurmaya çalıştığı yeni usûl nizamı cedîd askerini tabiatıyla yeniçerilerin içinden gönüllü olanların ara­sından seçmişti. Ne varki bunlar tâlime başladıklarının ilk dakikalarından itibaren sıkılmağa başlamış, daha doğrusu bu talim zor gelmiş olduğundan firar yolunu seçmişlerdi. Bütün bunlara rağmen 1205/1790 tarihinde Bostancı ocağına ek olarak Levend çiftliğinde nizamı cedid adı altında bir askeri sınıf daha faaliyete sokuldu. Bunlara tek tip ve aynı renk ta-Şiyan elbiseler giydirildi. Muntazam şekilde tâlim ve terbiye altına alındılar ve yetiştirilmeye başlandılar. Yeni kurulan bu asker sınıfının iaşe ve ibate edilmesiylede donatılması husu­sunda bütçede para olmadığından, sıkıntılarla karşılaşılıyor­du. Çare olarak da; "İrad-ı Cedid" hazinesi adı verilen, bazı gelirlerin vergisinin tahsisi, timar ve mukattaaların bir bölü-mününde bu hazineye alınması, pek kısa zamanda mühim saylılacak miktarda gelir elde edilmiş oldu. Bu gelirlerin sağ­lanmasında, yeni asker yâni nizamı cedid mensubu sayısın­da artış kaydedildi. Selimiye Kışlasının yapımına geçildi. Kışlayı hizmete sokunca nizamı cedid askerinin tâlim ve ter-biyesinede iyi bir ortamda İtina gösterebilme şansfelde edil­miş oldu. Asakir-i Şahane adı ile tanınan ve piyade ile süvari sınıfını teşkil eden bu iki gurup asker o kadar güzel bir düzen ve terbiye içindeydi ki görenlerin kalblerine iftihar hisleri hâkim olmaktaydı. Sokaklarda gezindiklerinde hiç kimseye fena muamelede bulunmayıp, boğazın iki sahili boyunca asayişi muhafazaya dönük olarak devriye gezerler, hâl ve durumun bozulmasına meydan vermezlerdi. Bunların saye­sinde İstanbul'da asayiş tamamiyle emin bir hâl almıştı. Bu arada yapmakta oldukları yürüyüş ve atış tâlimleri göze pek hoş gelmekte olduğu gibi, aklibaşında olanlar da, bu yeni tarz askeri mesleğin kurulmasından memnuniyet duyuyor­lardı.
Lâkin bu yeni askere halkın eğilimini ve teveccühünü art­tırması yeniçerilerin yavaş yavaş kıskançlığa düşmelerine tahrik eylediği gibi, bunların frenk usûlü tâlim yapmalarına, yâni trampet çalarak meş'i askeri yâni resmi geçit yapmala­rına ahalinin içinden bazı herzelerinde itirazlara başvurduğu görülüyordu. Hâttâ nizamı cedid'e "şer'i cedid" yâni şeriatın askeri diyenlerin sayısı daha çoktu. Esasında; dünyanın ne­resinde olursa olsun, yeni bir adet, yenibir usûle garib ve çe­kingen bakmak, onunla uzun zaman anlaşamamak, insanlı­ğın tabiyatının iktizasındandır. Akıllı devlet bunabenzer istirkablara yâni çekememezliklere, nede cahil ahalinin gösterdi-a\ alaycı tavra asla önem vermeyerek, yeni sisteminin, ıslah ve tekâmülü sağlamasını teminden vazgeçmemelidir.
padişah 3. Selim, bu sistemin tutup yerleşmesi için büyük aayret sarfederdi. Günde bir kaç defa nizamı cedid askeri ile alakalı bilgi almadan durmadığı gibi, kumandan ve vezirleri bu yeni askeri sınıfı tutmaları hususunda bıkmadan teşvik ederdi. Gerçi bu askerin mevcud miktarı, bir savaş çıktığında hududların tamamını savunacak sayıya varmış değildi. An­cak devletin başı sıkıştıkça bunlardan istifade ettiği olurdu, özetleyecek olursak; 1213/1798'de apansız Mısır'ı istila ede­rek, oradan da Suriye üzerine yürüyen meşhur Napolyon Bo-napart ve bunun ordusunu Akkâ kalesi önünde kati bir hezi­mete düşürmede ve Napolyonu Mısır hududuna kadar ricata mecbur edenlerin arasında işbu nizamı cedid askeri çok sa­yıda bulunmaktaydı. Böylece nizamı cedid, varlığının gözle görülür faydasını milletin gözleri önüne apaçık sermişti. Bu­na karşılık bazı kimselerin; "Bu asker sayısı lâzım gelen mik-darı aştığını gördüğünüzde yeniçeri ocağının kapanacağını da bilin" tarzındaki sözleri tabiatıyla yeniçerilerin kıskançlıkla beraber kin ve gayzlerinin artışını sağlamaya hizmet etmek­teydi. Hâttâ şöyle bir hikâye anlatılır ki; pek elimdir. "Yeniçe­rilerden birine şakadan: nizamı cedid olurmusun? Diye so­rulduğunda cevabı: Hâşa, moskof olurum! Nizamı cedid ol­mam." dediğini Asım tarihi kaydediyor. Cevded paşanın tari­hinde anlatıldığı üzere: "itleri gelen kimseler ve memurlar arasında yeniçeriyi tercih edenlerin sayısı az değilken, ahali arasında ise rey iki guruba taksim olmuştu. Ancak bu hâl, her mevzuda zorluklar çıkmasına sebeb oldu." Nizamı cedi­din Önceleri ahalinin sevgi ye saygısını kazanması hususu, zaman içinde git gide bu sınıf-ı askeriyenin her geçen gün terakki kaydetmesi, kendi özel menfaatlerine uygun'düşmez kimselerin yönlendirmesiyle bir kısım ahalinin nizamı cedid aleyhine geçmesiyle meydana  gelen durum,   1324/1908 Temmuz'undan o senenin Aralık ayına kadar, halkın sevgisi­ne nâiliyet kazanan ittihad ve terakki cemiyeti hakkında, ba­zı kimselerce ortaya getirilen iftira, isnat ve hücumlarla ten­kitlerin eserine bağlı olarak irtica gününe kadar, İstanbul hal­kının düşüncesi, rey'i, eğilim itibarıyla ikiye bölünmüş olma­sıyla pek büyük benzerlik arzettiğini izaha lüzum görmeyiz. Çünkü naçizane fikrime göre; "Tarih, tekerrürden ibarettir." Ahalinin içine düşmüş olduğu ruh halinden habersiz olan devrin devlet adamları ve memurları bazı hususlarda kaba-hatlıdırlar. Meselâ: İstanbul'da nizamı cedid kurulmasıyla sosyal hayatta birdenbire alafranga usûl ve tarzını benimse­meye gerek yoktu. Dünyada hiç bir vaziyet yokturki; teka­mül kanunlarının hüküm ve tesirlerinden hariç kalıp kurtula-bilsin. Başlanmış bir işin derhal kemâlata ermesini istemek, o işin başarısız kalmasının talebidir. İşte o dönemin ileri ge­lenlerinin ve bilhassa henüz kuruluşu tamamlanmış nizamı cedidin varlığına istinat eden yenilik severler, o devrin müsa­ade edeceği fazla sefahata eğilimi ve eski tarz düşünce sa­hiplerine karşı layık düşmez hakaretlere başvurmaları nede­niyle, tabiatıyla birbirlerine muhalif fi-kirler, arzulardan kay­naklanan bir kat daha çoğalmış gerginlik girmiş oluyordu. Bu ihtilaf dolu bakışlar, bu yanlış hareketler çeşitli hatalarla hastalanmış anlayışlar, daha sonra ortaya çıkacak oian fecii vakaların giriş hareketlerini hazırlıyordu. Halbuki halkda, bil­hassa doğu kavimlerinde gefenek ve göreneklere büyük bir temayül ve istidad mevcud olup, büyüklerin yaptığına, kü­çüklerin özenmeleri tabii olduğundan bütün varlığı ile sefahat alanında yer aldığından İstanbul ahalisinin masarifinde gün­den güne artış oluyor, böylece de, fakirlik o derece artıyor­du. Yine tekrar edelimki; ahali bu fakirlik ve ihtiyacın sebebini de, frenk usûlü ve adetinin ülkemizde tutunabilmesinin uğursuz neticelerinden olmak üzere kabul ve telakki etmek­teydi, Bu sebeble de, hükümet idaresinden memnun kalmı­yor, hatta gayrı memnun bir haldeydi. Bu gün alafranga usûi içinde taklid ve tatbikine muhtaç olduğumuz bazı güzel adet-lerede alakasız ve endişe içinde davranış göstermek hiç şüp­he yokki, cedlerimizden, büyük cedlerimizden demek olan o dönem adamlarının mirasından bize "Atavizm" şekliyle inti­kal eden irsi hastalığın kendisinden başka bir şey değildir. Özetlersek; İstanbul halkı bu hükümetin bu yöndeki şekil ve düşüncesinden şikayetçi olduğu gibi, taşra ahalisi dahi, nizam-ı cedidin idaresini temin için kurulmuş bulunan "İrad-ı Ce­did" hazinesi adına kendilerine konan verginin ağırlığından bahisle şikayetçi olmaktan geri durmazlardı. Kaldı ki; vekil-lerdende her biri, ileri gelen yakınlardan birine bağlı ve daya­nan tamamı birbiriyle benzeş ve birleşmiş olarak Enderuni ve Birunİ, yâni içi ve dışı istilâ eylemiş olduklarından onların ilim ve haberi olmadıkça saltanat tarafına bir şeyin ihtarı ve anlatımı kabil olamaz. Onların rey ve marifeti olmadıkça bir iş so-nuçlanamazdı. Ki; bu vaziyetlerin 2. Abdülhamid devri saltanatıyla-zannedersem-benzerliği meydandadır.
Esasen 3. Selim'in iyiniyet sahibi bir padişah olmasından, yenileşme tarafdarı bulunmasına rağmen, mütereddit bir kimse olduğu da ortadayken, bazı eğilimlerinin hesaba çeki­lir halleri bulunduğunu gösteriyordu. Yakını olanlara ve hiz­metinde bulunanlara pek fazla itimat, emniyet duymaktaydı. Cezalanmayı hak etmişleri af yoluna gitmesi, her duyduğuna inanması gibi temayüllerdi bu eğilimleri. Herneyse gayri memnunların sayısı çoğaldıkça bazı büyük memur ve devlet adamlarının cahil halkı telkinleriyle ifsatları yetişmiyormuş 9'di, başşehirde bulunan Rusya, Fransa ve İngiltere elçileri de bu işlere karışmışlar, onlarda el altından çeşitli rollere soyunmuşlardır. Çünkü; o dönemde ortaya fırlamış olan Napoi-yon Bonapart,  bütün avrupayı çiğnemiş,  açtığı savaşlarda avrupa devlet ve ahalisinin nefretini kazanmıştı. Fransa bu sebebe bağlı olarak bütün avrupada yardımsız kalmıştı. Öte yandan, Rusya'ya karşı Osmanlı devletini kullanmak niyeti­nin sahibliğini unutmayarak, münasebetlerini geliştirmeye çalışırken, ingilizler ve Ruslar, Fransızlardan önce davrana­rak Osmanlı padişahı ile dostça ilişkiler temin yolunu arıyor-dular. Bunu nasıl yapacaklardı? Bu sorunun cevabı; Osmanlı ülkesinde husul bulacak bir ihtilal sayesinde, padişahı kendi­lerinden istimdadın talepçisİ olacak noktaya çekebilmeleriy­di. Bu da gerek fngilizgerekse Rus elçilerinin galeyan halin­deki İstanbul ahalisini, üfürdükleri dedikodularla heyecanlan­dırmaktı. Meselâ: Nizamı cedid askerinin çoğalmasından sonra yeniçeriliğin kaldırılacağı veyahut bu tatbik olunmağa başlanan usûlün gayrı şer'i olduğunu propoganda ediyorlar­dı. Bütün bunların neticesindendir ki; 1222/1807 senesinde olaylar daha müthiş bir manzaraya dönüşmüştü. Buna da sebeb Rusların bize karşı açmış olduğu savaş yüzünden, İs-tanbulda bulunan yeniçerinin tamamı rumeli kıtasına sevk edilmişti. Kimi erbabı fesat başşehri yeniçerilerden tahliye yoluyla kurtarıp, yerine nizam-ı cedid askerinin yerleştirilme­si hususnda bir başlangıç olduğunu ahaliye duyurmaya ve yaymaya başladılar. Bu söylentilere ilaveten bir kaç Cuma sonra padişahın Cuma selamlığına da nizamı cedid elbiseleri giyerek çıkacağını yaymağa başlayipda peşinden de nizamı cedid askerinin İstanbul'u aniden basıp, muhalifleri katliama tâbi tutacaklarını tumturaklı ifadeler kullanarak etrafa duyur­dular.
Devlet yöneticileri ise; nizamı cedidin itaat ve intizamına, büyük bir güven inanç içinde zevkü safaya dalmış, hazırlan­makta olan ihtilâlden habersiz vakit geçirirlerken, böyle hazirlığın yapılmakta olduğunu bildirenlerede maalesef önem vermemişlerdi. (1324/1909'da 31/mart/vakasında mülga, yâni kaldırılan avcı taburlarının intizam ve sadakatine güve­nerek, hiç bir vukuata ihtimal vermeyenlerin kulakları çınla­sın!) Bilhassa; 3. Selim'in, etrafındakilere aşın bağlılığı neti­cesi olarak, Ataullahefendi gibi yeniliğe kapalı olan bir ada­mı meşihat makamı, yani şeyhülislâm tayin etmesi, sadraza­mın ise, ordunun başında rumelide olmasından dolayı sada­ret kaimmakamhğına Köse Musa paşa gibi müfsid birini ta­yin etmiş olması, ihtilâlin kolaylıkla yapılmasına en büyük yardım olmuştu. Köse Musa paşa denilen ve tarihde adı la­netle anılan kimselerin arasında yer alan, bu rezil düşünce zebunu, genel eğilimi iğfal ve tahrik ettikten başka, bitaraf kimseleri de kendi fikri anlayışına sevk etmekteki mahareti, şeytana yakışır ustalıktaydı.
Eğer bu melunda zerre kadar hâmiyet-i milliye ve vatani­ye bulunsaydı, öyle gaileli bir zamanda meydana gelecek ir­ticaa engel olurdu. Lâkin; ne fâideki, yaradılışında gizli bulu­nan alçaklığı hasebiyle, değil bu oluşumu engellemek, daha çabuk ve gaddarlıkla beraber vücud bulmasını hızlandırmış­tır. Hâttâ bu habis'in ifadesinden olarak, güya padişah 3. Se­lim bir gün bostancıbaşı'ya: "Bostancı efradına nizamı cedid elbisesi giydirebilirmisin?" Şeklinde soru yönelttiğinde, bos-tancıbaşı'da: "emrediniz. Onlara şapka'da giydireyim!" Ce­vabı verdiğine dair, mahalle kahvelerine kadar yayılan böyle­ce ahalinin bu konuşmalar sebebinden padişaha kin ve gay-zının köpürtülmesi sağlanmıştı. Hakikaten sonunda Köse Musa paşa emeline nail oldu. Şöyleki; bu habis, vükelâ top­lantısından çıkardığı bir karara göre Karadenizboğazında muhafız sıfatıyla bulunan yeniçeri yamaklarına nizamı cedid elbisesi giydirmek, ellerine de avrupa yapısı harbilitüfenk vermeyi sağladı. Alınan kararın icabının yerine getirilmesini vazifelilere bildirdi. Ancak, yamaklara da: "padişahın emri ile sîzlere frenk elbisesi giydirilecektir. eğer giyerseniz dinden çı­karsınız! Giymezseniz, nizamı eedid tarafından askerliğinize son verilecek, ya da Öldürüleceksiniz." Şeklinde haberleri ulaştırmıştı. Hakikaten 17/mayıs/1806 pazartesi günü boğaz nâzın İngiliz Mahmud efendi, Rumeli kavağındaki yamakların maaşlarını vermeğeve yamaklara nizamı cedid askeri elbise­si giydirme teşebbüsüne girmeye başladığı anda, ihtilâl ışık­ları parlamaya yüz tutmuştu. (Son irticaın yâni 31/mart/1909 ihtilâlinin çıkış sebebleriden biri de, askere şapka giydirileceği ve bu şapkanın hassa dairesinde var ol­duğunun duyurulması değilmi idi?) Şöyleki:
Yukarıdan beri söylediğimiz gibi, bu ahvalden haberdar ve ihtilâl sebebleri hazırlanmış yamaklar, hemen kışla'nın etra­fında ve koğuşda toplanıp: -Biz yeniçeriyiz! Mizam elbisesi giymeyiz! Diyerek, silahlı isyana karar vererek kaleden dışarı fırlamışlardı. Her ne kadar Macar tabya subayı Halil haseki bunların karşısına çıkıp da, davranışlarının yanlış olduğunu, çünkü nizamı cedid elbisesi giymek gibi ortada dolaştırılan rivayetlerin bir yalandan ibaret olduğunu izah ettiysede, lâf dinlemeyenlere sözün faydası olmadığı gibi, üstelik adamca­ğızı hemen orada paraladılar. Bu vaziyetten ürküp, kayıkla Büyükdere'ye firar eden Mahmudefendiyi de, arkasından ça­la kürek giden bir sandal yardımıyla ele geçirmişler ve par­çalamışlardır. Bütün bu olup bitenler babıâlide duyulunca. devlet yetkilileri toplanmış çoğunlukla katillerin yakalanıp, büyük bir İbret olmak üzere idam olunmalarını beyan etmiş­lerdi. Ancak sadaret kaimmakamı Köse Musa paşa ise; bir kazadır olmuş "Yamaklar yola gelir. Bu işin arkasını bu ka­dar takip etmek iyi netice vermez." diyerek ekseriyetin vardığı karan bozmuştu. Zaten vükela, Musa paşanın oyna­dığı rolün farkında olmadığı gibi yaptıklarını kavrayacak ölçü ve akılın sahihlerinden değildi. Böyle oluncada, işler sükut perdesine sarılmıştı. Hamiyyet timsali padişah 3. Selim ise, sarayında dalkavukları ile sohbetle meşguldü!. Musa paşa mel'unu ilerde kendisine bir zarar gelir diyerek, kendi seçmiş olduğu kimselerden teşkil ettiği bir nasihat heyeti gönder­mişti.
Gönderilen bu heyet, yol kesici, can alıcı gurubun yanına varınca onlara öyle bir nasihat ettiki, cesaretlerini, gayretleri­ni arttırmayı sağlamıştı. İdare-i devletin yapılanları gaflet ile karşılaması vakasından, nasihat için gidenlerin melunane nasihatlanndan ve yaptıkları telkinlerden cesaret alan bu serseri kalabalığı, hemen ertesi salı günü Büyükdere çayırın­da toplanarak, (31/mart vakasıda, sah günü başladı idi. )Ka-bakçı Mustafa çavuşu kendilerine reis, Arnavud Ali, Bay-burdlu Süleyman ve Memiş'i de, reis muavini tâyin ettiler. Gelecekteki her şeye birlikte karar vermeyi kararlaştırarak sözlerini yerine getirme hususunda da, yeminler içtiler. "Ge­rek müslim, gerekse gayri müslim, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin can, mal ve ırzına dokunulmayacak, dokunan olur­sa idam olunmasına karar aldılar. Şeyhülislâm kapısından tasdik görmeyen işler taleb olunmayacaktır. Babıâliden yapı­lacak taleblerine evet cevabı gelmedikçe dağılmamak üzere aralarında yeminlere başvurdular. Bunlar cahil dini üzere en'am-ı şerif öpmek, kılıç atlamak gibi davranışlardı. Bir gün sonra yâni çarşanba günü, dört-beşyüz neferden ibaret top­luluk, Büyükdere'den aşağı doğru yürümeğe başladılar. (Bu ilk irticada olduğu gibi, 31/mart vakası esnasında da buna benzer kararlarla Sultanahmed (At meydanında)de toplanıp harekâta geçmişlerdi.
Dunlarında; "şeriat verilmediği takdirde dağılmamak üzere etikleri yemin, Kabakçının adamlarınınkinin aynı gibiydi.mart salı gününün erken sa-atlerinde Taşkışla'dan harekete geçen 4. Avcı taburu askerleride bu sayıdan fazla değildi. Hâttâ İstanbul'da bulunan bazı sefillerin bu isyancı askere katılması mürteci sayısının yekünü çoğalması açısın­dan pek fark etmediği düşünülmelidir.) Deniz sahilinden yü­rüyenlere katılanlar oluyorsada, hemen yukarıda parantez içinde verdiğimiz bilgilere göre, önemsenecek sayıyı bula­madıkları görülür. Bu el-hâinü haif hükmü burada da tecelli ederek, bu hızla Tarabya'dan harekete cesaret edemiyor ve nizamı cedid askerinin saldırısından korkuyorlardı. Evet. O nizamı cedid askeri ki, Napolyon'un muntazam ordularına Suriyede, Mısır'da galebe çalmış, Avusturyanın bütün kuv­vetlerine üstün olduklarını ispat etmişlerdi, bir yerden bir ta­raf dan emir alabilseler ve bunların üzerlerine yürüyebilseler, çil yavrusu gibi asileri dağıtacağına asla şüphe edilemezdi. Ne varki, böyle bir emri o askere verecek adam nerede idi?
Saltanatın sahibi padişah, hariçle irtibatını yok denecek seviyeye getirmiş, sadaret kaimmakamlığında bulunan Köse Musa ise nizamı cedide muhalif olmakla, bunu açığa çıkar­mamışlardandı. Köse Musa paşa, kaimmakam sıfatıyla niza­mı cedid askerine yazdığı bir tezkerede hiç bir yere kımılda-mamalerini emretmişti. Velhasıl Çarşanba günü bir irade-i seniyye çıkaran ve isyancıların dağıtılmasına amir olan hü­küm güya yerine gelsin diyede kaimmakam Musa paşa; 25. ortanın mütevellisi Kapancı Mustafa adlı habis bir nasihatçi gönderdi. Bu habis-i lâin yamaklara adeta nasihat yerine müjdeler verdi. Mizamı cedid aldığı emir üzere yerinden kı-mıldamayacaktır. Haberini böylece vermiş oluyordu. Bu ha­ber artık asilerin cesaretini havalandırdı. Bu herifinen me'şum tarafı "Yamaklar yaptıklarından nadimler. Ancak ni­zamı cedid askeri boğazlarda kaldığı müddet, kendilerini em­niyette hissetmeyeceklerini, bu bakımdan onların yâni niza-m-ı cedidi boğazdan kaldırmanız istirhamlarıdır" şeklinde babıâliye hitaben yazılmış bir tezkere getirmesi oldu. Kaimma­kam Köse Musada yazının kapsamını okuduğunda durumu padişaha arzederek, kendisinden boğazda bulunan nizamı cedid askerînin Levend çiftliği ve Üsküdar'da bulunan Seli­miye kışlasına çekilmelerini emretmekte olan bir bir iradei seniye istihsal etti. İradeyi derhal yürürlüğe koydular.
Bu vakaları zapt ve kaleme alan bazı tarihçilerin ima yo­luyla söylediklerine bakılırsa, bu isyancı güruhu, Sultan Mus­tafa'nın adamları tarafından gizlice teşvik edilip coşturulduk-larıni, her olaydan ve neticesinden adı geçen Sultanın haber­dar olduğunu açıkça anlamak mümkündür. Çünkü; tek arzu-1 lan nizam-ı cedidin boğazdan çekilip gitmeleri olmuş olsay­dı, padişahın verdiği ferman buna kadir olduğuna göre ne­den zaten korkmakta oldukları hallere düşsünler, boğaza dönmeleri gerekirdi. Bunlarsatam tersine her adımlarında çoğala çoğala, Rumelihisar'ına kadar gelmiş ve önlerinde .  yürüyen münadilere: "Ya ibadullah (Allanın kulları) emelimiz, nizamı cedid beliyesini (belasını) kaldırmaktır. Başka niyeti­miz yoktur. Müslüman olan bizimle beraberce gelsin! Bu iş umumun ittifakıyladır. (Bu bağırışların; 31/mart/1325 salı günü divanyolunda, Sultanahmed'de "maksadımız şeriatı al­maktır. Başka arzumuz yoktur. Allahını seven, müslüman olan Atmeydanına gelsin" şeklinde bağırıldığını duyan çok­tur.) Bütün bu misaller işin içinde kuvvetli bir teşkilat ve bunların teşvikinin olduğunu göstermektedir. Bu hezele güru­hu, durmadan yürüyerek gece saat dört sularında Topha­ne'ye varabildiler. Durmadan çektikleri; Hay! Hay! manileriy-le o civar ahalisinin huzurunu askıya aldılar. O devirde asker sınıfları arasında pek intizamı bozulmamış olanlar arasında topçu sınıfı belkide birinci gelmekteydi. Binlerce haşaratın ag*ra çağıra Tophane'ye gelmeleri yüzünden müteessir olan °pçular, bunlara karşı silah kullanmak arzusuna kapılmış ve emir merciinden müsaade talep etmişlerse de hiç bir yerden hiç bir tarafdan böyle bir izin verilmemiştir. Tam tersine, ka-immakam Köse Musa paşadan gelen emirki. işi umumun it­tifakıyla yapıyoruz. Topçular karışmasın şeklindeydi. (Yine 31/mart vakasında bağırtılar arasında Bayezid meydanında toplanıp. Harbiye binasına zorla girmek isteyen irtica erbabı­na haddini bildirmek için, orada bulunan askerede bir şevk-lesilah kullanma arzu ve hevesi gelmiş olduğu halde, talep edilmiş vur! emrinin alınamaması sonucu olarak askerin elle­ri böğründe kalmıştı. 31/mart vakasındaki halle, kabakçı as­kerleri vetophane askerleri arasında geçen vakadaki benzer­lik nekadardailgi çekici!.
öse Musa paşadan gelen emre uyan topçularda çaresiz boyun eğip, kazanlarını kaldırıp, üstelik Kabakçının da adamlarına iltihaka mecbur oldular. (Kabakçı Mustafa'yı pek bilinmekte olan Derviş Vahdeti'ye benzetecek olursak, bu is­yanda vazife almış Arnavud Ali ve Bayburdlu Süleyman Ça-vuşu'da, 2. irtica vakasında yâni, 31/mart olayında büyük rolleri bulunan Hamdi ve Hazım çavuşlara benzetebiliriz.) iş­lerin vardığı neticeleri gören Musa paşa, mühimce toplantılar düzenleyerek müzakerelere sabahın seherinde başlanacağı­nı bildirir davetiyeleri ta geceden vükela ve ileri gelen me­murlar İle ulemaya gönderir. Perşembe sabahı babıâli'de top­lanınca hemen müzakerelere giriştiler. Çeşit çeşit fikirleri oy­layarak vakit geçirdiler. Halbuki o sırada İstanbul'da 13 bin kadar nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Bunlar marifetiyle isyancıları dağıtmak işten bile değildi. Böyle yapılmasını ha­tırlatacak bazı tekliflere karşı "nizam-ı cedid, henüz intizam kazanmış olmadığından, bunlarda o kadar itimat edilecekler­den değildir-Ier. Şayed bunlarda gelip asilere iltihak ederlerse iş daha ziyade vahamet kesbeder." şeklinde cevap vererek bu husustaki görüş ve teklifleri geri çevirmiştir.  Devletin mes'ul vekillerinin böyle boş müzakerelerle vakit geçirerek yaptıkları yanlış İstanbul'un her tarafından, balıkçılar, kayık-r\ hamal ve serseri kafileleri peyder pey gelip isyancılara katılmaya çalışmaktaydılar.
Öte yandan küçük küçük guruplar, İstanbul tarafına geçe­rek, Ayasofya ve Sultanahmed meydanlarına doğru yol alı­yordu artık topluluk büyümeye başlamıştı. Kabakçı Mustafa çavuşun düzenlemesiyle yamakların en azılıları yeniçeri kış­lalarına, kolluklarına oralarda bulunan ocaklılarında at mey­danına gelmelerini istemişlerdi. Vakit öğleyi aştığında, sem­tin sokakları silahlı isyancılarla dolmuştu. Aha-linin artık ge­liş ve gidişi kesilmişti. İşin bu noktaya geldiğini Musa paşa, 3. Selim'e arzedince (31/mart vakasında salı sabahı Hamdi çavuşun düzenlemesiyle 4. avcı taburu mensuplarının kışla­lara karakollara yayılarak masum askerleri Ayasofya meydanına davet ettiklerini hatırlayalım.) Padişah son dere­ce şaşırmış, sarayın kapılarını ve pencerelerini kapattırıp, ni­zam-ı cedid askerini kaldırdığını bildiren bir fermanı babıâli-ye yollamıştır. Şeyhülislâm Ataullah efendi, bu ferman elinde olduğu halde isyancıların toplandığı Atmeydanma gelerek, isyan edenlere hitaben yaptığı konuşmada, elinde irade-i se-niye olduğunu, nizamı cedid askeri usûlünün iptal olunup, bu kararın hemen uygulamaya konuşduğunu müjdeledi. (31/mart/1325 salı günü sabah sekizde yol kesen isyancı askerler affa nail oldukları ve bundan sonra şeriat dairesinde iş görüleceği hakkında tebliğ, olunan irade-i seniyeler üzerine hepsininde havaya doğru silahlarını ateşleyerek "padişahım çok yaşa" duasını tekrar ederek memnuniyet gösterikleri ha­tırlanmalıdır.) Sekbanbaşı tarafından artık; isteklerinin yerine
getirildiğini ifade etmesi münadiler tarafından yüksek sesle r tarafta duyulması sağlanınca, serserilerin bîr çoğu sevinç yerlerine çekilmeğe teşebbüs etmişlerse de, bazı müfsidlerin: -Arkadaşlar! Yoldaşlar, işler henüz tamamiyle yoluna girmiş değil, dağılmayın. Sözleri yükseldi.
Bu bağırışmaların sonunda isyancılar yerlerinde kalakaldı­lar. Bu yerinde durma, isyanda musir olma temin edildikten sonra, Köse Musa paşanın gizlice düzenlediği ve yine gizlice Kabakçı Mustafa'ya gönderilen liste ortaya çıktı. Listede ad­lan geçen onbir kişinin Ölü veya diri olarak kendilerine teslim edilmesini taleb eder oldular. (2. irtica denilende de, bazı fe­sat kimselerin cebinde İttihat ve terakki cemiyetine mensup olan zatların adlarıyla ikametgah adreslerini gösteren defter­lerin bulunduğu ve bunların öğretmesi ve göstermesi hase­biyle de bazı serserilerin sokak sokak, mahalle mahalle dağı­larak, evlerin kapılarına istavroz şeklinde işaretler koydukları kesindir.) Şöyle veya böyle teslimi istenen onbir kişinin isim­leri şunlardı: Devlet müsteşarı ibrahim Nesirni ef. , Bahriye nâzın Hacı İbrahim ef. , Rikab-ı hümayun kethüdası Memiş ef. , Reisülküttap vekili Ahmed ef. , Varidatı Cedid defterdarı Ahmed bey, Darphane amiri Ebu Bekir ef. , Valide kethüdası Yusuf ağa, Enderunu hümayun ricalinden sır kâtibi Ahmed ef. , Mabeynci Ahmed bey, Bostancıbaşı Şâkir bey. , müder­rislerden Lutfullah ef. , lerdi. (Yine bu 31/mart/irticası ola­yında; sadrazamı, meclis-i mebusan reisini, istemeyiz, şunu bunu istemeyiz. Diye nasıl taleplerde bulunmaları, bazılarına da suikast düzenlemeleri, af olunduktan sonra da, yine dağıl-mayarak, şunun bunun kanını, dökmiye cüret etmeleriniKa-bakçı ve arkadaşlarının irticai harekâtına ne kadar çok ben­zemektedir.) Yapılan talebin hemen gayri meşru bulunup ye­rine getirilmesinde görülen tehirden azgınlaşan bu reziller topluluğu, Atmeydanından Atmeydamna geçerek, çeşitli şe­kilde velvele ve şamataya başladılar. Padişah 3. Selim, yu­muşak kalbli affı seven, karışıklıklardan hiç hoşlanmayan, rahata düşkün biri olduğundan, her birini evlâdı kadar sevdiqini bildiaimiz, yukarıda adlarını yazdığımız istenenleri üzün­tüler içinde verilmeye müsaade etti. Bunların bazıları eşkiya-ya teslim edildiğinden sopa, kama, kılıç ile diğer bir bölümü­me saklanmış oldukları yerlerde tabanca, tüfenk daha başka silahlarla öldürüldüler. Bir başka kısmıda firarda başarılı ol­duğundan peşlerine adam koşturmuşlardı. Bu adamlara ka­çanları yakaladıkları takdirde beşerbin kuruş verileceği va-adolunmuştu.
Ne yazıkki 3. Selim; bu kadar metanetsiz olmayaydı, hatta bazı adamlarını derhal nizam-ı cedid askerinin başına tayin etseydi görülecek şuydu ki; bu hezele güruhu üzerine yürü­nünce iki saat içinde netice alınacak, serseriler helak edilmiş olunacaktı. Nizamı cedid'e, yeniçeri ve halk arasında o ka­dar değişik bir anlayış vardıki, bunu anlamak için Ahmed Cevded paşanın tarihindeki şu fıkraya bakmak yeterli sayılır: "Ne zaman nizamı cedidin lağv edildiği haberi zuhur etti, Levend çiftliği ve Üsküdar Selimiye kışlasındaki asker dağıl­mış, her biri bir tarafa gitmiş isede, isyancılar bu nizamı ce­didin yüreklerine düşürdüğü korkudan kurtulamamış olduk­larından, İbrahim kethüda, adı onbir kişilik listede yer alan İbrahim Nesimi efendi olup, ite kaka Atmeydamna götürülür­ken, nizam-ı cedid askeri meydanı bastı diye sözler ortalığa düşünce yeniçerilerde olsun, yamaklarda olsunbüyük bir korku ve telâş eseri müşahede olundu. Hatta kimileri mey­danın bir kenarına çekilmeyi tercih edereken, yeniçeri aske­rinden bazıları da meydanın çıkış kapısından geçip kışlaları­na gitmeği yeğlemiştir.
Buna bağlı olarak da meydanda, kendi kendine meydana gelen bir karışıklık çıkmıştı. Seyre gelenlerde de, bir. şeyler satarak geçimini sağlamaya çalışanlarda da garib bir sus­kunluk kendini gösterdi. İşin aslının İbrahim kethüdayıgetir-mekte o'anların çıkardığı gürültü ve patırdı olduğu anlaşıldığında, ağalar sopa zoru ile dağılanları yeniden toplamaya muvaffak oldular. 1 7/MAYIS/1222/1807 Velhasıl padişahın metin olamaması; sadaret kaimmakamı ve şeyhülislâmın hâmiyyetsizliği, diğer ricalin tedbirsizliği yüzünden bu mer­haleye gelen irtica vaziyeti her dakika inkişaf ederek, sonun­da 3. bir hatt-i hümayun İle nizamı cedidin kesin kaldırılması intaç etti. Verilmesini taleb ettiklerinin bulundukları yeri bi­lenlerden teslimi kabul edildikten sonra, artık dağılmak için ne beklendiği soruldu: Padişahın gösterdiği zaafın gereğin­den olmak üzere irtica erbabıda "İrad-ı cedid hazine-sinin"de feshini taleb eylediler. Bu arzularıda yerine getiririldi. Lâkin ihtilâl devam etmekteydi. Çünkü bu karışıklıkları çıkaranların maksadı ne nizamı cedid'in nede irad-ı cedid hazi-nesinin kaldırılmasıydı. Ne de, beş-on kişinin kellesini almakidi. Bunlar ancak alet olabilecek olanlara, cahilleri kandırmaya matuf "nizam-ı cedid şer'e mugayirdir. Irad-ı cedid hazinesi, şuna buna yedirmek için kurulmuştur" şeklinde ileri sürül­müş vesile ve bahanelerdir.
Yoksa; esas maksadı Musa paşanın müntesibi olduğu Sui-tan Mustafa'y1 karışıklıktan faydalanarak taht-i Osmaniye çı­karmaktı. (31/mart/1325 üzücü vakasında da, olayları tertib edenlerin maksadlan, zaten hüküm ferma olan şeriatı Mu-hammediyeyi istemek değil, 2. Abdülhamid'e, eski tesir ve otoritesini iade etmek ve onun nefret eylediği ittihat ve terak­ki cemiyetine bir darbe vurdurmak için olup, irticaa alet edi­len biçare erler ise, elden giden şeriatın! kurtarılması için is­yan meydanına sevk edilmişlerdi.(Hemen <burada parantez içindeki ifadeler, merhum yazarın 1911 yılında basılan ese­rinin münderecatı içinde olduğu görülür. Bahse konu 31/mart vakası, 14/nisan/1909 yılında vukubulmuştur. O karışık devirde hareketin plânlama ithamı altında bırakılan cennetmekân Abdülhamid hânı, bahusus ittihat ve terakki daha ileri senelerde bu tertibde yer almamıştır ifadesı
    tarih önünde aklamışlardır. Yazar belki de başka bir ve    ile yukarıda parantez içindeki hüküm ifade eden kanaati-i değiştirmiştir umulur. M. H.> İradı cedid hazinesinin lağve­dilmesi hakkındaki arzularının yerine getirilmesi sonunda ar­tık dağılırlar düşüncesine varıldığında ikindiye doğru 4. bir teklif ortaya çıkarıldı.
Buda; 1. Abdülhamid hân'ın iki şehzadesinin, hanedan-ı osmaniyanm yegane varisi olan Sultan 4. Mustafa ve Sultan 2. Mahmud'un hayatlarının temini muhafazası için, kendileri­ne teslim olunmasını istemeleriydi. (Zaten bu taleb kaide-i umumiyedirki, cahil ahali, nerede ve ne zaman devletin za­afını hissederse durmaksızın bazı taleblerde bulunur. Bu taleblerin yerine getirildiğini görüncede şımararak, daha başka taleblerde bulunmaya başlarlar.
Meselâ: 31/mart olayında asiler ilk önce şeriat istediler. Arkasından bazı vekilleri, büyük memurların azlini İstediler. He-men peşindende mektebli subayları istememeğe başla­mışlardı. Ertesi gün ise asker yazarlar; gazetelerde yazılan bendlerde, müslüman kadınların sokağa çıkmamalarını, kahvehanelerden resimlerin kaldırılmasını, hürriyet marşları­nın çahnmamasını istemişlerdi.) 3. Selim hz. leri bu taham­mül edilmez teklife verdiği cevabda kimi isterlerse şehzade muhafızı olarak saraya gönderilmesinemüsaade etti.
Halbuki; Sultan Selim gibi melek yaradılışlı, yüksek fıtrat sahibi bir padişahın, ki kalbininde pek yumuşak olması ve azuundan başka hiç bir kusuru olmayan bu zat, kendisine emanet edilmiş o iki şehzadeyi öldürtmesi asla mevzubahs olamazdı. Hatta Sultan Mustafa'nın ei altından kendisinin yanınde pusular kurdurmasına  rağmen ve bundan haberi halde, şehzade Mustafa'ya karşı davranış ve sevgisinde değişikliğe gitmedi. Böyle olduğunu saray halkıda, beiki tertipleri yapmakta olanlar dahi bilmekteydi. Lâkin ne fayda­ki; Köse Musa paşanın hâin tertibinin neticesi olarak-miletin taiii ve şanı şerefinden başka düşüncesi olma-yan o yüce padişaha karşı böyle tahammülü çok zor tekliflerin yapılması devam edip gidiyordu. Ancak şu teklif, Sultan Selimin üze­rinde soğuk duş te'siri yaptı. Buna üzüntüsünü beyan ederek babıâliye yolladığı hattı hümayunun bir yerinde şöyle diyor­du" Benim zürriyetim olmadığından her iki şehzade evlâdım ve nûr-u aynim'dır. Allah korusun onlara suikasd iie hane-dan-ı Osmaniyanın inkırazına sebeb olmayı hatır ve haya­limden geçirmem. Cenab-ı Hakk kendilerine tam bir afiyet ve uzunca bir ömür ihsan buyursun, "mealindeki sözlerle ul-viyyetinin derecesini ortaya koymuştu. Ancak; ne bu sözleri ümmete duyurulmuş, ne de bunun rikkatli davranışından ba-bıâli güzel bir netice çıkarabilmiştir.
îş bu derecelere geldikten sonra, saray halkı dahi edebsiz-liğin son perdesine çıkarak, padişahın huzurunda yapmadık­ları hayasızlık kalmamıştı. Köse Musa paşa ise Rodos'a sü­rülmüş, daha sonrada bu lâin herif Alemdar meselesini mü­teakip idam edildiğinden millet onun hâin suratını görmekten kurtulmuştur. (Böyle vakalarda, hengamelerde isyancılara en çok cüret veren ve gayret bahşedenlerin medrese talebe­leri olduğu tarihin mazbut vesikalanndandır ki; 31/mart/ha~ disesinde dahi ilmiye sınıfının himmet-i ve teşebbüsatı fedâ-kâranesine rağmen, asker kaçağı bazı medrese talebesinin ve bunlara benzemek emeliyle başına bir beyaz bez saran halktan birinin, askerleri cesaretlendirme hususunda gayret güttükleri hâla hatırımızdadır.) Asiler o geceyi de bu şekilde geçirdikten sonra ertesi gün olan, Cuma günü yine Atmey-danında yapılan toplantıda ortaya 5. bir teklif daha çıktı. O da, devlet idaresinin, frenkmeşrep ve sefil kimselerin elinde olduğunu, padişah ise, zevk ve sefahatin dünyasına dalarak milleti unuttuğunu buna bağlı olarak taht'tan indirilip, yerine Sultan 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması talebi gelmişti. Zaten bu dağdağanın, bu rezaletlerin maksadı, gayesi buraya gel­meye matuftu.
Bu teklifin ileri sürülmesinden sonra ileri gelenlerden mey­dana gelen bir cemiyet ve teşkilat eşliğinde ikibin asker hi­mayesinde şeyhülislâm Ataullah efendi saraya gönderilip, tahttan indirme ve 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması kararı alındı. Ataullah efendi, babıâliye gelip, kaimmakam paşa ve­saire ile müzakere sonunda millet tarafından 3. Selim'in bu günden sonra tahttan indirilmesine yerine Sultan 4. Musta­fa'nın geçmesinin kararlaştırıldığı bir tezkereye yazılarak, Bab'ussaade ağalığına gönderildi. Yazı, Soğukçeşme tarafın­daki kapıdan enderunu hümayuna ulaştırıldı. Yazıyı alan da-russaade ağası tezkereyi sünnet odasında bulunan padişah 3. Selim'in yanına giderek takdim etti. Padişah tezkereye göz atınca; yerinden kalkmış ve "Zâlike takdirülazizülaliym" di­yerek harem dairesine yürüyerek, tahtını tacını 4. Mustafa'ya terk ederken tebrik etme nezaketini de göstererek feragatin köşesine çekilmiştir.
Köse Musa paşa, işin bu yanından haberdar olmadığından Selim inad edip, kapılan açtırmaz ise, lağımcılar vasıtasıy-la kapıların kırılmasını emretmişti. Sarayın kapısı civarına toplanmış bulunan binlerce haşarat ise ne istediklerinden ha­bersiz Sultan Mustafa efendimizi isteriz! Diye feryad ediyor-ardı. Halbuki işten haberdar olan kapıcılar, karşılarındaki ce-'yetı teşkil edenlerin başında şeyhülislâm ve kaimmakamı görünce kapılan açtılar. Gelenler bu kapıdan içeri girerek, Venı padişah 4. Mustafa'nın gelmesini beklemeye başladılar.      stata ise o dakikalarda haremden çıkarak kendisini yenlerle bir araya geldiğinde resmi biat merasimi yerine getirildi. Tabiiki bu işlem rütbeler arasındaki silsilei mera-tip gözetilerek ifa olunmuştu. Biattan sonra herkes işinin ba-şınagitti. 17/may!s/1222-1807 cuma günü işler tamam oldu. Güya işlerin tamamı görülmüş, talebier yerine getirilmişti. Halbuki biçare ahali bilmiyorduki daha hızlı surette, daha iri adımlar ile varta-i izmihlale yâni çoküş'e yuvarlanıyordu. Çünkü tahta çıkan yeni padİşahda milleti bu hali içinde idare edecek kiyasete ve kabiliyete haiz olmadığı gibi vekiller he­yetini de meydana getirenler ise kendi menfaatlerinden baş­ka bir şey düşünemez bir alay hamiyyetsizden, yâni gayret­siz ve haysiyetsiz kimselerden ibaretti.
Bilhassa bu inkılabın meydana gelmesinde en büyük ola­rak ortaya çıkan Kabakçı Mustafa en çok şımarandı. Her ar­zu ettiğini yaptırır. Vakitli vakitsiz padişahın yanına giderek istediği iradeleri taleb eder ve alırdı. Tabii bunlar yeni padişa­hın canını son derece sıkıyordu. Artık kendi duyacağı sesle canının sıkıntısını belli ediyor, Kabakçı'nm yaptığı her ziyaret esnasında kendisine olan iltifatlarını azaltmaya başlamıştı. Ancak göstereceği daha fazla memnuniyetsizliği hesap et­mesini bilen 4. Mustafa, gösterdiği hizmetlerin karşılığı bir mükafat olarak, boğaz nazırlığı görevi ihsan ederek İstan­bul'un bir ucuna göndermişti. Bu Kabakçı Mustafa denen ka­ba ve cahil herifden korkmayan kimse yoktu adeta.
Aşağıda tafsilatını vereceğimiz gibi, Allah'dan Alemdar Mustafa paşanındahimmetleriyie vücudu ortadan kaldırılabil-miştir.

Alemdar Vakası Ve İrticaın Sonu!


İstanbul'da, yeniliğe karşı çıkma hadisesi de denebilen ir­tica olayı husule gelirken, ordularımızda moskof hududunda bulunmakta, ara sıra parlayan çarpışmalarla meşgul olmak-talardı. İşte böyle karışık bir dönemde, devletin kaderi ile oy­nama mânasına gelen İstanbul'daki olaylar, yâni irticai hadi­seler ihtiras ve heveslerin şevkiyle yapmaya cesaret bulanlar tarih karşısında ebediyyen lanetle alınacaklardır. Hududları-mızda bulunan ileri gelen kimseler ve kumandanlar arasında hamiyyet sahibi bazı kimseler mütareke yapılmasının şartla­rından istifade ederek, İstanbuldaki olayların sorumlularını tesbit ederek cezaya uğratmak hâttâ 3. Selim'i tekrar Os­manlı tahtına oturtmak hususunda müzakerelere girişmişler­di. Bu müzakerelerin sonunda herkesin itimadını kazanmış, sağlam ve haysiyet sahibi vede cesur bir zâtın reisliği altında bunu gerçekleştirmeyi kararlaştırmışlardı. Aranan bu haslet­lere hâiz olan zât, Rusçuk'da ikamet eden Tuna Seraskeri unvanlı Alemdar Mustafa paşa olduğunda da İttifak sağlan­mıştı.
Bu kararın alınmasında sadaret eski mektupçusu Tahsin efendi ile Refik, Galib ve Behiç efendiler büyük rol oynamış­lardı. Adlarını saydığımız zevatın teşkil ettiği cemiyetin fer^l sayısı gün geçtikçe genişliyordu. Maksadı yerine getirmeyi başaracak tedbirlerin kararı »alınıyordu. (Bilindiği gibi; İtti-had-ıterakki cemiyeti de son defalarda yine böylece rumeii-nın ücra yerlerinde kurularak, neticeye varmıştır.) Alemdar Mustafa paşa esasında câhil bir zat olmasına rağmen fevka-a  e zeki, hamiyyetli, sağlam düşünceye sahip, rumeli aske­rinin üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. Bu zata müracaat ka-ran a!an heyetin isabet ettiği ortadadır.

Alemdar Mustafa Paşa'nın Biyografisi


Alemdar Mustafa paşa Rusçuk'da doğmuştur. Kamus'ülâ-lam'a göre Arnavud ırkına mensupdur. Gençliğini av peşinde geçirmiştir ve Sultan 3. Mustafa devrinde Ruslara karşı açı­lan seferde yanında bir miktar asker olduğu halde katılmış ve elinde taşıdığı bir bayrak münasebetiyle "Bayrakdar veya Alemdar" denerek anmak adet olmuştur. Bir ara meşhur Pasbanoğlu'nun isyanında Rusçuk ayanı Tirsinklizâde'ye yardımcı olduğundan, Tirsinkli'ninde tavsiyesi ile kapıcıbaşı-lik payesi verilerek Hezargrad âyanliğına daha sonrada Rus­çuk âyanlığına tayin olunmuştur. Alemdar'in çok geniş bir arazinin sahibi durumunda olmasından kaynaklanan zengin­liği ve buna bağlı olarakda az rastlanacak tarzdaki cömertliği kendisine pek çok hayran ve minnet duyan kimseler kazan­dırmıştı. Bektaşiliğe mensubiyeti münasebeti ile yeniçeri ocağına karşı büyük muhabbeti vardı.
Hâttâ 3. Selim'in nizamı cedid askerinin kurulmasına ait çalışmalara muttali olduğunda bir hayli üzüldüğü görülmüş­tü. Yalnız realistçe bir anlayışa sahip olması hasebiyle Rus savaşında yeniçerinin gösterdiği cebanet, korkaklık ve firar­lar, Alemdar'daki bunlara karşı olan muhabbettini yaraladığı gibi tam tersine yeniçerilere kızgınlık duymasını getirmişti. Alemdar Mustafa paşa; Ruslarla yapılan savaşlarda Tuna or­dusu kumandanı sıfatıyla bulunmuş, gösterdiği başarılardan mütevellit her tarafta ün kazanmıştı. 1221/1806'da kendisini vezirlik rütbesi ile beraber padişah tarafından kendisine da­vul, hilât ve sancak mükafat olarak gönderilmişti. Alemdar paşanın 3. Selim'e karşı pek büyük sevgisi vardı. 1222/1807 mayısının 17. günü padişahın tahtan indirildiğini duyduğun­da, üzüntüsünün büyüklüğü, bu olaya sebeb olanlardan intikam alma azmine dahi getirmişti. Yukarıda adını verdiğimiz kişiler kurdukları cemiyetin başkanlığına böyle bir dönemin­de Alemdar paşayı getirmişlerdi. Şimdi burada Alemdar Mustafa paşanın biyografisini dondurup tarihi gelişime temas etmeye devam edelim:
Efendim; Alemdar'ı gizli cemiyetlerine reis seçen zevatın enbüyük taktik başarısı, her biri ordunun çeşitli kademelerin­de de kendilerine bir vazife bulup, bu vazifelere tayine mu­vaffak olmalarıdır. Bu vazifelerde bulunmaları asker ile daha kolayca teması temin edebilmeleridir. Böylece onlan iknaa etmekte başarıyı yakalamalarını elde etmişti. (Eğer, ittihatçı­lara bakarsanız, onlarında askeri güçleri ele geçirmeden ic­raata başlamadığını görürsünüz.) Hakikaten ordu bünyesin­de vazife almış bu zevat, ordunun meselelerini tanzim baha­nesiyle sık sık Rusçuk'a Alemdar Mustafa paşanın yanına gi­derek, harekete geçmesi hususunda tahrike fırsat bulabili­yorlardı. Eninde sonunda bu tahrikler gizli cemiyetin taşıdığı istikamete doğru yol almaya başladı. Günün birinde Alemdar paşanın yanında bulunan onbin kadar seçme askeriyle Edir­ne civarına gelmesi görenlere dehşet verdi. Bu halden şaşkın olan herkes üstüne üstlük, Ruslar ile yapılan mütareke ve yi­yecek sıkıntısının ağır basmasından dolayı, Tuna boylarında­ki askeri kuvvetde Edirne'de boy gösterince şaşırmak, endi­şeye döndü.
Aynı zamanda serdanekrem unvanını hâmil olan sadra­zam, Alemdar Mustafa paşanın Edirne'ye gelişinden ürkerek, mütareke zamanının dolduğunu, hudud boylarında asker ^almadığını bu sebebile Tuna havalisine gitmesini açıkça söylediyse de, Alemdar'm metaneti ve aradaki kimselerin iş­leri ustalıkla idare etmeleri, zaman içinde sadrazamında an­layışında değişim husule getirdi. Aiemdar paşa, sadrazamın da itimadını celbetmişti. Böylecede sefer yapma müzakeresi  başlamış oluyordu. Hâttâ Alemdar paşa'nin müşavir ve müs­teşarı oları Refik ve Behiç efendiler, serdar-ı ekrerni orduyu tanzim için İstanbul'a bile gitmeye ikna etmişlerdi. Fakat sal­tanat merkezinden sorulacak olursa, ordunun başında bulun­masından istifade ile padişahı istedikleri gibi kullanan vekil­lerin buna onay vermeyeceklerini serdar-ı ekreme inandır­mışlardı. Alemdar ise; "madem ordu İstanbul'a gidiyor. Ben­de onlarla giderek padişahın gözlerini göreyim" şeklinde ar­zusunu dile getirince, sadrazam bunu uygun buldu. Bu vazi­yet karşısında ordunun harekâtı gizlice kararlaştırılıp; beş günde İstanbul'a varılma üzerine plân yapıldı, merhaleler tesbit olundu. Ordunun harekâtı tabiiki ahaiiden de gizlendi. Yoksa harekete geçilir geçilmez, huzuru padişahiye ve sada­ret kaimmakamhğına gizlice malumat verildi. Bu haber ver­me işi de, haseki ağa İstanbul'a gönderilerek yapılmıştı. Or­dunun Edirne'de kalmasının, masraf bakımından tahammül edilmez raddeye varacağı için Edirne'ye dönmesinin kabii olmadığının gereğinden dolayı irade-i hümayun çıkarılması, vaziyetin ahaliye duyurulmayıp onların heyecanlandırılma-ması için gizliliğe riayet lüzumuda bildirilmişti. İstanbui hazi­ne vekili Nezir ağa orduyu karşılamak vazifesiyle padişahça gönderildi.
Cemaziyelevvelin 20. perşenbe günü devlet adamlarının ekserisinin haberi olmadığı halde sabah erkenden Alemdar Mustafa paşa; serdarı ekrem ile Çarhacı Ali ve Behram paşa­ları önüne katarak İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkmıştı. Alemdar kendi askerinden küçük bir birliği yanına almıştı, is­tanbul'da istediği havayı estirmeye muvaffak olan eşkiya re­isi Kabakçı Mustafa, 3. Selîm'i tahttan indirme vakasından butarafa nail olduğu Boğaz Nazırlığı vazifesinde bulunmak­taydı. Kabakçı Mustafa mutlaka yok edilip, eşkiya başsız kalmalıydı. Alemdar paşa bu vazifeyi Pınarhisar ayanı  Hacı Ali aqa'ya vermişti. Ordunun Çorlu'ya geldiği sırada hakika­ten kendine verilmiş vazifenin şuurunda olan Ali ağa işi aşa-qıda naklettiğimiz şekilde bitirmiştir. Kabakçı Mustafa; boğaz nazırlığı makamı olan Rumelifeneri'nde ikamet etmekteydi. Ali ağa sabahın çok erken saatlerinde buraya gelmiş ve çok Önemli bir emir tebliğ edeceğini bildirmiş idi.
Kabakçı'nın ikametgâhına girmiş ve oradan harem daire­sine geçerek, gürültü çıkarmadan Kabakçı'nın kafasını kesi-vermişti. Bu hal İstanbul'dan işidildiğinde herkes hayret etti. Yapılan tahkikattanda bir sonuç çıkmadı. Ancak iki gün son­ra Edirneden gelmekte olan ordu, Çırpıcı çayırında boy gös­terince vaziyetin ortaya çıktığı görüldü. Ali ağa, Kabakçı'nın. kellesi yanında olduğu halde orduya geri dönmüştü.
Ordunun harekâtının 3. günü vaziyet İstanbul'da iyice du­yuldu. Alemdar'in orduyla beraber gelmiş olması haberi her­kesi telaşa düşürdü. Devlet adamları ve hçyet-i vükelâ bir toplantıyı elzem buldu. Müzakereler ne için ve ne maksat ile gelinmiş olduğunu tahmine matuf oldu. Neticede, bilfiil gel­miş bulunan or-duyu karşılamaktan başka çare kalmadığına karar verdiler. Ertesi sah günü başında şeyhülislâm olduğu halde bir çok devlet adamı ile birlikte ordunun bulunduğu yere gidip hoş geldiniz. Dediler. Tekrar İstanbul'a döndüler. (Bilindiği gibi seneler geçtikten sonra Hareket Ordusunu da aynı istikamete gidip karşılayanlar olmuştu.) Hâttâ ertesi gun Sultan 4. Mustafa dahi sancağı şerifi karşılama arzusuy­la İncirli Çiftliği ile Davutpaşa arasındaki bölgeye kadar gide­rek, ordu ile birlikte Davutpaşa kasrına gelmiş ve orada bir saat kadar istirahat ettikten sonra, herkesle birlikte İstanbul'a dönmüştü.
Alemdar Mustafa paşanın askerleri müstakil olarak Çırpı-cıÇayır;nda kalmışlardı ki, bu hâl ahalinin kalbinde müthiş bir korkuya sebeb oldu. En azılı yamaklar bile kuzu gibi ol­dular. Çünkü;AIemdar'ın böyle seçme askerle İstanbul'a gel­mesinin mutlaka mühim bir sebeb taşıdığına bütün vicdanlar inanıyordu. Alemdar'ın düzenlemesiyle hemen ertesi gün olan cemaziyelevvel ayının 27. gününe rastlayan perşenbe günü, teşvikçilerin başı şeyhülislâm Ataullah efendi azl edil­diği gibi, irticada eli olan bir çok kimsede muhtelif mahallere sürgün edildiler. Alemdar Mustafa paşanın sık sık saraya gi­rip çıkması ve İstanbul'un asayişine bağlı bazı tedbirler al­maya kalkışması, başka birdeyimle İstanbul'da bir çeşit örfi idare hüküm sürmesi, Alemdar paşanın önemini günden gü­ne arttırmaktaydı. Sadrazam Çelebi Mustafa paşanın hiç bir tesiri ve hükmü kalmadığı gibi, Alemdar Mustafa paşa tara­fından, önemli işlere dair alınan tedbirlerden sadrazamın ha­beri bile olmuyordu.
Devletin önemli makamlarında bulunan ve irticai olaylar esnasında husule gelen hareketlerde eli ve rolü bulunan kim­selerin, Alemdar paşanın tesiriyle birer ikişer sürgüne gönde­rilmeleri, azil olunmalar! devam ettikçe, Sultan Mustafa'da vaziyetten ürkmeğe başlamıştı. Bunun çaresini bir kaç defa aracıların vasıtasıyla paşa artık vazifesi başına gitsin şeklin­de haberler yollamakla denemişti. Ne varki;4. Mustafa'nın bu yola başlamış olması, Alemdar paşanın yapacağı İşin öne alınması neticesini getirdi. Bu arada gelen bir haberde, sad­razam Çelebi Mustafa paşa yamakları ve ocaklıları harekete geçirip Alemdar paşa aleyhinde imale etmeye çalıştığı varit oldu. Bu plânlamanın Alemdar paşa üzerindeki tesiri pek bü­yük oldu.
Hemen Çırpıcı çayırında bulunan birliklerinin başına giden paşa, sabahın erken saatinde kalabalık sayılacak bir müfreze ile doğruca babıâli'ye gelip de sadrazamın yanına girdi. Tam bir diktatör haşmetiyle: Bre herif mühr-ü hümayunu ver! dedikten sonra pek dokunaklı sözler edip sonra aldığı mührü Cavuşbaşı Tahsin Efendiye teslim edip, sadrazamı da bir ata bindirip, Çırpıcı Çayırında bulunan kendisine ait askerin ya­nına göndererek enterne etti.
Ortaya çıkanı bir teemmül edersek, karşılaştığımız vaziyet şu olur: Güçlü, muntazam bir orduya sahip olan kumandan, padişahı ürkütür, sadrazamı kendince azleder, muhafaza altı­na alır devlet görevlilerini oraya buraya sürer, buna ne ad ve­rilir sorusu, devlet gemisinin rotasından çıkmış olduğunun cevabıyla karşılaşır. Bu arada ise devlet adamlarından bazı­larını da babıâli'ye davet etmişti.
Babıâli'de vükelâyı toplayan Alemdar paşa, uzun bir iza­hatın gereksiz olduğunu, yalnızca din ve devlete aid bir iş için kendisini takip etmelerini istedi. Alemdar'ın maksadını anlayabilen şeyhülislâm Arabzade Arif molla, önce bir tered­düt göstermişsede, Alemdarın gazab dolu bakışını üzerine teksif etmesini gördüğünde, diğerleri gibi ayak uydurmaktan başka çaresi kalmamıştı. Alemdar paşaya terslik şöyle dur­sun, bir şey söyley.emeyerek peşi sıra takip etmeyi yeğledi­ler. Hep birlikte Topkapı sarayının Ortakapısına geldiler. Alemdar paşa; Darüssade ağası bulunan Mercan ağa'y1 hu­zuruna getirterek "Devletin bütün erkânı burada, ahalide, Sultan Selim'in yeniden tahta çıkarılmasını istediğinden derhal kendisini dışarı çıkarın. Burada biat merasimi yapa­cağız." Dedi. Şeyhülislâm efendiyi de, vaziyeti anlatması için Sultan 4. Mustafa'nın yanına gönderdi. Aradan biraz vakit geçmiştiki şeyhülislam telaş içinde geldi ve 4. Mustafa'nın büyük bir kızgınlıkla kendisini yanından kovduğunu ve kapı-ann kapatılması emrini verdiğini bildirdi. Bütün bunlar sa-ahtanberi sinirden köpürmüş bir halde bulu-nan Alemdar paşayı gazabın son hududuna getirmişti. Artık ağzını her dökülen sözler, padişahlara söylenmemesi gereken kelimeleri ihtiva etmekteydi. Bu arada da, yanında bulunan­lara, kapıyı kırmalarını emretmişti. Sultan Mustafa; vaziyetin aldığı rengi keşfetmiş, kendisinin yaşamasını ve saltanatını devam ettirmeye matuf tek tedbir olan ancak, çok habis bir çareye başvurdu. Şöyleki:
O sırada hanedanı Osmaniye'de kendisinden başka iki er­kek vardı. Bunlar da; eski padişah 3. Selim, bir de daha son­ra padişah olacak olan şehzade Mahmud idi. Bunları öldürt­tüğü takdirde, hanedanın yıkılmaması için ona dokunulma­yacaktı! Böylece hem hayatını hem de saltanatı emniyet altı­na alınmış olacaktı. Bu vaziyet karşısında emrinde olanlara bu hanedamn bahsedilen iki erkek üyesinin katledilmeleri emrini verdi. 3. Selim, bulunduğu kendi dairesinde gayet feci bir şekilde, kılıca karşı, ney'iie karşı koymaya çalışırken al-kanlar içinde bırakılarak, şehid edildi. Kanlar içinde bulundu­ğu halde cesedi bir şilteye konmuş olarak arz odasının önü­ne bırakılmıştı. Talihsiz ve mahlu padişahın beş gün önce ve­fat etmiş olduğu haberini de epeyi mübalağalı bir tarzda aha­liye duyurdular. Aynı dakikalarda da, genç şehzade Mah-mud'un öldürülmesine çalışılmaktaydı.
Bereket versin ki Sultan Mahmudun lalası Anber ağa ile Çevri Kalfa adlı hamiyyet sahibi Gürcü ırkından bir câriye, melunane vazifelerini yapmak isteyen saldırganlara karşı koymaktalardı Şehzadeyi dama çıkarıp saklamaya çalışıyor­lar bir yandan da, saldırıda bulunanlarla çarpışıyorlardı. Fır­latılan hançer ucu, Sultan Mahmud'un kolunda bir yaraya, dama çıkarkende duvara toslayıp alnında küçük bir yara meydana geldi. Sağ salim dama çıkabildi. Çevri kalfa; son anda şehzadeyi yakalamak durumunda bulunanlara elinde bulunan mangalın küllerini savurarak, gözlerini toza bulayıp zaman kazandırmayı becerdi.
Rivayet olunurki; şehzadeye saldıranların arasında bizzat 4 Mustafa'da varmış! Bunun böyle olduğunu belirten Ali Sevdi bey şunu söylemekte: "Kütüphanemde mevcud olup, vazarm adı ve eserin ismi olmayan kitab, maalesef son babı-ali yangınında yanıpda gitti" demektedir. Alemdar Mustafa Paşanın daha önce kırın emrini verdiği kapı kırılınca ilk görü­nen manzara şehidin naşı olmuştu. İlk göreni de Alemdar paşa idi. Şaşkınlığını gideremeyen, gördüklerine inanama­yan bir halle merhum padişahın cesedine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlayan koca adam: "Vah efendim! Ben seni tekrar taht'a çıkarmak için bu kadar uzak mesafelerden gelmiş i-dİm, gözlerim, seni bu halde gördüler ha! Şimdi şu enderun halkını baştan başa kılıçtan geçirerek senin intikamını ala­yım" diye inlemekteydi. Kırksekiz yaşında şehid olan 3. Se-lim'in cesedi Alemdar paşanın kucağında biruh olarak, al-kanlar içindeydi. O sırada ise, inkılap hareketleri içinde piş­miş bir kimse olan ve üzüntü ile infial halinde bir iş görüle­meyeceğinin idrakinde bulunan Ramiz efendi; Alemdar pa­şaya yaklaşıp: "Şimdi ağlamanın sırası değil, tahtın yegane vârisi olan şehzade Mahmud bulunup tahta çıkarılmalı" de­di. İlave etti: "Gecikirsek, korkmak lazım gelirki ona da bir hâl olur." derdemez, Alemdar paşa aklını başına alır.
Derhal Sultan Mahmud'un bulunmasını oradakilere emre­der. Saray imamı Ahmed efendi, genç şehzadenin saray damına çıkmış bulunduğunu haber aldığından, güç bela çık-uğı damdan sultan Mahmud'u indirdi. Alemdar'ın yanına ge­tirerek, "İşte efendim, Sultan Mahmud efendimiz ben biat ediyorum" diye yüksek sesle hitab etmişti. Alemdar Mustafa PaŞa, bilâfütur: "Padişahım! Ben buraya amucanızı taht'a Ç'karmak için geldim. Kör olası gözlerim onu şu vaziyette u|dum.  Seni taht'a çıkarayımda müteselli olayım.  Lâkin
ultan Selim'i bu hale koyan enderun ahalisini kılıçdan geçjrmeme müsaade buyur" Demişti. Henüz yirmiüç yaşında bulunan daha bir iki dakika evvel belkide hayatının en zor ve tehlikeli anlarını yaşayan Sultan Mahmud'un son derece yüksek olan metanetini anlamalıki; ne yerde yatan alkanlara bürünmüş amucasının, cesedinin ürkütücü manzarasından ne de, kükremiş aslan gibi saraya savlet eden, silahına sarıl­mış ve intikam arayan Alemdar paşa ve maiyetinin hâl ve davranışları etrafı velveleye veren feryatlardan zerre kadar bir korku duymayarak, gayet metin ve mekin bir arslan se­siyle: "Paşa; şimdi silahlarını çıkar. Askerini dağıt. Seninle görülecek işlerim var. Hemen Hırka-i saadet dairesine gel. Daha sonra hâinleri ben buldurup, sana teslime bakarım." Demiştir. Genç padişahın, böyle bir tavır ve otoriter davranış­la Alemdar paşanın asabına hâkim olmasını telkin eden emirleri hemen tesirini gösterdi. Alemdar Mustafa paşa sa­kinleşmişti. İlk önce silahlarını çıkardı. Ardından askerin da­ğılmasını emretti. Yalnız sultan Mahmud'un babasının vakti zamanında Alemdar paşaya maddi ve manevi değeri pek yüksek bir hançer hediye etmiş olmasından mütevellit padi-şahdan bunu taşıma müsaadesi taleb etti. Sultan Mahmud bu talebe müsbet cevap verdi. 4. Mustafa ise bu sırada Bağ-dad köşküne çıkmış sofada "ben bu taht'tan inmiş değilim, Mahmud'u kim tahta çıkardı!" şeklindeki sözleri herkes tara­fından duyulduğu gibi, Hırka-i saadet odası içinde bulunan Alemdar tarafından da işidildi. Bu sözler paşa-nın yine çile­den çıkıp pür gazab kesilmesine sebeb oldu. Hırka-i saadet odasından fırladığı gibi, bağırarak.
"Söyletin şu adama beni kıyamete kadar lanetle andıra­cak bir harekete sevketmesin, bucağına çekilsin!" şeklinde haykırdı. Saray imamı Ahmed efendi işin vahametini anlaya­rak, hemen Sultan Mustafa'nın huzuruna çıkarak: "Efendim saltanatta nasibinizin bu kadar olduğu görülüyor, artık birazda istirahat buyrun" diyerek 4. Mustafa'yı harem dairesine göndermiştir.
Bütün bu gaileler atladıldıktan sonra Hırka-i saadet önüne, Osmanlı tahtı kondu ve resmen biat merasimi başladı. Vekil­ler, komutanlar, alimler, ileri gelen devlet memurları biatlarını yerine getirdiler. İlk biati Alemdar Mustafa paşa yapmıştı. Çünküilk karşılaşmadan sonra Sultan 2. Mahmud, Alemdar Mustafa paşayı hırka-i saadet dairesindeki mükalemesinin akabinde sadaret ile taltif eylemişti. Böylece de, Sultan 2. Mahmud'un ilk veziriazamı Alemdar Mustafa paşa olmuştu. Tabiatıyla ilk biat edende ülkenin iki numaralı adamı olacak­tı. Ne varki; tarihimizde varlığıyla, fedakârhğıyla, metanetiy-le ve fikri aydınlığıyla daima yad olunacak Alemdar Mustafa paşa hatayı burada, vezareti uzma makamını kabullenmesin­de yaptı. Çünkü Alemdar paşa yetişmiş, cesur, fedakâr bir asker, mühimce bir kumandan olarak askeri meziyetlerini her zeminde ispateylemiş bir kimseydi. Lâkin bir milletin, adeta yıkılması mukadder devletin yıkılmasını önleyebilecek kadar mülki idaresine, siyasasına akıl erdirebilecek tecrübe-nin sahibi değildi. Ayrıca kendisinde bir hırs ve tamah olma­dığı herkesçe bilinen hususlardandı. Sadareti kabul etmesi, ne servet-ü saman sahibi olmak nede şan ve şöhret sahibi olmaya matufdu. Sadece milletini ve memleketin ahvalini düzeltecek bir anlayışla üzerine aldığı düşünülmelidir. Fakat, bu vazifeyi alacağına vazifeden uzak kalarak ancak eski tâ­birle nigahban yâni bir gözlemci olarak kalması pek daha isabetli olurdu. Aşağıda yazacağımız ve kendisinin şehidliği-ne sebeb olacak feci vakaya, hep bu hâl İçinden yâni hizmet edebilirim içtihadının yanlışlığını ortaya koymuş olacağız.

Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa


Biatin yapılmasından sonra karışıklığa ve irticaya sebeb olanların bu günkü deyimle mürtecilerin önde gelenleri birer birer eie geçirilip kimi idam edilmekte kimi ise ele geçirme esnasında karşı koyduğundan öldürülmekte idi. Kimileri de; sürgün hapsi boylamak gibi cezalara uğratılıyordu. Bu taviz­siz davranma anlayışı asayişinde kısa zamanda rayına otur­masını sağladı (Hareket ordusu İstanbul'a girdikten sonra aynen böyle olmadımıydı?) Sultan 2. Mahmud, yeniden niza­mı cedid usulünü tatbike koyuldu. Üstelik yalnız İstanbulda değil ülkenin her tarafında uygulamaya soktu. Mutlak surette askeri alanda büyük hamlelerin yapılması icab ettiğini her fırsatta dile getirmeye başladı. Bu arada bir çok askerin meslek ile ilişkilerini kesip, orduyuda tensikata tâbi tuttu. Ne varki; askeri alanda bunlar yapılırken sivil idare ve bilhassa adliye üzerinde hemen hemen hiçbir hususa el atılmadı. En iyimser deyimle yapmaya vakit bulamadılar denebilirki, bu­da ileri sürdüğümüz hususlarda bir şey yapılmamış olduğu manasına gelir. Bütün ölümlülere hâkim olabilecek hususlar­dan sayılan gurur Alemdar Mustafa paşanın da içine işle­mekte vakit kaybetmedi.
Sultan 4. Mustafa'yı tahttan indirip, Sultan 2. Mahmud'u Osmanlı tahtına çıkaran, kendiside sadrazam olan, her dedi­ğinin ikiletmeden yerine getirilmesinden hasıl olan neticeler­den devletin ve bilhassa İstanbul'un huzura kavuşturulması başarısının her devirde bulunan dalkavukların yalana dayalı takdirleri istikameti sağlam olanları dahi şaşırtır. Bozuk isti-kametlileri de safına celbederdi. Alemdar paşa öyle bir anla­yışa sahip haîe gelmiştiki, artık kendisini, biri karşı çıkacak diye bir sıkıntı duymamaktaydı. Alemdar'a göre; artık yeni- hiç bir değeri yok, ahali ise bir fesada kapılacak ce- ve kabiliyete hâiz değildi. Halbuki paşa bu anlayışında ^tüğü gurur illeti yüzünden yanılıyordu. Çünkü; yeni usul-rnemnun kılığıyla kendini yutturan ancak eski usulün amini isteyen ve bunu da temine lâzım gelişmeleri tertip-vecek bol sayıdada gayrı memnunlar vards. Bu zümreye a hil olanlar, her an tutuşacak bir ihtilâl ocağı hazırlamışlar sadece kibrit çakmayı bekliyorlardı. Böyle niyet taşıyanların en çok kullandıkları silah ise, iftira, ülkenin işlerinin kötüledi-ği hususunda yalanların çoğunluğu teşkil ettiği şayialar yay­mak, bazı kimseleri birbirine düşürücü beyanlar uçurmak ol­duğu herkesçe bilinir. Böyle düşünce yapısına bölgelerin ta­nınmış kahramanları da katıldımı, artık iş sadece ahaliyi tah­rik etmeye kalırki, bunlarda yalan haberleri yaymağa çalış­mak ve sık sık toplantılar tertibiyle ihtilâlin sebeb vede esas­ları hazırlanırdı. Artık bütün bunlar olmakta idi. Bazı güngör-müş ve kendisine sevgi besleyen kimseler, memlekette kay­natılmaya hazırlanan kazan hakkında bazı bilgi ve haberler verdiler. Ne varki; kör olası gurur denen şeytan pisliğinin in­sanı aldatıcı tesiri burada da kendini gösterdi. Alemdar paşa­ya ne söylense kaale almıyordu.
Artık itibar ve nüfuzunu artırmak için nizamı cedid askeri­ne eski dönemde yaptığından da fazla alâka ve iltifat göster­meye başlamıştı. Beri yandan bazı ulemâya kaba davranma­sı devlet hazinesinden bir sürü adamın hiç bir haklan olmadı­ğı halde senelerdir almakta olduğu maaşları kesmesi, kona­ğına cariyeleri doldurarak, akşamlan içki içip çalgı çaldırıyor dedikoduları mübalağalı bir şekilde müslüman ahaliye duyu­ruluyordu. Hele birde kalenin içinden ele geçirilişi vardıki, o a Şöyle olmuştu: her ne kadar paşanın adamıymış gibi ge-Ç'nen, gizliden gizliye ihtilâl yapacak kimselere yardımı esir­gemeyen bazı müfsidler irticaın yüksek tabaka arasında yer alan mensupları, harem dairesindeki cariyeleri bile elde ede­rek, Alemdarın şerefine zarar verecek hallerin yapılmasını te­min etmiştiler. Meselâ divanhaneye ve camiye silahsız git­meleri adet olmayan sadrazamların yerine, böyle yerlere si­lahsız giden bir sadrazam çıkmıştı ortaya. Bu sadrazam Alemdar Mustafa paşaydı. Paşanın bu tarz davranışı Rumeli askerinin bile infialine sebebolmuştu. Vaziyet bütün açıklığı ile belirmişti. Ülke değil amma İstanbul'un insanlarının bü­yük bir kısmı Alemdar paşa'nın hasmı kesilmişti.

Başvekilin Şehadeti


1223 senesi ramazanı'nin 26. gecesini 27. güne bağlayan, milâdi tarih ile 1808 yılının 16/kasım çarşamba akşamı, Sul­tan 2. Mahmud'un sadrazamı Alemdar Mustafa paşa, şeyhü­lislâm Arif ef. dinin iftarına davetlidir. Bu davete icabet et­mek üzere babıâlideki sadaret konağından atına binmiş ola­rak yola çıkmıştır. Bir takım adamların divanyolu üzerinde toplandıklarını vede bir takım dikkat çekici davranışlar sergi­lediklerini görür.
Cesaret bakımından pek az kimsede rastlanan hususiyete sahip bu sadrazam, atını bu toplanmış güruhun arasına sür­dü. Maiyeti erkânı da paşa'nın bu fütursuz davranışından al­dıkları cesaretle onlarda atlarını bu kalabalığın üzerine süre­rek, ellerinde bulunan değnek ve kırbaçlan gelişi güzel savu­rarak bir kaç kişiyi muhtelif yerlerinden yaralamış oldular. Bu yaralıları o halleri ile yeniçerilerin devam etmiş oldukları kahvehane bir takım toplanma mahallerine götürerek güya, seyirciymiş rolüne bürünerek yaralıları göstererek yapılanlar­dan şikayete başladılar, "efendim Alemdar gibi bir haydut paşa kendi arzusuyla gelip bir padişahı tahtından indirir. Di­ğerini tahta kondurur." Dedikten sonra yeni padişaha laubalilar gösterdiğinden bahsederek, ahaliyi galeyana getir-calıstılar. Daha önceden hazırlatılmış bir hezele gurubu kendilerinin saray mensubu olduğunu bu hâllerinin istik-I    dönük herşeyden haberdar olmalarını sağladığını hatır-k  konuşmağa başlamışlar ve bayramın hemen ertesin-a    yeniçeri sınıfının tamamen lağv olunacağını, bütün ümmet-i Muhammede frenk elbisesigiydirıleceğini, karşı koyan olursa tecziye edileceklerini yeminlerle takviye ederek beyan ediyorlardı. Bunların sonunda yeniçeriler müthiş bir kızgınlık içinde kışlalarına giderek oradaki arkadaşlarını ve kan dökü­cü silahlarını alarak hep beraber Babıâli'nin önünde toplan­dılar. Harekâtın mensubu bazı kimselerde İstanbul'un her bir semtini dolaşarak "yangın var" nidalarıyla ortalığı velveleye verdiler. Böyle yapmalarının sebebi ise; yangın sözünü du­yan sadrazamı babıâli'den dışarı çıkarıp, uzaktan yapılacak tüfenk ateşiyle vurup öldürmeye dönüktü.

Alemdarın Tesbiti


Alemdar Mustafa paşa;daha işin başından beri yapılması muhtemel vakaları yıllarını savaş alanlarında geçirmiş, nice komitacılarla beraber olmanın verdiği tecrübeyle derhal an­lamıştı bu sebebten de bütün şamataya rağmen yerinden kı-mıldamayıp konağından çıkmadı. O zamanlarda sadarete gelenler bütün aile efradı ile şimdiki İstanbul vilayet binasının bulunduğu mahalde vezir evi denilen kagir bir binada oturur-lardı. Alemdar Musta-fa paşa'da bu kaideye tâbi olarak bah­se konu vezir evinde ikamet etmekteydi. Şehrin bir çok ye vazife almış bulunan nizamı cedid askerinin yardıma °Şacağı inancı içindeydi! öte taraftan ne Levend çiftliğinde ' Üsküdar'daki Selimiye kışlasında bulunan, nizamı cc-askerine işin başındanberi hiç bir şekilde haber verilme-
Başka bir feci hâl şöyle yaşanıyordu: Yeniçeriler hakaret telakki ettikleri davranışlar karşısında kaldıklarını ve bunlara haddini bildirmek üzere ayağa kalktıklarını ve ağaları bulu­nan yeniçeri Ağası Mustafa ağa'ya gel başımıza geç haberi­ni yollamışlarsa da, böyle bir cinayetin başında olamam di­yebilecek asaleti gösteren ağalarını pek fecii surette katlet­mişler idi. Bu vaziyet karşısında İstanbul'un sarsılan asayişini yeniden rayına oturtabilecek bir otorite kalmamıştı ortalıkta! İsyancılar işe bâbıâli'yi ateşe vermekle girişmişler hemence sadrazam konağının pencere ve kapılarına atış yapmaya başladılar. Bu atışların çıkardığı gürültüye rağmen, sadrazam konağına yardım ulaşmaması pek büyük mâna taşımaktay­dı. Konakta bulunan Alemdar Mustafa paşa ve sadık arka­daşları, silahlan ile pencerelerden, mahzen mazgallarından mukabil atışlara başladılar.

Kumanda Zafiyeti


Sayılan kırk-elli bin kişiyi bulan müfsidler kitlesinin açtığı ateş salvoları, çıkarmış oldukları gürültüler nasıl olurda sa­raydan işitilmez ve yardım gönderilmezdi. Babıâli ile padişa­hın ikamet etmekte olduğu Topkapı sarayı arasındaki me­safe ve o dönem içindeki İstanbul'un asude hâli bu seslerin padişahı cihanın kulağına ulaşmasına engel teşkil etmezdi? Ne işbu! Konağın pencere ve kapılarına doğru yapılan silah atışlarıkarşısında, Alemdar Mustafa paşa ve sadık arkadaşla­rı silahlaratarak cevap vermeye başladılar saldırganlara. Bir ara vaziyetten haberdar olan rumeli askeri ile bir miktar niza­mı cedid askeri olay yerine yardıma koşmuşsada bu kadar kalabalık ve silahlı hayduda mukabele ve mukavemetin mümkün olamayacağını gördüklerinden dönüp, gitmişlerdi. (Yazıklarolsun. M. H)
Bu arada da bazı devlet görevlileri ve nazırlarında buradaman sayılabilecek evlerde ikamet etmeleri bu haydut gü-uhunun elinden hayatlarını kurtaramayanlarda oldu. Bunia-arasında sadaret kethüdası olan yâni bu günkü İçişleri bakanı yerine kâim olan meşhur Tahsin efendi fecii bir şekü-de katledildi. Rusçuk yaranından Behiç ef. dinin yönettiği de­niz kuvvetleri bu çirkin harekâtın içinde yer almamak asale­tini göstermişti. Bazı vükelâda zor belâ kaçabilmiş, sığınacak melce bulabilmişlerdi. Asilerin konağı ele geçirmek için çe­şitli yollar deneyeceklerini anlamış olan Alemdar Mustafa paşa: "İçinizden söz anlar iki kişi şu köşeye getirin, onlarla söyleşecek sözüm vardır" diye seslendi, iki elebaşı geldi. Pa­şa: "Ben en son çıkacağım, önce daire halkımı ocağın na­musuna tevdi ediyorum. Buradan çıkaracağım, buna muva­fakat ediyormusunuz?" dediğinde asiler bu teklifi kabul etti­ler.

Göz Yaşartan Sadakat


Çıkanlar çıktı ve konakta paşa ile beraber dört kişi kalmış idi. Bunlar, paşanın hayat arkadaşı başkadın, paşamın hare­minin yöneticisi Hadım ağa ve onsekiz yaşında bir güze! ca-nye. Paşasözü aldı: "Ben bu rezillere nefsimi teslim etmek zilletini asla gösteremem. Maksadım şu hezeieye mukave­met edebildiğimde etmek, ondan sonra mahzendeki cepha­neyi ateşleyip, onları ölümJebuluştururken, nefsime sehidli-91 arzu ederim." Dediğinde, başkadmı ve hadım ağada fer-yad ile "Paşa! Paşa! bizi hadım ve kadın diye tahkir etme. enın Azarında ehemmiyeti olmayan hayatın, bizim  indi-m'zde de hiç bir kıymeti yoktur. Sadakatin isbat günü gelip ıştır.  Senden asla ayrılmayacağız,  Lâkin şu kızcağız gençtir. Bizim, bu kararımıza şahid olsun ve bunu tarih-
sayfalarına nakledecek bir vazife üstlenmek için buradan çıksın. Tatbikatımızı anlatsın." Dediler. Genç kızda dışarı çı­karıldı. Burada konakta kalma sadakati gösterenler arasında bulunan onsekiz yaşındaki genç cariyenin gösterdiği fedakâ-rane sadakate hayran olmamak kabil olmadığını belirtmek icab eder.
Bu sadakat her ne suretle olursa olsun, hayatı istihkar eden bir fedakârlık olduğundan, şâirlerin muhayyilesinde ni­ce şiirlere ilham verebilir! Alemdar paşa kendini teslim ihsas ettirdiği 42. bölük odabaşısını çağırdı. Yeniçerilere sovmeğe başladı. Ağzı açık dinlemede olan odabaşının ağzına soktuğu rovelverini ateşledi ve öldürdü. Hiç beklenmeyen bir hareket karşısında kalan yeniçerilerin sadrazamı seri bir ateş altına aldılarsa da, isabet ettiremediler. Çıldırma raddesine gelen asiler, evin her tarafını hedef haline getirdiler. Evin arka tara­fından delme ve dalma hareketine giriştikleri gibi, dama çı­karak oradan açmayı başara-cakları delikten sadrazamı vu­rabilme şansı aramaktalardı. İşlerin vardığı netice artık belli oluyordu. Hiç bir yardım gelmiyor, padişahın kulağı dibinde patlayan mermi tarakkaları, Alemdar paşanın gözden çıkarıl­dığını ortaya koyuyordu.
İzzet-i nefsine yapılacak hakaretlere maruz kalmaktansa, nefsini savunan şehid olur anlayışına sarılarak, hayatı istih­kar etmişti. Vakar'ın son hududuna kadar sahip olan Alem­dar Mustafa paşa yanında asırların en fedakâr kadınları ara­sında sayılsa yeridir diyebileceğimiz ismi meçhul kalan hanı­mefendi zevcesi ile bir sadakat timsali olan harem dairesinin hadımağası ile bod-rum kata indiler. Cephaneliğin kapısını açan sadrazam, elindeki piştovunu cephanelerin bulunduğu odaya tevcih ederek tetiğine bastı. İnfilak pek müthiş olmuş­tu. Patlamanın sesinden konak civarında bulunan asilerin büyük bir çoğunluğu yerlere serildiler. Sersem bir halde nefa bile gittiklerini bilemez hâlegeldiler. Konağın kubbesi .. erjne çıkmış bulunan ve delik açıp paşayı vurmayı plânla-nlar, infilakın tesirinden enaz iki yüzmetre öteye uçtular. da tejef olanların miktarı ikiyüzelli kişiden fazlaydı. Halk   Alemdar paşanın cephaneliği tutuşturup, firar ettiği zan-nında olduğundan her tarafta aranmasına çıkılmıştı. Aradan çen üçgün sonra yeniçerilerin bir kısmı irtica olayında vanmış bulunan babıâli enkazı arasında erimiş gümüş ile al-tun bulurum ümidiyle yerleri kazarak araştırma yaparlarken karşılarına demir bir kapı çıktı. Bu kapıyı kırıp içeri girdikle­rinde bir demir kapı ile daha karşılaşmışlar. Onu da kırmışlar ve karşılarında büyük bir odanın ortasında üç tane cenazenin yattığı görülmüştü. İşte bu cenazelerden biri hamaset kapısı­nın Alemdarı Mustafa paşa, hanımefendi eşi ve sadık haıe-mağasına aid olduğu ortaya çıktı. O zaman kaçtığını zan et­tikleri Mustafa paşanın bu yiğitliği gösterip, orada şehid ol­mayı bildiğini öğrenmiş oldular.

İrticaın Vahşeti


Alemdar Mustafa paşanın cephaneyi ateşleyerek şehidliği seçmesi ve bu yapılması çok zor işde kendisi ile birlikte fe­dayı cân eyleyenlerin gerçekleştirdiği yüksek seviye, onların katilleri sayılanların ise, ne büyük cani ve mürteci olduğunu gösterecektir aşağıya yazacaklarımız.
Alemdar Mustafa paşanın cephaneyi ateşliyerek çıkan yangından sonra husule gelen dumandan boğuldukları görül­müştür. Cesedi tanıyan mürteciler, Alemdar'ın boynuna bir ip takarak Sultanahmed meydanına götürüp, orada ve bazı sokaklarda sürükleme vahşetini gösterdiler. Naşı üç gün meydanın ortasında bırakıldı. Daha sonra hangi hayır sahibi­nin delaletiyle Yedikule surları dışında açılan bir hendeğe atılmıştır! İşte tarihimizin mühim bir siması sayılan bu muh­terem enkazdır ki meşrutiyet sayesinde pek yakın zamanda unutulmuş olduğu hendekten çıkarılıp, şehadetinin olduğu yere, mutena bir mevkie veya o civarda başka, münasib bir yere nakledilip konursa, milletde kadirbilirliğini ispat edecek­tir. Ümmetin, meziyet sahibi evlâdlarından olan bu zâtı, mil­letin, ziyaretgâh-ı daimesi olarak görmesi lâzımdır. Bu besa-let heykelinin yâni yiğitlik timsali olan bu zatın kabri üzerine dikilecek abidenin ehemmiyeti ve kıymeti, Tarihi Osmani Encümeninin himmetinin ve gayretinin ölçüsü olacaktır.
Son söz: Cephanenin infilak etmesinden sonra yeniçerile­rinde onlara yardım eden hempalarınında padişahın sarayına ne şekilde saldırıya geçtiklerini, daha ne gibi kötülükler ya­pıldığını işlenen rezaletleri, Nizam-ı cedid ocağının lağvına nasıl muvaffak olduklarını burada anlatmaya gerek yoktur. Çünkü; maksadımızın Alemdar Mustafa paşaya ait hayatı anlatmaktan ibaret olduğu sizlerce de malumdur. Alemdar Mustafa paşanın cenazesinin şimdiki babıâli kütüphanesinin olduğu yerde bulunduğuna dair bir rivayet varsa da, vakanü-vislerin vesikalara dayalı tahkikatına göre, cenaze daha önce söylendiği gibi Tomruk dairesinin mahzeni müştemilatından birinde bulunmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı