Çarpışma Vükü Bülüyor
Osmanlı serdar'ının yanma bir atlı, çatlatırcasına sürdüğü atından atlıyarak hemen huzura koştu. Bekletmeden veziriazamın çadırına alındı ve biraz nefeslenmesini serdarın kendisini hemen kabul edeceğini söylediğinde o yerinde durami-yordu. Getirdiği haber mühimdi, namaz gibi nasıl vakti giren namazı insan hemen kılmaz ve o arada emri hak vâki olursa o namazın borcu ile ahiret yolculuğu başlarsa, işte bu haberi vermeden ölürse orduyu islâmiyeyi tehlikeye atmış olur endişesi içinde sabırsızlıkla geçen dakikaları beklemeğe başladı! Haydi huzura gir! Dendiğinde, "üzün İbrahim Paşadan hayırlar ve müddeti ömrünüz uzun olsun duaları ile birlikte düşmandan haber getirdim. Çatala benzer ayrı iki yoldan düşman ordusu yaklaşmaktadır ve bizle aralarında üç saatlik bir mesafe kalmıştır" dedikten sonra, el bağlayıp kenara çekildi. Sadrıazam ve serdarı ekrem unvanı ile orduyu hümayun komutanlığı etmekte olan, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Uzunca İbrahim Paşaya pek kızgın olduğundan gelmiş bulunan haberci yiğide berhudar olasın dedikten sonra vaktin geldiğini savaşın başlaması tedbirlerinin sonuncusunun talimatını vermeye başladı.
Viyana şehrinde muhasaraya maruz kalmış bulunan Viya-nalılar, Kalenburg burçlarında halâskârlarlan askeri birlikleri gelince öyle bir sevinç gösterileri yapmaya başladılarki, bunu gören gerçekten kurtulduklarında ne yapacaklardır diye merak etmekten kendini alamazdı. Düşman; bol cephane ve hayli sayıda toplarıyla, yağmur gibi daneler göndermekteydi. Tüfenk kurşunları ise son derece mebzuliyette olduğundan şakır şakır ateşleniyordu. İki ayı geçen kuşatmanın yorduğu Osmanlı askeri, kumandan İle maiyeti arasında aşikâr olan anlaşmazlıkların faturasını ödemeye başladıydı ve bu ödeme kan ve can pahasına yapılmaktaydı.
Osmanlı ordusu sağ cenahında Budin Beylerbeyi üzün İbrahim Paşa, saldırıya tahammülü kalmamış askerleriyle bozguna yüz tutarken, sol kolda yeralmış bulunan Sarı Hüseyin Paşa uzun süre dayanmağa muvaffakiyet gösterirken, elindeki kuvvetleri dağılmış olan Kırım hân'ı kuvvetlerinden muavenet göremediğinden onun tarafı da dağılmaya yüz tuttu. Merkezin cenahlarla yâni sağ ve sol tarafındaki mesafe açılınca bu boşluğu düşman kuvvetleri doldurmaya başladı ki, bu savaşın en mühim bir anı idi!
Eğer dağılmış sağ ve de sol cenahlar dışarı doğru dağılacaklarına içe yâni merkeze kayarak derli toplu bir hareket takip etselerdi, merkez pek kuvvet kazanacak boşluklara girmiş düşman askeri, adeta bir çarkın dişlileri arasında ezilip, öğütülmüş olacaklardı. Ne var ki; dağılma dışa doğru olduğundan iç tarafda boşluk daha fazla büyüyor ve sadrıazamın ortada bulunduğu hedef adeta düşman askeriyle, ancak mukayese kabul etmez bir sayı farkıyla düşman lehine inkişaf etmekteydi.
Lehistan Kralı saldırıda bizzat bulunmaktaydı ve sadn-azam Paşa burada cesaretini ve metanetini ortaya koyarken nice parmaklar ısırttı. Altı saat burada yiğitleriyle omuz omuza kılıç salladı. Cenah diye bir şey kalmamış ortada görünen, sadece bir merkez ve dere gibi bu merkeze akmakta olan insan seliydi. Sadnazam vuruşa vuruşa çekildi ve ordugâhına geldi.
Metris de kuşatma faaliyeti devam edenlerin otuzbinini derhal savaşa çekti. Düşman askeri hemen peşlerinden ordugâha dalmışlar, kılıç şakırtıları, silah sesleri aynı Haço-va'da olduğu gibi burda da yaşanmaktaydı. Sadnazam Paşa savaşın gidişatına dâir kestirdiği karar kendini düşman üzerine atmak ve şehadet şerbeti içmekle, dünyevi hesabı kapatmaktı. Peşinden vuruşmaya devama başladığında Sipahiler Ağası Osman Ağa; <Efendimiz! kerem eyle iş işden geçti size şahadet yakışır da, ancak sizin varlığınız askerin ruhudur! Eğer siz yok olursanız herkes kırılır, ne olur buyrun gidelim dedikten sonra Sancakı Şerifi alıpda, otağın arka kapısından Yanikkale istikametine uzaklaştığı görüldü.
Serdarı Ekrem'in geride bıraktığı eşyayı zâtiyesi, ordu hazinesi, ordugâhın onbeşbin çadırı üçyüz top ve nice malla birlikte, Köprülüler devriydi de. . Şimdi savaşın sonunun Târihi Osmanî Encümeni'nin 3. sene sahife 1007'den şu nakli özetleyerek alalım: "Müellifi bu harpte bulunmuş olan Mi-yar'üd Düvel adlı yazma eser kabahati üzün İbrahim Paşaya yükleterek şöyle diyor: <Budin Valisi İbrahim Paşa serdarın işi ileri götürdüğünü istemeyenlerin başında idi. Önce, Yanık-kaleT altında köprülerin muhafazasına tâyin olunmuştu. Orduyu hümayuna gelip, müşavere ettiklerinde ibrahim Paşa nice illet ve özürler yâni sebeb ve mahzurlar söyleyip, kâfir çoktur uygun olan, Metristen askeri ve topları çıkarıp dönmektir. Dedi.
Serdar ise; altmış gündür bu kaleyi muhasara etmekteyiz. Askerin yaralısı ve şehidi vardır. Her bir ocağın şehidieriyie etraf kabristana döndü. Bu kadar çok mal ve para harcandı. İş ele geçmek üzereyken dönersek padişaha ne cevap veririz dediğini beyan eder ve serdarın sözlerini şöyle bitirdiğini ifade eder: <Kara Mehmed Paşa vesair Paşalar da, tabur ile harpediyorlar diye ibrahim Paşaya, padişah seni tabur üzerine serdar tâyin etdi dedi ve Kırım hânı'nıda düşman taburlarını karşılamağa yolladı>.."
Aziz okurlarım yine bu Viyana savaşının arka plânına dâir o savaşda yer almış bulunan Bursalı Hasan Esirî Mİyarüd Düvel adlı el yazması eserinden şöyle bir ifadesiyle sahifemi-zi süsleyelim ve ondan sonra bu ifadeler ışığı altında 319 sene sonra da olsa bir de biz tahlil etmeye çalışalım: Esirî demekteki; "dahi akşam oldu ve akıbet yâni sonunda Amca Hasan Ağa (Köprülü Mehmed Paşanın kardeşi) serdarı ekre-me buyur gidelim dedi. Sancağı Şerifi ve asakiri islâmı, selamete çıkarmağa sây eyle yâni çalış, şimdengeru iş işden geçti! îyazenbillah şimdiyse Sancağı Şerifi düşmana aldırısında kıyamete kadar siperi lanet oluruz! Dediğin de; Veziriazam ağlayarak oturduğu iskemle üzerine çıkıp, bir koltuğuna Amca Hasan Ağa ile bir koltuğuna Cebecibaşı Siyavuş Ağa girip ve bile olan cümle topian ve de cephaneyi bırakıp orduyu hümayuna avdet olundu" demektedir.
Bizim Tahlilimiz!
Viyana muhasarasının 2. si bildiğiniz gibi Osmanlı Devletine bir gün dönümü yaşatmıştır. Yukarıdaki satırlarda Yanık-kale ve Komaron kalelerinin alınmasını iradei padişahi çıktığını, Viyana'yı muhasara ve zapt teşebbüsü Merzifoniu Kara Mustafa Paşaya reisülküttap Mustafa Efendi tarafından ilka olunmuştur. Bu hususdaki muhavereyi geçmiş satırlarımızda okumuştunuz.
Tabii reîsülküttap efendi bu tavsiyeyi ve bu ilkaati yaparken büyük bir işin başarılmasını samimiyetle arzu etmekten başka bir hususu dile getirmemiştir. Sadrıazam ise bu ilka-ata, Kaanuni'nin yapmaya muvaffak olamadığını, gerçek kılma arzusu ile kabullenip giriştiği de bir vakıadır. Ancak büyük işlerinde haylicene etüd istediği, ilim ve irfan sahiplerince malumdur. Sultan Fâtih'in İstanbul'u fetih çalışmaları sırasında, attığı güllelerin Cibali Baba adlı bir meczub tarafından; "gavurcukfanma zarar irişmesin" denilerek yine takdiri tecelli içinde tesirsiz hâle gelmesinde, alınacak tedbir Mevlâmıza tazarrudan başka ne olabilirdi ki?
Nitekim Sultan Fâtih niyaza başlamış ve "bu bir emri makdurun neticesidir. Ya giderim, ya gider" demek suretiyle Allahımıza yalvarır ve sonuç, İstanbul'un fethi olduğuna göre meczuba fren, Sultan Mehmed hân'ada fetih nâsib olmuştur. Merzifonlu da; bu misalde olduğu gibi iyi niyet ve zahiri gerçeklerin her birine yapışırken kendini aşamamanın nice ser-had eskilerinin tavsiyelerine kulak asmayarak, kimini gücendirerek, kimini de alaya alarak, nefsine eziyet etmiş çünkü kendine güvende pek ileri gitmiştir. Sonunda da; şimdi padişaha ne deriz sıkıntısına düşmüş, adetâ intihar edercesine düşman üzerine çalakılıç gitmiş, elhak bu hususda Yıldırım Bayezid'in Timur önündeki, şecaat ve bahadırlığını hatırlatır yürekliliği ve kılıç maharetini göstermeyi bilmiştir.
Bütün bunların yanında herkes kaderin üzerine yüklediği rolün icabatını yerine getirmiştir. Şimdi; veziriazamın Sancağı Şerifi hâmil olarak, meydanı harbden uzaklaşmasından sonraki hadisatı takip etmek üzere yorumumuzu burada noktalayalım. Bütün bunların yanında hemen ilâve edelim ki; düşman ordusu Osmanlı'nın çekilmesi sonrasında yine İki kola ayrıldı ve bir kolu Viyana'ya girerken, diğer kol da, Osmanlı ordugâhını işgaletmeye koyuldu. Ne kadar güçsüz, yaralı ve hasta varsa çekilen arkadaşlarıyla gidememenin acısını çok geçmeden dindirdilerdi çünkü muzaffer olan haçlı ordusu, cibilliyetlerinin gereği olarak bu mukabeleden aciz insanları, tek tek öldürmek suretiyle bedeni acılarına son verirken onların kaatili olma unvanını da almış oldular.
Muhterem okurlarım bu sayının onbin olduğunu hatırlata-limki, bu katliamın boyutu bütün varlığıyla hafızalarda Avrupa vahşetinin bir başka versiyonu olarak yerini alsın. Çünkü; Mavi Tuna Vâlsinin bu zarif insanları bu katliamı nasıl yapar diye aklınızdan geçirirseniz, bu satırları hatırlarsınız. Efendim!
Mağlûbiyetin Şahıslara Tesiri
Osmanlı Devletinin savaş anlayışında gaalib kumandan mükâfaata hak kazanır. Mağlub olan ise umumiyetle hayatını celladın ellerine teslim eder. 2. Viyana kuşatması mağlubiyetten sonra da tesiri devam eden mühim bir olay olarak, za-feryab olan bir kimse ortada görünmediğine göre mağlubiyetin husulünde Paşa seviyesindekiler, en büyük cezaya elbette mâruz kalacaklardı. O da, tabiiki kelleyi vermekti. Bu dökülme evvelâ veziriazam ve aynızamanda serdarı ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın padişahın katından gelen hediyelerle buluşması sonrasında başladı.
Padişah işi tam tahkik etmemiş sadrıazamı, büyük bir belâyı savuşturmuş olmanın rahatlığı içinde tebrike şayan bulmuş böylece hilat ve kılıç göndermişti. Merzifonlu; Yanıkka-le'ye geldiğinde takvimler 22/ramazan/1094-14/eylül/1683 târihini göstermekteydi, üzün İbrahim Paşa ise mezkûr yere veziriazamdan birgün önce gelmişti. Fakat veziriazam Yanık-kale'ye geldiğinde İbrahim Paşanın orda olduğunu öğrendiğinde, biraz sıkıldı ve yanına çağırttı. Ancak karşılık bulamadı. Bu veziriazamın hiddetini kamçıladı. Gönderdiği haber zehir zenberekti! Çünkü; hastaysa arabaya binip gelsin! Olmuştu. Çarnâçar İbrahim Paşa geldi. Yaşı hayli alıp yürümüş Paşaya hiç bir riayet göstermeyen Kara Mustafa Paşa: "Bre dinsiz koca melun! Seni bu kadar zamandan beri padişahımızın vezirleri arasında hayli himmeti var diye itibara lâyık görürdük! Bu sefer cümlesinden evvel kaçmak suretiyle askerin bozulmasına sebeb oldun, bir de burada ordu öncüsü gibi gelmiş oturursun!" Dedikten sonra tez boğun dedi. Hüküm yerine geldi ve merhum Paşanın makamı, Budin beylerbeyliği Diyarıbekir valisi Kara Mehmed Paşaya verilirken, mal ve mülkü hazineye mâl edildi. Serdar; Yanıkkale'de üç gün kaldıktan sonra Tata Kasabasınada varıp oradan Bu-din'e geldi. Padişah ise gerçek durumu öğrendikten sonra Belgrad'dan Edirne yolunu tuttu. Bunu hiç de hayra yormak kabil değildi! Buna karşılık veziriazamın, gördüğü aksaklıkları düzeltmeye çalışır, savaş da kusurlarını öğrendiklerini de bir bir cezalandırmaya başladığı görüldü. Zira padişahın gönderdiği hediyeler, haylice üzüntüsünü teskine sebeb olmuştu. Düşmanın arkadan geleceğini tahmin ettiğinden de bütün kale ve palangaların muhafızlarını arttırıcı tedbirlere baş vurdu, ihtiyaçları hızla tesbit edip takviyeye koyuldu. Bu savaşın neticesi Osmanlı Ordularının avrupanın derinlerine bu kadar çok girişinin sonuncusunu teşkil etti. Artık duraklamaya ve hazindir ki daha sonraları da gerilemeye başlayacaktık.
Ciğerdelenin Kaybı
Kara Mustafa Paşa daha Budin'den ayrılmamıştık!, düşmanların bir iki adamı yakalandığında onlardan alınan haberlerle tahmini yapılan palanga ve kalelerin üzerine düşmanın gelmekte olduğu tahakkuk etmiş oldu. Tahminlerin doğruluğu, zaten oralarda tahkimat ve güçlendirme yapılmış olduğundan, ilâve tedbir olarak Budin Beylerbeyi yapılan, Kara Mehmed Paşa kumandasına otuz bin kişi civarında seyyar bir kuvvet sevkedilmişti. Bu kuvvet bölgede devriye gibi gezecek muhtemel taarruz alanını tesbit ederek onlara saldıracaktı.
Nitekim; Lehistan Kralının askeri ile Tuna Nehrinin sol kanadında hareket olduğunu haber almış bulunan Kara Meh-med Paşa hemen bu tarafa geçerek, saldırdı ve düşmanı pek fecii bir mağlubiyete uğrattı. Ciğerdelen namlı kalemiz bu zafer ile biraz daha rahat nefes almaya başladığındaydi ki, alt-mışbin kişilik yeni bir düşman ordusu sökün etti. Kara Meh-med Paşaya tecrübeli Paşalar hemen Ciğerdeieni boşaltmak suretiyle karşıya Estergon Kalesi tarafında saf tutalımın teklifini götürdülerse de Kara Mehmed Paşa ferman böyledir demek suretiyle bu teklifleri red etmiştir. Bir misli sayıca üstün düşman karşısında askerimiz ve nice değerli Paşalarımızın ibraz ettiği kahramanlık mağlubiyetimizi önlemeye, Ciğerde-îen'in düşmesine ve bu düşme teslim olma yoluyla gerçekleşmesine rağmen katliamı meslek edinmiş gâvur buradada çocuk, hasta, yaşlı demeden yırtıcı bir katiiam uyguladı ki, bunun perde arkasını Safiye Erol merhumenin "Ciğerdelen" adlı belgesel romanından öğrenir ve denizlere gider akıtacağınız gözyaşları.
Kırım Hân'ının Azledilmesi
Padişahın; Belgrad'dan Budin'e gelmesi gerekirken, Edirne'ye dönmesinin yukarıda iyi haber olmadığını söylemiştik. Buna bağlı olarak Kırım Hân'ı Murad hân'da bu hengâmede nasibini aldı ve hanlığını Kırım Giray'ın oğlu 2. Hacı Giray hân'a bırakmağa mecbur oldu. Esbabı mucibe şu idi:
<Murad Giray; veziriazam ile arası limoni olduğundan işi ucundan tutmuş vede Sobiyeski'nin geçişine engel olmakta gayret göstermemişti. Daha sonra Budine gelindiğinde de, Ciğerdelen civarında ol emrine de askerim pekaz demek suretiyle gitmemeyi seçmeside, hanlığını kaybetmesine kâfi gelmişti. Bu tâyin işi Osmanlı Padişahının iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlıydı.
Belgrad Ve Ölüm!
Ciğerdelen'in yürekler kanatıcı kaybından sonra Osmanlı kuvvetleri Estergon'a çekildi. Estergon savunması Kara Mehmed Paşa tarafından Deli Bekir Paşa'ya verilmişti. Ekim ayının ortasında Sadrıazam Belgrad'a kışlamak üzere geldiğinde, haçlı ordusu 29/ekim/1683'de Estergon önünde kurduğu tertibatla bu kalenin kuşatmasını bilfiil başlatmıştı. Teklif edilen teslim ola, Deli Bekir Paşa'nın ret cevabı verdiğini herhalde söylememize gerek yoktur. Ancak; askerlerin Deli Bekir Paşa'ya ve Arslan Mehmed Paşa ile Zağarcı ve Sam-suncubaşı'nın, üzerlerine hücumla çarpışmak istemediklerini bildirdiler, kendilerine yapılan nasihatleri de kaale almadılar, üstelik teslim bayraklarını direğe çektiler. Saldırıya uğrayıp da cankarını zor kurtaran idareci zümresi böyle bir asker isyanına ne yapabilirlerdi ki?
Bu soru her zaman herkesin kendisine^sorması gereken bir soru olduğunu hatırlatmadan geçemiyor insanoğlu fakat şunu .da hatıra getirmek icab ederki, Ciğerdelen'in mukavemet sonrasındaki teslimi ve katliamcı haçlı askerinin onbin-lere varan nüfusu canavarca bir raşe içinde katliama tâbi tutmasının bu Estergon Kale müdafiilerinin moralini bozmuş olabileceği de nazarı itibara alınmalıdır. Türkülerinin icrasında milletimizin ve bilhassa, Rumeli insanının göz yaşlarını göz pınarlarında bir elmas tanesi gibi parıldadığını ve az sonca da kucağına doğru yuvarlandığını gördüğümüz olmaktadır. Budin'e gelindiğinde Estergon hesabı, saldırıya uğrayan üst komuta kademesi ve askerlerin ocak Ağalarının itlaf edilmesiyle sonuçlandırıldı.
Sadrıazam'ın Katli
Osmanlı başvezaretliği, bu günkü partileri pek andıran müessesedir. Bu makama gelen vezirler kendi ekipleriyle gelirlerdi başarıyı hep birlikte aralarında nimet külfet anlayışı içinde paylaşırlarken, başarısızlık ise veziriazamın iç kabinesi de denilen küçük nüvenin omuzlarına yük olarak binerdi. Bazen veziriazam'ın hesabı görülür, yâni hayat çizgisi sona erdirilir ondan sonra, iç kabinesi taşra görevlerinin mızılda-nacakları düşünülen yerlerine yapılırdı. Bu vazifeye gidişleri esnasındaki davranışları dikkatle takip edilir. Sessizce boyun eğip gittiği takdirde idaresi takibe alınarak ilk hatasındada sensin falan denerek, başı vücudundan ayrılırdı! Kimileri ise verilen tâyin emrine karşı temaruz eder, bir koruyucu araşti-rırsa da, umumiyetle bu çabası boşa gider, kendisine itibar iade ettirecek bir şefaatçi bulamazdı. Ancak bu arayışları da geçmiş hatalarına ilâve hatalar sayılarak kaydı görülürdü. Ama bütün bunların takipçisi olan padişahdan Önce, rakip ve gözü devirdiği veziriazamın makamına oturmak gayreti içinde olan vezirler bu yolun takipçileridir. Bir fıkra da denir ki en cesur ve aptal idareciler kimlerden çıkar? dediklerinde, cevap olarak Osmanlıda çıkar olmuştur. Nasıl? Diye sorulduğunda da, seleflerinin gövdesinden ayrılmış başlan yerde dururken, onlar mührü hümâyûnun kendilerine verilmesi için bekleşirler! Cevabı verilmiştir. İşte; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'da, selefi vede kaimpederi olan Köprülü Mehmed Paşa ve kaimbiraderi Fâzıl Ahmed Paşa'nın yaptığı gibi padişahın yanında kendi muhaliflerini bırakmamak yolunu kullansaydı, arkasından padişah katında çevrilen fırıldaklara fırsat bırakmamış olacaktı.
Anca aşırı güven, kibirinin kendine yaptığı oyunun, muhalifleri Kızla/ağası Yusuf Ağa, Mirahur, yâni padişah ahırlarının büyük Ağası Boşnak San Süleyman Ağa hoşlanmadıkları /v\erzifonî'nin yerine gönüllerine yatan Kara ibrahim Paşa'yı koymuşlar ve ona yaklaşımları İbrahim Paşayı bu sadaret cezbesine çekmeye yetmişti. Kara İbrahim Paşaysa Merzî-fon'lunun, sadaret kaimakamliğını yapıyor ve kendi seçtiği bir görevli idi. Üstelik sadrıazamlar başkent dışına çıktıklarında, en kalitesiz, en beceriksizi yerlerine bırakırlardı, arkasından bir dümen çevirmesin diye! Halbuki; böyle bırakılmışların yâni kendinden zekavetleri yetersizliğinden beklenmeyenleri, akıllı, uslu ve mert, vefakârların asla yapmayacağı entrikalara yakınlaşıyor ve emanete ihaneten vezirazamın manevi fors denizine yelken açıyordu.
Bunun böyle olmasında takdiri tecellinin rolünü de unutmadan ifade edelimki, Kara İbrahim Paşanın yukarıda geçen iki ağanın dolabına yakalanması Mustafa Paşalıların başına inecek felaketin başlama noktası oldu. Hiç şüphe yok ki; Veziriazamın sadık adamları da yok değildi üstelik o damad'rla oisa büyük bir soy olan Köprülüzâde sayılabilirdi ve bunlara bağlı kimselerin, bu veziriazama kol kanat gerebilecekleri cezayı hafif atlatabilmesi için bir şefaat kanalı açabilirlerdi.
İşte bunlardan biri olan Kadıköylü Mehmed Ağa, kapı kethüdası olarak yâni bugünkü tâbirle genel sekreter makamında bir kimse olarak, veziriazama gönderdiği bir mektupda padişaha sunulacak hediyelerle kendisine durumun anlatılması, telafinin mümkün olduğunun hatırlatılması tavsiyesi bizim yukarıda dokunduğumuz padişah katında, şefaat kapısının tıklatılması olarak âa mütalaa olunabilir.
Buna bağlı olarak, Mustafa Paşa, telhisçisini yâni bugünkü tâbirle başbakanlık sözcüsünü İstanbul'a gönderdi. Kara ibrahim Paşa, telhisçinin İstanbul kapısına vardığını öğrendiğinde Kızlar Ağası ve şerikinin kendine vaad ettikleri sadaret koltuğuna oturmak için üzerine düşene kendini bezletti. İlk işi yanına koştuğu Kızlarağasına haberi verdi. Gmulur ki; getirilen hediyeler padişahın sadrıazama muhabbetinin yenilenmesine sebeb teşki! eder, Merzifonlu badireyi atlatır korkusuna kaptırmıştı kendisini.. Kızlarağası gelmiş bulunan hediyelerin padişaha takdimini geciktirmek yolunu bulduğundan İsmail Ağa huzura çıktığında karşısında veziriazamın da aleyhinde yönlendirilmiş bir padişah olduğunun farkına varamadı taa ki padişah konuşmağa başlayana kadar..
Bazı tarihçilere göre İsmail Ağanın bu ziyareti başkent'te değil de, serhad şehri eski başkent Edirne'de vukubulduğunu kaydederler. Ancak işin bu noktada o kadar ehemmiyetli olmadığını düşünebiliriz. Padişah, veziriazamın sözcüsüne sanırım kendinin haberdarı olduğu bazı vukuatı sorduğu peşinden de gazabını ortaya seren hiddetli çıkışı, takriben şu sözler ile kendisini gösterdi. "Paşan da sen de yalancı bir alay melunlarsınız! Devletim yıkıp, ırzımı payima! edip askerimi kırdırıp, nice namlı Paşalarımın şehadetini, topraklarımın, kalelerimin düşman eline geçmesine de sebeb oldunuz! Alın bu adamı!" Emrini verdikten sonra; hışımla Harem'e çekildiği, târih sayfalarında yer almaktadır.
Bir Devir Kapanıyor!
Hiç şüphe yok ki, şu ifade Kara Mustafa Paşanın idam edilmemesini ortaya seren bir görüş olarak kıymet ifade eder. Bu ifade, Merzifonlu'nun katlettirdiği Üzün İbrahim Paşa öldürüleceği sırada, üzunçarşılı tarihindeki kayıda göre me-âlen şunları seslendirir: "Bu adam beni haksız yere öldürüyor. Zayiatı, uğradığımız kayıpları telâfi edebilecek olan yine bu ademdir. Padişahımıza söyleyin aman buna kıymasın!" bu ifadenin en kötü tefsiri hayatını kurtarmak için Uzun İbrahim Paşanın böylece bir yol aradığını söylemek kâbilsede, ancak bu Paşanın hayat çizgisi böyle tabasbusa müracaatına tenezzül edecek bir kimse olmadığını gösteriyor ve de, ayrıca / erzifonlu'dan sonra yerine tâyini yapılanlar o makamı doi-durmağa kâfi gelmemesi de gösterdi üzün İbrahim Paşa en azından bu teşhisinde isabetliydi. Gazez Ahmed Ağa eline verilmiş olan idam fermanına hâmil olduğu halde Belgrad'da bulunan veziriazamın yanına geldi. O sırada
Kara Mustafa Paşa, imamı Mahmud Efendi ile henüz öğle namazına durduğunda göz ucuyla cihannümadan, gelmekte olan Gazez Ahmed Ağa ile beraberindekileri görüvermiş. İmama seslenmiş. "Namazı boz İmam Efendi işin tadı kaçtı" der. Gelenleri de hemen yanlarına getirtirler. Veziriazam hayli kalabalık heyette yeniçeriağasının dahi bulunduğunu gördüğünde Gazez Ahmed Ağaya sorar: Ne haber Ağa? Cevap ise: Sancakı Şerif ve mührü hümayun istenir! Cevabını venı. Sadrıazam Paşa yine sorar: "Bize ölüm varmidır?" dediğinde Gazez; "olmak gerek! Allah imandan ayırmasın" cevabını verir. Bunun üzerine, Rıza Allahındır! diyen Merzifonlu namaza durdu. Korkuya kapılmadan edayı salat eyledi. Hizmetkârlarına; beni duadan unutmayın deyip gönderdi.
Sarığını çözüp, kürkünü çıkardı. Cellatlar gelsin dedi. Sakalını kaldırıpda ipi boynuna kendi geçirdi. İşte o sırada pek kıymetli kaliçeye yâni küçük fakat değerli halıyı gördüğünde gelin bunu alın değerlidir. Millet malıdır. Kirlenmesin; deyip kaldırttı. Ondan sonra infaz gerçekleşti. Viyana'yı alma teşvi-katında bulunan reisülküttab Laz Mustafa Efendİ'de, Edirne'ye getirtildi ve Üç şerefeli Camii önünde selb edilmek suretiyle idam olundu. Şunu da unutmamak gerekir ki; devlet baki insanlar geçicidir.
Hatta devletler bile baki olmayıp, târih sahnesinden za-nıan zaman çekilmiş devletlerin hikâyelerine de rastlarsınız. Hâttâ malik oldukları toprakları, beldeleri hâttâ şehirleri para karşılığında satan devletlerin bulunduğuna da, târih malumati içinde şahid olursunuz. Devrân ol devran diye söylenen bir deyimin varlığıda bilinmektedir.
Hayattan kaydı silinen Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın yerine veziriazam olarak tâyin olunan Kara İbrahim Paşa; Avusturya üzerine kendisinin gitmeyip, kumandan olmak üzere Yeniçeri Ağası Bekri Mustafa Paşayı tâyin etmişti ve Bekri Paşa Estergon'u istirdat gayesiyle harekete geçti. Avusturya harekete geçmiş ve Estergon'u almıştı. Oradan da Tuna'nın sol tarafına inen Brandenburg Dükü ve emrindeki kuvvetler, Kara Mehmed Paşa kumandasındaki askerlerimizi mağlup edip, Vayçen Kafesini almış ve peşindende, Peşte (Budapeşte) yi almıştı.
Burda da durmak bilmiyen düşman kuvvetleri, Budin'in şimal taraflarına yâni kuzey yönüne geçip, Akklise civarında karşılaştığı Bekri Mustafa Paşa birliklerini de bozmaya şans kazandı. Şimdi ise, hedeflen Budin oldu. Budin muhasarasına engel olmayada, uğraşmayı plânlayan Bekri Mustafa Paşa; Hamza Bey Palangasında hazır beklerken, Budin üzerine gitmekte olan Avusturya birlikleri ani bir yönelişle serdar Bekri Paşa üzerine yürüdü ve üstün vede baskın halindeki bu kuvvete, askerimiz pek fazla müdafaada bulunamayıp, bir hayli sür'at ve uzakça mesafeye ricat ederken bilemiyoruz, bir çok yerleşim alanını ve oralarda meskûn insanları, düşmanın insafına terkettiklerinin farkındamıydılar?
Şurası muhakkak ki, Avusturyalı komutan Budin'i sıkıştırırken hayli güvenlik içinde idi. Budin kalesi içinde hasta olarak yatmakta olan Budin Valisi Kara Mehmed Paşada, yatağına isabet eden bir humbaranın, verdiği ağır hasarla hayatını noktalama durumunda olan Kara Mehmed Paşa, maiyetinde bulunan Divrikli Şeytan İbrahim Paşaya Budin müdafaasına devam etmesinin gerektiğini vasiyet etti. Bütün bunlar olurken; padişahdan gelen bir fermandan çıkanların insanın dudağını uçuklatacak kadar- tehditkâr olduğu görüldü. Budin giderse kellen gider tehdidinin, şehid olan Budin Valisi Kara Mehmed Paşayamı? Yoksa işi yeni devralan Şeytan İbrahim Paşayamı? Veyahut da sadnazamın serdar tâyin ettiği Bekri Mustafa Paşayamı olduğu pek malum değildi. Ancak; işe yaradığını kimse inkâr edemezdi. Hemen Bekri Mustafa Paşaya askeri yardım hızlandırılmıştı. Bunun getirdiği gayret ve. kuv-vei mâneviyenin artması Bekri Paşayı 26/ramazan/1096-6/eylül/1684'de harekete geçirdi. Esek'ten yola çıkan Bekri Paşa kuvvetleri İstoni Belgrad'a geldiler. Oradan Dalderesi mevkiine indiler ve bazı küçük çarpışmalarda stratejik başarılar elde ettiler. Padişahın isteği olan Budinin içine asker koymağı gerçekleştirmek için iki kol halinde Abaza Siyavuş Paşa ile Rumeli Beylerbeyi Kadıköylü Mehmed Paşa komutasındaki askeri birlikler dağ vede ova yolundan düşrrvın üzerine ilerlediler. Hırvat güçlerini yenerek, Budin'dekiiere yetiştiklerini belirten bir haber uçurmayı sağladılar. Zaten bu vakanın iki gün öncesinde Serhoş Ahmed Paşa komutasındaki serhad gaazileri kaleden yaptıkları huruç sonunda düşmanı tedirgin etmişlerken, bu yardımın geldiğini görmeleri ümidlerini büsbütün arttırmıştı. Bu iki Paşanın yanına Bekri Paşa da hayli yaklaşınca, genel bir taaruzla düşmanı yararak hem zafer kazanmak hem de kaleye askeri mebzul miktarda yerleştirmek gerektiğinde ittifak ettiler. Çünkü anlaşılan taarruzu artık kendine pelesenk edinen düşman karşısında, hep hazır olmak lüzumu hâsıl olmuştu. Teşebbüs Viyana Bozgu-nuyla maalesef küffar tarafına geçmişti.
Kahraman Paşalar
Yapılan plân düşman üzerine dört tarafdan saldırmak suretiyle ve bunu beklenmeyen bir vakitte, süratle yapmak böylece de düşmanı adamakıllı şaşırtmaktı. İşe girişildi Siyavuş Paşa ve Kütahyalı Osman Paşazade Serhoş Ahmed Paşa, Estergon kalesi istikametinden kaleye yalın kılıç yürümeye başladılar bu sırada hayli şiddetli yağmur yağıyor ve ortalık bir çamur deryası halinde göz gözü görmez vaziyetteydi.
Diğer kumandanlar; plân mucibini havanın bu muhalefeti karşısında yapamadılar, bu sebebden de Siyavuş ve Ahmed Paşalar, düşman ortasında yalnızlaştilar. Fakat azimlerinden bir şey kaybetmedikleri de görüldü. Kaleyi çepeçevre muhasara eden düşman kuvvetinin yekünü, yüzbin neferi aşıyordu.
Paşalar cephenin bir tarafından kaleye yaklaşmak üzere yürüyüşün hızını arttırırken, kollan da omuz üstünde-baş ko-mamak üzere, artık danada hızlı inip kalkıyordu. Sanki birer otomatik kafa koparma aleti hâline dönüşmüşlerdi. Üst baş kan revan içinde olup, kendi aldıkları yaralarında farkında bile olmadan, kuşatmayı bir yerinden söküp geçtiler, bu bahadırlığı kale bedenlerinden gören yiğitlerde kale kapısını usulünce açıp dışarı fırladılar ve o cenahdaki düşman, iki pres arasında kalmış bir cisim gibi adetâ un ufak edildi. Sayısı bine varan asker kale içine gönderildi. Bu seçim önce gönüllülük şeklinde sonra da lâzım gelen vasıfları üzerinde toplayan bahadırların seçimi ile tamamlandı. Bu huruç vede Paşaların saldırısı düşman askerinin; beş bininin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı.
Bu arada düşman lağımcılarından biri esir olarak alınmıştı verdiği bilgiler sayesinde, konan lağımların yerlerini bulabilen mücahidler, kale halkını ve kaleyi mutlak bir berhava kastedilmesinden kurtardıkları gibi bir hayli de barut elde etmiş oldular. Avusturya İmparatoru'nun damadı, Maksimilyen vire ile teslim olsunlar diye elçi yolladı. Bu elçinin; Fâzıl Ahmed Paşa hizmetinde yetişmiş daha sonra meşhur Sen Gotar da düşmana iltica etmiş biriydi. Elçi Şeytan İbrahim Paşayı mükellef bir sini içinde çeşitli yemeklerin bulunduğu sofrada buldu. Maksimilyen ise; ekmekleri olmadığı haberini istihbar ettiği, kalenin kumandanı İbrahim Paşaya ekmek göndermişti. Elçi mütelezziz yemeklerin süslediği sofrayı gördüğünde "biz sizin ekmeğiniz bile yok diye düşünmnüştük" demekten kendini alamadı. Paşa ise onu sofraya davetle erzak çok! Beş sene yeter! Dün de bin kadar takviye askerimiz geldi. Daha ne istiyelim diye beyanlarda bulunarak sordu. "Sen ne İçin geldin?" cevap "vire ile teslim olunuz teklifini getirdim" oidu. Bu kale Paşalara değil kalede oturanlara teslim edildi Sultan Kaanuni tarafından onun için ağalara sor dedi. üzun-çarşılı târihinde yer alan satırlarda Ağalar şöyle konuşu verdiler: "Padişahımız bizi bu kaleye tâyin ettiği zamanda kullarım Allah'a emanet olsun, kale'mi, bir hoş muhafaza edin dedi; yoksa düşmana verin demedi. Fütur getirmedik, şevkle harp ederiz,
Siyavuş Paşa içeri imdat gönderdi; zahiremiz vardır, bir neferimiz kalıncaya kadar harp edeceğiz. Allanın inayetiyle bu asker sağ oldukça size kale yok. Kumandanına öyie söyle "cevabı ile gelen elçiyi geri gönderdiler. Budin muhasarasına dört ay kadar devam eden yahudi Herzog Maksimilyen, kışın gelmesi, Kırımın idaresini yeniden tanzim eden, Murad Hân'ın yerine getirdiği 2. Hacı Giray hân meşhur Tatar Süvarilerini Osmanlı ordusunda istihdama devam ettiğinden ve Kırım tatarlannında geliyor haberi Yahudi Herzog Maksimil-yen'in kuşatmayı kaldırıp geriye dönmesine yettide arttı bile.. Çekilmeye başlayan düşman askerini bazı komutanlarıyla ve Kırım Tatarlarıyla takip ettiren, Serdar Bekri Mustafa Paşa bilhassa düşman artçılarının, yirmibinini kırdırmaya muvaffak oldu. Avusturya ve müttefiklerinin bıraktığı cephane Budin Kalesine taşındı ve takvimlerin ise: 24/zilka-de/1096-2/kasım/1684'ü göstermekteydi. Bu arada Şeytan lakablı İbrahim Paşanın gösterdiği yararlıklar padişahın malumatı dahiline girdiğinde takdire şayan olduğu hemen teslim olundu ve bunun ilk emaresi, lakabı olan Şeytan, Me-lek'liğe tahvil olunsun iradei seniyyesi vukubuldu. Peşinden Bekri Paşanın durumu yetersizlik olarak tesbit olunduğundan, serdarlık Melek İbrahim Paşaya tevcih olundu yine Bekri Mustafa Paşanın ve bazı komutanların, başarısızlıkları hasebiyle idamları hususunda karar çıktı. Sadrıazam Kara İbrahim Paşa büyük bir çaba gösterip, idamları iptale komutanları daha düşük derecedeki görevlere tâyine muvaffak oldu. Bekri Paşa Kanije Valisi olurken, Budin Valiliğine Arnavud Abdurrahman Abdi Paşa getirildi. Bu arada da Tökeii İm-re'nin üngvar ve bazı beldelerini de ŞuhStz adlı Avusturyalı komutan elinden aldığı görüldü. Bu Şhultz'un yirmîbeşbin kişilik ordusu yanında Lord Lotheringen ellibin kişilik askeriyle CIyvar üstüne harekete geçmişti.
Bu sırada yâni 1096/ramazan/ilk günül685/ağustos'unun ilk günü olup o hayırlı günde Osmanlı birlikleri Estergon Kalesini istirdat etmek için muhasaraya aldı. Dük Lotheringen kuvvetlerinin bir kısmını Estergon üzerine gönderdi. Diğerleriyle üyvar önlerinde kaldı. CJyvar önleri bataklık olduğu için her iki taraf biribirinin üstüne gidemediyse de, onbeşbin kişilik avusturya süvarileri bir tatktik kurup Osmanlı ordusunun seksenbin askerini kendi üzerine celbetmeğe muvaffak oldu bataklığı yandaş olarak kullanmayı beceren avusturya galibiyeti e!de etti. Arkasındanda üyvar muhasarasını yeniden tesis etdi. Sağlam bir kale olan Ciyvar ancak kırk gün dayanabildi. Düşman savaşa savaşa kaleden içeri girdi kaledeki-İer teslim olmayıp ölümü seçti. Nice palangalarımız da bunların eline geçti.
Melek İbrahim Paşanın başarılan asker arasında sadarete geçebilmesinin konuşulduğu görüldü. Merzifonlu'nun yerine geçen Kara İbrahim Paşa üyvar'ın düşmesi hasebiyle, suçu Melek İbrahim Paşaya tahmil edip, ayrıca Avusturyalılara,padişah ve sadrıazama haber vermeden, Dük Lotheringen'e muahede yapma hususu için elçi gönderdiği haberi de gelince, hakkında idam fermanı almak zor olmadı, muhar-rem/5/1097-2/aralık/1685'de hüküm infazolundu. Şimdi biz infaz sonrasında 4. Mehmed'in sadrıazama kinayesini buraya kayıtla işi bir takip edelim.
Belgrad'da infazın yapılmasından sonra kafa derisi yüzülen baş, bal'a batınlıpda Edirne'ye getirildi. Veziriazama teslim edildi. Veziriazamda gümüş bir tepsiye koydurduğu başı padişahın huzuruna götürüp de sunduğunda, her halde yaptırttığı tahkikat neticesinde işin fesat tarafını yakalamış olmalı ki; veziriazamına: "yüzün kara ve canın rahat olsun! Vücuda getirdiğin hüneri hoş gör" deyip başı sadrıazamına geri veriverdi. üzunçarşılı bu komploya dâir önem taşıyan bir şerh koymuş, merhum Cumhuriyet Tarihçileri arasında cidden haklı bir şöhrete nail olmuş ve CHP mebusluğu yapmasının yanında eserinin TTK'ca yayımlanması da göz önüne alınır ise buna inzimamen, Tanzimat Dönemini yazma zorluğunun idrakiyle bundan nasıl kurtulurum diye kendi kendine söylendiği rivayetlerde yer alır. Her halde bu endişesinde samimiydi ki, tanzimat dönemini yazmaya ömrü vefa etmedi. Onun bıraktığı yerdende Enver Ziya Karal devam ettirmişti ve tanzimatı o kaleme almış idi. üzunçarşılı hakkındaki bu bilgiyi verirken bu zâtın şerhinin mühim olduğunu çünkü kuvvetli bir araştırmacı olduğunu duyurmaya matuf olduğu-nuda ifade edelim. Şimdi şerhe geçelim: "Melek İbrahim Paşa hakkında, veziriazam ile Boşnak Sarı Süleyman Paşa ittifak etmişlerdi; veziriazam kendisine rakib saydığı Meiek İbrahim Paşayı bertaraf etmeyi düşünürken gizlice kendisine sadnazamhk vaad edilen San Süleyman Paşa da; aynı rakipten kurtulmak istiyordu. Bunun için padişahın huzuriyle hasta bulunan veziriazam hariç olarak Süleyman Paşa, şeyhülislam ve iki kazasker, yeniçeri ağası ve Köprülü Mehmed Paşanın biraderi Hasan Ağa ve kâtiplerden, Acemzâde Hüseyin Efendi, toplanarak görüştüler bu içtimada, Enderun Ağalarından, Müverrih Fındıklılı Mehmed Halife'de hizmetkâr olarak bulunmuş ve gördüğünü târihine kaydetmiştir.
Müverrih; Süleyman Paşanın, Melek İbrahim Paşa aleyhinde söyleyip katlini istedi; veziriazam da gönderdiği arizasın-da, katlini istiyor ve mizaçgir olan şeyhülislâm Ali Efendi'de onlara uyuyordu, bunlara karşı Anadolu Kazaskeri Ebu Said-zâde Feyzullah Efendi öldürülmeyip bir tarafa sürülmesini söyledi ise de ekaliyette kaldı ve katli için acele kapıcılar kethüdası yollandı. (. . ) Hüküm tebliğ edildiğinde İbrahim Paşa; iki rekât namaz kıldıktan sonra: "Yarab din ve devlete, kırk yıldır sadakat ile ettiğim hizmeti bilirsin, ömrüm ahar oldu, hüsnü hatime müyesser kıl ve bana edenleri hazretine havale eyledim" diyerek oruçlu olarak boğulmuştur.
4. Mehmed'in veziriazamları birbirlerinin kuyuların! kazıyorlardı. Nitekim; Kara İbrahim Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı darı bekaya yollattıktan sonra Boşnak Sarı Süleyman Paşayla karşı karşıya kaldı. Padişah ise, bu sefer gizlice Süleyman Paşaya taraftar olmuş ve sadareti vereceğini ihsas etmişti. Bu arada da cidden İbrahim Paşadan sıtki sıyrılmıştı.
Kara İbrahim Paşa Düşerken!
Yukarıda padişahın soğuma mânasına gelen sadnazam-dan sıtkı sıyrılmıştı değişimizin sebebi, padişahın Boşnak Sarı Süleyman Paşayı sadarete getirmesinin ardından, Kara İbrahim Paşa Üsküdar'da Bayram Paşa Yalısında oturulmasıyla emrolundu. Çok geçmedi ki, hac'ca gitmek üzere padişah-dan müsaade istedi. Bu sırada da kazan kaynamakta, biribi-rinden kurtulmak isteyen veziriazam namzetleri padişahın kulağına eski sadrıazam hakkında parası çoktur. Hac'ca giderim diye çıkacak bu paraylada Abaza Hasan gibi isyan bayrağını açar şeklinde nazariyeler ileri sürülerek, padişahın vehmi ayaklandırıldı. Para meselesi için padişah bir ferman yollayarak, beşyüz kese sefere yardım yapmasını emrettiğinde, Paşanın cevabı benim o kadar param yok. Siz beni soya-cakmısınız? Şeklinde gelenlere lâflar etti. Bunun padişahın isteği olduğunu her halde fehmedemedi. Bu hâlde padişahı pekçe kızdırdı. Derhal malı müsadere olunan; İbrahim Pa-şa'ya> uygulanan işkence sonunda kırk gün geçmekle beraber, param yok diyenden padişahın beş yüz keselik isteğini param yok diye çeviren mazul sadrıazam, üçbinbeşyüz kese parayı kırk günlük soruşturma sonrasında ortaya çıkardı. Bu miktar paradan başkaca muazzam bir eşya ile pek kıymetli mücevherler çıkıverdi. Bunun üzerine Kıbrıs'a sevk edildi.
Orada ikamet ederken, elinin altındaki askeri, kendisinin sadaretini istemeye sevk ettiği haberi İstanbul'a eriştiğinde gönderilen ferman 1098/zilhiccel687/ekiminde katledilmesine yettide arttı bile. Bu arada makamı sadarete gelmiş bulunan, Boşnak Sarı Süleyman Paşa, cepheye gitmeye yanaşmamış ve bir türlü Osmanlı ile didişmekten imtina etmeyen Avusturya cephesine de Serhoş Ahmed Paşa'yı gönderdi. Kimileri ise bu seferler sadrıazam işi değil padişah işidir der dururken, bir kısım kimseler de padişah avı bırakıp, ya sefere ya başehre yâni İstanbul'a dönsün. Edirne; angarya ödemekten yoksul düştü diye de mırıldanmaktaydı. Bu mırıldanmalar bir alarm idi. Bunu duymak ve mırıldanmayı kesecek iş yapılmalıydı! Bunun ne olduğu şimdi söylense neye yarar ki? Ancak, sunuda hemen ilâve etmek lâzım gelirki, padişah bir veziriazamına Yarın kale'ye git diyor, o ise Viyana'yı sıkıştırıyor. Sadrıazam yaptığı birisi sefere çıkmayıp serdar tâyin ediyor. Avusturya'ya feci mağlup olmuş veziriazam, kendine gelen hediye kılıcı görünce işi atlattım zannedip, güngörmüş Paşayı öldürtmekten çekinmiyor. Sadrıazamı infisal ettiriyor, git otur surda diyor. Ben hac'ca gideceğim diyor. Beşyüz kese sefer yardımında bulun diyen padişahın adammi kovalıyor. Sıkıştırıldığında ise beşyüz kese yerine üçbinbeşyüz kese ve haylice mücevherlerini buluyorlar. Şimdi söyleyin Allah aşkına, 4. Mehmed'in sefere gitmemesinden başka bir kabahati görünüyormu? Sefere gidipde, Sobiyeski Merzifonlu yerine 4. Mehmed'i sürüp geceydi. Ne olurdu Osmanlı devletinin hâli? Belli bir zaman diliminden sonra padişahın seferden alıkonması padişah yenilirse devlet biter. Paşası yenilirse, Paşa haylice bulunur! Bu anlayışı makul görmemek kâbilmi?
Sadrıazamla Beraber Değişim
Sadaret kaimakamı Süleyman Paşa, bu makama asaleten tâyininde kethüdası İbrahin Ağa rütbei vezaretle Şam Eyaletine valiliğe atanmıştır. Bu arada denizciliktede değişime gidilmiş Mısırlızâde İbrahim Paşa'nın bu alandaki ustalığı ve kıdemi gözönüne alındığından, padişahın yanına Edirne'ye davetle, kapdani deryalık ihsan olunmakla beraber ayrıca ve-zarette verilmek suretiyle bu bâbda güzel bir iş yapılmıştır. Değişim rüzgarı esmeye devam etmiş ve Yeniçeri Ağası ile Sakız Muhafızı da, bundan nasiplerini almışlardır.
Kul kethudalığında bulunan Çolak Hasan Ağa, Yeniçeri Ağalığına getirilirken, eski yeniçeri Ağası Zülfikâr Paşa azil olunarak, Sakız muhafızlığına tâyini yapılmıştır. Padişah ise, bu sırada istanbul'a dönmeye karar vermişti. San Süleyman Paşayı Engürüs yâni Macaristan üzerine gidecek orduyu hümayuna serdarı ekrem tâyin ettiğinden birinci mirahur Recep Ağa'da sadaret kaimakamhğına getirildi. Meclisi, tâbiri diğer ile divânı yönetebilmek tecrübesinden mahrum olan Recep Paşa bir kaç toplantıda Sadrıazamın idare ettiği divân toplantılarına katılarak adetâ kurs görmüş bunun üzerine top-
lantıda bulunanlardan ilk defa böyle bir duruma rastlayanlar vaziyeti endişe ile karşılamışlardır. Padişah'ın ise İstanbul dönüşünde Küçük Halkalı denen yerde ki mutad merasimle karşılanmasından sonra gösterilen resmî geçit seyredilmiş, nihayetlendiğinde herkes, arabalara binmek üzere gittiğinde, veziriazam kaimakamının yanında bulunan, Rikâbı hümayun kaimakamı, Vezir Mustafa Paşanın yanında kimse kalmamış, bunun üzerine padişahda atını onun yanına sürmüş ve beraberce, yan yana at sürerek Eyüb Sultan Türbesine kadar birlikte gitmişlerdir. Daha sonra da Vezir Mustafa Paşa Mora'da bulunan Anadolu muhafaza kalesi adlı bölgeye muhafız olarak gönderilmiştir.
Süleyman Paşa Ve Budın'ın Düşmesi
Yukarıda sadnazam'ın serdanekrem olarak görevlendirilip-de Macaristan üzerine gitmesinin emrediidiğini kaydetmiştik. Edirne ovasında son hazırlıklarını da tamamlayan serdanekrem Belgrad üzerine doğru Tevekkel tü Tealallah deyip yola koyulduğu görüldü. Avusturya Kralı da adetâ bir haçlı ordusu teşkil edip her çeşit silahla mücehhez ordusunu Budin Kalesi önüne yığmıştı. Takvimler bu sırada 1097/receb/25-1686/17/haziranı göstermekteydi. Bu târihin kuşatma haberi olduğu Boşnak Sarı Süleyman Paşaya ulaştı. Yapılan müşavereler sonucunda bulundukları yer olan Budin'e pek yakın Hamzabey mevkiinden hiç bölünemeden yürüyüşe geçip kaleye yardım kararı tezekkür ettirildi. Lokumtepe denilen yere gönderilen bir keşif müfrezesi düşman askerinden serbestçe gezinenlerinden bir kaçını ölü, bir kaçını diri olarak elde etmiş ve sorguya çekmiştir.
Düşman Osmanlınında bu kaleyi koiay vermeyeceklerini tahmin ettiğinden ve onlarda bizim haber aldığımızı öğrenmiş olabilİrlerki, tahkimlerini sade kale üstüne değil bilhassa hilal şeklinde, tertipledikleri kuşatmanın, toplarını yerleştirirken kale istikametinde atış yapanların hemen yanında, arkadan geleceklere atış yapabileceği yöne çevrilmiş ve atışa hazır bir tarzda yerleştirmişlerdi.
Bu arada hemen şunu belirtelimki; Budin Kalesi yakınındaki menzil olan Hamzabeye geliş, 1097/şevval/2-1686/ağustos/22'yi bulmuştuki geçen bu zaman diliminde düşmanın, kaleyi hayli hırpaladığını görmek için bir bakış yeterdi. Bu bakışın hemen farkedeceği bir husus vard' ki, o da, Kalenin hemen karşısına düşen Kargabayırı idi. Düşmanında en büyük korkusu kaleye yardıma, muhasaraya saldırıya hazırlanan Osmanlı birlikleri, bu Kargabayın'na hâkim olursa muhasaranın parçalanmaya mahkûm olduğunu teşhis ettiklerinden, bahse konu yeri bir güzel tahkim etmişler, tahrip ve menzili uzun bir topuda yerleştirmişlerdi. Ayrıcada se-kizbin kişiden az olmayan bir kuvveti de mevzie yatırmışlardı. İslâm askeri Kargabayırın işgalini hemen yapılan harp divanında kabul edip buna girişmesi gerekirdi.
Ancak yapılan divan toplantısında da güngörmüşler denen bazi tecrübeli gaaziler ilk iş olarak Kargabayır Tepesini elde etmek lâzım geldiğini hatırlattılar ve bunun sonunda düşmanı siperlerden çıkartmaya muvaffak olarak muhasarayı kırabiliriz dediler. Fakat serdar'mda bu tekliflere sıcak bakmadığı yarın hep birlikte saldırıya geçeriz, sözü ortaya koymuştu. Bosna Valisi Sivayuş Paşa'nın askeri üzerine, düşmanın saldırıya geçtiği görüldü. Buradaki piyade askerininse, mukavemete takat yetiremediği görüldü ve düşman bunları hırpalarken Sarı Paşa'nın askerleri içine düşen korku hasebiylede, gerisin geriye Lokum Tepesine çekildiler, aslında buna çekilme değilde adetâ firar desek duruma daha uygun düşer!
Bu firarı fırsat sayan düşmanlar bunların peşine takıldığında, yandan gelen askerimizin bir bölümü tam bir metanetle, karşısına dikildiği düşmanın boyunun ölçüsünü almaya başladı. Bunların arkasını sarayın manevrası yapan haçlılar, yola çıktıklarının akabinde karşılarında Tatar ve Osmanlı Bahadırları ile karşılaştılar. Ortada kan ve revan içinde büyük bir mücadele yaşandı. Düşmandan hayli kişi cehennem çukuruna yuvarlanırken, bizim yiğitlerimizinde bazıları cennet bağ-çelerine uruç eylediler. Bir gurub Dalkılıç Budin Kalesine girip, mücahidlere güç ve metanet vermek istedilerse de, bir bölümü bu gayretle şehid olurken, bir kısmı da girmeye muvaffak oldularsa da, aldıkları yaraları pek ağır olduğundan bakıma muhtaç hâle geldiklerinden, maddi plânda, pek bir şeye yaramadılar denebilir! "Hakimi Mutlakın olmazsa bir İşde takdiri Müfît olmaz hezâr erbabı aklın re'yü tedbiri Ha-zeri men'i kader, kılmaz ne denlü kûşiş eylersen, Kazayı mübremin mümkin değil sa'y ile tağyiri" Mevlâmız, bir işin gerçekleşmesi için takdiri tecelliye murad ederse onu değiş-terecek hiç bir tedbir fayda vermez. Bu beyitteki mânai münif, buna delalet eden tasavvufi tarafida ağır basan bir dizedir ki, mezkûr Budin Kalesi 17/haziran/l 686'dan 2/ey-lül/1686'ya kadar süren düşman muhasarası ve onlarla, çarpışan islâm askeri, savunma yapan kaledeki askerimiz yetmişaltigün kan döktü, can verdi şan aldı, baş aldı nam saldı fakat Takdiri Hüdâ; Budin'i düşman aldı. Budin'in düşmesi; her kaybedilen toprağın, her kaybedilen beldenin, insanımız-daki feryadlarını, asumana yayan vak'ayı teşki! etti. Hariciye eski bakanlarından Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün oğlu Dr. Orhan Köprülü'nün hazırladığı, MEB yayınları arasında neşredilmiş bulunan Köprülü'den Seçmeler adlı eserde Budin'in melûl bir beste ile okunan şarkısının güftesini sahifemize almak suretiyle, okurlarımıza sunmanın bahtiyarlığını yaşarken, sahifemizi de süslemiş olmanın, farkında olduğumuzu bilmenizide hatırlatırım.
, .
Büdin Şarkısı
Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu
Bülbülün figanı bağrımı deldi Gül alıp satmanın zamanı geçdi
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i *Budin'in içinde uzun çarşısı
Orta yerde Sultan Mehmed Camisi Kabe suretine benzer yapısı
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i
Çeşmelerde abdest alınmaz oldu
Camilerde namaz kılınmaz oldu
Mâmur olan yerler hep harâb oldu
Aldı Nemçe bizim nazlı Budini *Cephane tutuştu aklımız şaştı
Selâtin Câmiier yanıp tutuştu Hep sabi sübyan âteşe düştü Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i *Serhadler içinde Budindir başı Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı Çerkeş Alemdar şehidler başı Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i Kıble tarafndan üç top atıldı Perşembe günüydü güneş tutuldu Cuma günü idi Budin alındı Aldı Nemçe bizim nazlı
Budin'in bu hazin nazmını, yarım kalmış üç mısralı bir ağıtla târihimize kaydederek tamamlamış olalım. "Ben bir müftü kızıydım" sözleriyle başlayan esir edilmiş bir müftü kızının hicranımızı arttıran feryadı sonrasında: "Budin'in kalesi dörttür biri sahraya bakar Sokakları sel sel olmuş su yerine kan akar Al beni küffâr elinden Padişahım der Budin... Bu folklorik yakınmadan sonra askerimizin serencâmına avde-tedelim. Bunun üzerine askerimiz bunca uğraşa rağmen, mezkûr bölgeden geri çekilirken yolları üzerindeki İstol-ni/Belgrad kalesinin de bir savunmaya yakında İhtiyacı olabileceğinin endişesi içinde, Şeyhzâde Ahmed Paşa'ya veza-ret verilmek suretiyle, bu kale'de komutanlığa, tayini gerçekleştirildi. Bu yolculuk esnasında, bölgeye uzak olmayan Ka-nije Kalesi Komutanı olan Tekfurdağlı Mustafa Paşa'nın yerine, Fındık Mehmed Paşanın tâyini yapıldı. Oradan da orduyu hümayun Varadine geldi. Segedin Kalesine erzak götürmeyi planlayan sadrıazam Sarı Süleyman Paşa, ordunun kısmı azamini, Varadin'de bırakıp bizzat kendisi bu birliğe komuta edip, yola çıkarak Sente denilen yere geldiğinde, karşılarında da pek kalabalık düşman askeri olduğunu gördüler.
Düşmanla derhal dişe diş, göze göz bir savaş başladı. Az olan sayımız, eldeki erzakı muhahafazaya kâfi gelmedi. Er-zakın mühim bir kısmı da, düşmanın avucunun içine düştü. Yine de şükr gerekir ki; sadrıazamımız bu savaş da ölümle buluşabilir veya düşmana esir düşebilirdi!
İmdadı Seferiyye
2. Viyana muhasarası sonrasında artık milletimizin başına öyle işler açılıyordu ki; şimdiye kadar bilmediği tarz politikalar, duymadığı teklif ve taleplerle karşılaşmaktaydı, tşte ara-başlık yaptığımız ifade, eyaletlerimizin insanlarına ilk defa ulaşan bir teklifdi. Osmanlı yıldızının parlaklığı Merzifon-fu'nun hatasından münbais olarak, gölgelerin arkasına, bulutların arasına dalmaya başlamıştı.
Bütün bunların yanında da düşmanın üzerimize tazyiki, her geçen gün artmaktaydı. Papa İnnosan'in açtığı ehli salip saldırısı günbe gün devam ediyordu. Avrupa topraklarımızın, Macaristan ovalarından, üstümüze doğru gelen düşman akınlarını önlemek için yapılan seferlerin masraflarından hazine hayli daralmış, hudutlarımız içindeki zengin, tüccar ve yüksek memurlarından akçe talebi yapıldı. Bu gün bile ekonomik sıkıntı içinde olan halkımız, ne hikmetse milletvekillerini pek zengin saymakta her çeşit sıkıntıda bunların bir aylık maaşlarını bağışladığı takdirde işin hâl olacağına dâir doğru görmediğim bir çözümü vardır, ümanmki devletin zaman zaman yukarıda yazdığımız gibi tebaasına baş vurup, savaş için yardım veya kampanyalar açma dönemlerinden kalan bir sentezleme diye düşünüyorum.
4. Mehmed zamanında yapılan bu İmdadı Seferiyye'ye Is-tanbulahalisinden binbeşyüz kese, Bursa ahalisinden ikiyüz kese, Mısıra gelince üçyüzelli kese, Bağdad ve Basra ahalisinden ise yüzellişer kese, ayrıca vali, vezir ve beylerbeylerinin her birinden yardım istenmiş ve hepsinin yekûn olarak dört bin kese akçe topladığı görülmüştür. Hemen ilâve ede-limki hammsultanlar, kendilerinin olan haslardan gelen akarlarından yarısını imdadı seferiyye'ye vermekte tereddüt dahi etmemişlerdir. Çöl hâkimi diye anılan Hüseyin Abbasa gönderilen fermanda kendisinden asker göndermesi istenmiş bu zat da hemen dörtyüz askerini talebe uygun olarak tam teç-hizatlı şekilde gönderdi. Ayrıca Belgrad'a gelen bu askerin ihtiyaçların] Rakka malından gönderdiği biliniyor. İmdadı Se-feriyye talebinin arzu edilen seviyeyi bulabilmesi, sanıyorum ki devletin ilk defa buna başvurmak mecburiyet duymasından kaynaklanmaktadır. Zira zaman bir hayli geçtikten sonra halk folkloru denen hikâyelerimizde, meşhur üç oğul düden dile dolaşmağa başladı. Kısaca nakledelim:
Ülkei Osmanî'nin kenar bölgelerinden birinde yaşayan bir adamın üç oğlu varmış. Bir gün tarlasının hududunda, başında fesli bir süvari görüyor, buyur dediğinde, padişahın Mos-kofa savaş açtığını buna bağlı olarak büyük oğlunu askere almaya geldiğini söyler vatan uğruna feda olsun diyen üç oğullu baba, evlâdını uğurlar bir kaç sene sonra yine bir asker toplama vazifelisi aynı tarlanın kenanna gelir ve diğer oğuîu ister çünkü, padişah yine Moskofa savaş açmıştır. O oğlunu da gönderir. Hatırlatalımki büyük oğlunu gönderen adam bir daha ondan haber alamamıştır. Böylece ikinci oğlunu gönderirken birinci de olduğu gibi coşkusu olamamıştır. İkinci evlâdın gidişi, o gidiş olunca baba, artık üçüncü oğlunu gelip isteyecekler kaygusuyia göz yaşı dökmektedir. Çok geçmezki; üçüncü evlâdı askere almaya gelen sürücü tâbir edilen asker toplayıcı, maksadını söylediğinde, acılı baba: Alın! Alın! Padişaha da selâm söyleyin! Artık bana güvenipde moskofa veya herhangi birine savaş açacaksa, kendi dölüne güvensin artık Osman Ağa'da ne döl kaldı, ne de bel! İflas etti deyiniz! Şeklinde konuştuğu dilden dile nakledilir. Bu mevzuyu aşağı alacağımız beyit ile noktalayalım: "Şah'dan gönlü hoş olmayan sipahi, Vilayet hududlarım iyi gözetmez!" Bu İmdadı Seferiyye hâdisesi hakkında, Zübdei Vekaiyat'da bir âlimin, ülkenin bu hâle getirilmesinde yapılan yanlışların hatırlatılmasında, pek mühim dersler çıkarılabilecek, beyanda bulunmasını buraya nakletmeden geçemiyorum.
"Sadaret Kaimmakamlığında yapılan bir toplantıda İmdadı Seferiyye hakkında sözalan Recep Paşa vaziyeti izah edip, katılanlardan yardım İstediğinde Rumeli Kazaskeri Deli Ha-mid Efendi; "Baka Paşa Hazretleri; bu ne de demektir? Bu kadar devlet gelirleri ne oldu? Kiminiz sefer açıp hazineyi telef ettiniz ve kiminizde hevanıza sarfettiniz. Şimdi de fukaradan yardım istersiniz" Diye ifadei kelâmda bulununca, sadaret kaimmakamı Recep Paşa: "Efendi, ne söylersin? Niçin haddini aşarsın?"diye azarladığında da, Hâmid Efendi öfkelenip: "Sen dün, pabuç kesesi belinde ve çizme süngeri elinde bir çuhadar olup, şimdi bu kadar samur kürklü oğlanların var iken, devleti âliyyeye sen senken imad (direk) eylemeyip, bizim gibi devlet duacısı olup yetmiş, seksen yılda bintürlü meşakkatle nail olduğu ev ve eşyasını satmaktan başka akçe tedarikine kudreti olmayan fakirlerden, medet ummanın, mânası nedir?
Şeklinde sözler irad etdi. Meclis huzursuz olurken, Hâmid Efendi'nin bu söylemlerine, hazirundan olan diğer ulemadan ne lam, ne mim diyen oldu. Deli Hâmid Efendi'nin bu ikazını padişaha taşıyan kaimmakam, Hâmid Efendi'yİ Rodos'a sürdürmekle işi hâlmi ediyor zannetti! Serhadlerde yâni hudud boylarındaki askerin maaşları için hazinei hümayunda yâni padişahın iç hazinesinden, tâbiri diğerle, cebi hümayundan beşyüz kese akçe ihsan edildi.
Külah Kapma Mücadeleleri
İnsan hayatında kimse, kimsenin ekmeğiyle oynamamalı yanlışlar görüldüğünde ikazlar yapılmalı devam ettiği müşahede olunduğunda da yeri değiştirilmeli ve bu seferki ikaz, biraz daha açık ve sonucun vahim olacağı şeklinde izah edilmeli der akil kimseler. Kaimmakam Recep Paşa, bazı kin ve. garaz sahiplerinin, kendisine kıvırdıkları bazı yalanlarla Defterdar Ali Efendiye muğber olmasını sağlamışlardı. Bu muğ-beriyet Paşa da hayli ileri safhaya gitmiş, azilden başka kellesini de istetecek bir ispazmoza dönüşmüştü. Sonunda Defterdar Ali Efendiyi azlettirmeye muvaffak oldu. Boşalan makama Eğriboz muhafızlığında bulunmakta olan Seyyid Mustafa Paşanın tâyinini çıkarmış kendisine Belgrad'a gidip orduya katılmasını bildirmişti. Emre uyan yeni Defterdar Mustafa Paşa, derhal görev yerine gidip işine başlamıştır. Eski Defterdar'a gelince sadrıazamın aslında memnun olduğu bu zâtın, kaldırılmasına çalışan kairnmakamin, gönderdiği bilgilere pek kulak asmıyordu, yalan yanlış bilgilerden bıkan sad-rıazam, Seddülbahr'e gönderilmek istenen Defterdar Ali Efendinin tâyinine rızası olmadığını bildirmişti. Ne var ki, Recep Paşa kin ve gayzını aşamamış, vekili olduğu sadrıazamın uyarısını hesaba almamış ve Ali Efendiyi vazifesinden etmişti.
Beri tarafta da, Sadrıazamın Çavuşbaşısına sert ifadelerle cevap veren meşhur Minkarîzâde'de sürgüne gönderilirken takvimler 15/cemaziyelahir/1098-28/nisan/1687'yi gösteriyordu. Budin'in düşmesinden, vali Abdi Paşanın şehadetin-den sonra, elimizden bir çok kale ve palanga çıkmaya başladı. Avusturyalı kuvvetlerin Macaristan üzerinde pek rahat dolaşmaya başladığı görüldü. Segedin'in düşmesinin ardından, Şemontoma, Peçuy (Peçevi) , Kapoşvar ve Şikloş gidenler arasındaydı. Kış bastırdığı için ordumuz Essek üzerinden Belgrad'a kışlağa çekildi. Erdel Kaleleri de bu arada Avus-turyanın eline geçti. Esek'de Avusturya saldırısıyla sarsılırken, Belgrad'daki Sarı Süleyman Paşada hemen gelecekleri beklemeden Esek'e yardıma koştu. Orada düşmanı mağlubiyete uğratmak kabil oldu. Şikloş Avusturyanın tutunduğu bir nokta oldu. Ancak; Osmanlı askerinin oraya doğru yol aldığını tahmin eden veya haber alan Avusturya birlikleri burayı da boşaltıp ovaya yayıldı. Şikloş'dan fazla uzaklaşılmadan Prens Şarl'ın kuvvetleri Sarı Süleyman Paşa ve askerinin önüne dikilerek döğüşe başlandı. Önceleri ordumuz vaziyeti lehe doğru çevirmeye muvaffak olmuştu. Ancak veziriazamın harp tecrübesinin fazla olmaması, yaptığı hatalı taktikler büyük bir hezimeti haber vermeye başladı. Anadolu askerinin bulunduğu taraf yorgunluk emareleri göstermeye başladı. Bu hâl ordunun tamamına sirayet etdi. Mağlubiyet pek çabuk geİdi. Efendim; askerlik târihinin ve de Osmanlı târihi askeriyesinin nâdir evsafta ki komutanlarından olan Katırcı-oğlu Gaazi Müşir Ahmed Muhtar Paşa'yı kendi erkânı harbi Mehmed Arif Bey merhum "Başımıza gelenler" adlı muhteşem eserinde anlatırken, bizim askerin bozulmasının hiç bir askerin bozulmasına benzemediğini, adetâ bozguna dönüştüğünü, tam bir kurmay anlayışıyla izah eder. Bu yüzdende bizim bozulan askerimizi, firardan ancak onu vurmak suretiyle alıkoyabilirsiniz demektedir. Nitekim; İstiklâl Harbimizin kahraman komutanlarından Dadaylı Deli Halit Paşa (Nur içinde yatsın) çok firarın önünü bu tarif edilen yoila engelleyebilmiştir.
Bu firar işinde rütbe tanımaz, cepheye arkasını vereni vurur geçerdi. "Yetmişlik Bir Subay'ın Hatıraları" adlı kitapta Kemalettin Apak albayın, kendisinin asla firarda gözü olmadığı halde, azkalsın yanlışlıkla Paşanın mermisine hedef olmaktan, son anda kurtulduğunu kaydeder. İşte askerimizin bozulması öyle bir bozguna döndü ki Eşek üzerine gelindiğinde bir nefes alındı. Eşek Kalesine asker koyan veziriazam Boşnak Sarı Süleyman Paşa orada da durmayıp, Petervaradin'e geldi. Ancak buraya da Eğri'den bir feryad ulaştı. Yiyecek ihtiyaçları dayanılmaz safhaya erişmiş yardımın yapıl-
ması şart idi. Düşman yollan kesmiş ve mesafede bir hayli uzak olmasına rağmen Cafer Paşa komutasında, erzak, cephane ve de silah bir miktarda asker takviyesi için tertibat alındı. Askerin itiraz edeceği ve itirazını isyana çevirmekten imtina etmeyeceği göz önüne alındığından hazırlıkların ve gidilecek yerin gizli tutulması kararlaştırıldı. Ne var ki; bu tedbire rağmen iş duyuldu.
Umulur ki; o tarafa gidecek komutan bu saklı bilgiyi sızdırdı ve askerde muhalefet ettiğinden Eğri Kalesine erzak da, esliha ve cephanede gönderilemedi. İşin rengi başkataştı! Tabii ki dini mübini İslâm anlayışında sizden olan emire itaat şarttır. Bunun aksi cezayı müstelzimdir. Bu olay savaş esnasında husule gelirse suçluların ölümü hakkedecekleri tabiidir. Bu durumu idrak eden; Eğri'ye gönderilecek birliğin komut > nı olan Yeğen Osman Paşa her halete sızdırma vakasından dolayı suçu sübût bulacak ve bahse konu cezaya, çarptırıla-cakdı. Bunun önlemi vak'ayı başka bir mecraya döküp, şans denemesine baş vurmaktı. Şerikleri olanlarla birleşip, Amasyalı Küçük Mehmed'i de yanına alarak, askerin maaşı verilmedi bahanesiyle sadnazam aleyhine İsyan ettiler.
Yeniden Yeniçeri ağalığına getirilmiş bulunan Bekri Mustafa Paşa ve Defterdar Seyyid Mustafa Paşa ile birlikte sadnazam, Sancakı Şerifi alarak Belgrad'a, Tuna Nehri yoluyla kaçtılar. Bunlar canlarını kurtarmış oldular. Geride ise; kaçmış sadrıazamın otağında bir toplantı düzenleyen Yeğen Osman Paşada, Köprülü ailesi darnadiarından olan Siyavuş Paşaya gidip, "seni sadnazam ettik" deyip, zorlayarak ata binmesini temin ettiler ve Süleyman Paşanın otağına getirdiler. Siyavuş Paşanın sadaretini ilân ve birbirleri aleyhine davra-nışda bulunmayacaklarına dâir sözleştiklerinden başka Padişah 4. Mehmed'in hâl'ini aralarında söz kestiler ve de cepheyi boşaltarak İstanbul'a doğru yola koyuldular. Zilkade/1098-Eylül/1687 târihleri idi. Bu vak'a gibisi Osmanlı Târihinde eşi emsali olmayan bir fenomendir. Müthiş bir şeydir. Siyavuş Paşayı veziriazam eden güç gayri resmî, gayri kaanuni ve bir isyan hukukudur. Bu hukukunda padişah katında kabulü, gerçekten bir siyasi denemedir hem de, kendini feda edercesine, kaçanlar başlarını kurtarmak için cepheyi boş bırakmışlar, isyancılar, bu hareketin padişah tarafınca cezasız bırakılmayacağını bildiklerinden onu taht'dan İndirebilmek için İstanbul'a yürüyorlar ve bunlar da zaten çiğnenmekte olan mahrusei islâmiyeyi engelsiz bir arazi olarak, ahaliyi bir avuç muhafıza bırakarak, katliama açık bir kurban sürüsü yerine koymuşlardı.
Önce kaçan tez gidermiş menziline hesabı; Süleyman Paşa geldiği İstanbul'da, kaimakam Recep Paşa eliyle, mührü hümayunu padişaha gönderdi. İşte padişahın siyaseti burada denemesinin takdire şayan olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü; bunlara hot zot demek evvelâ, yukarıda işaret ettiğimiz cephenin boşaltılması, telafisi gayri kabil tehlikeler arzediyordu. Bunların yaptığını kabullenmek, nefsini yenen biri olarak padişah için kolay olmasa gerek.
Evet; 4. Mehmed hân; mührü hümayunu Siyavuş'a gönderdi ve Belgrad'dan bu tarafa geçmemelerini emretti. Cephenin bırakılmamasını da hatırlattı. Fakat dinleyen olmadı. İstanbul'a doğru yola çıktılar. Onlar yürüye dursun Avusturyalılar da gezintiye çıkmış gibi, bir zamanlar Kaanuni'nin Karlos'un ülkesinde atını nasıl gezdirdiyse, bunlar da islâm topraklarını keyiflerince çiğniyorlardı. Sırayla da, Eşek, Vara-din, Sirem ve civarı ile Belgrad yakınlarındaki Zemlin düşmanın eline geçiyordu. Bu arada Lehistan Kuvvetlerinin Ka-maniçe üzerine yürümesinden de bahsetmeden geçmeyelim. 1098/ramazanıl687/temmuzu Lehistan Kralı Jan Sobiyes-ki'nin, büyük oğlu, Yakob Sobiyeski'nin kumandasındaki birliklerin, Kamaniçe üzerine geldiğini haber aldığında Boşnak Hüseyin Paşa vaziyeti Bozoklu Mustafa Paşaya bildirdi. Serdar etrafına kuvvet toplamaya çalışırken, düşman Kamani-çe'ye gelip bilahare muhasarayı başlattı.
Yaş şehrini ise bu arada ele geçirmişlerdi. Lehliler bu hücum hareketleri esnasında zahire bakımından hayli sıkıntıya düşmektelerdi. Lojistik bakımdan yetersiz kalışlarının telafisini Bucak'taki Tatarların buğday anbarlarını garet ve yağmada gerçekleştirmeyi denediler. Fakat; Tatarlar her tarafı ateşe verdiğinden Lehliler boşuna Prut Nehrini geçmiş oldular. Geriye dönüşlerinde ise biraz da telefat vermişlerdi. Üstüne üstlük, Kırım hân'ınin gönderdiği onbin süvari, Lehistan kuvvetlerinin Kamaniçe muhasarasını kaldırmasına mühim bir se-beb teşkil etdi. 24/şevval/1098-2/eylül/1687'yi gösteriyordu.
4. Mehmed Devri Deniz Hareketleri
Osmanlı deniz filosunu, hareketlerini bu bölümde daha ziyade 1683'de vukubulan Viyana Muhasarası bozgununun er-tesindeki vakaları merkez ittihaz ederek incelemeye çalışacağız.
Tuna Nehrini, Macaristan topraklan üzerindeki çekilişimiz, bu nehir üstünde hissedilen baskımızı hayli ortadan kaldırttığı gibi, paylaşımda da bir kısıtlanmaya maruz kaldığımız aşikârdır. Çünkü bu bozgun sonunda avrupa Osmanlı'ya bir teşhis koymuştur. Bunu devri istilâsı bitti! Devri müdafaası başladı! Şu halde rahat bırakmamalı ve durmadan saldırma-lı. Saldırıya uğrayan bir ülke kendini toplamaya derman bulamaz anlayışına varmışlardı. Venedik Cumhuriyeti bu anlayışa bağlılık içinde Dalmaçya, Arnavutluk kıyıları ve Girid Adasına saldırırken, Rus'un ise Azak Kalesi, Lehistan'ın bir bölümü ve Basarabya'nında bir kısmı göz diktiği yerler olmuştu. Avusturya ise Üsküb'e inerken, Ukrayna ve Podolya Kazaklarını da, harekete geçiriyordu.
Bu dönemde donanmamıza komuta eden kapdanı deryalar arasında, iki isim ehemmiyet arzetmektedir. Bunun birini, rumca yanölü demek olan Mezamorta Hüseyin Paşa ile Mı-sırlıoğlu İbrahim Paşalar olduğunu söyleyiverelim. Misırhoğlu ibrahim Paşa karaaskerlerinin başına götürülmüşken, Hüseyin Paşa da Rodos Bey'i yapılmıştı. Yukarıda bahsettiğimiz muavenet akçası yâni İmdadı seferiyye ada halklarından da tâleb edilmişti. Buna inzimamende Kıyı Vergisi isimli bir vergi de Ada'lar ahalisine tahmile koyulmuşlardı. Amiral Bü-yüktuğrul merhum, yapılan bu işlemlerin devleti âliyenin artık deniz nimetlerinden faydalanmayı sarfı nazar ettiğinin bir göstergesi olarak nitelerken, kara ve de deniz imparâtorjuğu-nu terk edip, ilkel bir kara devleti biçimine avdet ettiğini, ifade eder ve Sultan Fâtih ile gerçekleştirilip Kaanuni Süleyman döneminde, zirveye yükseltilen denizci devlet anlayışı bu tedbirlerle sona erdirilmiş oluyordu.
2. Viyana kuşatması ve peşinden gelen bozgun üzerimizdeki küffar baskısının ziyadeleşmesini sağlarken, denizci devletlerin de bu hususda geri kalmadığını görüyor ve artık donanmamızı savunma tedbirlerine göre yerleştirdiğini hissetmememiz kabil değil. Bunlara misal olarakda şu tedbirlere göz atmak kâfidir. Dördüncü vezir Şahin Paşa Çanakkale Boğazı muhafızlığına tayin edilmesi ve emrine haylice yeniçeri askeri verilmiş oluşu.) Daha önce emekliye ayrılmış bulunan Halil Paşa'nın yeniden; hizmete alınması ve Sakız Adası muhafızlığına getirildiği görüyoruz. Şaban Ağa, Mora Mu-hafızhğıyla vazifelendiriimişti. Bozcaada, Limni, Midilli, Sakız, İstanköy ve Rodos Adasında, müdafaa ağırlıklı tedbirler alındığı görülüyordu ki, bu vaziyeti tesbit, Büyüktuğrul amiralin ileri sürdüğüne delalet etmekteydi. Venedik ise; bu tedbirlerin alınışıylada, kendisine hücum fırsatı verdiğine hükmetti ve Dalmaçya, Arnavutluk kıyılarıyla Koran ve Modon Kalelerini almak, Ege denizine girmek zevkıyle yanıp tutuşuyordu.
Bu yanıp tutuşmaya yardımcı olacak tedbirler arasında, Venedik, Papa'lık, Toskana Prensliği, Malta Şövalyelerinin filolarını yanlarına çekmekte geliyordu. Bunlardan Malta Şövalyelerini yedi gali, Papa'lık beş gali ve Toskana da, dört gaii ile kumpanyaya katılacaktı. Bu kumpanya Ege Denizinde merkez olarakda kullanacakları bir ada üzerinde müzakere açtılar. Netice de de Limni Adası üzerinde ittifak sağladılar. Peşinden de harekâta geçtiler, bin kişi kadar askeri ada'ya çıkardılar.
Ancak Küçük Hüseyin Paşa'nın bir saldırısı, çıkanlarında dahil olduğu üzere denize dökülmelerine yetti. Herhalde yanlış kapı çaldıklarını anlamış olacaklar ki, Venedik donanmasının ada'dan çekildiği görüldü. Ne varki Yunan denizinde işlerimiz pek iyi gitmedi Amiral Morosini bir haçlı filosu Preveze ve kalesi üzerine yürüdü.
Bu sırada Şahin Paşa Aziz Mauro adasını Venedikliler'den istirdat için yola çıkmıştı ki; Preveze üzerine düşman gemilerinin dümen kırdığı haberi gelmişti. Saint Mauro adasını almaktan sarfı nazar eden Şahin Paşa, Preveze'ye yetişmek için yelken bastı, kürek çaldı. Düşman ise bu gelişten haberdar olduğundan, onlarda Preveze önünden çekilip, Osmanlı filosu üstüne yelken bastılar. İki tarafda deniz saffı harbine giriştiler karşılaştıklarında ancak mücadeleyi kazanan düşmanlarımız oldu. 28/eylül/1684'de, Preveze de kaybedilen bu savaştan olumsuz etkilendi. Kapdanı derya Mustafa Paşa, 15/nisan/1685'günü Çanakkaleden çıkış yaptı. Maksadı denizlere korku salan korsanları etkisiz kılmak idi. Rodos Adası civarında Malta korsanlarının Osmanlı ticaret gemilerini kovaladığını haber aldı. Gemilerimiz; Göve limanı içine sığınmış, Malta gemileri ise çıkışın ağzında volta atıp avı bekliyorlardı.
Rodos'tan Göve'ye, doğru yelken açılıp, kürek çekilmeye başlandı. Nihayet Göve ağzına geldiğini gördükleri Osmanlı gemilerinden, korsan gemilerinin bir, çoğu kaçtı. Biraz savaşan bir tek korsan gemisi teslimden başka çâre bulamadı. Bu arada da Osmanlı kalyonları su yapmaya başlamış ve neticede bir tanesi de batmaktan kurtulamamıştı. Mustafa Paşa bu gemilerle sıkıntı yaşayacağını anladığından Rodos adasına geldiler. Burada bir baskına uğrama endişesi yaşadı-larsa da düşmanın harekette kuşkuya düşmesi, Osmanlı filosunun kalabalığı düşmanın korkmasına sebeb olmuştu. Selameti, Rodos'tan uzaklaşmakta bulmuştu. Mustafa, Paşa ise Rodos'da gemilerini tamire girişirken, Garpocaklan fiTösunu korsan takibi için İskenderiye istikametine yolladı. İstanbul'dan gelen bir emirde, Venedik filolarından birisi Koron Kalesine saldırdı. Donanma gidip Kale muhafızına yardım etsin. Yazmaktaydı.
Müttefik donanması adaların herbiri hakkında işgal kararı alırken, Mora Yarımadasınada bir çok misyoner çıkartmışlar ve bölgedeki Osmanlı Devletine tâbi olan gayri müslimleri isyana teşvike çalışıyorlardı. Francesko Morosini adlı amiral, birleşik donanmaya komuta etmekteydi. İlk önce bizim İne-bahtı, onlarında Lepanto dedikleri körfeze saldırı plânlan vardı. Kıyıya sokulduğunda işi yanlış aldığını anladı, kıyıdan açılan ateş salvosu, kaptan köşkünden kafasını bile çıkarmaya fırsat vermedi. O da, tası tarağı toplayıp, yelkenleri şi-şirip, nasibini başka yerde aramaya koyuldu. Venedik, Pa-pa'lık, Ceneviz, Floransa, Malta ve İspanya filolarından müteşekkil bu donanma, Korona gelerek onbin askeri karaya çıkardı. Şehrin dış mahallerini işgale muvaffak oldu. Koron artık, kuvvetli bir muhasaraya düşmüştü. Bu- siradada Mustafa Paşa'nın kapdanı deryalığı son buldu ve yerine 25/ara-lık/1685'de çekirdekten denizci İbrahim Paşa getirildi. Bu arada Koron, yukarıda söylediğimiz güçlü muhasaraya on-beşgün dayanabildi. Karadan gönderilen; Mahmud Paşa komutasındaki kuvvetlerimiz, sadre şifa olamadı.
Eylül'de Koron ve Modon Kaleleri elden çıktı. Artık; Osmanlı donanması Akdeniz'i göl olmaktan unutup, Ege'yi muhafaza etmeye çalışıyordu ki, bu da savunmayla olur sandılar! Halbuki gereken hücumda olmaktır deniz dünyasına hâkim olmanın yolu.. İbrahim Paşa; Osmanlı Ticaret filolarına nefes aldırmamaya çalışan korsan gemileri ve onların gizli işbirlikçisi haçlı donanmasıyla esasında, hayli muvaffakiyetli savaşlar yaptı. Devrinin değerli iki denizcisi Baba Hasan Paşa ve Benefşeli Ali Paşa, birer deniz kurdu olduklarından uzun zaman ticaret gemilerimizi himayeye muvaffak olmuşlar, düşmanı ise, herzaman korku içinde tutmayı bilmişlerdir. Venediklileri, en çok alakadar eden husus, Mora Yarımadasını almak oradan da, Atina'yı ele geçirmekti. Bunu yapabilir-lerse, Eğriboz ikinci hedefleriydi. Eğriboz'a çekilen İbrahim Paşa, adetâ Morosiniyi üstüne celbetti. Morosini, Eğriboz üzerine saldırı plânı yaparken ibrahim Paşa, Taşoz üzerinden donanmasını İstanbul'a çoktan getirmişti.
Mora Yarımadasını Osmanlılar boşalttılar 11/ağus-tost/1687'de Mora, 25/eylüI/1687'de, Atina Venediklilerin eline geçti. Mora Yarımadasının Venedik eline geçmesi stratejik bakımdan bizi geriletirken, Venedik'i kudrete eriştiriyordu.
4. Mehmedin Düşüşü Başlıyor!
Batı dünyasında küffar ile boğuşan devleti âliye; 2. Viyana sonrasında savunmaya başlamıştı. Şimdi bir de Anadolu cihetine veya istanbul'un şark tarafına bir bakalım oradaki ah-valü âlem ne haldedir? Osmanlı târihinin batı'daki muharebelerinin netameli neticeleri gerçekleştiğinde mutlaka asker arasında çıkan nifak ve şikakın bir isyan veya kargaşaya yoi açması, bunun tesbiti ve ted'ibi fazla zaman geçmeden Asya Osmanisinde asayişsizlik, isyan, bunları teskin içinde askeri hareket gerektiğini hemen farketmek kabildir. 1622'de Hotin dönüşü, Hotin Seferi sırasındaki 2. Osman (Genç) ıin asker sayımı yapması, nişan tâliminde de mükafat vermesinde askeri memnun edememesi gerek ülkede gerekse kendisinin nelerle uğraşmasına sebeb olmuştu. Celâlilik alıp, yürümüştür. Bunlar zaman zaman temadi etmiştir. Viyana bozgunu sonrasında da bu tesbiti yapmak kabildir. Anadolu'da Akkaş, Kara Mahmudoğlu, Yâdigâroğlu ve Bölükbaşı Yeğen Osman adlarında ki, elebaşılar ve sekban ile levendler, Sivas'tan Bo-lu'ya kadar olan yerlerde, asayişi ihlal ve köy ve kasabaları basmaya koyulmuşlardı. Teftişçi herhalde müfettiş mânasına gelen bu lakablı Ali Paşa ondan sonra da, Ömer Paşa bu ihlâlleri teskine, asayiş iadesine görevienmişse de bunda başarılı olamamışlardır.
Canik mutasarrıfı olan Vezir Cafer P.aşayı eşkiya üzerine onları tenkil ile vazifelendirdiler. Bu işe hazırlıklarını ikmal edip gidecek olan Paşaya, padişahdan pek ağır bir hattı hümayun geldi. "Memur olduğun türedi eşkiyası üzerine niye varmayıp avrat gibi gezer durursun. Ya vurup haklarından gel veya başını huzuruma gönder. "Cafer Paşa bu ikaz üzerine Anadoluya bir fırtına gibi girdi. Yukarıda adı geçenleri bir bir yakalayıp kafaları tek tek huzuru padişahiye göndermeye başlamıştı. Eşkiya takımının birer birer yakalandığını ve kafalarının padişaha, vücudlarının başsız gömüldüğünü görüp işiten Yeğen Osman, eşkiyalıkda sebat etmeyip, devlete dehalet etdi. Af olundu. Afyon Mutasarrıflığını bir müddet ifa eyledi peşinden maiyetine dörtbin kişi verilerek, Rumeli tarafına sevk olundu ve serçeşmelik unvanı tevcih olundu. Serçeşme unvanı bir çeşit yedek subaylık gibi düşünülebilirse de Osmanlı zamanında savaş zamanında toplanılan askerlerin komutanına verilen isimde olmuş, tşte burada adı geçen Serçeşme Yeğen Osman, Boşnak Sarı Süleyman Paşaya kafa kaldıran ve meşhur Eğri kalesine gönderilmek istenen erzak meselesini tehlikeli görüp, bundan kurtulmak için askeri isyan için kışkırtan adamdır ki, ol şakiye itimat bazen de böyle gösterir kendini!
İmamlar Sesini Yükseltiyor!
Padişah; bazı cedleri gibi, meselâ 2. Selim gibi, bir müddet 3. Murad gibi, Sokullu Mehmed Paşa gibi bir veziriazamı bulunca da İşe karışmamak yolunu nasıl tuttularsa, Sultan Mehmed'de Köprülü Mehmed ve Fâzıl Ahmed Paşalar gibi kiymetdar, veziriazamları bulunca yetkilerine karışmaması, yanlış değildir diye düşünüyorum.
Tabiiki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, padişahın arzusu hilafına Viyana üzerine yürüdüğünde müdehale etmemesi, veziriazamın selefi Köprülüler gibi olabileceğine ihtimal vermesinden kaynaklandığı ortadadır. Halbuki; daha çocukluk döneminde Turhan Valide Sultan'ın işe yarar vezir bulmak için ne kadar çok sadrıazam değişmesine müsaid davrandığını birazda düşünmek lâzım. Belki de sık sık sadrıazam değiştirmesi, devlet de hanedan değişimine göz diken olu yüzden fazla görevde tutmadığını teemmül gerekir. Amma Köprülüler gibi sadık, ahlâk sahibi becerikli insanları bulunca da iki adamla yirmi seneyi aşan bir görev beraberliğinde padişahında hayli hissesi vardır. Merzifonlu'nun infazı, kahtı ricali getirdi sanki. Vezirleri başarılı görmek kabil olmuyor, biribir-leriyle çekişmekten memlekete faydalı olamıyorlardı. Düş-manlarsa mukaddes bir ittifakla birleşmişler, devamlı saldırıyorlar. Günlerden bir gün; Hacı Evhaddin Tekkesi Şeyhi Hacı Hüseyin Efendİ'yi avlanmak üzere bulunduğu Davud Paşa'da iken bahse konu semtin camiine vaaz vermesi için davet eder. Fakat: "Hüseyin Efendi; Vaaz dinlemek isteyen İstanbul'a gelir herkes giBi camie girip dinler." Dedikten sonra: "benim söyleyeceğim av'dan elçek, gel tahtında otur. İbadet ve ta~ atle meşgul ol, ülke harabeye döndü, ibadullahı gör ve onları gözet" Diye haber gönderdi. Padişah gönderdiği dâvetçı-den, yukarıdaki cevaplan aldığında hayli kırıldı. Bu sefeı de başka bir zâtı davete karar vererek dâvetçi gönderdi. Bu zât da Bayramiye'ye mensup şeyhlerden Himmetzâde Abdullah Efendi idi. Padişah davetini red etmeyi uygun görmeyen Himmetzâde DavudPaşa Camiine gitdi. Verdiği vaaz dinleyenleri hüngür hüngür ağlatacak meşrebde idi. Söyledikle-riyse, özetle: "Ümmeti Muhammed, devlet sahipsiz kaldı, şehir ve kaleler düşman eline düşüp cami ve mescitler kilise oldu. Fiillerinizi değiştirin, günahınıza tövbe edin; şimdiden bize lâzım olan, gözümüzün yaşından çimen bitinceye kadar başımızı yerden kaldırmamaktır." Dedikten sonra padişaha tarizle: "Nedir bu inip binme? Bu hay huy ve nefsi emmarenize uymalar? Nice bir gaflet uykusunda yatıyorsunuz? Gerçi padişahlar av'a gidip gelmişler amma ancak şimdi zamanı değil! Her zamanında bir icâbı var dedi." Padişah ise sözün döküldüğü alanı intikal ettiğinde kızdı ve atına binip, kürsüyü ve şeyhi vaazda bırakarak ava çıkmayı tercih eyledi. Bundan böyle kendisinin avda olduğu zaman bölgedeki camilerde vaazı yasakladı. Bu yasaklama kararı sonrasında, cuma namazlarını ve dualara iştiraki terk eden padişahı ikaz için ulemâ birleşip, şeyhülislamın kapısına dayandılar. Sordular: "Padişah Hazretleri niçin Cuma namazına gelmez? Yedekçilikten bozma, bir serhoşu sefihi kaymakam edip devleti sipariş etmiş! Kendi hevâyı nefsine tâbi avında ve kuşunda, vilayatın harab olduğuna bakmayıp umun müs-limiyni görmez oldu ve işte din ve devlet bu hallere girdi eğer padişah ise şikârdan el çekip tahtında otursun ve ibadullahın hizmetini görsün. Şikâra gittiğine duaya gelmediğine rızamız yoktur" Diyerek şikâyetlerini ortaya koydular. Şeyhülislâmı bu şikâyetleri, Recep Paşa kanalıyla padişaha arz ettiğinde padişahda o pazartesi Eminönün'deki Yenicâ-mie gelip, orduların muzafferiyeti duasına iştirak etdİ. Fakat bu ifadelerin padişaha ait otoritenin sarsılması demektir. Vasıtalı olarak söylenmesi daha zor yenir, yutulur bir işdi! Bunlar olurken Budin Kalesinin elden gittiği haberi erişdi. Padişah bu bilgi üzerine şeyhülislâmı istişare için yanına çağırdığında Efendi: "Bizim yanınıza gelmemize ulemânın müsaadesi yoktur! Emirîeri ne ise bildirsinler" şeklinde haber gönderdi. Bu cevap da işin vahametini ortaya koyuyordu. Fakat; padişah dâvetine icabet etmeyenin azli gerçekleşti ve Ankaravî Mehmed Efendide makamı meşihate nasbedildi. Yeni şeyhülislâm padişaha güzel bir nasihat çekmek suretiyle bir ay kadar av yapmamasını sağladı. Ancak bu zevkin tiryakisi olan padişah oturamadığını ileri sürüp izin istediyse de, uzaklara gitmemek kaydıyla müsaade verildi.
Siyavüş Paşanın Sadareti
Bilindiği gibi; Siyavuş Paşanın İstanbul'a gelip, Recep Paşa vasıtasıyla mührü hümayunu ve Sancakı Şerifi padişaha göndermiş olduğunu ve buna mukabil padişahında, bu Emrivaki karşısında, nefsine mağlup olmayıp, mührü, Sancakı Şerifi ve bir de hattı hümayunla bu tarafa gelmemelerini emrettiğini kaydetmiştik ve bunlar yeni sadrıazamın eline geçtiğinde Siyavuş Paşa, maiyetindekiler! toplayıp onlara yüzbe yüz olarak padişahdan gelmiş fermanı okuttu.
Ancak ocaklar halkı, yâni çeşitli askeri sınıfın efrads şu ifadeyi ileri sürdü: "Bu hattı hümayunu gönderen adamın mutlak padişahlığını istemeyiz. Burada kışlamayıp da şer'ile dâvamızı görmeye İstanbul'a varmayınca hiçbir mahalde dizginimizi çekmeyiz" Demek suretiyle ne padişahın dediği Belg-rad'da kalın sözünü takmadılar ne de her hangi bir yerde duralım teklifine de kapı kapadılar. 16/zİlkade/1098-22/ey-lül/1687'de bu hâl tevali edince Siyavuş Paşa madem gideceğiz, memâlikimizi bir düzen üzere bırakalım dedikten sonra, bazı vazifelere tâyinlerde bulundu. Yeniçeri askerinin ısrarı üzerine Ağa'lıktan azledilmiş bulunan Bekri Mustafa Paşaya yeni hizmet yeri olarak Boğazhisar (Çanakkale) muhafızlığını gösterdi.
Kul kethüdası, yâni yeniçeri erkânı harb sekreterini yeniçeri Ağa'Iığına yükseltti. Bunun adı da, Cadı Yusuf Ağa idi. Bu icraattan sonra istikameti İstanbul eylediler. Ancak; Vara-din'de bulunurken Sadrıazam Siyavuş Paşa; kendi ağzından değilde isyancıların hislerini aktaran şikâyetnameyi de Şeyhülislâm Ankaravİ Mehmed Efendi'ye gönderdi. Din ve imanla namus ve ırz gidip, düşmanlar arasında kötü anılanlardan olduk padişah tahtında durmaktadır fakat askerde gönül birliği olmayıp, bunlarla bir şey yapılmaz.
Büyük çoğunluğun seçimi hepimizde öncülüğünüze ihtiyaç duyup, gidelim ve şer'le dâvamızı halledelim 4. Meh-med'i tahtdan indirip, kardeşi şehzade Süleyman'ı padişah edelim, dediklerini bildirdi. Bunun üzerine Ankaravî Mehmed Efendi; ulemanın reisi olmasından doîayıda gizlice bir toplantı tertip etdi. Kendisine gelen sadrıazamın mektubunu gelenlere okudu. Onlarda, cevap olarak "Bu noktada bizde askerle aynı düşünüyoruz. Padişahın nezdimizdeki itimadı şayanı kabul olmayacak derekededir. Nasihat kabul etmiyor, ne kadar işe yaramaz adam varsa onları başa koydu ve ülke bu hâle geldi. Ancak bu isyancı reziller de yarın İstanbul'da neler eder bilemeyiz çünkü bunlar söz anlamaz takımından-sa sıkıntı daha da büyür. Sadrıazam bunlardan, ulemayı dinleyeceklerine dâir söz alabilirse, biz de yardımcı olalım ve daha güç şartlar zuhur etmesin şeklinde cevap verdiler. Sadrıazam Siyavuş Paşa İstanbul'a müteveccihen yoldayken, padişah Sarı Süleyman Paşa ile Recep Paşayı yanına çağırttı, Boşnak San Süleyman Paşa hemen geldiği saray'da boğularak kellesi yoldaki askere gönderildi. Recep Paşa ise, kendisini almaya gelen Bostancıbaşı'ya "içeride pek önemli evrak var. Birazda üzerime nakit alayım az bekleyin" demek suretiyle içeri girdi. Tebdili kıyafet edip, firara muvaffak oldu. Çıkışını gizli kapıdan yapmıştı. Bu firar, padişaha bildirildiğinde hayli kızdı ve ongüne kadar yakalanmazsa, Bostancı-başı'nın öldürülmesini de emretti. Recep Paşa ise tebdili kıyafet bindiği beygirle Edirnekapı istikametinde uzaklaşırken, esnafın çarşılarından geçerken de şehre haydutlar bastı, dükkanlarınızı kapatın kaçın demek suretiyle bir karışıklık çıkarmaya da gayret sarfettiğini Zübdei Vekaiyat bildiriyor. Padişah; eski sadrıazamın kellesini gönderirken yolladığı yazıda kimlerin kellesini istiyorsanız defter ediniz, ciğerparem Mustafa'yı bile isteseniz sizden esirgemem diye yazmıştı. Bunları tutar tutar, kellerini gönderirim. Siz Edirne'de kışlayın tenbi-hini de unutmamıştı. Şüphesizki padişahın bu mektuplara yazdıklarını, harffiyen yerine getireceği sanılmamalidır. Bunlar zaman kazanmış olmak için yapılan ajitasyon hareketleridir. O zamanki tâbir, asileri birbirine düşürmek için serpilen nifak ve şikak teşebbüsleriydi. Eğer altun ile de takviye edilirse, en azından kitleyi, ikiliğe düşürmek uzak ihtimal değildi-
Padişahın; tahtını muhafaza edebilmek için bazı yollara baş vurmasını makul karşılamak gerekir diye düşünüyorum. İktidarın, buyrun sizin olsun diyenine deli lakabı verildiğini, 1. Mustafa'nın, yeğeni Genç Osman'ı "Nerdesin? Osman; bu bâr bana pek ağır geliyor" diye sedir altlarını arayan olduğunu hatırlarsak, dünya saltanatına önem vermeyene deli mi denir? Yoksa akıllımı? Bunu iyice temmül etmek gerek.. Yukarıda düşüncemizi belirttiğimiz minvalde; 4. Mehmed'de aynı yola başvurmuş Serçeşme Yeğen Osman'ada gönderdiği haberde kendisine bin altun gönderdiğini, bu işi atlattıktan sonra kızı Hatice Sultanla evlendireceğini vaad etmekten de çekinmemişidi. Ancak padişahın son hattı hümayunu, yine Siyavuş Paşa tarafından kaderdaşlara okutuldu. Onlar ise, İstanbula varınca padişahımız bellidir." Dediler. Bu arada ise; boşalan sadaret kaimmakamhğına Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa tâyin edildi. Siyavuş Paşa, Fâzıl Mustafa Paşanın eniştesi olduğundan belki kendine faydalı bir yol bulunuru düşünmüş olabilir.
Fâzıl Mustafa Paşayı; Alay köşkünde kabul ederek padişah şunları söyledi "sana yapageldiğim cevirlere rağmen bana sadakatte dâim oldun. Paşa baban ve biraderin zamanındaki hizmetleri senden de beklerim dedi. Padişah bu sözleri söylemeğe kendini vicdanen mecbur hissederek söylemişti. Çünkü, Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın infazı sonrasında bu Köprülüler ailesi hayli istiskale maruz kalmıştı ve bu vicdanları sızlatacak bir haldi. Bu sırada da Recep Paşa Çatalca'da ele geçirildi ve boğduruldu. Edirne'de kışlamağa razı gelmeyen asker, padişahın hallinde ısrarlı olduğundan, bu hâl padişaha bildirildiğinde, 4. Mehmed; Siyavuş Paşa'ya meâlen son olarak şunları yazdı: "Sizin maksadınız malum olmuştur. Ben size yaramadığımı anlıyorum. Beni tahttan indirmeniz murad ise, oğlum Mustafa'yı size Allah'ın emaneti olarak veriyorum. Yerime geçirin ve beni kendi hâlime koyun. Allahımızın bir esması da Kahhar'dır. Dilerim Allahdan
ki; cümleniz kahrolasınız!" Diye yazdı. Bu son cümle padişahın nefs ve izettini korumasının bir örneğidir ki, kellesini ortaya koymuş olması bakımından takdire şayan bir şecaatdir. 1099/Muharrem başında, 7/kasım/1687'de 4. Mehmed'in menkubiyeti, mahlû padişahın kardeşi şehzade Süleyman, 2. Süleyman unvanı ile Osmanlıya padişah oldu.
4. Mehmed'in Hanımları Ve Çocukları
19. Osmanlı padişahı olan 4. Mehmed'in hanım sayısının sekizinin adından başka bir malumat olmayıp, iki hanımı hakkında geniş sayılmasada bir miktar malumat bulunmuştur.
Bunların ilki Mehpâre Emetullah Gülnûş valide sultandır ve 1647'de doğdu padişahdan beş yaş küçüktür. 68 yaşındayken, Edirne sarayında irtihal eylemiştir. Deli Hüseyin Paşanın Resmo'da Verzizzi sülâlesinden esir alınıp, Turhan valideye hediye edilmişti. Padişah bu izdivaçla 1661 'de Gülnûş sultanla başlayan hayat çizgisi 26 sene sürmüştür. Bu ha-nimsultandan olan oğulları 2. Mustafa vede 3. Ahmed ün-vanlarıyla tahta çıktıklarından, iki defa valide sultanlık etme şansı elde etmiştir. Ayrıca Haticesultan adlı kızı bu hanımından doğmuştur 4. Mehmed hân'ın. Üsküdar'da Vâiide Camiinde yaptırdığı türbeye defn olunmuştur.
4. Mehmed hânın 2. hanımı ise, şâire Afife Haseki olup es-ki sarayda 1688'den sonra vefat etmiştir. Diğerlerinin yukarıda ki ifademize uygun olarak sekiz hanımın isimleri şöyledir: Râbia Haseki ile Kâniye, Siyavuş, Gülbeyaz, Rukiyye, Cihgn-şûh, Dürriye ve Nevruz hanımlardır. Padişahın kızlarına gelinçe; 1662 doğumlu Hatice sultanhanım 81 yaşında vefat etmiştir. Kabri Yenicâmii türbesindedir. Çokça eskimiş olan Ayvansaray'daki Yavedûd Camiini ihya etdi. Bu sultanhanım 81 sene muammer olmuş ve bu uzun ömürde iki izdivacı olmuştur. Bunun ilki Musahip Mustafa Paşa ile olmuş 1675'de izdivaç gerçekleşmiştir. Bu dâmad'ın 1686'da vukubulan vefatını müteakip dul kalan Hatice sultanhanım, Morali Enişte Hasan Paşaya verilmiştir. Bu evlilik 23 sene temadi etmiştir. Hasan Paşa Î713'de vefat etmiştir sultanhanım ömrünün son otuz senesini evlenmeden tamamlamıştır.
4. Mehmed'in 2. kızı Emetullah sultanhanımın 1670'de doğup 30yaşında olduğu halde 1700 vefat edip, Yenicâmi türbesinde toprağa verildiğini biliyoruz. Bu sultanhanimda iki defa evlenmiştir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile ilk izdivacını yaptığında daha doğrusu nikâhı aktedildiğinde beş yaşında olan hanımı 2. Viyana bozgunu sonrasında nikâhlısının idam edilmesi hasebi ile 13 yaşında dul kaldıysa da, zifaf vu-kubulmamış olduğundan, bu izdivacın hukuken yapıldığını fakat fiili bir izdivaç olmadığını kaydedelim. 2. dâmad ise Si-lahdar Çerkeş Küçük Osman Paşa oldu. Evlilik Edirne'de 1694'de gerçekleşti. Bu sırada sultanhanımın yaşı 24 idi ve altı sene süren evliliği sonunda vefat etdi.
1681'de dünyaya gelen Fatma sultanhanım'sa 4. Mehmed'in üçüncü kızıdır. Bu hanımsultanda ilk evliliğini Tırnakçı Çerkeş İbrahim Paşa ile 1696'da 15 yaşında olduğu halde yapmıştır. 1697'de öldürülen daha doğrusu idam edilen Paşanın dul Hanımı, henüz 16 yaşındaydı. 2, Dâmad ise Topal Yusuf Paşa ile 1697'de üç sene sürebilen bir izdivaç yaptılar, bu evlilik sultanhanımın vefat etmesiyle noktalandı.
4. Mehmed'in altı tane adları bilinen oğlu doğmuş olup, bunların ikisi, biri Sultan 2. Mustafa, diğeri 3. Ahmed unvan: ile Osmanlı tahtına çıkmışlardır. Dört şehzade ise bebeklik dönemlerinde vefat etmişlerdir. Bunların adları şöyledir: İbrahim, Bayezid, Süleyman şehzadeler ve ümmi Sultandır.
4. Mehmed'in Sadrazamları
4. Mehmed'in ilk sadrazamı Mevlevi Sofu Mehmed Paşadır. Sultan İbrahim'in son sadrazamı olmasıyla, otomatikman görevinde ipka olunduğundan çocuk padişahın ilk veziriazamı olması kesinlik kazandı. Merhum padişahın katliyle alakalı fiil ve rolü ifademizde yer almıştı. Mehmed Paşa, 1060/1650 tarihli vakfiyesindeki bilgilere göre Süleyman adlı bir zâtın oğludur. 1051/1641senesinde Kemankeş Kara Mustafa Paşa sadaretinde, başdefterdar görevinde bulunup, faydalı çalışmaları görülmüştür. Yenikapi Mevlevihanesinde Hüseyin Dede dervişlerindendi. 1059/cemaziyeIevvelin 7. /1649 mayısının 19. perşembe günü azledildi. Kabri öldürüldüğü yer olan Malkara'dadır.
Kara Murad Paşa: Aşağı yukarı her Osmanlı ileri geleninde olduğu gibi, Kara Murad Paşa da doğum tarihi bilinmemektedir. Arnavut ırkındandir. Yeniçeri Ocağının Samsuncu Ortasında (bölüğünden) yetişmiştir. Girit'i fethe gönderilen ordunun komutanı Yusuf Paşa'nın yanında yeniçerilere komuta eden Ağa olarak vazife yapmıştır. Hanya'nın zaptedilmesin-den sonra Sekbanbaşı makamına yükseltilmiştir. Sultan İbrahim'in son döneminde Girit'te sekbanbaşılıktan infisal ettiğinden payitahta dönmüştür. 4. Mehmed'in tahta iclasında Yeniçeri Ağası nasbediimiştir. Sofu Paşanın azlinden sonra makamı sadaret Yeniçeri Ağası Kara Murad Paşa'ya düşmüş, Yeniçeri Ağalığı da, Kara Çavuş Mustafa'ya tevdi olunmuştu. Sadrazam ve Yeniçeri Ağası aralarındaki rekabeti, can düşmanlığı hâline getirmişlerdi. Kara Çavuş Mustafa Ağa, Kur çük Valide Turhan Sultan hizbine müntesib olduğundan, hayatını tehlikede gören Kara Murad Paşa, sadaretten istifayı uygun görmüş ve Budin Valiliği görevine tâlib olurken, padişaha da, ocaktan hiç kimseyi veziriazam yapmamalarını, Melek Ahmed Paşa'nın sadaretini tavsiye eylemiştir. Bir gün önce Bağdad valisi nasbolunan Melek Ahmed Paşa bu görevden alınmış ve sadareti uzma makamına yükseltilmiştir. Kara Murad Paşa üçyıl süren Budin Valiliğinden sonra İstanbul'a gelmiş ve Kaptanı Derya makamına tâyin olunmuştur. Kaptanı Deryalığı esnasında Girit'e asker ve yardım götürme işlemini yapmak üzere donanmayla, Çanakkale Boğazından çıkmıştı. Üzerine saldıran Venedik donanmasını, mağlup etmeyi başararak, Girid'in ihtiyacı olan yardımları taşımaya muvaffak olmuştur. Daha sonra veziriazam İbşir Mustafa Paşa aleyhine tertiplediği isyan sonunda, İbşir görevinden atılıp, idam olunduğunda boşalan sadaret tekrar Kara Murad Paşa'ya verilmiştir. Ancak bu sadareti üç ay sürebilmiştir. Yine kendi İstifasıyla ve talebine uygun olarak Şam'a vali olarak gönderilmiştir. Yolda tutulmuş olduğu Humma Hastalığı, Hama şehrinde ölümle sonuçlanmıştır. Oraya defnedilen Murad Paşa altmış yaşlarındaydı deniyor. Paşanın iki sadaretinin yekünü birbuçuk sene civarındadır.
Melek Ahmed Paşa: Can Mirza Paşanın Abaza diyarından çalıp satışa arzettiği çocuklardan olduğu rivayeti varsa da, Zılhoğlu Mehmed Efendi nâmıdiğer Evliya Çelebi Merhum, ünlü eseri Seyahatnâme'de annesi tarafından akrabası olan Melek Ahmed Paşayı anlatırken, babasına ait Tophane semtindeki konaklarında doğduğunu, az sonra yine babası tarafından alınıp, Abaza diyarına götürülüp, kendi yaşıtları arasında yetişip, terbiyesine itina etmek üzere yetiştirilmesi sağlanmıştır. Daha sonra yine babası, İstanbul'a getirip, Sultan 1. Ahmed Hazretlerine takdim etmişti ve Melek lâkabı bizzat padişah tarafından verilmiştir, demektedir. 1048/şabanl638 aralık ayında Diyarbekir Valisi olarak saraydan çıkmıştır. Altı yıl sonra, 4. Murad Hân'ın kızı Kaya Sultanhanım ile izdivaç yapmıştır. Çeşitli vilayetlerde valilikle istihdam olunduktan sonra, Kara Murad Paşanın tavsiyesi üzerine boşalttığı makama tâyin olundu. Bu sadarette Kösem Valideyle hanımı Kaya Sultanın iltimasları yok sayılmamalıdır. Melek Paşanın memleketin mâli sıkıntısının hafiflemesini temin hususunda, bütün devlet adamlarının sipahilerin, timar ve zeamet sahiplerinin-de, fedakârlık yapmalarını taleb eden tedbirleri yüzünden sevilmeyen bir kimse olmuştur. Makamı sadarette pekde fazla kalamamıştır. 7/ağustos/1648ile21/mayıs/1649 tarihlerinde bir sene onyedi gün sürmüştür. Bu zat'da altmış yaşlan civarında vefat etmiştir. Eyüb Sultan'da Kaya Sultan Yalısı civarında üstadı Geçi Mehmed Efendi kabrinin hemen yanına defnedildiği Hasibi üsküdâri'nin "Vefayat Mecmuası" adlı eserinde yer almıştır.
Siyavuş Paşa: Bu sadrazamda Damad olmak şerefine nail olmuştu ve bu da, selefi gibi Abaza kavmindendir. 4. Murad devrinin meşhur Abaza Paşasının mâiyetindendir. Abaza Pa-şa'nın öldürülmesi sonrasında padişah tarafından sarayda ahkonmuştur. Pek güzelce bir zat olan Paşa iki defa sadaret makamına oturmuşsa da, bunu birincisinde, bir ay yedi gün muhafaza edebilmiş, ikincisi Vakai Vakvakiye meselesi esnasında Zurnazen Paşanın yerine geçmesiyle olmuşsa da, humma'ya yakalanmış, pek bir şey yapamadan vefatı vuku-bulmuştur. İlk sadaretinden önce çeşitli yerlerde valiliklerde bulunmuştur. İkinci sadareti de bir ay yirmiiki gün sürmüş iki sadaretin toplamı 2 ay, 29 gün tutmaktadır. Bu zâtı da bir defasında idam olunmaktan Kösem Mahpeyker Valide Sultanca kurtarılmıştır.
Gürcü Mehmed Paşa: Bu zat, sadarete geldiğinde ası sekseni aşmış bulunuyordu. Sadareti 8 ay, 23 gün sürmüşA, tür. Divân'da Hocazâde Mesud efendinin sözleri karsısında"evladım ben bu saçı sakalı devlet işlerinde ağrıttım" cevabını verdiğinde Turhan Valide Sultanın azarlaması pek anılan rivayettendir. Sadaretinden sonra bir çok sürgüne muhatap olmuş, 1660 senesinde son valiliği olan Budin vilayetinde vefat eylemiştir. Vefatında 90 yaşında olduğu söylense de, Vecihİ tarihinde 113 yaşında olduğunu belirten rivayetide buraya alalım.
Tarhoncu Ahmed Paşa: Arnavutluk'un Mat kasabasından-dır. Enderundan yetişenlerdendir. 1633 yılında Mısır'a Vali tâyin olunan Bosnalı Musa Ağanın maiyetinde saraydan Mısır'a gitmiştir. Sultan İbrahim'in sadrazamı Hezarpare Ahmed Paşa maiyetinde de bulunmuştu. Sadrazamın parçalandığı vakada hayatını kaybetmek üzereyken, şeyhülislâm Abdür-rahim efendi himayesi altına alarak mutlak bir ölümden Kurtarmıştır. Önce Diyanbekir valiliğine tâyin olunan Tarhoncu Ahmed Paşa daha sonra Mısır Valiliğine nasb olunmuştur. Bu sırada tarihin h. 1 059/m. 1 649 olduğunu görüyoruz. H.1061safer/m. 1651ocak ayına kadar Mısır Valiliğini yürütmüştür. Azledilmiş ve yerine Hadım Abdurrahman Paşa getirilmiştir.
4. Mehmed'in Şeyhülislâmları
4. Mehmed tahta çıktığında henüz yedi yaşının içindeydi tabii Kösem valide sultanın niyabetinde hüküm sürmüştü. Bu sırada makamı meşihatde Adanalı Hacı Abdurrahim Efendi bulunuyordu. Şeyhülislâm Osmanlı devletinin 41. şeyhülislâmı idi ve Sultan İbrahim tarafından, 25/nisan/1647'de göreve getirilmişti. 4. Mehmed bu şeyhülislâmla 11 ay, 10 gün çalışmıştır ve yerine aslına bakarsak devletin atabeyi durumunda olan Kösem valide, Hocazâde Mehmed Bahai Efen-di'yi 18/temmuz/1649'da göreve getirdi. Bu zâtın meşihati i sene, 9 ay, 15 gün sürdüğü görüldü. Yerini 43. şeyhülislâm olarak, Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi tâyin edildiğinde târih 2/mayıs/1651 idi. Bunun 4 ay, 2 gün süren vazifesini Ebu Said Efendiye 2. meşihatini sürdürmek üzere devretmiş oldu bu zât da, bir seneyi tamamlamaya 18'gün kala infisal etdi. Bahaî Efendi ikinci defa vazifeye getirildi. Bu seferki meşiha-ti 1 sene, 4 ay, 17 gün sürmekle beraber, hayattaki nefes sayısı da göreviyle birlikte bitti.
Bu sefer halef selef oldu, yâni biribirlerini takip ederek, Ebu Said tekrar ve 3. defa şeyhülislâm oldu 2/ocak/1654'den 1 l/mayis/1655'e kadar 1 sene, 4 ay, 10 gün, sürerek üç meşihatinin toplamı 4 sene, 2 ay, 10 gün olmuştur.
47. şeyhülislâm olarak Tulumcuzâde Abdurrahman Efendiyi 9 ay, 25 günsonra makamdan istifaen ayrılmış görüyoruz.
Memikzâde Mustafa Efendi 13 saat süren meşihatiyle görevde enkısa zaman kalan oldu.
49. şeyhülislâm Mesud Efendiydi ki, bu çok genç adamın meşihati 4 ay; 13 gün sürmüş, azlinden 15 gün sonrada idam ettirilmiştir.
50. şeyhülislâm ise Nahcıvan doğumlu Hanefi Mehmed Efendide vazifede, 4 ay, 5 gün kalabildi. Balızâde Mustafa Efendi, 6 ay, 2 gün kaldığı makamdan ayrıldığında takvimler 23/mayıs/1657'yi gösteriyordu. Bolulu Mustafa Efendi 1 sene, 9 ay, 28 gün sürecek hizmetine başladığı târihin son hizmet günü 20/mart/1659 oldu ondan boşalan yere, Bıçakçı-zâde Esirî Mehmed Efendiyi getirdiler. 2 sene, 10 ay, 14 gün sürmüştü.
54. şeyhülislâm Sunîzâde Mehmed Efendi, 3/şu-bat/1662'de göreve başlamıştı. Minkârizâde makamı meşi-x hate geldiğinden 11 sene, 3 ay sonra giderken târih 21/şu-bat/1674idi.
İstikrar avdet etmiş olmalıki Çatalcalı Ali Efendi, 12 sene, 7 ay, 4 gün süren meşihat dönemi tamamlandığında, târihler 27/eylül/1686'idi. 57. şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Efen-didel sene, 1 ay, 5 gün sürdü ve makamı vefatıyla boşaldı.
Debbağzâde Mehmed Efendi; 2/kasım/1687'de vazifeye tâyin edildi. 3 ay, 12 gün makamda kaldı ve de yerini, 59. şeyhülislâm Erzurumlu Hacı Feyzullah Efendiye bıraktı. Fakat bu zâtın ilk meşihati 17 gün sürebildi. Şeyhülislâmın altıncı günü dolarken, 4. Mehmed'in tahttan indirilmesi gerçekleşti. Böylece 4. Mehmed; 19 defa şeyhülislâm tâyini yapmışsa da, iki zâtda ikişer defa meşihate geldiğinden on-yedi ayrı kişi ile çalışmıştır.
Dördüncü Mehmed döneminin, uzunluğu ve çok dönemli bir devri ihtiva etmektedir. Biz, burada yukarıda tamamlayıcı malumat olarak aşağıdaki çalışmayı ayrıca eserin bu sahife-lerine dercini uygun gördük. Köprülü Mehmed Paşanın vefatından sonra, vasiyeti üzerine sadarete oğlür Köprülü Fazıl Ahmed Paşa getirilmişti ve yaşı henüz 27 idi.
1072/1661tarihi yeni bir dönem başlatmıştı. Baba vezir, ülkenin iç nizâmını temin ettikten sonra yavaş yavaş serhad boylarında, kıpırdanan düşmanlara haddini bildirmek üzere harekete geçmişti ki, ecel onu yakaladı. Bahse konu hazırlıkları oğul sadrıazam Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa devraldı. Avusturya son zamanlarda Erdel işlerine pek karışır olmuştu. Hatta söz konusu belde üzerine asker bile sevketmişti. Bu mesele hakkında Avusturya ile yapılan müzakereler bir seneden çok sürdü. Sonunda müzakereciler geri çekildi. 1073/1663de mecburen Nemçeliler üzerine sefer açıldı.
Genç sadrıazam seferin baş kumandanlığını uhdesine aldı. Osmanlı ordularının geçmişde defaatle sopasını yemiş bulunan Avusturyalılar, kısa zamanda bu ordunun öncülerini karşısında bulduklarında şaşkınlığa düştüler ve hemen, sadrı azamın yanına gönderdikleri elçi ile aldıkları bütün kaleleri geri vermeye, Erdel üzerine sevk ettikleri birlikleri geri çekmeye amade olduklarını bildirdiler.
Fazıl Ahmed Paşa, son zamanda Avrupa siyasi mahfillerinde Osmanlı'nın zafiyeti hakkında alıp giden dedikoduları, boşa çıkarmak niyetiyle, Osmanlı Devletinin Kaanuni zamanındaki yapılan antlaşmaya eş bir antlaşma yapmak ve böylece Avrupada yayılan düşünceyi çürütmenin yolu olarak senede 30 bin altun vermelerini veya bir seferde, 200 bin altun ödedikleri takdirde, sulha razı olacağını serdetti.
Arkasındanda yürüyüşüne devam ederek; Ösek, Budin, Estergon yolu ile Ciyvar kalesi önüne geldi. Vakit geçirmeden mezkur yeride kuşatmaya aldı. Hemen o sırada Kırım Ha-nı'nın oğlu Ahmed Giray 100 bin Tatar süvarisi yanında olduğu halde gelip, orduya katıldı. Bu kuvvetin iltihakı, düşman üzerinde kuvvei mâneviyeyi sarsmağa yetti de arttı biie. Bir aya kalmadan Uyvar kalesi Osmanlı eline geçti. Tunanın karşı yakasına geçen Osmanlı ordusu burada Avrupanın ünlü komutanlarından Monte Kukuli birlikleriylen tutuştu. Monte Kukuli burada mağlup oldu. Tatar süvarileri de, Silezya ve Moravya'yı çiğneyip yağmaladılar. Avrupalılar bu Osmanlı başarısı karşısında birleşmeyi ve Avusturya'ya yardımı karar altına aldılar. Çalışmalara başladılar ancak kış bastırdığından onların ameliyesi yarım kalırken, Fazıl Ahmed Paşa da, kışlamak ve ordunun eksiğini gediğini tamamlamak üzere Belg-rad'da kışlağa çekildi. Bizim tarihlerimizdeki adı Demirkazık, olan meşhur Avusturyalı generallerden Zirinyi, Kanije kalesini kuşatma altına almışsa da, Fazıl Ahmed Paşa'nın gönderdiği kuvvetler karşısında mağlup olmuştu. Bu vaziyet Avus-^ turya imparatorunu 25 sene temadi edecek bir sulh yapma mecburiyetine taşımıştı.
1075/1664'de Avusturya Erdel'i ve civar kalelerini boşaltacağı gibi, defaten 200 bin duka altunu verecekti. Nevarki sadrazam bu teklifi az bularak elçileri geriye gönderme yoluna gitti. Askerleriyle San Gotar üzerine yürüdü. Raab Nehri üzerine köprü kurdurarak öteki sahile geçti. Mevsim gereği Raab suyunun taşması, karşı yakaya geçmiş onbin kadar Osmanlı askerinin, kendisinden bir kaç kat fazla Avrupalı müttefik askerleriyle tutuşması, askerin geri kalan bölümünün öbür tarafta kalması ve karşıya geçiş yolu olmak üzere yapılan köprüyü kabaran suların götürmüş bulunması, karşıda mahsur kalan kendinden bir kaç misli kalabalıktaki düşmanla boğuşa boğuşa şehadet şerbeti içen islâm askerini, bulunduğu yakada çaresizlik içinde seyretmek mücahidlerin, canevinden vurulmalarını intaç etmişti.
Düşman müttefik ordusunun bu savaştaki kumandanı daha önce, Fazıl Ahmed Paşanın yendiği meşhur Monte Kukuli idi. San Gotar Meydan muharebesi diye tarihe geçen savaşı, fevkalâde güzel bir şekilde tahlil etmiş bulunan. Gazi Ahmed Paşanın bir araştırmasını, ehemmiyetine binaen bölüm sonu sayfalarımıza almayı lüzumlu bulduk.
Girid Meselesinin Halli
Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa, Avusturya seferinden döner dönmez, 1055/1645'de açılmış olan Girid seferi bunca zaman devam etmekte ve nice memleket evlâdının şehadet şerbetini içmesine sebeb olan savaşa son noktayı koyma hazırlığına girişmişti. Bu yirmi sene zarfında Girid'in bir çok bölgesi devletin eline geçmişti amma pek muhkem ve metanetle savunulan Kandiye ele geçirilememişti. Burası mücahidlerin yed'ine geçmeden, Ada'nında fethi gerçekleşmiş sayılamazdı. Bu büyük gaileyi ortadan çıkarmak için gerek deniz kuvveti, gerekse kara birlikleri hazırlıklarına girişti.
1076/1665 senesi ortalarında Edirne'den yola çıktı. 1077/1666'da Hanya'ya geldi. Kandiye'yi muhasaraya aldı. Ancak bu muhasara iki sene, sürdüğü halde başarıya ulaşılamadı. Sebebse, donanmanın pek kuvvetli olmamasından ve yeterli muaveneti gösterememesinden kaynaklanmıştı. Ancak düşman bu kuşatmaya 2 sene mukavemet edebildiler. Çünkü şehirde yiyecek azalmış, çarpışanların sabrı tükenmişti. Şehrin muhafızı sadrazamın son hücumundan sonra bir murahhas yollayarak, Venediklilere üç iskele bırakılmasını taleb eder. Bu iskeleler Suda, Ispiralunga, Garabi-ye'dir. Osmanlılara gelecek her hangi bir zarardan Venedik sorumlu tutulacak, bu hususta Galata'da bulunan Venedik Balyozuna müracaat mahalli sayılacaktır. Bu şartlar altında Kandiye kalesini teslim edebileceklerini söylediler. Malum olduğu üzere Girid fethi başlangıcından, nihayetine kadar verilen şehid sayısı yüzbini aşmıştı. Yalnız Fazıl Ahmed Paşa'nın saldırıları otuzbin kişinin telefatına sebeb olmuştu. 27/ey-lül/1669'da Kandiye teslim alındı. Bu teslim alış Osmanlıların enson büyük zaferidir. ;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder