13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN ABDÜLMECİD HAN-4-

Sivastopol Muharebesi


l4/eylül/1854'de Patrona Ahmed Paşa kumandasında olarak müttefik devletleri donanmasıyla birlikte Karadeniz'e çıkan gemilerimizin adları, tip ve top sayısı aşağıdaki liste de merhum Ahmed Râsim üstadımın tarafımızca şerhi yapılmış eserinden alıntılanmıştır: Top  Sayısı    Gemi Adı                   Top Sayısı   Gemi adı.
92            Mahmudiye 3anbarlı
72             Peyk-i Meserret
42            Muhrib-i Sürür firkateyn
12           Mecidiye vapur
12           Saik-iŞâdi
22           Ferahnüma Korvet
Oniki gemimizde yekûn 450 adet top bulunmaktaydı, in­giliz Visamirali Dundas komutasındaki İngiliz donanması; 7 tane üç anbarlı, 3 kapak, 3/firkateyn,7 korvet ve 10 adet se-ret ile, Visamiral Hamlin komutasındaki Fransız donanması da 2 tane üçanbarlı, 15 kapak, 21 firkateyn ve bir kaç tane vapurdan ibaretti. Görüldüğü gibi bizim gemiler ile diğer iki devletin donanmaları arasında sayı ve tip bakımından pek büyük bir fark görülmüyordu.
127l/safer/16-10/kasım/l854'de Odesa topa tutuldu. Bu limandaki gemiler olsun harp malzemelerinin bulunduğu de-polar olsun yakılıp yıkıldı ve zapt olundu. Bu sırada 30 bin Fransız 20 bin İngiliz vede 7 bin Osmanlı askeri birleşik do-nanma adı altında Sivastopol'ün kuzey yönünde bulunan °Patorya bölgesine çıkarıldı. 20/eylül/1854'de de Alma sa-VaŞi vukubuldu. Târihi Lütfi diyorki: "İngiliz, Fransız ve Os-
72
Teşrifei kapak
64
Nusretiye Firkateyni
12
Feyz-i Bari vapur
12
Tâif Vapur
16
Şehber vapur
22
Ceyran korvet
mani) donan- malarının gemileri müştereken Karadeniz'e çı­kıp, Kırım sularına gitmeğe karar verdikleri sırada, Şum-nu'da bulunan, serdar-ı ekrem Macarlı Ömer Paşa'nında Kı­rım tarafına geçmesi hakkında çıkarılan; hatt-ı hümayun ile padişahça yapılan tavsiye vede yüksek emirlerini tebliğe va­zifeli hariciye müsteşarı Mahmud Nedim Paşa, Sâik-i Şâdi vapuruyla Varna'ya geldi. Ömer Paşa da Varna da idi. Bolca cephane ve mükemmel eğitimli askerle birlikte Kırım'a hare­ket ettiydi ki, Ömer Paşanın yerine, uhdesine Anadolu ordu­su müşirliği verilen İsmail Paşa tâyin olundu. Ayrıca İstanbul ordu müşirliği Arabistan ordusu eski müşiri Vâsıf Paşaya tev­cih olundu."
Odesanın topa tutulması sonrasında 400 parça gemiyle Kırım'a yönelen birleşik donanma Sivastopol limanında bu­lunan üçanbarlı, onbir adet kapak, dört adet firkateyn, altı tane Korvet ve bir takım vapurlardan müteşekkil Rus filosu, Sinop'daki yaralarını sarama dıklarından dolayı denize çık­mağa cesaret gösteremeyip, Amiral tedbir olarak limanının önünü örtmek üzere bütün gemilerini limanın ağzına topla­mıştı. Elma ve Gözleve zafer lerinden sonra, Sivastopol üze­rine gidilmiş ekim ayının 17.günü limana giren müttefikler muazzam kahramanalıklar göstermişlerdir. Şöyleki:
Fransız amiralinin bindiği Veyli Düpari isimli, üç anbarlı ile İngiliz amiralinde, içinde bulunduğu Britanya isimli üçanbariı istihkâmların önüne bin yarda mesafeye demirlemiş, Fransız harp gemileri kuzeye, îngilizlerinki ise, güney istikametinde iki hat şeklinde olmak üzere mevkii alıp, Mahmudiye ile Peyk-i Meserret gemilerimizde bu gemiler civarında bulun­muştur. O günün akşamına kadar devam eden karşılıklı top­çu savaşı her iki tarafa da büyük zararlar vermişti.
Ru mevkıi müstahkemin kuşatılması 1 27 lzilhicce-l855/aâustos>una kadar devam etdi- Zilhiccenin 7.,ağus-s'un 5.günü aralıksız üç gün gerek denizden gerekse kara-, topa tutulmasından sonra hücum edilip Molikaf Tabyası le qeçmiş ve ertesi gün Henüb Tabyası da zapt edildi. Bu afer Avusturyalıların ilân-ı harb etmelerine ve de Rusların se sulh kapısını çalmaya mecbur olmalarını sağladı. Buskee komutasında bulunan bu asker, Ruslarla müthiş bir savaşa tutuştu. Bu hücum general Kan Rober ve Dorel komutasında bulunan fırkaların Alme yaylasına varmalarını temin etdi. Daha sonra İngilizlerde kendilerine tâyin edilen yere bin müşkülat ile gelebildiler. Bu vaziyet Rusların feci mağlubiye­tini intaç etdi. Savaşın bu safhası Alme ırmağı sahilinin zap­tını ve Sivastopol yolunun açılmasını kolaylaştırdı. Sivasto-pol'a giriş pek dar olduğundan ayrıca uz-un bir karaparçası-nın güney sahilindedir. Müttefik ordusu bu yeri dolaşarak ge­lebildi.
Karadeniz'de Kırım'ın denize doğru çıkıntı yapmış olan köşesi Kersünez Yaylasında yâni şehrin güneyinde birleştiler. Şehrin istihkâm ve savunma mevkii yetersiz olduğu halde bir hücumla kolayca zapt olunabilirdi. Fakat müttefikler cesaret edemediler. Sen Arno eylül ayının 29.gününde öldü. Onun yerine geçen Kan Rober, azimkar bir kimse değildi. Bu se-beble zaman kaybedildi.
Ruslar ise; amiral Nahimof*ve Kornilof gibi kimselerin azımkârane kumandaları ile kaimakam Totleben gibi, son rece usta bir askerin bakışı ve idaresi altında en mükem-mel savunma vaziyetini aldı. İçlerine taş doldurarak Rus do-anmasını deniz yolunun girişine hatırdılar. Telmian'ın so­nda bulunan Sivastopol'da bu sebebten müttefik gemileri-n top atışlarından kurtuldu. Bundan başka şehrin güney cihetinde istihkâmlar vücu da getirdiler. Malikof ve Yeşiltepe Tabyalarıda sağlamlıkları ile kısa bir zaman zarfında şöhret oldu. Zâten ingiliz ve Fransız deniz gücüde Sivastopol'ü ta­mamen muhasara edemezdi. Şehrin kuzey tarafı ise dışarı ile münasebetlerine devam edecek vaziyetteydi.
Prens Mençikof, kesintisiz imdad alan bir ordunun kuman­danı olarak gayet serbest hare ketlerde bulunuyor ve muha­sara eden güçleri taciz ediyordu. 20/ekim'de Balakiova sa­vaşı meydana geldi. Bu bölge Osmanlı komutanlarından Rüstem Paşa tarafından muhafaza altında tutuluyordu. Ba­lakiova, Sivastopol'ün dokuz kilometre güneyinde ve Kara­deniz üzerinde bir limandır. Bu savaşda Kont dö Kardigan'ın kumandasında bulunan İn giliz hafif süvari alayı kahramanca yaptığı bir hücum sonunda tamamen mahvoldu. Mençikof kasım ayında İnkerman'da İngilizleri ansızın bastırmak istedi. Fakat Osmanlı askeriyle general Buskee'nin komutasındaki zuhaf askerlerinin imdada gelmesiyle kurtuldular. Ancak haylice zayiatda verdikleri görüldü. Haylice saldırıya maruz kalan sahilhane bataryasının bulunduğu istihkâm büyük şöhret oldu. Eğer; birleşik devletler deniz tarafında hakim durumda olmasalardı kendileri muhasara altına düşecekler­di. Gerek durumun gerekse şartların ağırlığı, muhasaranın uzun süreceğini gösteriyordu. Bu mevkiin ele geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu. Artık kışın Sivastopol önlerin de geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiri­yordu. Artık, kışın Sivastopol önlerinde geçirilmesi mevsimi geçirme kanaatma varıldığından lâzım gelen levazımın temi­ni icâb etdi. O sene kış pek şiddetli geçti. 13/kasım günü çı­kan kasırga. Kırım askeri arasında büyük bir telefata sebeb oidu. Hâttâ Sivastopol önünde bulunan 4.Hanri adlı harp ge­misi Opatorya önlerinde karaya oturdu. Hastaların sayısı büyük sayıda arttı.
Bunlardan bir kısmı askere öteberi satanların toplanma­kla adeta bir şehir haline giren Kamyeş karargâh-ı umumi-nde alıkonuldysa da,çoğu İstanbul hastanelerine ulaştırıldı. İstanbul'da bu arada avrupalı sayısı haylice artmış oldu. Hât­tâ islâm ahali, Fransızlar Sivastopol'ü işgal edecekleri ne İs­tanbul'u işgal ettiler diye söylenti dolaşmaya başladı. Fran­sızların; İstanbul'da ço-ğalması 1833'de Rusların boğazda yerleştikleri zamanı hatırlattı. Bu vaziyet, şark meselesine arız olan yeni durumun dıştan görünüşüydü. Türkler henüz kendi mallarının sahi bi değillerdi. Osmanlı devleti Rusların değil avrupanın müşterek himayeleri altında duruyordu. Bu kış mevsiminde diplomatlar dünyasında çok büyük bîr faali­yet görüldü. Sivastopol kuşatmasından çıkacak neticenin ne olacağı hususunda bir hayli mütereddit olan Fransa ile İngil­tere ve Avusturya hükümeti nezdinde aralarına katılması için tekliflerini yenilediler. Bu sıralarda Memleketeyn'in sahibi olan Avusturya'da, müzakerelerin yapılması için vesileler aranmaktaydı. Elinde bulundurduğu rehineyi muhafaza et­mek için ihtimalki, anlaşmış devletlere az çok ciddi bir askeri kuvvet tedarikine yahut Avusturya İçlerinden Fransız ordusu­nun geçmesine razı olabilirdi. Prusya başvekili Bismark'ın gösterdiği tavır ve açık vaziyet üzerine zaten tereddüdde ol­duğundan bu sefer duraklamaya mecbur kaldı. Prusya hak­kında duyduğu temayül hislerini sergilemeye başlamıştı. Hatta Renan, Prusya'da pe*k çok askerî yığınak yapmağa başlamıştı. Almanya'daki durgunluk ve tesir plânını ele al-^ak için, üst üste gelen bahaneyi, iğtişaşaat-ı şarkiye, yâni doğu bölgesindeki karışıklıklarda aramaya hazırlanmıştı. Bu-nun için, Avusturya bitaraf bulundu.
Hiç bir şey kazanamadığı halde, Çar Nikola aleyhine yap­ağı küfürlerin hicabı altında kaldı. Durum bu haldeyken Piyomen hükümeti İtalya meselesi üzerine avrupanın dikkatini üzerine çekmek için İngiltere ile Fransa'ya ittifak teklifinde bulundu. Ayrıca Avusturya'nın katılmasını hızlandırır düşün-cesiylede ilk teklifde kabul etme yolunu seçtiler. 6/c.ev-vel/1271-26/ocak/1855'de yapılan bir antlaşma mucibince Piyemonte hükümetinin de Kırım'a 15 bin asker göndermesi sağlandı. Tabiiki bu yardım kesin netice hususunda elbette yetersizdi. Sivastopol muhasarasını sona erdirmek için alın­mış ve lâzım gelen tedbirlerden olduğunu gösteriyordu. İngi­lizler olsun Fransızlar olsun bu mevki önünde kendilerini he­zimete uğramış görüntüsü vermeğe rızaları yoktu. Çünkü; yalnız Şark Meselesinin hâli değil avrupadaki haysiyetleri de burada bahse konuydu. Fransızlar yeni bir borç alma antlaş­ması yaptılar. Cezayirden asker gönderildi.
Burada Üstad Ahmed Râsim Bey'in bir meramını değerli târih çalışmasından alıntılıyoruz: "Osmanlı devleti Kırım sa-uaşından önce hiç bir taraftan hiçbir yerle borç alma antlaş­ması yapmamıştı. Önceki sayfalarımızda, fâide adı altında verdiğimiz malumatta görülür ki, Sultan l.Abdülhamid'in döneminde Fas'dan, İspanya'dan ve Felemenk'den borç alın­ma fikirleri ileri sürülmüş ancak, antlaşma yapılmamıştı. Re-şid Paşanın sadareti esnasında 1850 yılında 55 milyon frank­lık bir borç alma işi Paris de Torna ve şerikleri ve Beşe banka­larıyla Londra'daki Devo ue şerikleri isimli ban kadan antlaş­ma yapılmısada, Reşid Paşanın sadaretden bu sırada düş­müş bulunma ue yapılan antlaşma padişah tarafından tas­dik edilmemiş bulunduğundan resmiyet kazanamamış, 1854 . ve 1855 yıllarında 5'er milyonluk borçlanmalar yapıldı. Yal­nız bu borç para 1855'de tamamen Kırım savaşı harcamaları­na tahsis olundu. Muhasara yapan kuuvetlerin sayısı Os­manlı askeri ile beraber sayıldığında 130 bin kişi yi bulmak-lemıudi  Meşhur General Niel özel selahiyetle yaklaşma işU i uapma faali yetine memur edildi Cezayir valisi General pellssier sağlam ve azimkar biriydi. General Kan Rober'in ye­rine kumandan tâyin edildi."
Yine Ahmed Rasim Bey'in şu mülahazası ile sahifemizi süsleyelim: "üzün sürmüş olan Kırım kuşatmasının sona er-direbilmesi için 3.Napolyon, bizzat Kırım'a gitme tasavvuru­nu açıkladığında avrupa siyasi mahfilleri bu hususu epeyi zaman konuşmalarına vesile yaptılar. Bu arada Paris Sefiri­miz Veiiyüddin Paşa görevden alınmasından önce bu duru-rnu'.babıâlVye yazmış olacak ki Fransa hâriciye nâzın Der-üiyn Dolvis İstanbul'daki elçiliğe bir şey yazmak istemediği halde imparatorun, saray müdürü Miralay Bevil adlı zâtı oa zifelehdirerek, İstanbul'daki ikameti için alınacak tertibata bakmak üzere İstanbul'a göndermişti Miralay Bevil; İstan­bul'a vardığında, sefaret tercümanı Seferle beraber bir kaç defa huzura kabul edilmiştir. Bevil'in yaptığı tebliğde,impa­ratorun, hanımı ile birlikte İstanbul'a geleceğini ve kendisi­nin harp sahasına gideceğini, imparatoriçenin İstanbul'da misafireten kalarak imparatorun dönüşünü bekleyeceğini bildirmekteydi Hâttâ Mösyö Bevil, ikametgâh olarak Baltali-manı Kasrını, tercih eyle-miştir. Sultan Abdülmecid tedarik ve hazırlıklara bizzat nezaret etmekteydi İmparatoriçe Öje-ni'nin yatağına konulacak cibinlik, tamamen zor bulunur kıymette inciler le donanmıştı. İmparator ve İmparatoriçe da­irelerine taa 1 .Murad'dan kalma, saray mensupalrtna bile meçhul kalmış kıymetli ve nadide eşyalar konulmuştu"
Rasim bey merhumun mülahazasindan sonra biz Fransa
imparatoru 3.Napolyon'un 16/nisan/1855' de Londra'ya yaptığı seyanatten soz aça]ım ve görürüzki Londra; İmpara-
, Kırım'a gitme tasavvuratından vaz geçirdi. Bu sıralarda Prusya başvekili Prens Bismark, avrupa siyasi mahfillerinin tebessümlerine aldırmadan şu beyanı yapmaktan içtınab et­miyordu: "Herhalde 3.Napotyon İstanbul'a gidip orayı zapt edip, bir Lâtin Devleti uücuda ge tirecek! Ancak; teşebbüs bi­raz biçimsiz olduğundan ve bu yüzden pek doğru görünmü­yor" demek suretiyle İngilizleri kuşkuya salmak için ortaya inciler yuvarlamış oluyordu. Nitekim yukarıda yazdığımız gi­bi, Londra bu kuşkuya işaret eden mizaha aldırmamış ve Napolyon'un, Şark âleminde isbat-ı vücud etmesiyle Fransa lehine hayli faydaların meydana geleceğini, Sivastopol önle­rindeki ingiliz askerlerinin ehemmiyetini azaltı cağım göz önüne alarak Kırım'a gitmesini önlemeye çalışmışlardı. Beri yandan da, 3.Napolyon'un müşavirleri de, Fransa'dan uzak­laşma tehlikesini henüz mağlup edilmiş ayrılıkçı muhalefetin bu seyahetten dolayı elde edecekleri fırsat meselâ yalanda olsa Kırım'dan bir mağlubiyet haberi estirilse veyahut İmpa­ratorun vefatına dâir bir haberin yapacağı tesir ve ortaya ko­yacağı neticenin ne olacağı meçhuldür, şeklinde dikkatini çekmek teydiler. 3.Napolyon'un gerek ingilizlerce gereksede kendi müşavirlerinin.-tavsiyelerini aklı kesmiş olacakki seya­hatten vazgeçti.   
     . .

Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı


Sivastopol'ün zaptı ecnebi târihlerden birinde şöyle yer alı­yor:
"22/mart/1855 tarihin de, Rus Çan Nikola öldü. Çok kötü icraatları oiduğu halde eide olunan netice asga-ri miktarda kalmış, meydan bulan tatstzlıkiarıda hiç eksik olmamış ve e eli açık bir devr-l hükümetden yorulmuş, gidişatın Rus­ya'nın hezimetiyle bitecek şekilde göster- hâlihazırdaki sa­vaş ise, Rusya'nın güç ve kuvvetini bitirmişti, fiikoia; sulh nmanın zamanının geldiğini biliyor, fakat buna rıza gös~ -neue kendini bir türlü ikna edememekteydi. Demir Çar -lemezdi ona göre amma ne oldu? Kırıldı. Vücudu yüksek leşten hummalar teulid ediyor, o ise dışarıda eksi  23 dere-edeki hauada Kırım'a sevk olunacak bir alayın resmi geçi­dine katılmak için dışarı çıkmaktan geri durmadı. Şüphe uokki bu yaptığını önlemek için adamları atının önüne atı­lıp- 'Haşmetlim bu ölüm değil, intihar' dedilerse de, Çar fii­koia; 'Siz! Vazifenizi yaptınız. Bırakınız. Ben de benim yap­mam gerekeni yapayım' şeklinde cevap verdi. Havanın so-öukluğu rahatsızlığı şiddetlendirdi ve bir kaç gün sonra ha­yatını kaybetti.
Son anlarında tebaasına imparator ölüyor şeklinde bir telgraf yazdı. Yerine geçecek olan 2.Aleksandr ise sulhperver bir mizaç taşımaktaydı. Harp arzusu taşımamaktaydı. Mütte­fikler ise Sivastopol'ü almak mecburiyetindeydi. Bunun için­de General Pelises haftalarca ameliyat-ı takarrübiye yâni yaklaşım gayreti içindeydi Ne varki bombardımana 6/haz.İ-ran'da başlayabilmişti. Ertesi gün ise hücum emrini verdi ue Yeşiltepe alındı. Maiikof Tabyası üzerine yapılan hücumlar Rusların mukavemetiyle tard otundu.
Haziran ayında müthiş bir savaşı müteakip Maiikof'da ele geçirildiysede, mukabil hücuma geçen Ruslar büyük telefat verdirerek bahse konu tabyayı yeniden ete geçirdiler. Bu ba­şarısızlık haberi Paris'de büyük bir teessür ve heyecana se-beb olurken, İmparatorda General Pelises'i azil edip,etmerne-y[ düşünmeyi başlamıştı. Fakat muhasara edilenler ise da­yanma güçlerinin hududuna gelmişler, Kornilof ve Nahİmof savaşda ölmüşler Totleben ise pek ağır yaralar almıştı. Şeh-Çok büyük bölümü harabeye dönüşmüş,müdafaa gayreti en Kuşlarda zaaflar görülmeğe başlamıştı. Ricat çârelerini düşünürlerken, yeni Çar, imdad ordusu kumandanı Men-çikof'un yerine gelen Gorçakof'a müttefikler üzerine hücum etmesi emrini verdi.
Gorçakof Çarnapa Çayı üzerindeki Tarakteslr köprüsünde mağlup oldu. Piyemonte diğer adı Sar dünya askerleri bu sa-vaşda pek çok kahramanlık sergilediler. Gözleme'de ise Os­manlı askerinin de görenlere parmak ısırtan mukavemeti se­yir edildi. Sivastopol'ü, 17/ağustos'tan 21/ağustos'a kadar süren bombardıman altını üstüne getirdi adetâ! Rusların her Allah'ın günü bin askeri ölüyor ve bir o kadarıda yaralan­maktaydı. Muhasara kuvvetlen adım adım şehre yaklaşıyor­lardı. Eylül ayının 5.günü ise yeni bir bombardıman salvosu daha düzenlendi ve aynı ayın 8.gününden itibaren atışların dozajı bir misli daha ziyadeleştlrildl. Şehir yer yer yanmaya başlamıştı. Liman'da ise içi barut dolu iki firkateyn aldığı İsabet hasebiyle berhava olurken, gökyüzünü kaplayan alevler, surların içinde büyük velvelelerle atılan lağımlar ara­sında general Pelises, hücum emrini verdi. Harp, bir kaç saat çok şiddetli boğuşmalara inkılab oldu. Neticenin ne şekilde olacağı uzun zaman mechuliyet arz etdi. Akşamüstü, Rus is­tihkâmlarına girmek ve zapt etmek kabil oldu. Rus generali Gorçakof'un daha fazla müdafaada direnmenin beyhude ol­duğu kanaatine varması savunmayı canla, başla yapanları Sivastopol'ü terk etme hususunda izinli saydığı görüldü. Os-ten Sak ken valilik sıfatını taşıdığındanşehlrden en son çı­kan oldu.
Ruslar ise, teslim, olmadı. 322 gün devam bu savaşın aka-binde üç seri savaş daha olduki, kan dereler gibi aktı. Üç hücum sonrasında eylül ayının 19.günü general Pelises Fransız bayrağını Si vastopol'un boş ve harabe hâlini almış yerlerinin üzerine dikebildi. General Pelises mareşalliğe yükpürken, Dük dö Malikof unvanının sahibi de oldu. Lord Raqla-n ise daha önce 28/haziranda hayat ile ilşkisini kay­betmişti. "
pek pahalıya mâl olan bu başarı üzerine Odesa'nın karşı­sında bulunan Kılburun'da düşmüş idi. Ancak Rusların da kazançlı olduğu yerler vardı. Kafkasya'nın güneyinde Bayın-dır, Ahlacik ve Başgedikler'de üstün gelmişlerdi. 1855/27/eylülünde Osmanlı askerinin gösterdiği celadetti savunma bütün gayretlere rağmen Kars'a girmelerini önleye­medi bu Rusların. Anadolu da yaptığımız faaliyet-i askeriye yüz güldürücü bir neticeye vâsıl olamıyordu. Ruslar ise ordu-muzdaki bu üzücü hallerden dolayı karşımızda başarılı ol­maktaydı. Devletin ileri gelenleri de bu durumu yavaş yavaş sezinlemeğe başlamış gibi idi. Hâtta;1271/1854'de Ahıska ve Gümrü'de vukubulan savaşlarda meydana gelen uygun­suzluğa sebeb oldukları sabit görülen Müşir Ahmed Paşa ve Ferik Rıza Paşanın rütbeleri sökülerek kendileride beşer sene Kıbrıs'da bulunan Magosa'ya sürgün edildiler.
Merhum üstad Ahmed Râsim Bey bu hususda şunları söy­ler: "Bir yabancının şahidliğİ: 1856 senesinde İngiltere Parla­mentosunda takdim edilen resmi vesika mecmu-ast 1853/54 uel855 senelerinde Osmanlı devletinin Asya kıtasındaki top­raklarında bir araya gelen orduların hâl ve davranışlarına aid general Vilyams, Lord Klaren- don, Stratford Radklif ile bazı konsolosların aralarında yazılmış 390 tane telgrafın muhteviyatı yer almaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz: General Vilyams diyorki: 'Bu mütehammil ve kana­atkar Asya ırkının her memlekette dâima isyanlara sebeb olacağı şüphesiz bulunan elem ve ızdırabata büyük bir sa­bırla karşı koyacağını hayretle görüyorum. Askerin tâyinatı pek fenadır. En basit kaide bile meçhuldür. Hummaların, İİ-
füsun şiddetle hüküm sürmesinin sebebi budur. Çeşitli kıta­lara göre 18-20,22 aylık olanlar bile içiçedir. Yeni gün, rızk-ı cedide, yani yeni rızka uygun olarak yaşanıyor. Subaylar, hizmet, inzibat yâni disiplin ve tâlim hususunda fena sebeb-lerden utanılacak derecede müsamaha gösteriyorlar. Bunla­rın tamamına yakım komutanlığa lâyık değildir. Eskidenberi alıştıkları İçin sarhoşturlar Askerin parasını çalmaktan baş­ka bir şey düşünmüyorlar. Müşir, irtikâp ue İhülasda diğerle­rine numune teşkil diyor. Paşalar ue miralayla.!' muhasebe memurlarıyla ortak olduklarından topladıkları mahsulü ihti­lasları bunlarla paylaştıktan sonra İstanbul'a gönderdikleri eurak ue cedueller yâni listeler büyük sahtekârlıklarla malul­dür. Hükümet 33 bin kişi hesabıyla tayın veriyor, halbuki si­lah altında ancak 18 bin asker vardır. Başı bozukların maaş ue tayınını böyle askerin intizamsızlığından dolayı müşir ile bu çete reisleri için gayet geniş bir ihtilas manbaıdır. Kâğıd üzerinde 3500 kişi görüldüğü halde adı geçen adamların eli­nin altında ancak 800 başıbozuk var. Müşir; en kü çük istifa­delere bile alaycı nazarlarla bakmıyor, kış mevsiminde has-tanede uefat eden 12 bin askerin eşyasını sattırdı. Oraya tah­sis olunan mblağ kısmen nakit bir kısmı da kaime olarak gönderildiğinden, Müşir, nakit olan kısmı kendine ayırıyor, kaime ile ödemeleri yapıyordu. Bu sebebden tahmini olarak %20 nisbetinde zarar meydana geliyordu. Paşalar ile mira­laylar irtikap ue ihtilas için daha bir çok vasıtalar buluyorlar, muhasebe memurları ile uyuşarak pirinç ue et tayınları kar­şılığında para alıyorlardı. Yahud bunları aynen almağa mec­bur olurlarsa kendi hesablarına sattırıyorlar civardaki mah­sulat olan zirai ürünleri biçmek köylerdeki evleri ykıp bura­larda pek pahalı olan odun ve tahta tedarik etmek için an­garya suretiyle askeri çalıştırıyorlar Herkes bu yağmadan is­tifade etmek için çeşit çeşit çâreler, vasıtalar buluyor "
Osmanlı idaresinin bütün kötülüklerini ortaya seren  Badori Ahelçiyaa başgedikli, hezimetlerinin ve nihayet Anaistilasının hakiki sebeblerini, bu istihşadatı kısa keserek ticeve geçiyorum. Ahlâk ve eski usûl olarak muhafaza dilen adetten, müşirler, ferikler, livalar, İstanbul veya ecnebi jlkelerdeki harbiye mekteplerinden mezun olmuş subayları inat dolu bir düşmanlık içinde maiyetlerinde bulundurmak­tan uzak tutuyorlardî.
Esasen İngilizler savaşın devamından yanaydılar. Lord Palmerston, iktidar mevkiine yeni gelmiş, İngiliz ahalisinin fikr-i umûmisi şevk içinde mühimme-i tedarikata başlamıştı. İngilizler, Baltık denizinde yeni bir harp çıkmasını Kurunştadt mevkii müstahkeminin de Sivastopol gibi tahrip olmasını Petersburg'un bombardıman edilmesini elhasıl Rusya'nın bir hayli zaman kalkışmayacak hâle gelmesini istiyorlardı. Bu maksada bağlı olarak 1854 senesi kasım ayında Finlandiya kendisine iade edilmek vaadiyle İsveç ile bir antlaşma imza­ladılar. İtalyan liberal partisini aleyhine teşvik etmek tehdi­dinde bulunarak Avusturya'nında harp ilân etmesini tâleb ediyorlar, Kafkasya'da Ruslar ile çarpışan Şeyh Şâmil'e yar­dımda bulunuyorlardı. Bu mevzuuda üstad Ahmed Rasim Bey merhumun şu mülahazasına yer vermeden edemiyoruz: "Şeyh Şâmil müslümanlann meşhur bir gazisi olup, 1212/1797'de Dağıstan'da doğmuş evvela bu ülkede Kadı Molta'nın maiyetinde on sene kadar Ruslarla savaştıktan sonra Çer keşlerin başına geçip yirmi sene mütemadiyen Rus askerlerine mukavemet etmiş, bir avuç dağlı'larıyla en meşrgenerallerin kumandası altında bulunan Rusya'nın nice o'dulannı perişan etmeye muvaffak olmuştur Askerlik mes-
gtndeki yüksek iktidarı, metanet ue sertliği âlemi hayrelde bırakmıştı. nihayetinde 1277/1861'de Rus birliklerinin birkaçı tarafından kuşatılarak teslim olmaya mecbur edilmişti. Petersburg'a sevk olunarak, on yıl kadar esir tutulmuş, daha sonra Hac'ca gitme arzusuna mümanaat edilmemiş ve oğlu-nunun refakatinde ve oğlunun geri gelmesi şartıyla Çar iste­nen bu izini vermiştir. 1288/1871 'de Medine'de vefatı vuku-bulmuştur Oğlu Mehmed Paşa adlı zât Osmanlı feriklerin-dendir. Demektedir bunu da Şemseddin Sami (Fraşerl)'nln Kamus'ül âlamından istinbat etmiştir."

Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi


Biz bu çalışmamızı yapmaktayken, Alsancağımiz altında bir millet olmak ve bunun bir islâm milleti şuurunda olama-nin bahtiyarlığı içinde, dünyanın neresinde olursa olsun bir müslümanın ayağına batan dikenden müzdarib olmamız ge­reken insanlar olarak yaşamaktayken,asırlarca Kafkasya'da insanlık suçu işleyen, bir soykırım, ve jenosid uyguluyan in­sanlık ve islâm düşmanı moskof'un umumiyetle karşısında bulduğu mukavemet teşkilâtını mü'minler teşkil etmiştir. Yu­karıdaki satırlarda, Arnavut asıllı Şemseddin Sami Fraşe-ri'nin değerli eseri Kamûs-ül âlâmdan istinbat edilen Şeyh Şâmil (r.a) Hz.Ieriyle alakalı temasın altına, Kafkas Vakfı ta­rafından çıkarılmakta olan Bülten'in 2002 sene ve 12.sayı­sında 21,sahifesinde intişar eden Dr.Sedat Özden Beyefendi­nin ara başlıktaki ifadeyi aynen koruyarak, yazıyı istinsah ederek, sayfalarımızın değerini yükseltelim dedik. Pek has­sas bir İncelemeyi ve mühim bilgiyi kaydederken, Kafkasya mücahidlerinin başda Hazreti İmâm-ı Şâmil olduğu halde merhumlara rahmet, yaşayanlara istiklâliyet niyazım Mevlâ-yı Mütealdendir.
«Cerkesler ve diğer Kafkas halkları bugün dünyanın bir k ülkesinde dağınık bir şekilde, milli ve târihi değerleri, dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bir yaşam sürdür­mektedirler. Kafkasya gibi dünya medeniyetlerinin çarpıştı-" çatış tığı ve karıştığı bir noktada târih sahnesine çıkan Cerkesler, bir anlamda kendi iradelerinin ve isteklerinin dı­şında bu güç savaşının içine çekilmişlerdir. Özellikle 15.asırdan sonra, bölgenin en büyük güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu, Kırım, Rusya ve İran arasındaki mücadele Kafkas Târihimde büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra bu güç dengelerinin içine, Polonya, İngiltere ve Fransa girmiş­tir.
İngiltere'nin ve Fransa'nın Asya, Amerika ve Özellikle Af-rika'daki emperyalist politikaları genellikle İngilizlerin ifade ettiği üç C üzerinde kurulmuştur: Com merce, Chiristanity and Civilisation(l) (Ticaret, Hristiyanhk ve Medeniyet). Em­peryalist ülkeler, geri kalmış halkların bütün doğal kaynak­larına el koyarak, ticari yönden tamamen dışa bağımlı bir hâle getirirken Hristiyanhk misyonerleri de onların yolunu izlemiş, hatta daha önden gitmiştir ve Kongo, Hristiyanlığın Özellikle emperyalist amaçlar için kullanıldığının en göze çarpan bir Örneğini teşkil etmiştir.
Emperyalistler gittikleri her ülkede kültürel üstünlüklerini de kabul ettirmişler ve oralara kendi medeniyetlerini götür­müşlerdir.^) Bu yüzden Rusya'nın Kafkasya'yı işgal etme politikası, Avrupa'nın bu sosyopolitik ve ekonomik yapısı 'Cinde değerlendirilmelidir. Kafkas Târihinin, gerçek bir ana­lizinin yapılması ve Çerkeslerin neredeyse toplumsal bir in­tihar derecesine ulaşan bu direnişlerinin sebebinin bilimsel olarak araştırılıp, anlaşılması gerekmektedir. Tarihsel gelişi-m" itibarıyla Kafkasya-Rus ilişkilerini, Kabardey-Kırım ilişki-
ri bağlamında ele almak daha isabetli olacaktır.

Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha


Tatarların isteklerinden ve baskılarından bunalan Besle-neyler 1552 yılında Prens Mashuk-Prens Esbuzluk ve Prens Tanashuku'u Tatarlara karşı Ruslardan Yardım talep etme­leri için Moskova'ya gönderdiler. Bu kişilerle birlikte Rus el­çisi Schhepetev 1553'de Besleney'e geldi. Yaptığı incele­meler sonunda Besleneylerin samimi olduğuna kanaa.t ge­tirdi. Besleneyler, Prens Sibok ve bazı Jane Prenslerini yeni­den elçi olarak Rusya'ya yolladılar. Rus Çarı, Osmanlılara karşı yardım isteğini red etti, fakat Tatarlara karşı yardım etmeyi kabullendi.(3)
1557 yılında Kabardeyler, Prens Kanklıç Kanıko'nun baş­kanlığında bir elçilik heyetini Rusya'ya gönderdiler ve Prens Temriko adına yardım istediler. Bu ilişkiler hızla gelişti ve Çar Korkunç İvan, Temriko'nun kızı Goşana (Maryana) ile 1561'de evlendi. Temriko'nun isteği üzerine Sunja kıyıların­da bir kale inşa ederek içine asker ve top yerleştirdi. Bu ha­reket Osmanlılar ile Kırım'ın tepkisini çekti. Kalenin yıkıl­masını istediler. Ardından Kırım Hân'ı devlet Giray oğullarıy la birlikte 1567 yılında Kabardey'e saldırdı. Yenilen Kabar­deyler büyük kayıp verdiler. Ruslar bu kez kaleyi yıkarak çe­kildiler. (4)
Astrahan Seferinin başarısız olmasından sonra Tatarlar, Han'ın oğlu Adil Giray komutasında 1570 yılında tekrar Çerkesya'ya saldırdı. Temriko oğulları ile birlikte yardma geldi ama Afıps kıyılarındaki savaşta (Temmuz ayında) Temriko yaralandı çok geçmeden Öldü. Aynı yılın Ağustos ayında Han'ın oğulları, Muham med Giray ile Adil Giray Ka­bardey'e saldırdı. Tatarlar çok miktarda ganimet ve esir topladı.(5) 1571 yılında ise Devlet Giray Moskova'yı kuşa­tarak şehri ateşe verdi.
1589 yılında Kambulat'ın ölmesinden sonra Rus Çan Tomriko'nun büyük oğlu Mamsırko'yu Kabardey'e büyük prens (Pşı Yeliy) tâyin etti ve bunun için bir berat verdi. Fa­kat bu hareket temayüllere aykırı idi. 1600 yılında son de­rece başarılı bir politikacı olarak ortaya çıkan(6) Mamsırıko ve kardeşi Dumamko, Pşı Kaziy tarafından Öldürüldüler. Ruslar bu tâyini yaptığı zaman iki kardeşin elinde sadece 250'şer nüfuslu 11 köy kalmışken, Kaziy'in 50 köyü ile 1000 Work atlısı, Talosten'in 40 köyü ile 700 Work atlısı vardı. Güç dengelerinin bu kadar değişmesine rağmen Rus­ların bu tavırları, sadece Kabardey Prensleri arasındaki ihti­lafı arttırmaya yönelik olabilirdi.
Bu sıralar Küçük Kabardey'in en güçlü Prensi olan ve Daryal geçidini elinde tutan Şoloh, Kırım han'ı ve Tarku Şamhali ile dosttu. 1560-80 yıllarında Kabardey'in en güçlü isimlerinden biriside Ketiko Pşi Abşoka idî. Topraklan Şe-cem ırmağı ile Kuban arasına kadar uzanıyor ve Beştav böl­gesini de İçeriyordu.Bu bölgeler ve Küçük Kabardey (Taios-teney ve Cılahsteney) Temriko'dan ba- ğimsızdı. Pşı'nin kızı Küçük Noğay ülusu'nun Hanı ürak Kazi ile evliydi. Bu ulus'u Kuban'ın sağ kıyısına yerleştiren de Apşokay'dı. Temrîko, Rus Çar'ından asker alarak Apşoka ile savaştı.(7)
1569 yılında Kaziy Kırımlılara karşı savaşmadı. Kaziy, Türk ve Kırım taraftarıydı. Küçük Kabardey'in Prensi Şoloh ise İran'ı tutuyordu. îdarlar Rus yanlısıydı.1615 yılında Şo­loh' un ayaklandırdığı Noğaylar Kabardey'e baskın yaptı ve Kazi öldürüldü. 1616 yılında Kırım Han'ı Canibek Giray, Bü­yük Kabardey Pşı'larıyla birlikte Küçük Kabardey'e baskın yaptı. 1670 yılına kadar Kaziy'in oğulları Alıcıko ile Hatıkşo-ka Büyük Kabardey'de hüküm sürdüler.(8)
1703 yılında Kaplan Giray, Beştav Kaberdaylarına saldır­dı ve 3000 genç esir tâleb etti. Bu baskılara dayanamıyan Kabardeyler, Hatıkşoka'nın oğlu Kurğoko'nun liderliğinde bir gece baskınıyla Tatar ordusunu imha etti. 1707 yılında Tatarlar tekrar ülkeye girdi, ünlü Kanjal savaşında Tatar or­dusu yine bir gece baskını ile imha edildi. Han kaçarak ca­nını kurtardi.(9)
1720 yılında Saadet Giray, Kabardeye geldiğinde Hâtık-şokalar ve Misostlar, Mısost İslam ile birlikte Tatarlara ka­tıldılar. Kaşkatav gurubu Aslanbec liderliğinde, Tatarların ültimatomunu ret etti. Böylece Kabardey Pşı'ları Baksan (Hhatıkşoka ve Mısost) KaşkatayKetıko ile Beçmirza) gu­rupları olmak üzere ikiye ayrıldılar. 1722 yılında Pşı Ketıko Aslanbeç, Kurğoko Muhammed (Bemtt)'e karşı l.Pet-ro'dan yardım istedi. İslâm'ın kızı, Saadet Giray'ın oğlu Sa­lih Giray ile evlendi. Salih ordusuyla Kabardey'e geldi ve Baksan grubuyla birlikte 1723 yılında Kaştakav grubuna saldırdı.(lO)
1729 yılında Kabardey'e saldıran Han oğulları olarak Bahtı Giray ile Şahbaz Giray, Baksan Giray tarafından öl­dürüldü. Saldırıyı Aslanbeç örgütledi(l 1)
1731 yılında Arslan Giray ile yine Kabardey'e geldi. Asıl amacı akrabası olan Aslanbeç'in
Büyük Pşı olmasını sağlamaktı. Ketıko Kanamet bu olay­lar yüzünden çıkan tartışmada öldürüldü. 1737 yılında Ha-tikşoka Kasey bu olaydan dolayı suçlanarak ülke dışına çı­karıldı. Nihai anlaşma ancak 1757 yılında yapıldı.(12)
1736 yılında imzalanan Belgrad anlaşmasıyla Kabar-dey'in bağımsız bir ülke olduğu Rusya tarafından te'yit
olundu. Bu zamana kadar Rusya ve Osmanlı Devleti Kabar-Hey üzerinde hak ettiklerinden antlaşmaya bu konu da dâhil edildi- Antlaşmanın 5.maddesine göre ".Her iki tarafda Bü­yük ve Küçük Kabardey'in bağımsızlığını kabul etti.(13)
Küçük Kabardey Pşılarından Kanşoko Kurğoko 1751 yı­lında Moskova'ya gitti ve 1759 yılında Hristiyan oldu. Rus­lar kendisine 500 ruble yıllık maaş bağladılar, albay rütbesi verdiler ve 800 kadar adamıyla birlikte Mezdog bölgesine yerleştirdiler. 1763 yılının, 12 Aralık günü Baksan ve Kaş­katav Pşılarının büyük bir toplantısı oldu. Prenslerin yanı sı­ra wor klerle birlikte 300 kişinin katıldığı bu toplantıda bu olayı ret ettiler. Bemet (Muhammed) Mısost bu toprakların Kabardey'e ait olduğunun l.Petro tarafından teyit edildiğini soyledi.(15)
1767'de Kabardeyler Ruslara karşı Kırımlılarla ittifak yapmaya karar verdiler. Bu sırada han olan Arslan Giray, Ketıko Asianbeç'in damadıydı. Ruslardan, Mezdog kalesini yıkmalarını ve Astrahana çekilmelerini taleb ettiler.(16)
1769  yılında Kuma nehri kıyılarındaki ormana çekilen 200 kişilik Kabardey liderleri General De Medem tarafından dağıtıldı. (17)
1770  yılında Çariçe 2.Katerina'nın yanına giden Kabar­deyler, Mezdog Kalesinin yıkılma sini tekrar istediler. Ruslar bunu reddetti. (Bemet Mısost, Aslanbeç Hamirza, Hatıkşo-ka Ka sey..)(18)  
                  *

Rusların Kabardeyi İşgal Safhası


 Çıkan Osmanh-Rus savaşında Kabardeyler, Osmanlı ta­rafını tuttular. Mezdog'u kurtarma girişimleri sonuçsuz kal­dı. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasının 21.maddesi ile Kabardey'ler kendilerine sorulmadan, Ruslara bağlandılar. Buna karşılık üç maddeyle Rusya, Kuban ırmağını sınır ola­rak kabul etmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında yaşayan Tatarlar üzerinde hiç bir hak iddia etmemiştir. Adı geçen bu yerler Çerkesya'dır ve Çerkesya bağımsız  bir ülkedir.(19)
1777 yılında Ruslar, Azak-Mezdog Hattını kurmaya baş­ladılar. Kaberdey'lerde buna karşı harekete geçerek kalelere baskınlarda bulunmaya başladılar.(20)
Mezibl Zawe - Gawır Zavej 1779 yılında 15.000 kişilik bir Kabardey süvari ordusu (piyadeler hariç), Mezdog Hattını yarmak için harekete geçti. Silahlar tüfek, tabanca, zırh gömlek, tolga, ok-yay, mızrak, kılıç, kama ve kalkan idi. Kabardeyler'in arasında Kemirgueyler, Besleneyler, Bjeduğ-lar ve başkaları da vardı. Liderleri Kurğoko Bemet oğlu Mı-sostıpş idi. Cİç orduya Bernet Mısost, Ketiko Aslan beç oğ­lu Hamırza ve Mısost İslam Kanmırza komuta ediyordu. Hamirza ve oğlu İsmel öldürüldü.Bunların üzerine General Yakobi gönderildi. Kabardeyler çok büyük bir yenilgiye uğ-radılar(29 Eylül 1779-Ketiko T'oaş'e)
Savaşa katılmayanların başlarına korkaklık işareti olarak ıslak kara keçe geçirilecekti. Savaş tazminatı olarak 20.000 ruble, 2150 at, 4759 büyük baş hayvan, 4539 kü­çük baş hayvan ödenecekti. Balk ve Terek ırmakları Rusya ile Büyük ve Küçük Kabardey'in sınırları olarak kabul edildi. 1782 yılında, Rusların kurdukları Prohladne (1775) Georgi-yevsk (1777), Pavlovsk (1778), Soldatsk (1779) Marinski /1 780) Alexandrovska (1780) ve diğer kalelerin yıkılmala-talep ettiler. 1804 yılında Hatıkşoka Adil Giray ve Abuk Haii liderliğinde 11.000 kişi ayaklandı. 80 Adıge köyü yakı-rak hareket bastırıldı. Gerilim devam etti.(21) 14/Ni-san/l81° târihinde Bulgakov saldırıya 200 köy yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmı da esir olarak götürdü. ".6150 büyük baş hayvan, 515 at, 44015 koyun, 126 camız, 5895 bal kovanı, 445 kılıç, 180 tüfek, 52 zırh, 2900 gümüş pa­ra   5800 ruble değerinde mal, 1420 araba yükü darı..1' yağ­maya bir örnektir.(22)
1816 yılında General Yermolov, daha Önce kurulan kale­ler zincirini geçerek, Kabardey'in içine girmeye ve iç bölge­de ikinci bir kaleler zinciri kurmaya karar verdi. Böylece Ka­bardey'ler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zor­lanacaklardı. Ekim ayında Rus birlikleri harekete geçti. Köyleri yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlar­daki bütün Kaberdeyler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.
Ekim ayında Rus bir likleri harekete geçti Köyleri yakma­ya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Ka-bardeyleri toplamaya başladılar. Ele geçen kadın ve çocuk­ları Rus savaş esirleri ile değiştirdiler ve kalanlarını da Ka­zaklara dağıttılar. Kışı dağ başlarında geçirmeye mahkûm edilen Kabardeyler için artık yapılacak hiç bir şey kalma­mıştı.(24)
1822 yılının Mart ayında,dağlardan inen gruplar Baksan nehri kıyılarında 945 evden oluşan 14 Köy hâlinde yerleşti­ler ve örme saz evlerde yaşamaya başladılar. Bu köylerden bazıları tekrar saldırıya uğrayarak imha edildi. Dağlarda Ka­bardeyler, artık geri dönmeyerek, Kumuklara, Çeçenler ve l\uban Çerkeslerîne sığındılar. Böylece Yermolov Büyük Kabardey'i, Kabardeyler'den arındırdı. Daha önceden büyük bir veba salgını olduğundan ülke neredeyse tamamen boşaldı. Mayıs 1822 de Rus odaları Baksan vadisinde toplandı.
Ağustos'da kalele rin kurulmasına başlandı. Ülkenin en iç bölgelerinde, Baksan, Şecem, Nalçik, ürvan, Şerec, Ar-gudan kaleleri kuruldu. 1779 yılındaki durum ile kıyaslandı­ğında artık Kabardey yok olmuş sayılırdı, ülkede kurulan bu kaleler tekrar, 1822 ve 1825 yıllarında yeni ayaklanmalara sebeb oldu.   1834 târihinde ülkedeki Kabardey sayısı 35.000 kişiye inmişti. 1822 yılından sonra Kabardey'deki Pşı Yeliy payesi de târihe karıştı.(25) Kuşuk'un oğlu Jarn-bolet, Ruslara karşı savaşan Kabardeylerin safında yer al­mıştı. Nalçik'de general Velyaminov, bizzaî Kuşuk'tan kendi oğlunu getirmesini talep etti. 25/Ekim/1825 târihinde Jambolet Ruslar tarafından öldü rüldü.(26)

Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması


1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Rusya, Ku­zeybatı Kafkasya üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırma çabalan sırasında Türkiye'nin müdehaleierinden kurtulmuş oluyordu. Edirne Antlaşması Rusya'ya Avrupa'dan St.Nic-holas Kalesine kadar olan Kara deniz kıyısını,veya bu günkü Novorossisk'den hemen hemen Batum'a kadar uzanan top­rakları vermişti. Rusya Antlaşma şartlarını, kendisine iç kı­sımlarda kalan kabileler üzerinde de egemen lik hakkını ver­diği şeklinde yorumladı. Bu târihden elli yıl kadar önce Ku-ban Nehrinde duran Rusların batı Kafkasya'daki ilerlemesi yeniden başladı.(28)
Rusya, Çerkesya'da hâkimiyetini kurarken dış ülkelerden gelecek herhangi bir tehlikeyi beklemiyor gibiydi.(29) Gerktende Rusya ilk başlarda, Anapa'nın ele geçirilerek Os-nlılarla Çerkesler arasındaki bağın kesilmesinden sonra rkesler arasındaki dini ve politik   karışıklıkların sona ere­ceğini düşünmüştü. Dağlıların yavaş yavaş Rusya ile ticaret yapmaya alışacaklarına inanılıyordu.(30)
Bu yüzden Kafkasya'daki Rus kuvvetleri, 1829 ile 1833 villan arasında, o sırada çok daha şiddetli şekilde devam eden Doğu Kafkasya'daki Dağlı ki yımına karşı kullanıldı. Batı'da Anapa yeniden inşa edildi ve içine iki tabur asker aarnizon olarak yerleştirildi. Batum yakınlarındaki Poti'de işgal edildi. 1830 yılında Anapa'nın biraz kuzeyindeki Gelin­cik Koyu'nda yeni bir kale kuruldu. İki tabur asker de bura­ya yerleştirildi. Kıyı boyunca ikiyüz mil kadar aşağıda Gagra Kalesi yapıldı. Aynı yıllar sırasında Kuban Nehri boyunca uzanan hatlar daha da kuvvetlendirildi. Çok geçmeden Rus­lar, sadece Anapa 'ya sahip olmanın bekledikleri sonuçlan vermediğini fark ettiler. Dağlılar hâla gizlice Osmanlılarla köle ticaretini sürdürüyorlardı.(31) Nihayet 1831 yılında Abhazya ve Çerkesya kıyılarına girişler Ruslar tarafından kı­sıtlandı. Bu hareketin ana amacı Osmanlı gemilerini dur­durmaktı.
1833 yılında, Kuban hattı'nda bulunan General Zass, Ku-ban'ı geçerek Laba Irmağı boyunca Çerkeslere karşıbir çok cezalandırma seferleri yapmıştı. Genellikle kış'n ortasında ve gece vakti hızla baskın veren Zass, bazen Çerkeş köyleri Şaşırtarak kuşatmayı başarıyor ve sonra da köyü ateşe ve-r'yordu. Bu tür taktiklerle sadece bir kaç köyün teröre bo­zmasına karşın, Çerkeslerin Ruslara olan düşmanlığı ve onların Rus hatlarına yaptıkları akınlar hızla arttı.
ndilerini Adıge olarak tanımlıyan Çerkesler içinde Rus yayılmacılığına karşı direnen en önemli kabileler, Natuhaçlar, Şapsığlar, 1832'Ii yılardan itibaren bir araya gelerek or­tak savunma stratejileri belirlemeye başlamışlardı. Çerkes-lerin ulusal birliğini sağlamaya yönelik toplantıların başla­masına ilişkin târihler değişirken, Baron Rozen'in 1833 yı­lında gönderdiği raporlardan açık bir şekilde görüldüğü gibi, verilen o târihden çok önceleride Çerkesler bir araya gele­rek karşılıklı fikir mütalaaları yürütüyorlardı. "Aktİ,...Ro-zen'den Çernişev'e, 16/ Ekim/1833..." General Emmanu-el'in hattın bazı yerlerini ticarete açmasına rağmen Natu-haçlar, Şapsığlar ve Abzehler bizimle ticaret yapmamaya yemin etmiş bulunuyorlar. Büyük bir ihtimalle, yeminlerini tutmalarının sebebi, tuzu Türklerden almalarıdır. Onlarla dostane ilişkiler kurmak imkânsız bir şeydir.. Bu ırkı yok et­mek zorundayız."
İşte muhterem okurlarımız Kafkasya insanımızın yaklaşık iki asır önce yazılan bir raporun münde racatmdaki son cümleden, bölge insanları vede bilhassa müslümanlara tat­bik edilecek tedbiri açıkla ması yeterlidir sanırız.

Tanzimat Üzerinde Tetebbu


Tanzimata giden yolda en önemii olay, yeniçeriliğin ilga edilmesidir. Türkiye Tarihi ile ün yapmış olan sayın Yılmaz öztuna"Devletler ve Hanedanlar'Msimli pek müfid çalışması­nın 2. cildinde 980. sahifesinden984. sahifesine kadar sırala­dığı yeniçeri ağalığı sıralaması ve izahını kısaca şöyle hülasa edebi!iriz:Yeniçeriliği 1. Murad<Hüdavendigâr) 1 363 de tesis etmiştir. Ancak 1363den, 1451 senesine kadar yeniçeriağah-ğı yapanların, adları tesbit olunamamış. 1451 yılında ise, Osmanlı tahtına çıkan 2. Mehmed yeniçerinin cülus bahşiş1 münasebetiyle çıkardığı mızıkçılığa pek kızmış ve yeniçeri ağalığı makamını ilgaya karar almış ve bunu uygulamış,
Sultan abdülmecid hânların yerine yeniçeriye Sekbanbaşılar nezaret etmiştir.
sonra Fâtih'in torunu Yavuz Sultan Selim 1515'de yeni­ri ağal'ğ1 makamını ihya etmiş böylece yeniçeriağası ola-
. acj, ilk bilinen kişi, 1515 ile 1516 arasında görev alan F had /\ğa'dir. 283. yeniçeri ağası ise Mehmed Celâleddin Aâa olup <vefatı 1863> 9/nisan/1825'de geldiği görevden i 5/haziran/1826da Vakai Hayriyye adı verilen yeniçeriocağı-nın kaldırılmış olması hasebiyle ayrılmış oldu. Bundan sonra Yeniçeriağalığı yerine Serasker'lik unvan ve makamı te'sis olundu. Bakanlar kurulunun, sadrazam ve şeyhülislamdan sonraki 3. adamı olarak vazife deruhde etmiş oldu. İlk Seras­ker ise, 15/haziran/1826?da vazifeye başhyan Rusçuklu Hü­seyin Paşadır. Osmanlı devleti; kuruluşundan itibaren dayan­mış olduğu ahkâmı islâmiye gereğince, her aianda "iki gü­nünü eşit geçiren ziyandadır" yüce beyanının anlayışına bağlı olarak hüküm sürmeye gayret göstermiştir.
Bu bakımdan dâima bir atılım, bir keşif, mükemmeli ya­kalama arayışını ihmâi etmemiştir. Osman Gâzi'ye şer'i hü­kümleri hatırlatan Dursun Fakı hiç bir zaman yaptığı hatırlat­manın, padişah tarafından "şimdi zamanımı?" gibi ters ce­vaplarına muhatap olmamıştır. Çünkü inanç sistemi içinde yer alan çözümlerden biri de, yine Hz. Rasûiullah (s.a.v.)in
Ümmetimin âlimleri benim vârislerimdir" yüce beyanının gereği olarak Dursun Fakı'nın hatırlatmalarını bu anlayış da­hilinde kabullenmesinden kaynaklanmıştır. Orhan Gazi Hz. irinin, yeniçeri askerlik usûlünü ihdas etmesini hatırlatan tavsiyeyi yerine getirmesinde, yukarıda yaptığımız hatırlat­maya dönük inancı aramak gerekir. Zaten bir aşiretten bir civan devleti çıkarma esprisi, çeşitli hususlarda ileriye dönük atvelerle yürüyen ve dünyaya parmak ısırtan civanmertliği- etmeyi beceren, Rumeli'ne geçişi Vesilet'ün Mecât
1
müellifi "Velayet gösterüb halka suya seccade salmışsın. Bekasın Rumeli'nin desti takva ile almışsın." takdir dolu beytini inşa ederken muntazam gayretlerin nice muvaffaki­yetler getireceğini ifade etmiş oluyor. Söğüt yaylasından, Ko-sova sahrasına Hüdavendigârın inişi, zaferi elde edişi, şeha-detin kapısından girişi, doksan yıla sığmasında herşeyi bir nizam ve intizamla yapma ihtimamında yatar.
Doğuş sancısından olgun bir devlete geçiş zaman olarak uzun sürmezken, yıldırım orduları bozan gerçek Yıldırım Ba-yazıd Sultanın;dİş geçmez zannettiği kibrinde yakalandığı tu­zak, kurtlar sürüsü akuru Timurlenk oldu. Ankara'nın Çubuk ovasında ışınlan yiğid, kan kusarak ölürken, Devleti Âlî Os­man; yeni bir tanzimci arayışını onüç yıl sürdürdü. Çelebi Sultan fetret'i bitirip çaktı düzeni, kurmaya başladı yeniden, güzel devleti. Herşey tanzim olundu bir daha hemen gün gel­di devroldu nizâmı sânii Murad'ın takva eline, bir Kosova da­ha bir Varna, sıyrıldı Bizans feth olunmaktan bu arada! Çün­kü müjdei Nebevi;Muhammed Fâtih'e râci bu işte ise Ak-şeyh baş tâcî. Alınınca İstanbul, gerçekleşti devleti cihan, böylece lâzım geldi bir sürü nizâm. Parladı Osmanlı'nın yıldı­zı, aslında yükselen islâmin sesiydi. Tek gür sadâ mehterin nağmelerinden yayılan Gülbank idi. Bundaki nizam ve inti­zam parmak ısırtıcı idi. Bayezidi sâniden, geldik Yavuz Se-lim'e hep bir tanzim içinde yürüdük acemin üzerine, hakkını verdik onun, sıra düştü Mısır'a çölü geçmeyi bilen yiğit, koca bir Yavuz idi. Hilafet, Mısırdaysa da, Hazreti Resûlullah(s. a-v)rica!iyle gönderdi müjdeyi İstanbul'a. Dolaysıyla artık Os­manlıdaydı hilafet, tanzim olundu yeniden millet. Arkasından Kanuni kırkaltıyıl hüküm sürdü hem halife hem de padişah sifatiyle kanunlarda yaptığı tanzimlerle lakabı oldu Süley­man'ın, Kanuni. Denizlerde yürüdü Osmanlının satveti vede nusreti, failiydi bunların Barbaros Hayreddini. Denizciliğinde nizâmı atıldı o yenilmez armada da. Kanuni girdi toprağa ah yaktın benÜSüleyman dedirterek Ebu's Suud'a.
Yüklendi bârı Selimi sâni, işi yürütmedeydi sadrazamı ta-vili Bir sistemdi görünen ortada, tepeden tırnağa nizam. Se­limi sâni hamam derken, yürüdü Hakk'a. Teslim etti oğlu Muradı sâlise koca devleti. O ve Koca vezir Sokollu zirveye koydu milleti. Bunun da vardı hikmeti adı nizamlı gitmekti. SokoIIuyu hacamata kaptıran devlet, farkında değildi amma, başında koptu kıyamet. Koca vezir gitti, kıymet bilen padi­şah çekildi. Bir düğünde yeniçeri nizâmı bozuldu, hakk'ı söy­leyen ağayeniçeri koğuldu, fermanı kabul eden makamlara boğuldu. Böylece olan yeniçeri'ye ve devletü dine oldu. Bu­nun da bir nizamı vardı, neticesi kötü olsa da!
Yukarıdan beri ortaya koymaya çalıştığımız, Osmanlı dev­letini bir intizam içinde, bir nizâm dahilinde yükselme döne­minin sonuna kadar anahatlarıyla anlatmaya çalışmak ve görülürki, bozmak değil yapmak üzere bulunan çareler, ba­şarıya yol açmaktaymış. Bu dönemden sonra Osmanlı dev­leti kurtarıcı hükümdarların çıkmasını bekledi. Zaman zaman da beklediklerine kavuştular. Ancak şaşaalı günlerin başarısı yerine hedmi, yâni yıkılışı yavaşlatan, izmihlali geciktiren fe­nomen olarak kaldı. Merkezi savunmada hududu genişleten zaferler, yerini sıkıntı veren mağlubiyetlere, kale, palanga ve serhad kaybetmeye yolaçmış sulh antlaşmalarına uğruya uğruya parlayıp sönen İslahat teşebbüsleri görüldü. Fakat bunların içinde en ciddi fakat en feci netice verenin 2. Os­man unvanı diğeriyle, Genç Osman dönemi oldu. Avrupanın doğusu, İstanbul'un batısı olan Lehistan topraklarındaki Ho-tm i ordusunun başında korumaya giden 18 yaşındaki genç idealist, ordusunun askeriyle ters düştü. Çünkü bir sahtekâr­lık vardı ortada.
Şöyleki; defterdeki yeniçeri ulufe sayısı ile ordudaki yeni­çeri askeri sayısı arasındaki azim fark, sayım yapıldığında epeyi eksik çıktı. Bu miktarın 30 bini bulduğu rivayetler ara­sındadır. Tedbirleri alınma yoluna gidildi. Devletin tavizkâr tecrübelileri teenni tavsiye ettiiersede, fıkır fıkır kaynayan ye­ni ve genç padişah ağzını tutamamış, kafasındaki düşüncele­rini bir, bir ulu orta saçmıştı meydana.
Sağsalim İstanbul'a gelen Genç Osman Hotin seferinde her yönüyle beğendiği Mısır askerini örnek alıp, onlar gibi yepyeni, muntazam kıyafetli ve itaatkâr bir ordu meydana getirmek için Hac'ca gitmek arzusunu kılıf yaptı. Taa Ebu's Suud tarafından verildiği ileri sürülen fetvaya göre, Osmanlı padişahları hac'ca gitmek hususunda görevlerini bırakıp git­mektense, gitmemeleri daha efdaldir anlayışı bütün selefleri­nin uyguladığı davranış olduğundan buna uyması söylendi. Ancak bir müddet inattan sonra vaz geçti. Arkasından kopan isyan Genç Osman'ı taht'tan etmekle kalmadı amucası 1. Mustafa istemediği tahta çıkarılırken, 500 tane siyasete ka­rışmış yeniçeri, Yedikuie zindanında aynı zamanda halifesi olan padişahı boğuyordu. Buna karşılık eli silah tutar ve beli kılıçlı yüzbinler, üzgün bir nazarla asi beş yüz kişinin halt et­mesini maalesef seyrettiler.
Bu davranış belkide, meşhur Fransız felsefeci Alfred Fuy-ye'ye "..Şarkta insanlar faziletinyoksunudurlar" sözünü söyletmiş olabilir. Halbuki Fuyye, bu sözü söylerken şark in­sanına en büyük hakareti yapmış oluyor. Çünkü Şark genel­likle müslüman toplumların hayat sürdüğü arazidir. İslâmda ise; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hadisi Ne­bevisi bütün ferdlerin haksızlık yapan karşısında hakkı hay-kırarak zulme âlet olmamasını emretmiştir. Ancak bazende şarkın insanları, bu emri, tavsiye imiş gibi telâkki etmiş olalarmdan olacak ses çıkarmazlar, zulümde böylece icra
H'lir   Genç Osman'ın katli; İstanbul ahalisinin nice paşa ve hpvlerinin gözleri önünde gerçekleşirken suskunlar şeytana askerdi demek!
Genç Osman değişim istemede ülkenin en önemli gücü olan orduyu tanzime hatta değiştirmeye kalkarken, ahalinin sımsıkı bağlı olduğu şeriat'ın izin verdiği taaddüdü zevcat meselesinde tek evliliği benimseyip, şeyhülislâm Es'ad efen­dinin kızıyla izdivaç ettiği gibi bunu yaygınlaştırma tarafına da el atmıştı. Büyük teşebbüsün yanında yapılmaması gere­ken, küçük ve yanlış bir teşebbüstü.

Osmanlıda Islahat Devri


1. Abdülhâmid Cennetmekânın ardından Osmanlı tahtına oturan 3. Mustafa'nın büyükoğlu 3. Selim, şehzadeliğinde pekgüzel öğretim görmüş, bilgili, güzel sanatlara eğilimli, musiki âleminde makam icad edecek kadar maharet sahibi bir zattı. Nitekim; Sûzidilâra makamının mucidi olduğu yay­gın rivayettendir. İslahat devri diye okul kitaplarında müşa­hede olunan resmi öğreti bu zâtın dönemine verilen isimdir. Yoksa 3. Selim'den önce bir çok padişah ve devlet adamı yazmış bulundukları lâyihalar ile terakki hatvelerinin mutlaka atılmasını tavsiye etmiş hâttâ teşebbüse dahi geçenler ol­muştur. Ne var ki;kısır kalmaktan öteye gidemeyen bu istek­ler, en ciddi teşebbüsü 3. Selim döneminde yapılan deneme-'erle görmüştür.Bir ülkenin en önemli meselesi adalet meselesidir. Adaleti temin ise ekonomik hayat ile sıkı sıkıya irtibatlıdır. Bütün unların üstünde de, ülkenin dış düşman ve iç bozguncuların tasaflutundan korunmak ve asayişi berkemâl kılmak ordu ile
güvenlik güçlerinin üzerine düşmektedir. Ekonomide o devrin önemli gelirini teşkil eden zirai işler, hayvancılık ve de ti­caretin dostu ise istikrarlı yaşayışla beraber adil bir vergi sis­temiydi. Bütün bunları bilen 3. Selim; yapılacak ilk teşebbüs olarak ordunun canlandırılması prensibini tatbika koydu. Biz 3. Selim'in bu tercihine geçmeden önce, bu tercihi yapma­daki sâike dâir" Ahmed Rasim bey'in tarafımızdan Osmanlı-cadan sadeleştirdiğimiz, ve meşhur târihine ilâve ettiğimiz, <İstibdad'dan Milli Hâkimiyete> adlı çalışmasının 2526. sa-hifedeki<1200/1786'da Askeriye'nin Durumunun özeti>nden bir alıntı yapalım:
1200/1786 senesine doğru askeri durumumuza bir göz atacak olursak, muntazam ordunun, eski tâbirle kapıkulu ocaklarının birincisini teşkil eden yeniçerilerden, çeşitli mes­lek ve esnaflığa soyunmuş olarak vakit geçiren, hammallik ve manavlık yapmakta olanlarda vardı. Bunlara zamimeten zorbalık yaparak geçinme yolunda olanlarda bulunuyordu. Kimisi evleniyor, bekâr olanları ise, hanlarda oda kiralıyarak yaşayanlarla, kışla ve kolluklarda yatmakta olan beceriksiz­lere kalmıştı. Gerek tâlim gerekse itaati askeriye ve terbiye denilen hususatdan ne bir nâm ne bir nişan kalmıştı. Zaten onların han odalarında geçen hayatlarının pisliği ve rezilliği alışılmış hallerdendi.
Sokaklarda kaldırım kabadayılığında ve meyhane kavga­larında önde gelen bu haşerat, savaş alanlarında düşmana bir tek kurşun atmadan firarı tercih ederler. Hâttâ daha da ileri gidip, bazende ordugâhın yağmalanmasında öncülüğe kalkışırlardı. Ulufe adı verilen maaşlarına devlet takat getire­miyordu, ulufe <maaş> alan askerleri üç bölüme ayırabiliriz. Birinci sınıf paşaların, ağalan olan gurup. Bu kimseler küfcük-de kayıtlıysalar da maiyetlerinde bulundukları efendilerinin dâiresi hizmetinde bulunduklarından ne kışlaya nede savaş
i  nlarına ayak atmadıkları gibi yine de ulufe alırlardı. Bütün skerler,bu ulufeye <kapıh ulûfesi> adı vermişti.
İkinci kısım ise, müftehiran idi ki, övünülen demek olup, 1 150/1737 tarihinden sonra ulufe beratları satışına izin veril­iş olduğundan, hâli vakti yerinde olanların bilhassa bedes­ten tacirlerinin, gelir getirir yeniçeri beratlarını sahiplerinden satın alarak, mevacib adı da verilen maaşlar çıktıkça, hisse­lerini alırlar hâttâ içlerinde bir kaç ulufeyi üzerinde toplayan­larda bulunurdu. Bu sebebden müftehiran ulufesi hizmet kar­şılığı askeri tahsisattan olmayıp adetâ esham <senet> taksi­tini andırıyordu.
Üçüncü kısım ise;bilfiil askeri hizmet veren yeniçeri inti-saplıları idi. Kapılılardan ve müftehiran yakınlarını bularak o-cağa kapağı atanlardan vazgeçirilip, fiili hizmette bulunması lâzım gelen yeniçerileri nasıl topluyorduk. Yâni o dönemde askere alma muamelesi ne şekilde idi? Şimdi de işin o tarafı na bir göz atalım. Yeniçeri ihtiyarlan; oğullarını veya evlâdı makamında tuttuğu bir delikanlıyı <ağa çırağı> adı altında ocağın defterine mülazım, yâni namzet mânasında, kaydetti­rirdi. İhtiyarın vefat ettiğinde namzetin yeniçeri olma hakkı doğardı. Böyle kişiler hakkında <valdeş> yâni merhumun çocuğu tâbirini kullanırlardı. Bilâveled yâni çocuksuz yeniçe­ri ihtiyarı bulunmaz gibiydi. Asker almada kullanılan usûller­den biri buydu. İkinci usûl; kale muhafızları için kale yamak­larından ve yerlilerden nefer olarak icabında belli müddetle işbu <Koloğlu> adıyla münasib sayıda asker yazılması adet o|duğundan, bu koloğlu askerleri icab ettiğinde ocaklı defte­rine kaydolunurlardı, üçüncüsü ise;tahsisi bedergâh usûlüy­dü.
voyleki: Taşralardaşehir delikanlıları askerlik imtiyazından ade edip gezip tozmakta, serbest olmak için, ücretsiz yâni maaş almaksızın yeniçeri yazılıp, mensup oldukları orta­nın alâmeti farikası olan işareti kollarına veya bacaklarına döğmecide işletirlerdi. Askerlik mesleğine girdiklerinden do­layı da tafra satarlardı. "Bütün bunların vardığı sonucu özet­lemeye çalışırsak, bozulmuş olan genel ahlâk yapısı içinde yeniçeri ve mesleki askeriye milletin bir numaralı istinatgahı olması hasebiyle ilk düzeltilmesi gereken kurum ve topluluk olduğundan, baştan beri gelmiş ıslahat çalışmalarında öne alınmıştır. Dolaysıyla 3. Selim'in ıslahatına ordudan başla­ması tabii olduğu gibi, devlet ricalinden ülkede yapılması ge­rekenleri bildirmelerini ferman etmesi ve erbabı kalemin ver­miş olduğu lâyihalarda işe buradan başlanması tavsiyesi az­im bir çoğunluğu bulmuştur. Lâyihalarda genellikle ve ortak­lıkla belirtilen hususlardan birini okurlarımıza sunahmıAh-med Râsim bey'in mezkûr çalışmasında, 2529. sh. de "Biz ki; yeniçerileriz Hacı Bektaşi Velii pirimiz, erenler evliyalar dostlanmızdır. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz eksilirse binimiz türer yollu ifadelerden sonra filânoğlufalan ortamıza girmeye tâlib oldu. Bizde ocağın hükümleri gereği eline işbu sofa tez­keresini verdik" denmektedir. Yine: "Ellerindeki kâğıd parça­sından başka askerlikle bağlantısı olmayan bu sofalılar, oca­ğın sorumsuzca gayretkeşleri olup, kazan kaldırıldıkta en bü­yük tehlike bunlardan gelir. Ayrıca bunlar, yeniçeriler hak-kında(aleyhinde değil)konuşulanlara kızar vekonuşanlara si­lah çekerlerdi." diye yer alan lâyihalarda bunlara dâir "..İyiyi kötüden ayırmaktan aciz, dini ve askeri vazifelerden habersiz olan bu câhil haytalar, Bektaşi'dirler. Bektâşiyânı levâzimi-den diyerek içkiye alışırlar. Askerlik bahanesi ile başlarını da boş bırakınız, yapacakları azgınlığı kolayca da tahmin edebi­lirsiniz! Seferlere çıkıldığında Orta'ların defterleri isimle dolu olduğu halde, kapılılar, müftehirler, malûl, ihtiyarlar gelme-
Eklerinden mevcud askerlerin, yansını bazende üçte birini cak tutturabilirdi. Onbin ocaklı ile yola çıkan bir kuman­dan yoklama yaptığında mevcud olarak, dört veya beş bini tutturabildiği nâdirattandı..." Devlet ricalinden istenen çâre layihalarında parmak basılan, yapılması tavsiye edilenlerin başında ordunun ve bilhassa yeniçeri sisteminin gelmesi ta­biatıyla münevver ve batıyı mektuplaşma yoluda içinde ol­mak üzere çok taraflı incelemeye almış bulunan yeni padişa­hın, sekbanı cedid diğer adıyla nizâmı cedid adı verilen yeni bir asker gurubu teşkil etmesi doğrusu isabetli bir davranış olarak kabul edilmelidir.
Ancak; Başlangıcında sergilediği kararlılık, ne onun tabi­atında devam ettirebileceği iktidarda vardı, ne de yeniçerinin bu işi kabullenisi olabilirdi. Nitekimen sonunda nice göz ya­şartıcı ve elem dolu hadiseleri müteakip, ortada ne nizamı cedid kaldı, nede zavallı padişah 3. Selim. Kılıca karşı ney'üe karşı koyarak uzletgâhında şehidler kervanına iltihak ettirildi. 3. Selim 1207/1792'de devlet nizamına dâir layihalar dev-rinibaşlatmıştır. 3. Selim bu ıslahatı seven hâli ile meşveret meclisinde göstermiş olduğu şûra'yı devlet taslağını bir da­ha çizmiş oluyordu ve bu taslağı çizdiren ise, Rusya ve Avus­turya ile yapılan savaşın acı neticeleriydi. Yine Ahmed Cev-ded paşanın tarihinde yetmiş küsur sayfa halinde yer alan bu lâyihalar meselesinde layiha verenlerin devletin nabzını tam olarak tutamadıklarını eserlerinden anlaşılır hükmünü çıkar­mak mümkündür. Yine de bu lâyihalardan düstûr'ülamel yâ­nı riayet olunacak kanun olmak üzere bir özet çıkarılmış ve küçük bir kitabçık hâline getirilmiştir. Rumeli Kazaskeri Ta­tarcık Abdullah Molla lâyihasında "Son derece akıllıca ve tedbire dayalı olarak yeniçeri ağası ve kulkethüdası ile beş orı kadarda ocak ağasını seçmeyi tavsiye etti. Onların aracılığı ile Osmanlı devleti o günden sonra Yeniçeri ocağına Sul­tan Süleyman Kanuni zamanında olduğu gibi itibar ve eski kanuna riayet ederek yeniçeri zümresini diğer zümrelerden üstün tutacaktır, diyerek kendilerini yeni tertib tâlimler husu­suna istekli, nişan atma ilmi harbiyesine ait yazılı kitapları dilimize tercüme edipde öğrenmeleri tarafını ihtar etmiştir. Ne varki; Yeniçeriler için yenilikler yapmak bir ölüme yat­mak gibiydi. İçlerinde yapılmaya çalışılan bütün ıslahatlar az zamanda tavsıyor ve eski bozuk hâline avdet ediyordu. Tan­zim içde olacak işden değildi. Bu bakımdan nizâmı cedid sı­nıfı ayrı ancak yeniçerilerin içinden çıkan gönüllülerinde ol­masıyla tesis edildiği gibi, mâli meselede nizâmı cedid sandı­ğı denilen özel bir hazine konularak gerçekleştirildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı