12 Haziran 2011 Pazar

SULTAN I. ABDULHAMİD HAN

SULTAN I. ABDULHAMİD HAN


Babası: Sultan III. Ahmed Han         
Annesi: Râbia Şernî Sultan
Doğum Tarihi: 1725 
Vefat Tarihi: 1789
Saltanat Müd.: 1774-1789
Türbesi: İstanbul Eminönü Bahçekapı'da.

Soralım ve cevaplayalım, kimdir bu 1. Abdüihamid? Bu zat Osmanh padişahlarının yirmiyedinci padişahı olup, baba­sı 3. Ahmed'hân'dır. Vâlide-i muhteremeieri ise, Şermi Ka­dındır. Doğum tarihi, 1137/1725'dir. Elli yaşında olduğu hal­de, 1187/1773 senesinde tahta çıktı. Böylece milâdi sene hesabıyla yaparsak, padişah kırk sekiz yaşında olmak duru­mundadır. Kaynarca antlaşmasının gözyaşlarını akıtarak tas­dik etme mecburiyeti kendilerine pek girân gelmiştir. Hassas bir insan olup, merhamet hislerinin, vatanperverlikle içice yüreğinde yer tutmuş nâdir insanlardandı ve Kaynarca ant­laşmasının tahmil eylediklerini izâle etmek, en azından hafif­letmek gayreti, Rus ve Avusturya menfaat birliği sebebi ile yarardan ziyade, daha büyük kayıplara duçar oimamiz neti­cesini getirmiştir.
Sultan Hamid-i evvel hz. leri, babasından beş yaşında iken yetim kalmıştır. Doiaysıyia milâdi tarih hesabıyla kırküç yıl sarayda kapalı bir hayat içinde günlerini geçirmiştir. Dünya İle alakalı meselelerde târih ilminin dışında, ilimlere pek vak­tini ayıramamıştır. Zaten bütün OsmanSı hanedanı üyeleri, kadınları olsun, erkekleri olsun, hâttâ hizmetli saray men­supları bile devletin târihini pek iyi Öğrenirlerdi. Çünkü, bu târihi yapanların arasında mümtaz mevkii kendi cedleri tem­sil etmekteydi. Buna bağlı olarak Sultan 1. Abdüihamid hân târih bilgisine hakkıyie vâkıf bir kimseydi. Son derece terbi­yeli ahlâk-ı hamideye mâlik idi. Ancak selefi 3. Mustafa'nın bütün iyi niyet ve çabalarına rağmen gelinen nokta hiç açıcı değil, adetâ fecaatin hemen eşiğinde idi. Padişah da ise, bu felâketli durumu bir muzafferiyata çevirecek muktedir bir el arama beyhude gibiydi!
Beş yıldır Avrupa ve Karadeniz kıyılarında devam eden savaşlarımız, hem askeri hırpalamış hem de hâzine-i hüma­yunu 3. Mustafa'nın çok para biriktirmiş olmasına rağmen ağır ve sonu gelemeyen masraflar hazırı tüketmişti. Askere tahta geçişin sırasında bahşiş bile verilememişti. Prusya elci­sinin, Rusya ile Osmanlı devleti arasında Kılburnu istihkâm­larının yıkılması kabul edildiği takdirde bir sulh anlaşmasının mümkün olduğuna dâir teklif yapıldığında, devlet ricâii sadn-azam da içlerinde olduğu halde bu teklife balıklama atlamış­lar ve derhal yeni padişaha, bir tezkere ile mezkûr hâli arzet-mişlerdir. Ancak padişah-ı şahaneden hiç ümid edilmez bir cevap gelmiştir ki, hepsi şaşkınlıklara gark olmuşlardır. Sad-rıazam bütün bunlar olurken Şumnu'da ordunun başında bu­lunmaktaydı. Yanma gelen bir Rus zabiti, Ruslarca gönderil­miş olan padişahın cülusunu tebrik eden mektublan sun­muştu.
Romanzofda tebrik mektubu göndermekle birlikte, sulh müzakerelerine yeniden başlanması hususunda teşebbüsler yapmayı öngördüğü gibi, Avusturya ve Prusya elçilerine yar­dımcı olmaları istikametinde işaretler yapmayı tatbike koy­muştu. Fakat bütün bunlara sadnazamın cevabi yakında Tu-na'nın öbür tarafına geçeceği ve bütün düşmanlarını sürüce-ği istikametinde beyana baş vurduğu görüldü. Nasıl olduysa bütün devlet adamları, sadrazam paşa, hâttâ padişah bizzat sulha tâlib olma yolunu aradılar.
Karşılarına yepyeni bir muhalefet çıktı. Bunlar ulemâ-i ki­ram sınıfı idi. Kerç'i, Yenikale'yi, düşmana vermenin din-i mübini islâmın müsaadesinin olmadığı hükmüne sıdk-ı sebat eylediler. Bunun neticesi, mütareke müzakereleri beşinci de­fa kesilip, Rus savaşı yeniden yeniye bir daha alevlendi.
14/nisanda çeşitli emjrler sadrazamca verildi. Bu arada Akdeniz tarafına, Osman Paşa nasb olundu. Bodrum'a asker çıkaran Ruslara Osman Paşa hücum eyledi ve onları bozgun halinde ricâte mecbur eyledi. Amiral Orlof'un, bu teşebbüsü ilk değil, daha evvelde böyle bir tasaddide bulunmuştu. An­cak bir kaç bin asker, yedi top, yüz kantar barut ve birçok eşya bırakmak suretiyle kaçabilmişti. Tuna taraflarında ise, sadrazamın önemli üsler tesis için bazı fetih tasavvurları var idiysede, Rusların Pazarcık civarında yağma ve karışıklık çı­karma çalışmaları başını almış gidiyordu. Reisülküttab Ab-dürrezzak efendi buralara yığılan Rus kuvvetlerini, uzaklaştır­mak için yardıma koşmuşsa da, bunların mukavemeti, ayrı­ca iki gurup Rus kuvveti birleşmiş ortaya yirmibeşbin kişilik hayli güçlü, bir ordu çıkıvermişti. Bunlar Kozluca'da bulu­nan, Osmanlı ordugâhına darbelerini vurdular. Darbe askeri­mizin pek fena bir surette dağılıp kaçmasına vardı. Yirmido-kuz tane topumuz ve bir hayli barutun Rusların eline geçmiş olmasıda büyük bir üzüntü kaynağı oldu.
Öte tarafdan Abdürrezzak efendi kuvvetlerinden bir mikta­rı şehid olmuştur. Diğerleri firar yoluna düşmüşlerdir. Rus as­keri Kozluca üzerinden Şumnu'ya doğru hareket ettiğine dâir haber alan sadrazam, şehrin etrafında yapılmış metrislere pi­yade askerini yerleştirdiği gibi, süvari kuvvetlerinin başına da, Dağıstanlı Ali Paşayı komutan nasbeyfemişdi. Şehrin ahalisini teskin ederek koruyabileceklerine inandırdığından savuşacak kişilere fırsat verilmemiş oldu. Öte yandan hanı­mını erkek kıyafetine sokarak, firar etme teşebbüsünde bulu­nan Kâhyabey'İn kâtibi askerler tarafından öldürüldü. Aynen bunlar gibi yapmaya kalkışan reis efendi, askerlerce katline ramak kalmışken ellerinden kaçmaya muvaffak oldu. İstan­bul'da soluğu aldığı sırada, yaptığı saraya duyurulmuş oldu­ğundan padişah katlini irade eyledi. Ancak araya giren eş-dost idam hükmünü Kütahya'ya sürgün şekline çevirtmeye muvaffak oldular.
Kozluca savaşı; akabinde Rus başkumandanı Romanzof, Prusya elçisi Zejlin'e bir mektup göndererek, Romanzof sad­razamın ileri sürdüğüne bağlı kalarak, Rusya devleti, Tatarla­ra dâir talebinde islâm dinine mugayir düşecek herhangi bir şey istemeyeceğini, bugüne kadar ele geçirmiş olduğu top­rakları iadeye hazır olduğunu, ancak bütün bunlara karşılık, Kuburun, Ozakzof, Kerç ve Yenikalenin terki hususunda mu­sir olduklarını bildirdiler elçi
Anlaşılmaz bir şekilde böyle bir mektup yazan başkuman­dan Romanzof, Şumnu'yu kuşatmaya başladığı sırada, sad­razamın yanında bulunan bir çok asker firar yolunu tutmuş, adamakıllı eksilmeler olmuştu. Vaziyet bambaşka bir hâl al­mış, artık muhtemel savaşın neticesi aleyhimize olma ihti­mâlini ibre göstermeğe başlamıştı. Bu vaziyet karşısında sadrazam derhal Romanzof'dan gelen mesajı tercüme ettirdi. Buna vâkıf olunca, gönderdiği subay vasıtasıyla sulh müzâ­kerelerine başlanması için Romanzofun müracaatı kabullen­mesini istediyse de, çıkan cevab olumsuz idi. Bunun üzerine sadrazam yeni reisülküttab Münib efendi, Nişancı efendi temsilci olarak ordugâhda yapılacak meşverete gönderildi. Yapılan toplantıda durum bütün sarahatıyla açıklandı. Lâzım gelenin artık mütareke bile istemek değil, doğrudan doğruya neye mâl olursa olsun, sulhun talibi olmak hususu ileri sürül­dü. Padişah Hz. lerine İçinde bulunulan çaresizlik hülasa olu­narak, talebin kabul edilmesi niyazları yapıldı. 16/temmuzda Osmanlı devleti elçileri, Rus elçisi Prens Repnin ile görüşerek yedi saat süren müzakerede, Bükreş'de anlaşmaya varılmış müsvedde maddeler üzerinde, görüşmeler yapılması şekli kararlaştırıldı.
Ancak; Prens Repnin bu kararla alakalı zabtı hemen imza­lama yerine dört gün sonraya tehir etti. Çünkü Deli Pet-ro'nun  irrızatamak zorunda kaldığı Prut harbînin sulhunun imza târihine denk düşürme diplomasisi uygulayarak, bir in­tikamı gerçekleştirmiş oluyordu. 21/temmuz/l 7 1 I 'in öcünü almış oluyordu 21/temmuz/1774 senesinde. Kaynarca yapı­lan bu mutabakatın sonunda sulh müzakerelerinin yapılacağı yer seçildi.
Sadnazam Muhsinzâde Mehmed Paşa İstanbula dönmekte iken kısa bir rahatsızlığın peşinden ruhunu tesiim etdi. Yerine getirilense izzet Mehmed Paşa oldu. Bütün bunlar olurken, Kırım hanlığında meydana gelmesi yavaş, yavaş görülmeğe başlanan değişiklikler, Cengiz hanedanına mensub han'lar sülalesinden bir gurubun, Kırım'da yaşayan ulemayitemsilen muteber bir kaç fâkih, ahalinin çeşitli bölge ve mesfek tem­silcisinin meydana getirdikleri mâruzât heyeti, Dersaadet'e gelip, padişahın kapısına müracaatta bulundular. Meramları; eskiden olduğu gibi, Kırım'a hân tâyini devlet-i âliye elinde olması, bayram ve cuma namazları esnasında hutbe'nin hila­fetin temsilcisi Osmanlı padişahının adına okunması, basılan paralarda Padişah hz. lerinin tuğrasının bulunması, talebieri-nin kabul edilmesiydi. Yapılan bu müracaattaki maruzat; Ab-dülhamid-i evvel tarafınca büyük memnuniyet ve iştiyakla karşılandı. Bu hususun henüz teati olunmamış, hatta tasdiki yapılmamış kaynarca sulh antlaşmasına idhâli hakkında re-isülküttap efendiye haber salındı. Reisefendi; Rus başkuman-danı Romanzof'a gönderdiği talebnâmede yazdığımız teklifin imparatoriçe nezdinde nazar-ı itibara alınması hususunda de­lâletini rica etmişti. Takrir ise özetle, yukarıdaki Kırım heyeti­nin arzuy-u hissiyatına tercüman olan sözlerdi. İlâveten Kerç kalesinin ve esirlerinin hususunu belirten taiebden vazgeçil­mesi vardı ki, Rusya bundan da feragat yoluna giderek iste­nenleri kabul etti.
Böylece de, Kaynarca antlaşmasını her iki taraf tasdik edip, birbirlerine gönderdiler. Tarih: 1188/1774 idi.
Rusya'nın da kabul ettiği statü içinde Sâhib Giray'a hanlık tevcih edilmiş bu seferde ahali ve maruzat gurubu yeni hân'a muhalefet etmişler, bahse konu Sahib Giray tahtına oturamı-yarak, binmiş olduğu bir gemiyle İstanbul'a gelmişti. Aynı zamanda bu zata muhalefet edenler padişah katına .müraca­atla Devlet Giray'ın hanlığa nasbim istida eylediler. Fakat bu taleb Kaynarca antlaşması ışığı altında mütalaa olunduğun­da mugayir bir talebdi. Beri yandan vaziyeti bu şekilde mü­racaatçılara anlatmaya kalkışmak devlet-i âliye'nin sânına nâkise getireceği için, Rus elçisi İstanbul'a geldiğinde mev­zua girilicektir mealinde bir cevapla iktifa edilirken, Sahib Gi­ray'a da, yakın bir mahalde oturması için ikametgâh tahsisi yapılmıştır. Bu sırada zaman 1189/1775 tarihini gösterirken, sadnazam İzzet Mehmed paşa ile şeyhülislâm İbrahim efendi arasında husule gelen geçimsizlik, önce sadrazamın azlini, yerine Derviş Mehmed paşanın getirilmesine, çok geçmeden de, şeyhülislâm efendinin makamdan ayrılması gereğinin hatırlatılması geliverdi.

Şark'daki Sıkıntı


Akkâ bölgesinde isyanını devam ettiren meşhur Şeyh Tâhir'in terbiyesi ve cezalandırılması işini Kapdan-ı Derya üstü­ne yükleyen devleti âliye, Şam valisi, Sayda eyalet valisi, Kudüs mutasarrıfı paşalarla Şam sahilleri muhafızlığına nasb edilen, Cezzar Ahmed paşaca da selâhiyet ve emir vermişti. Akkâ kalesi içinde bulunan şeyh Tâhir donanmanın sahilden bombardıman yapmasına mukabele etmek için emrinde bu­lunan mağribî denen askere toplarıyla ateş emri vermesine rağmen, bu mağribiler biz Osmanlı devletine ateş açmayız çünkü; biz Osmanlı askeriyiz, dernek suretiyle verilen emri uygulamaktan sarfı nazar eylediler vaziyetin geldiği nâzik
durumu hisseden, Şeyh Tâhir'in, atına binip kale kapısından kaçtığı sırada mağribilerden, çok nişancı biri attığı tek kur­şunla, bu asiyi bir daha kalkmamacasına yere serdi.
Mağribiler Akkâ Kalesinin kapılarını, Cezzar Ahmed Paşa­ya açtılar. Çok geçmeden; Sayda eyaleti valiliğinin Cezzar'a verildiğini görüyoruz. Ayrıcada vezaret rütbesi ihsan edildiği­ni öğreniyoruz. Sadnazam Derviş Mehmed Paşa'nın devlet idaresinde şâhid olunan engin müsamaha ve rahatına düş­künlüğü geminin bu kaptanla yürüyemeyeceği intibaını ver­diğinden azline gidilip, yerine Darendeli Mehmed Paşa boşa­lan makamı hakkıyla doldurmak niyetiyle getirildi.
1190/1777 bu sırada Rus elçisi İstanbul'a gelmiş sefarete yerleşmişti. Pek uzun süren müzakereler sonunda Kırım ah­vali hakkında varılan karar, devlet-i âîiye'nin Kırım'da bulu­nan Devlet Giray'a, hân'Iığını meşrulaştıran menşurun posta­lanması oldu. Fakat bu seferde Devlet Girayı istemeyen Rus­ya yanlısı gurup hareketi bir isyana çevirdi. Devlet Giray da İstanbul'a kaçmaktan başka çare göremedi. Rusya'ya bel bağlayıp onlara hayranlığını devamlı belirten, Şâhİn Giray Rusyanin koruması altında Kırım'a hân oİdu! Yanına da Rus ordusundan biri, imparatoriçe tarafından, yaver sıfatıyla yer­leştirildi. İdare hân'ın elinde gözükmekle beraber, yaverin müdehalaleri bir vesayet İdaresini haber vermekteydi. Bütün bunlara karşılık Osmanlı devleti infial içinde olmakla birlikte Rus elçisini adamakıllı bunalttı. Hatta savaşın kapısını da aralama niyetinde olduğunu Rusya'ya olsun, elçinin bizzat kendisine olsun hissettirdi. Ruslar ise geçen savaştaki yara­ların henüz kapanmamasının farkında olarak, savaşı getire­cek tırmanmayı önleme çalışmaları arasında tercihini, sulhu devam ettirmekte seçerken, her ihtimâle karşıda, başku­mandan Romanzofu Özi Kalesi civarında toplanmış Rus as­kerinin, başına gönderme tedbirini de ihmâl etmedi.
1191/1778 Şahin Giray'ın hanlığını, bildirmeye geien bir heyet Osmanlının soğuk muamelesi karşısında ve bu hanlığı tanımaz davranış göstermesinden ümidini keserken, devlet-i âliye daha önceleri, Kırım ahalisi tarafından hân'lığa, seçil­miş bulunan eski hân'iardan Selim Giray'ı bu hanlık vazifesi­ne nasb etmiş ve Kırım yarımadasına göndermişti.

Kaynarca Antlaşmasındaki Yanlışlık


Bahse konu antlaşmanın; Kırım ile alakalı maddesinin sosyalite bakımından bir gerçekçiliğe dayanmadığı rahatça tesbit edilebilir meydana çıkan ihtilaflar yüzünden. Bu ant­laşma icabına göre azil ve nasbin Tatar halkın tercihine bira kılması, bu ahalinin mizacına uygun düşmediğinden fırkalara bölünmelerini getirdi. Bu bölünmelerin, tercih farkından kay­naklandığını ileriye sürmek zaittir. Burada sürüp giden bu te­lakki farkı Rusya ile Osmanlı arasında soğuk savaşlara ge­beydi ve bu soğuk savaşın ortaya koyacağı yavru bir sıcak harp olabilşirmiydi? Bu sorunun cevabını aramaya koyul­mak için iki devlet arasında müzakere cihetine gidilmesi ka­rarlaştırıldı.
Kırım bir bombaydı! Elde mi patlayacak, yoksa bey'demi patlayacaktı? Kırım meselesi hakkında yapılan Rus elçisine konuşmalar, elçi tarafından son derece mülayemetle karşıla­nıyor, hemence Petersburga gideyim cevabıyîa karşılanıyor­du. Gidişi esnasında devlet-i âliye kendisine pek hatırşinas davranıyordu. Rusya'ya gitmiş olan elçi orada ciddi bir çalış­ma yapmıyor, oturup oturup İstanbul'a avdet ediyor, oyalayı­cı cevaplarla vakit kazanmanın çarelerini bulabilmekteydi. Demekki; bu elçinin değil, Rus devletinin oyalama politika-sıydı. Sonunda Ruslar Kırım'a kalabalık sayılacak miktarda asker çıkararak Şâhingiray'ın yanında yerlerini aldılar. Bun­ların ahali arasında askerlerini barındırmaları, Kırım Tatarlannın büyücek kısmında anlayışlarına mugayir bir hâl oiarak telâkkiye sebeb oldu. Bu gurup, Kuban tarafında bulunan Tatarlarla birleşme suretiyle gayrimemnun oldukların: beyan ettiler. Şâhingiray hakkında hân olarak kabul etmeyecekleri­ni belirttiler.
Talebin kaale alınması beklenirken, askerlerin üzerlerine geldiğini gören Tatarlar mukabele etmekden geri durmadılar. Böylece ortaya sıcak bir savaş çıkmış oldu. Bu savaşda iki tarafın uğramış olduğu kayıp pek fazla idi. Tatarlar yine bir takım kimseleri, Babıâli'ye gönderip, istimdad eylediler. Devlet-i şahane bu feryadlara ilgisiz kalamayıp yaptığı de­ğerlendirme toplantısında, çeşitli gemilerle Kırım'a 12 bin ki­şilik askeri kuvvet gönderilmesini, ancak Kaynarca sulhunu ortadan kaldıracak harekâttan içtinab edilmesi hususunda prensip kararı alırken, Lehistan hududundaki Osmanlı top­raklarına yakın yerlerde askerlerini toplamakda olan, Rus­ya'ya karşı Kırım ve İsmaiyl civarındaki kuvvetlerimizi yöne­tecek, seraskerlikler kuruldu. Ayrıca tertip edilmiş bütün bu kuvvetleri teşkilde taşınan maksadın, Kırım'a yardım niyetiy­le yapıldığının İstanbul'da, elçilikleri bulunan devletlere bu elçilikler vasıtasıyla bildirim yapılmas: kararı alındı. Rusya; Kırım'da sağlamış olduğu serbestilik görüntüsü altındaki or­talığı karıştırma harekelinin meyvelerini devşirmeye başla-mışdı. Tatarlarda biraz hareket hâlinde olan çabuk davran­mayı, bu sistem adetâ guruplara parçalanma neticesi ver­mişti. Hân'lığa tâyin olunmuş şahsı bir gurup tutma eğilimine girerken, diğer gurup bu tâyini geçersiz kılmak için, çalma­dık kapı, aramadık çare koymuyordu.
Bu kapılardan en önde geleni şüphesizki devlet-i âliye idi. Ruslar; Kırım ahalisinin içine attığı istiklâliyet tohumu hase­biyle amaline muvaffak olmuşsa da, Osmanlı devleti ile sırf bu yüzden, sıksık gerek savaş alanlarında gerekse mütareke masalarında karşı karşıya gelmek gibi bir sıkıntıya maruz kaldığını da görmekteydi. Şâhingiray'ın hanlığı tarafını tutan Rusya karşısında Osmanlı devleti ecnebi devletlere Kırım'a muavenet etme haberlerini İstanbul'da bulunan elçilikler va­sıtasıyla duyurmaya çalışırken diğer yandanda Kırım'a Selim Giray adlı eskiden vazife yapmış hânı göndermişti. Rusya'nın gönderdiği kuvvet ile Kınm'lı, Rus muhaliflerinin mücadele-sindeki meşkûk görüntü, Selim Giray'ında firar yolunun yol­cusu olarak İstanbul'a kapağı attığını görüyoruz.
Darendeli Mehmed Paşa bazı hususatta rıza-İ devlete mu­gayir hareketlerin seyircisi, rahatma düşkünlüğü ve işlerinde pek ehli olmadığı, anlaşıldığında azil yoluna gidildi. Sadareti­nin l/eylûl/1778'de son buluşunda  1 yıl, 5 gün sürmüştü. Yerine, Yeniçeri Ağalarından, Kalafat Mehmed Paşa getirildi. Rusya'ya karşı savaş açılıp açılmaması, tereddütleri yaşanır­ken donanmay-ı hümayun Beşiktaş önlerine çıkarıldı. Orada demlenmeğe başladı. Devletin idarecileri savaşın yapılıp ya­pılmamasını tartışırken, birisi de donanmanın geçen sefer uğradığını hatırlattığı felâket, mezkûr filonun akıbetinin aynı olması endişesinin ağır basması buna karar için biray geç­mesi beklendi. Babıâli; harb ilânını deruhde edemeyeceği kanaatinde ittifaka vardı. Sonunda gemileri, Kırım'ın bir li­manına gönderip, gövde gösterisinde bulunma yolu seçildi. Beri yandan Rusya başkomutanı Romanzof ile haberleşme yolunu açtılar. Kırım'dan Rusların askerlerini çekmeleri mev­zuunda müzakereler başlatıldı. Donanma ise, Sinob'a geç­miş, oradan Anapa'ya uzanmış, Karadenizin sularında seyr-i sefâin eylemekteydi. Bu sırada Romanzof'la yapılmaya baş­lanan müzakerelerden, bir netice çıkmayacağını kestiren Ba­bıâli, Serasker ve Kaptan-ı derya'ya gönderdiği bir yazılı emirle, Kırım veya Taman civarında savaşa hazır, ancak Rusyanın başlatmasını bekleyen anlayış dahilinde teyakkuz duruma yatması bildirilmişti.
Rusya'nın savaşacak takati pek yeterli olmadığından du­rumlarını belli etmeden savaşa hazırmış şeklindeki politik davranışı kendi nâmlarına başarılı sayılmalıdır. Fransızlar ise; geçen defaki gerginlikte Osmanlı devletini savaşa şevkteki gayretlerini, bu sefer ki çekişmede, kullanma istikametine çalışmadı. Donanma ise, Kış fırtınası ile meşhur Karadeniz havasından kurtulmak için, İstanbul'a avdet etmeyi yeğledi. Rusların Kırım'daki varlıkları müslümanların canını çok sıkı­yor. Onları Ruslara karşı tahrik etmekde en önemli unsur di­nin emirleri olmaktaydı. Öte yandan İstanbul ahalisinin do­nanmanın Karadenizden savaşsız dönmesi hususuna sıcak bakmadığı, Ruslara karşı kinlerinin ve düşmanlıklarının ziya-deleştiği görülürken, iki kalyoncu nefer yolda gördükleri Rus elçisini öldürmek azmiyle saldırılarına hedef yaptılar. O anda gördükleri Rus elçisinin şahsında Rusya ordusunu cezalamak niyetini taşımaları idi. Yoldan geçenler Rus elçisinin hayatını bu iki neferin saldırısının feci sonundan kurtarmaya muvaf­fak oldular. Kaptanpaşa bu saldırıyı gerçekleştirenleri te'dip etmekden kendini alamadı.

Eflâk Ve Buğdan Kürgüsü


Rusya; Eflâk ve Buğdan üzerinde öyle sistematik tarzda yürütmekteydi ki, meydana gelen karışıklıkları önleyemeyen yerel yönetimin, değiştirilmesini teklif dâhi edemez hâle ge­tirmiş bulunan Kaynarca antlaşmasının seyyiatı idi, Rus­ya'nın ekmeğine yağ süren. Ayrıca bahse konu antlaşmanın Tuna kıyılarındaki imtiyazlı Rus ticaret gemileri, büyük bir serbestiyet içinde dolaşarak zenginleşmeleri bölge ahalisne pek giran gelmekteydi. Bu sırada yine harb emareleri, kendi­ni göstermeğe başladığından, Osmanlı limanlarında bulunan
bütün Rus ticaret gemilerini tevkif etmek aklına geldi, devle­tin.

Zend Kerim Ve Katerina Uyuşması


Rus gemilerinin, Osmanlı limanlarında tutuklanması habe­ri Katerina'nın kulağına gittiğinde İran'ı yönetmekde olan Zend Kerim hân'a işbu imparatoriçe Katerina'dan bir haber gitti "Ben, Rumeli üzerinden, sen ki Zend Kerim hân Anadolu üzerinden Osmaniyan ülkesine dalalımda ona zararlar vere­lim" diyerek devleti âliye'ye savaş açmayı göze aldılar. Ne var ki padişahın, millet-i Osmaniyan'ın, şansı bu ittifakdan, bir zarar görmemesi olmuştur.
Sultan 1. Mahmud hân devrinde İran'daki şah, şiiler tava­fından öldürülünce ortada boşalan şahlığa geçiş yolu kalaba­lığa varan taht namzetlerinin arasında bir hayli zaman alıcı mücadele başlamıştı. Neticede bu kavgada yer alanların ara­sında, Kaçar kabilesi reisi Mehmed Hüseyin hân herkesi mağlup ederek zirve sayılan şah'lığı elde etti. Daha sonra hükümet etme arzusuyla yanıp tutuşan hânların çıkardıkları karışıklıklar devam etmiş Zend Kerim adıyla anılan kişi, adil ve cömertliğiyle ahaliyi kendine bağlamayı bilmiştir. Böylece kuvvetlenmiş ve sayıca çoğalmıştır. Diğer rakiplerini yenme­ye muvaffak olduğundan, İran'dan farisi ve Irak'ı acem top­raklarını ve Horasan'ın birçok yerini ele geçirmiştir. İran'ın idaresini eline almıştır. Hiç bir asaleti olmayan şah'lık iddi­asında bulunan Nâdir Şah emsali kimselerin sonunu ibret olarak almış, şahvekili unvanı, başşehir olarak, Şiraz'ın tes-biti ve seçimini yaparak hükmünü sürdürmeye başlamıştır. Beri tarafdan Basra, İranlılar tarafından istila edilmiş oldu­ğundan orada başbuğluk vazifesi yapmakda olan Alî Meh­med hân, İran hükümeti kararlarına uymayan, Müntefik aşi­retini itaata sokmak için onbîn kişilik süvari kuvvetiyle üzerlerine vardı. Müntefik aşiretinin mukabelesi pek şiddetli oldu, İran kuvvetleri feci bir mağlubiyete uğradılar. Buna bağlı ola­rak da Ali Mehmed hân yapılan savaşda öldürüldü. îran as­kerlerini, Araban halkı ve askerleri kovalamağa başladı. Ya­kaladığını katleden Araban'ların elinden, sadece otuzbeş kişi kurtulup, Basra'ya dönebildiler. Kerim hân'ın kardeşi Sadık hân topladığı kuvvetli bir orduyu Basra'da muhtel olan asa­yişi tesise koştuysada, aldığı hezimet üzüntüsünden Zend Kerim hân yatağa düştü ve kısa zamanda ölüm kapısını çal­dı. İran'da otuz senedir mevcud olan asayiş bozulmaya baş­ladı. Devranı hükümeti ele geçirmek için koşuşturan kişiler arasında hedefe varan Zeki hân, Kerim hân'ın oğlu, Ebulfet-tah hân'ı babasının makamına oturtmaya muvaffak oldu. Nevarki; Sâdık hân; gitmiş olduğu Basra'yı bırakıp, hemen geri döner ve tahta çıkmış Ebuîfettah'ı bulunduğu makam­dan indirip, etbaını hapse atmış kendi de hükümeti ele geçir­miş oldu. Bu seferde Ali Murad hân adlı biri ortaya atılıp, sa­dık hân'ı tasfiye etti. Başkent Şiraz'ı dokuz ay süren muha­sara neticesinde ele geçirdi. Bu arada hem Sâdık hân'ı, hem de Ebulfettâh hân'ın idamlarını kararlaştırıp, tatbik eyledi. Murâd hân; dört sene süren dönemin ardından vefat ederek bu dünyadan göç etti. Yerine kardeşi Cafer hân geçti bu da, beş sene hüküm sürdü. Ölümünde Cafer'in oğlu Lütfi Ali hân geçtiyse de bunun dönemi iki seneye varan büyük karışıklık­lara sahne oldu. Zend Kerim devrinden bu tarafa Irak Acemi topraklarında hayat sürmeğe çalışan Kaçarların reisi Ağa Mehmed hân, Zend sülâlesinin sonuncusu Lütfi Alibey'i öldü­rerek şah olmuş, Tahran'ı başşehir yapmıştır. Bu sırada ta­rihler, 1205/1791'i göstermekteydi. Fakat bu olayların sona erdiği mezkûr târihde Osmanlı devleti tahtında, 3. Selim otu­ruyordu.
1193/1779'da Basra'yı terk eden, Sâdık hândan sonra bu sancağı başıboş bırakmamak için bundan böyie Bağdad vi­lâyetine bağlanması kararı alındı. Rus imparatoriçesi, sözle anlaşmış olduğu, Zend Kerimle, çıkan gaileler yüzünden müşterek hareket imkânı bulamadıydı. Kendisi de, yalnız ba­sına Osmanlı devletiyle savaş yapma cesaretini bulamadı. Fransa ise; Rusya İle devlet-i âliye arasındaki anlaşmazlıkla­rın, müzakere tarikiyle neticelenmesine bir hayli mesai tahsis eyledi. Osmanlı murahhası Abdürrezzak Bahir efendi Aynalı-kavak sarayında yapılan uzun muhavereler sonunda dokuz maddelik bir antlaşmaya imza kondu. Ancak bu antlaşmada umumiyetle Rus amaline daha yatkın bîr vaziyet arzediyor-du. Yapılan antlaşma mucibince Ruslar, üç ay içinde askerini Kırım'dan çekecekti. Mevcud hân'ın yaşadığı müddetçe han­lığı kabul edilmiş oluyor, serbestilik Kırım'da kökleşiyor, böy­lece de, Osmanlı devletinin Kırım üzerinde hilafetten doğan mânevi haklarından başka birşey geriye kalmamış oluyordu.
1193/1779 Katerina; Kırım hakkında beslediği amaca, vâ­sıl olmanın sevinci içinde, Osmanlı padişahına, heyet-i vüke­lâya hâttâ kendi elsine pek kıymetdar hediyeleri adetâ yağ­dırmaktaydı. Bir misâl olmak üzere, kendi elçisine yaptığı hediyeler tesbit ettiğimize göre şöyledir: bin tane kölenin ça­lıştığı arazi vermiştir. Arabuluculukda gayretleri görülen Fransa b. elçisine bir madalya ve ellibeşbin ruble kıymetinde hediye verildi. Ayrıca senede altıbin ruble senelik maaş bağ­landı. Çok geçmeden Şâhingıray'ın hân'lığına, padişah-ı şa­hanede anlaşma mucibince onay verdi. Kızıl Denizde hare-nıeyn-i muhteremeyn-i muhafaza için ecnebi gemilerin sefe­rinin Cidde limanının ötesine geçmesi yasak kılınmışken, geçmiş satırlarda da izahını yaptığımız Bulutkapan Ali bey'in şeyhülbeledliği esnasındaki isyanı döneminde Habeş sahilin­den Süveyş iskelesine gelen, İngiliz kaptan, Bulutkapan Ali bey'e bazı hediyeler vererek gemisini iskeleye bağlama iznini elde etmişti. Buna muttali olan diğer devlet elçileri herkese izin çıktı şeklindeki kasıtlıca telâkkileri ile bölgeye üşüşmeğe başladılar. Verilen gümrük ücreti, bölgede meydana gelen hareket inkişaf ettikçe etti. bu sırada Süveyş'e, bir han yapıl­ması harekâtına geçilmiş, hâttâ ikmâl edilmiştir.
Mekke Şerifi bu durumu Dersaadete bildirip, müsaade is­tediğinde İstanbul buna mümanaat ettiği gibi hemen İngilte-renin İstanbul elçisini vaziyetten haberdar edip buna müsa­ade olunamayacağı söylenmişti. Elçi; kendine yapılan şikâ-yetiderhal Londra'ya bildirmiş cevabı beklemeye başlamıştı. Fazlaca geçmediki Londra'dan gelen talimat, 1192/1778'de ocak sonunda Süveyş denizinde, İngiliz bandıralı gemi görü­lecek olursa, gemi ve içindeki yükü müsadere, mürettebatı esir olarak kullanilabile, veya toplar ile batırıp sulara garke-debilir şeklinde oldu. Sadrıazam Kalafat Mehmed Paşa da geçen zaman içinde yetersizliğini saklama imkânı bulamaz hâle geldiği gibi, üstüne üstlük İstanbul'un maruz kaldığı pek büyük yangınlar adamın uğuduluğunu münakaşalı hâle ge­tirdi.
Ahali ise, kimden memnun olmuş ki bundan olsun düşün­cesi ağır bastığından azledilmekten kurtulamadı. Sadaret Seyyid Mehmed Paşaya tevcih buyruldu. Güzel hizmete gay­ret sarfederken, Karavezir diyede şöhret bulmuşken 44 ya­şında geldiği sadarette 1 yıl, 5 ay, 29 gün kaldı. 6/rebiülev-vel/1196-19/şubat/178l'de salı günü öldü. İzzet Mehmed paşa 2. defa sadarete getirildi. Seyyid Paşa; bilhassa kendin­den Önceki, büyüklüğü müthiş yangınlardan, zarar görmüş bulunan İstanbul'u adetâ yeniden imâr etti diyebiliriz.

Kırım'ın Derdi


Günümüzde yaşamakta olan insanlar; (2000'ler) görmek-telerki, dünyada devletler arasında ara sıra kaşındığında bü­yük ihtilatlara sebeb verebilecek meseleler vardır.
Arab âleminde İsrâil-Füistin meselesi (bizde Filistin taraf­tarıyız. M. H), ülkemiz Türkiye ile Yunanistan arasında başta Kıbrıs meselesi, olmak üzere, kıta sahanlığı, Batı Trakya Türkleri, hava koridoru, adalarla ilgili ihtilaflar, Hindistan-Pakistan arasında Keşmir meselesi zikredilebilir. İşte Kırım me­selesi o zamanlar Osmanlı-Rusyay'la ilgili soğukluğun, kanlı savaşların bir önemli sâikini teşkil ettiğini, 1. Abdülhamid dönemini tetkik ederken daha fazlaca hissedebiliyoruz.
Bunun sebeblerinden birisi, Deli Petro vasiyetini uygulama tatbikatına girişmiş olan Katerİna'nın azmi idi. Bizim artık çapdan düşmeye başlamış olduğumuz devire rastgelen Kı­rım, kendi içindeki, kararsızlık, münaferat, tercih çokluğu, din-i ve milli düşman Rusların, sahte bağımsızlık vaadlerine islâmi ölçüleri kullanmak suretiyle teşhis koymamaları sık­ça, Osmanlı-Rus çatışmasına zemin ve sebeb hazırladılar.
Yukarıda bahsettiğimiz islâmi ölçüden kasıt şudur. Kim büyük parçayı bırakıp, egemenlik arzusuna kapılırsa bölücü olmanın istikametine girmiş demektir. İslâm dini bölünmeyi değil, birleşmeyi emretmektedir. Günümüzde Türkiye devle­ti, târihinin yüklediği misyonla, dünya müslümanlarını devlet tecrübesi şanlı mazisi ile toparlayabilecek güce sahip yegâne odak olarak görünmektedir. Bundan ayrılmayı düşünen kim varsa sadece kendilerine değil, islâm dinine de kötülük yap­maktadırlar. Bir istidrad olarak sayfamıza aldığımız şahsi an­layışımızın, dünya tarihi içinde hiçbir milletin bizim sahip ol­duğumuz parlak ve de berrak maziye sahip olmadığının idrakinden gelmiş olduğunu söylerken hiç de mütereddid deği­lim.
Şimdi de, Rusya-Osmanlı-Kırım üçlüsünün aşağıya alaca­ğımız safhasına gelelim. Kırım meselesi Osmanlı devleti ile Rusya arasında yine soğukluğa gebe hâle geldi. Şâhingiray; Rusya ve alafranga denen anlayışa meclubiyeti dolayısıyla işret, zevküsefa ençok yapdığı işlerdendi. Askerlik yaşını ik­mâl etmemiş gençleri askere almaya zorlar, rıza gösterme­yenleri hemen idam ettirirdi. Ahali üzerinde kendini hissetti­ren ağır vergiler, kazançlarının çokçok üzerinde olduğundan ezilmekden de kötü bir haldeydiler. Şer'i şerife mugayir hare­ketler, Kırım'da bulunan bütün evkaf malını geçersiz kılmak anlayışı hüküm sürmeğe başlamıştı. Bütün bunlara ilâveten Rusya imparatoriçesi Katerina'ya gönderdiği bir yazıda ken­disine rütbe tevcih edilmesi talebinde bulunması, bu talebe uygun olarak da, miralaylık rütbesinin verilmesi, Şâhingi-ray'ın bunu iftiharla kullanması, esasen onurlarına çok düş­kün olan Tatarları çokça üzmüştü. Artık; Şâhingiray bir Tatar topluluk hân'ı değil, kısm-ı âzami kendisinden nefret eden Tatarların başında, her an yuvarlanıp yıkılmaya hazır bir ka­vuk gibi durmaktaydı.
İşte istenen olmuş, ahali birleşmiş, Şahingiray'ın kardeşle­ri, Bahadır Giray'ı hân ve Arslan Giray'ı Kalgay ilân etmişti­ler. İstanbul'a gönderilen bir heyet, Bahadır Giraya menşur istemekle görevlendirildi. Beri yandan Rus general Roman-zof, Şahingiray'ın yeniden tahtına geçebilmesi için bir kaç tane gemiye bir miktar Şâhingiray taraftan bindirildi ve Kırım sahillerindeki limanlara çıkarılarak, Şahingiray lehinde teza­hürat yaptırma yoluna gittiler. Fakat; bu propogandalar bir iş göremedi.
Babıâli; Ruslar ile yapılmış bulunan Kaynarca antlaşması gereğince, Kırım'a hân nasbi, azli veya tâyini gibi hususlarda selahiyetleri olmadığının idraki içinde, Rusya ile aranın bo­zulması taraftarı da değildi. Bir tarafta Kırımlıların İsrarı, öte yandan Rusya ile kavga çıkmasını istemeyen Babıâli'yi iki ateş arasına itmişti. Reis'üi Küttap efendi, Rusya elçisiyle bu konuyu görüşmeye çalışırken, elçiden aldığı cevap, bunları konuşmaya mezun olmadığını söylemek oluyordu. Tavsiyesi ise; direk olarak talebi Petersburga götürmek gelecek ceva­ba göre müzakerelere oturulup bir şekli yakalamak lâzımdır şeklindeydi. Reis efendi bu tavsiyenin gereği olarak impara-toriçenin, hariciye nezâretine mufassal bir yazıyı gönderdi. Oradan gelecek cevaba kadar, Kırım'dan gelmiş bulunan he­yete İstanbul'da oturup beklemeleri için kalacakları yeri gös­terdiler.
Rusya imparatoriçesi, Osmanlı hakkındaki gizli ve haris isteklerini yerine getirecek düşünceye bağlı kalmakla birlik­te, sırdaşı olan general Potemkin, bu düşünceleri kuvveden fiile çıkarabilmek için evvelâ Kırım'ın istilâsının gerektiğini, bunu yapabilmenin de ilk önce, Avusturya imparatoru Jo-zef'in tasvibini alma şartı bulunduğunu buna bağlı olarak da, ilk önce onunla bir antlaşma yapmak lâzım geldiğini ifade eylemişti. Potemkin'in tavsiyesi ile Katerina'nın tasavvuru birleştiğinden, Hemen bir istişare meclisi topladılar. Bu top­lantıda Rusya başvekili Panin, bu hususda Prusya devleti ile ittifak lüzumu siyasi tercihimin basında gelir mütalaasında bulundu.
Prusyayla, Avusturya biVbirlerine hasım olduklarından, Prusya ile yapılacak ittifak, otomatikman Avusturya'nın dostluğunu kaybetmek demek olacağından ve böyle olması da Katerina'nın tasavvuruna aykırı olduğundan başvekil Pa-nin'in teklif yerine geçen mütalaası, imparatoriçe tarafından net bir şekilde red olundu. Böylece general Potemkin'in söy­lediği yolu tercih etmiş oldu Çariçe. Lehistan'da Mohili isimli yere gitti. Avusturya imparatoru Jozef'i de yanına davet etti. Buluştular. Katerina; buluşmada Osmanlı devleti hakkındaki tasavvuratını birbir Jozef e anlattı. Osmanlı devleti toprakla­rını birbir'eri arasında bölüşmek, bir takım yerleri de Yunan ahaliye verir görünerek onları anarşiye imâle etmeyi kurdu­lar. Bütün mevzularda ittifak edip, gizli bir antlaşma imzala­mayı gerçekleştirdiler.
1195/1781 Artık yapacakları iş, Kırım istilasını gerçekleş­tirmek ve bunu temin içinde, lâzım gelen şartları oluşturma­ya başladılar. Kırım hân'ı Şâhingiray meydana gelen karşık-lıklar yüzünden Potemkin'den yardım talebinde bulundu. Du­rum bu vaziyete gelince Şâhingiray, ahalinin istediklerinin aksine bir teskin etme yoluna sevk olunuyordu. Onu bu yola sevkeden Rus gizli servisleri aynı zamanda ahaliyi de, bir an olsun tahrikden geri durmuyor, tâbir caiz ise bir yahudi dü­zenbaz gibi "hem sandalı sallıyor hern de fırtına var" diye bağırmaktaydı. Potemkin ise yardım talebini olumlu karşila-yıp, Kırım'a gelmiş Şâhingiray'ı daha da yakından kontrol al­tına almış oluyordu. Şâhingiray Kırım'da bulunan kardeşi Bahadır Giray'ı hapse tıkarak tesirsiz hâle getirmişti.
Ruslar ise; hudud boylarında ki asker sayısını çoğaltmağa, cephane ve mühimmat eksikliğini gidermeğe uğraşıyordu. Bütün bunlara ilâveten Şâhingiray Özi kalesinin Kırım hu-dudlarına dâhil olması gerektiği hususunda ikna edilmiş böy­lece hân, asırlardır akla bile gelmeyen bu dolduruşun arka­sında yatan hâin plânı tesbit edemiyor, saf saf Özi'yi devlet-i âliye'den isteme hamakatini de işledi. Bu arada Rusya ile Avusturya arasındaki gizli antlaşmayı haber almış bulunan devlet-i âliye hudud boylarını kuvvetlendirme, yapıları sağ­lamlaştırma seferberliğine girişdi. Macaristan, Erdel içlerin­de, arasıra bir takım askeriye ile alakalı tatbikatlarla gövde gösterisi yapmayı elzem buldular. Hassasiyetleri münasebetiyle gerek Eflâk'da, gerekse Anadolu'da birer seraskerlik ih­das olundu.
Bütün bunlar Rusların rahatça hareketini engelleyemedi dersek doğruyu söylemiş oluruz.

Fransızların Ruslara Yaklaşması


Ruslar önceleri İngiltere ve Prusya ile beraberken, Fransız-iari Rusya'ya yaklaşır görmeye başlamıştık. İngilizler bunu gördüklerinde bir çekiliş yaparak Rusya'ya mesafeli davran­ma yöntemine geçdiler. Tabii Prusya'da, Rus-Avusturya gizli antlaşmasına muttali olduğunda Rusların uzağına geçmeği tercih etti. Bu arada devlet-i âliye reis'ül küttebı Mehmed Hayri efendi, Rusya'nın İstanbul b. elçisiyle görüşmeğe baş­ladı. İlk toplantı yapıldığında elçi Yenikale komutanından gel­miş bir mektubu ibraz eyledi. Mehmed Giray adlı biri sekiz-dokuz ay önce Soğuca ve Anapa'ya gidip yanındaki beş kıta ticari gemi ile sadrazam neferi olarak, Nogay tatarlar! vesa-ireden Akkirman ve Bucağ'a geçmek isteyenleri nakletmeğe Osmanlı devleti tarafından vazifelendirüdiği, kendisi bütü~î kabileler üzerine başbuğ olup, Kabartayı dahi bir tarafa celp için sadrazam, çukadarını o tarafa göndereceğini ve Soyu-cak muhafızı Ali bey, oralara gelip, yine döneceğini ve o ha­valinin, kendisine vazife olarak verildiğini beyan etti. Şeklin­de sözler söylediğini bildirdi ve elçi, işin aslı olup olmadığını, Reis efendiden öğrenmek istediğini beyan eyledi. Bunun üze­rine reisefendi vaziyeti şöyle özetledi "Devlet-i âliyei.in bu iş­teki tutumu, yapılmış olan ahdîn hududu içinde olup, Kuban nehrinin berileri yâni Anadolu tarafında bulunan Abaza veya Çerkeş kabileleri Soğucak ve Anapa arazisi Osmanlı devleti­mizin mülki ve insanı da kendi tebasından olduğu ve Meh­med Giray, adlı kumandan ve Çerkeş kabilesi ve Abaza kabi­lesinden Hacı Hasan bey'le birlikte bazı ihtiyarlar İstanbul'a gelmişler. Kale'nin maâş-ı askeriyesini ve memleketin niza­mına aid işlerin düzenlenmesini taieb eden dilekçe getirmiş­lerdi. Bir kaç yüzbin kişilik nüfusa mâlik olan, bu kabileler sizlen yaptığımız ahde aykırı iş yapmasınlar diye, bölgeyi ni­zama mugayir hareketlerden, muhafaza düşüncesiyle muha­fız olarak Ankara mutasarrıfı Ali bey'i bölgeye göndermeye kararımız vardı. Ancak Ali bey, Ankaradaki işleri henüz dev­retmediği için o tarafa daha gidemedi. Zaten; Soğucak mu­hafızlığı vazifesine başlayınca paşalığa terfi edip, Ali Paşa unvanıyla anılacaktır. îşbu sebeblerden; geçici olarak Meh-med Giray muhafız kaimmakamı olarak vekâlet etmektedir. Bu sırada Nogaylar arasında meydana gelen ihtilafa asla ka­rışmamaları için, iki tane talimat gönderilmiştir. Bu babda bilgi Rusya hâriciyesine duyurma yoluna gidilmiştir" Şekiin-de cevabiamiştır.
Daha sonra yapılan ikinci toplantıda mevzuu, Kefe kaza­sından, Nogay ve diğer tatarların üzerinde olmuş, Şâhingi-ray'ın kardeşleri tarafından gönderilmiş şikâyet dolu yazılar­da Şâhingiray şer'i şerife mugayir muamele ve davranışla­rından bahsedilmiştir. Ahali-i Kırım'ın artık yapılanlara ta­hammüle takatlan kalmadığını söz konusu eden şikâyetleri konuşmuşlardır. Padişahı müslümanların halifesi sıfatıyla müdehale edip, işleri düzeltmesi arzularını dile getirmişlerdir. Devlet-i âliye bu antlaşmayı çiğnememek için nasihat ile ye­tinmektedir. Ayrıca Rusyayı bu işe hakkaniyetle el koyduğu takdirde, iyi bir iş yapmış sayacağını söylemesi, bu şikâyet­lerin tarihinin ise Mehmed Giray hadisesinden sonra olduğu göz önüne alınırsa, bir maksad-ı fena taşımadığı görülür, şeklinde cevaplar B. elçiyi sarsmış teşekküre mecbur kal­mıştır.
Fakat; Osmaniı-Kırım ve Rusya meselesi, bir fasit dâire içine girmiştir. Neticeten Osmanlı devleti;  Kırım hanlığında, ahali Şahin giray ve Bahadır giray arasında bir seçim yap­masını, hangisinde teveccüh gösterirse, onu hân yapması, hiç birini istemiyorsa kendisinin bir başka birini belirlemesi teklifini ortaya attı. Fakat Rusya hariciyesinden "o işin zama­nı geçti" mealinde bir cevap çıktı. Rusya, Osmanlı ile yapa­cağı savaş hususunda İsveç'den sıkıntı duymaktaydı. Çünkü; Osmanlı devletinin Demirbaş Şarl'a gösterdiği muavenetten bu yana uzun ömürlü insanların yaşadığını hesaba katarsak, Ruslar, İsveç'in arkadan bir saldırısını hesaba koyuyordu. Buna binaen Katerina İsveç kralından bir mülakat talebinde bulunduysa da, kral pek yanaşır görünmedi. İmparatoriçeyi yeniden atağa geçmiş görüyoruz. Bu sefer ki davette bir şev­ler vaad olunmuşki, mülakat gerçekleşir.
Neticesi Rusya ile Osmanlı arasında çıkacak bir savaş da İsveç'in bitaraflığı temin edilmiş, işi sağlama bağlamak için, İsveç'in Danimarka'nın elindeki bazı yerleri alabilmesi husu­sunda teşviklerde de bulundu. Ayrıca ikiyüzbin ruble para yardımı yaparken, buluşma yerine gelen İsveç kralına büyük riayet ve hürmet göstermişti.
Sadnazam Yeğen Mehmed Paşa, geldiği makam-ı sadaret­te pek göze batar bir iş göremediğinden azli yoluna gidildi. Yerine ise Kethüda Halil Hamid efendi tâyin edildi. Bu arada Bahadır Giray'ın yerine hân yapılmış bulunan Şahin giray'ın istifa edeceği şayiası çıktı. Kuban taraflarında kendisinin inşa ettirdiğinin bildirildiği Eke isimli kalede oturmayı seçtiği söy­lendi. Bu haber Rusların, hân'liğı mülga kılıp, Kırım'ı tam is­tilasına alabilir endişesini doğurdu. Bütün bunlar endişe veri­ci hâllerdenken, Kuban muhafızı Ali paşa'nın kethüdası, Şâ-hingiray'ın göndermiş olduğu bir adamını katlettirince, Rus­lar lâzım gelen bahaneyi çok çabuk elde etmiş olduiar. Der­hal askerlerini dalgalar haiinde Kırım ve Taman'a gönderip, çıkarmaya başladı. Taman neresi dersek şöyle anlatabiliriz:
Kuban nehrini iki büyük kola ayıran, kollardan birinin Kara­deniz'e dökülmesine, diğerinin Azak denizine döküldüğü dik­kate alınırsa iki kolun arasında kalan ada Taman'ı meydana getirir.
Oradan ötesi Kabartay'lara kadar uzanan geniş sahralar Kuban toprakları diye anılır. Alî Paşa kethüdasının, Şahingi-ray'm adamını Öldürmesi Ruslara istedikleri fırsatı pek çabuk verdi, demiştik ve askerlerini Tannan ve Kırım'a çıkarmaya başladığını söylemiştik. Daha da İnkişaf eden harekât Ku-ban'ı da hedefleri arasına aldı. Şahingiray Ruslara, kendi adamının hesabını Osmanlı'dan soruyorlar diye verdiği mü­saade biraz sonra kendi ahalisi olan Tatarları kapsayınca acaba üzüldümü? Bu sorunun cevabını bilemiyoruz. Ancak Katerina general Potemkini Kırım'a Hatman olarak tayin ey­ledi. Kırım'a tekrar gelen Hatman Potemkin, yaptığı konuş­madaki sözleriyle Tatarları elan ağlatmakta olan sürprizi or­taya koymuştu. Potemkin meâlen şunları söylemekteydi: "Kırım artık serbestilik idaresine değil, imparatoriçenin hi­mayesine alınmış, Rusya'ya bağlanmış bir tebâdır. Ancak gitmek isteyenler mallarını alıp gidebilirler. Zorluk çıkarıl­maz. Kalanların ise, mezhebi ve dinlerine asla karışilmaya-caktir, yalnız Rusya'ya kalmış bulunanlar sadakat yemini yapmaya tâbi tutulup, yeminlerine sadık olmaları istenip, takip edilecekdir" dediğinde Kırım ahalisi başına gelenin ne biçim esaret olduğunu anlamış fakat savunacak ne gücü kalmış, ne de onu savunabilecek himayeci Osmanlıda güç kalmıştı.
Bir bölümü verilen hicret müsaadesini kullanarak göç­müşler. Kalmayı tercih edenler zaman ve zemine uymadaki maharetlerine güvendiler! Şahingiray yaptığının vardığı so­nucu piçmanlıkla seyredip, müstakil bir krallık düşünürken, ahalisini esarete duçar eden, kendisi bir hiç mesabesine inen ve Katerina'nın senede kendisine vereceği, sekizyüzbin ruble tahsisata kalmış eski bir hân durumuna inmişti.
Bahadır Giray ise, Kırım'dan firarı başarmış, Kuban taraf­larında bir kaçak gibi hayatını sürdürmüş, yedi yıl sonra İs­tanbul'a geldiğinde padişah ihsanı ile Tekirdağ'da bir çiftliğe yerleşerek, hayatının geri kalanını burada yaşamıştır. 1206/1792'de burada, dâr-ı beka eylemişdir.
Şahingiray ise, 1201/1788'de idam edilerek ölmüştür. Bu sırada Avusturya devleti, Cezayir korsanları tarafınca gemi­lerinin ele geçirilmiş olmasının hesabını Osmanlıya sorarak önemli bir tazminat elde etti. üstelik; bundan sonra gemileri­ni yine korsanlar ele geçirirse onlarında tazminatını isteyece­ğini ve bu hususda dev!et-i âlîye'den bir senet eldi. 1197/1785.
Bir sene sonra, yâni 1198/1786'da Rus B. elçisi, Reisefen-diden randevu talebinde bulundu. Yapılan mülakatta elçi Ku­ban şehrini Osmanh-Rus devletleri arasında, hudud olarak kabul edilmesi ve Kırım, Taman ve Kuban topraklarının, Rusya'ya ilhak etme kararını tasdik etmesini istemek oldu. Bu tasdik hususunda, Osmanlı devletine Prusya'dan aralan bozulmaması için yarım ağızla yardımcı olur gibi beyanları oldu. Buna karşılık Avusturya ve Fransa bu hususda Rus­ya'nın tarafını tutmakla beraber, bize hiç ümit tanımaz tutu­ma girdiler. İngilizlere gelince onlar diplomatik tecrübelerini bize aktarma yoluyla büyqk yardım yapmış gibi göründüler. Demektelerki;
"Kapdan Paşa, istenen antlaşmayı kabul etmez veya tas­dik etmez iseniz Rusya'nın muharebeye girişeceği muhak­kak. Sizin şu dönemdeki durumunuz mukavemete müsaid değil. İmzalayıp kabul ettiğinizi bir düşünün. Meseleyi bağ­lamış Rusları tatmin etmişsiniz ve üzerinizden elini çektiğini göreceksiniz. Buna güzelce zamanın kazanılması diye bakacak ve zamanı kuvvetlendirme yolunda kullanacak olursanız Mora'yi nasıl istirdad ettinizse Kırım'ı, Kuban'ı ve Taman'ı yeniden yed-i idarenize alırsınız" beyanlarıyla yardımcı ol­muş oldular! Dış temaslar bu şekilde netice verdiğinden, iç
istişare yapılırken, Rus elçisinin talebi aciliyet gösterecek tarzda yeniden üstü kapalı tehdidi geldi. Ulema, seyfiye ve vükelâ Aynahkavak da bir imza daha atılması görüşünü pek tuttular.
Padişah 1. Abdülhamid hân irade çıkardı ve maddenin se­nedi imzalandı.

Batı Avrupanın Rusya'ya Bakışı


Ruslar; çok geçmeden Osmanlı devletinden, Eflâk'la Buğ­dan'dan alacağı bir hayli para tutan cizye, rikâbiye gibi ver­gilerinin tahsilinden vaz geçmesini istemişlerdi. Sadrıazam bu isteği yerine getirince, Avrupanin batı yakası devletleri Rusya'nın haddini aşmağa başladığını, Deli Petro'nun vasi­yeti mucibince yaptıkları, sadece Osmanlı devletine müte­veccih olmayıp, sıcak denizlere çıkmayı hedeflemiş Rus­ya'nın kendilerini bir gün sarsmaya başlayacağını anladıkları gibi, aslında Osmanlı devletini Ruslar ile her kapışmasında kendilerinin biraz rahatlaması Osmanlı sayesinde gerçekleş­mekteydi. Doğrusu Osmanlı devleti bölgenin devleti olarak Rus yayılmacılığının Avrupayı yutma hedefini belkide farkın­da olmadan geciktiriyordu. Galiba bunu öncelikle anlayan Fransa ve onun 16. Lui namlı kralı olmuştu. Batı avrupa si­yasi mahafilinde tesbitlerini dile getirmiş ve Rusya'nın dolay-sıyia Katerina'nın tatlı rüyalarına karabasanı musallat etmek için, bir ittifak teşkiline prensipte karar aldılar.
ingiltere, Prusya, İspanya ve Sardunya devletleri 16. Lui'nin teklifinin muhatabı oldular. Ne varki; Fransa yüzün­den Amerikada bir çok toprak kaybına uğramış olan İngilizler, teklife tok olduklarını bildirdiler. Sardunya ve Prusya yan çizdi. Fransa yandaş olarak İspanya'ya kaldı ki ikisi bu işe yetmez görüntüsü verdiler. Bu bakımdan Rusya bir açmaza düşmekten kurtulma şansını yakaladı amma, artık batı avru­pa devletleri kendi ittifaklarını yapamamışlardı, yoksa Rus yayılmacılığını ve belânın büyüklüğünü hep birlikte tesbit ve itiraf etmişlerdi. Devlet-i âliye, Avusturya'nın Bosna civarın­da bir hayli büyüklükteki arazinin kendisine terkini istedi.
Yapılan müzakereler neticesinde teklifin oyalanarak yerine getirilmemesi kararına varılmıştı. 1198/1786 Bu arada sadrı­azam Halil Hamid Paşa ile şeyhülislâm Atauliahefendi azle­dildiler. Yerlerine Haleb valisi Özi muhafızı Şahin Ali paşaya sadaret, şeyhülislâmlık eski şeyhülislâmlardan İbrahim efen-diye tevcih buyruldu. Bu azillerin sebebi olarak, sadrazam Kâmil Paşa "Târih-i Siyasiyye"sinde şunları ileri sürmekte:
"Müverrihler eski sadnazamın azlini ocakların mevacibîe-rini dağıtımdan ileri gelip, dörtyüz küsur kese akçeye varan zamlı maaşlarının kesmek ve maaşları, düşürmek kararı alarak tatbike konması, yeniçerinin derhal hareket hazırlık­larına başlamasına sebeb oldu. Durumu haber alan yeniçeri ağası, olanı biteni defterdar Ahmed Nazif paşaya gizlice bil­dirdi. Defterdar Ahmed Nazif Paşa saraya koşmuş gece de­memiş, padişahı haber verme yoluna tevessül etmiş. Padi­şah sabah olmadan sadrıazamı azletmiş, mührü aldırmış, bahse konu paralar kadar miktarı hemen sarraflardan temin ederek sahihlerine dağıtılması hakkında irade-i seniye çı­karmıştır. Halil Hâmid paşa ıslahatçı bir vezir olmakla bera­ber 3. Mustafa'ya muhabbeti olup, bu muhabbetini O'nun mahdumu 3. Selim'ede gösterme şevki taşıdığı söylenir. Günlerden bir gün, meclisinde bulunduğu bir zâtın sohbet esnasında padişahın bir müddet Bursa, Edirne gibi yerlerde kalsa dediğinde, Halil Hamid paşada güya <Padişah da pek ihtiyar> demiş. Bu sözler 1. Abdülhamid'e ulaşmış bunu şehzade Selim'e saltanat yakışır şeklinde telakki ettiğinden suçlanmış ve azilden sonra Bozcada'ya sürgüne yollanmış­tı. Daha sonra idam fermanı geldi ve infazı yapıldı. Şeyhü­lislâm Ataullah efendi eski sadrazamın tasarrufları hakkın­da, bir beyan vermediği gibi yanlışlarına da umursamazlığı azline sebeb teşkil etti. Ulemaya en ağır ceza olan tatbik edilerek kethüdası Osman efendi ile birlikte, deniz yoluyla Hicaz'a gitmek üzere Gelibolu'ya sürgün edildi. İki hafta sonra orada öldü.
Fakat yeni şeyhülislâm ibrahim efendi mizacı padişaha uygun olmadığından dolayı, üç ay sonra azledilerek Ankara sürgüne gideceği yer oldu. Sadrazam Aii paşa ise taşra hiz­metinde başarılı olmakla beraber, sadaret vazifesini yürüte­cek vukufun sahibi olmadığından, ayrıca okuma ve yazma­dan mahrumiyeti, saklı kalması gereken hususlara, başkala­rının agâh olması mahzur teşkil etmiş olduğundan, sadaret­ten alınıp yerine Mora valisi Yusuf paşa'ya mührü hümayun teslim olundu. 1200/1786   
                                    .,.

Padişahın Sulha Eğilimi     

-
Rus savaşını devam ettirmek savaşın sürmesi ile alakalı olmayıp sulh döneminin dahi, bir harp gibi geçtiği pek nâdir rastlanan devirdi. Padişah bu savaşın bitmesini arzusunda savaşmak karşıtı olmaktan değil, ordumuzun zaferyâb ola­cağına çok fazla itikat sahibi olmamaktan kaynaklandığını kabul etmek gerekir. Nitekim yapılmış olan Kaynarca antlaş­masında yer alan ağırca maddeler, bunun ispatını yapmış olur. Bu antlaşmanın pek ağır maddelerinden, bazılarını say­famıza alalım ve düştüğümüz şartlan hatırlatmaya çalışalım: Osmanlı devletinin, kuruluşundan Kaynarca antlaşmasının imzalandığı târihe kadar <Timurlenk belâyı müstesnası haricjncle> devletimiz hiç böyle ağır bir hasara maruz kalmamış­tır. Hasarın en birinci geleni; Kırım hâniığıyla Kuban ve Bu­cak Tatarlarının, Osmanlı devletiyle, olan irtibatları üstüne gelen, istiklâliyet adı, altındaki maddeyi tasdik zorunda kal­mış olmamızdır.
İkincisi ise; Yenikale ile Kerç, Azak kaleleri ve etrafını, Rusya'ya terk etmek, Aksu Nehrinin hudud sayılması. Üçün­cü husus da; Rus ticaret gemilerine Ak ve Karadeniz suların­da, serbestçe dolaşma ve ticaret imtiyazı verilmesiydi. Dör­düncü can sıkıcı madde Ruslara onbeşbin kese akça tazmi­nat ödemeyi taahhüd etmek oldu. Beşinci olarak Buğdan ve Eflâk'a verilmiş imtiyazlara genişlik tanınması ve altıncı ola­rak, Ruslara nerede isterlerse orada konsolosluk açabilmeleri hakkı tanınması, o güne kadar hiç imzalamadığımız şerait­tendir.
Başda padişah olduğu üzere bütün devlet adamları ülkede mutlaka bir İslahata bir intizama ihtiyaçda kesin olarak itti­fak halindeydiler. Bunu temin içinde pek geniş bir istişari meclis toplantısı tertib olundu. Katılım bir hayli ancak, İşin ehlini bulmak pek kabil olmadığı gibi, devlet-i âliye'nin şark hududu taraflarında çeşitli gaileler bir plânın dahi ortaya çı­masına engel teşkil etti.
Târih; 1201/1787 yılını gösterirken, Koca Yusuf Paşa Rus-yaya ingiliz elçisinin teşviki, Hâmid-i evvelin arzusuna muva­fık olarak Rusya'ya savaş ilân edip, ordu İstanbul'dan henüz yola çıkmışken, Babıâli'nin kapısını çalan Avusturya sefiri, elinde bulunan harp ilânını hâvi resmi yazıyı ilgililere uzatı­yordu. Yazıyı okuyan harp taraftan olanlar bu haber altında bellerini nasıl bükülüyor anlamış oluyordu. Fakat sadrıazam damad-ı şehriyâri Koca Yusuf Paşa, Rusya-Avusturya men­faat birliğini evvelden tahmin etmiş olacakki vakayı sürpriz saymadı, çıkılan seferin deniz yolundan gidenlerin başına
Kapdan-i derya Gazi Hasan Paşayı, kara yolu üzerinden git­mekte olan askerin başına da eski sadnazamlardan Şahin Ali Paşa getirilmiş yollarına devam etmesi mesajı, arkalarından gönderilmişti. Ne varkî Rus cephesinde bazen biz başarılı olurken bazen de Ruslar savaşda gâlib geliyorlardı. Yanlız so-nuçda kaybeden biz olduk. Yaş, Hotin ve Ozi kaleleri, Rusla­rın eline düşdü. Avusturya cephesinde ise; Sadrazam Yusuf paşa hemen Belgrad muhasarasını sürdürmekde olan Avus­turya ordusunun üzerine atılarak pek feci bir mağlubiyet tat­tırdı onlara. Bol miktarda savaş ganimeti elde ederken, -Tu-na'nin öbür yakasına geçip düşman kuvvetlerini birde orada yendi. Fakat bu sırada Rusya cephesinden gelen haberler sadrazamın kuvve-i mâneviyesini sarsdı. Yoluna devam et­mekten vazgeçip, kış mevsiminin gelmesiyle de İstanbul'a dönmek fiilini tercih etti. Sadnazamın zaferle dönmesi tam milleti sevindirmişken, Rusya hezimeti sevincin kursakta kalmasına vesile olmuştu.
Bütün Osmanlı milleti kan ağlarken en büyük üzüntü Sul­tan 1. Abdülhamide gelmiş ki bendelerinden birinin: -Padişa­hım Ozi karamız Rusyanın eline geçmiş! Dediğinde: Padişah sadece: -Ah! Diyebilmiş ve felcin getirdiği, pek derin bir ko-ma'ya girmiştir. Sultan 1. Abdülhamid'in Şahsiyeti Sultan Hamid-i evvel , çok temiz kalpli, güzel ahlâklı, terakkiyi arzu eden bir kimseydi. Fakat şehzadelerin sarayda kalmaları ka­idesi idareci olarak yetişmelerine en büyük engel sayılabile­ceğinden, Hamid-i evvel'i de bu engele çarpanlardan sayabi­liriz. Yeri gelmişken bir istihfam olan şehzadelerin saraydaki dâirelerinde abkoyuluşları, taht kavgasını tebâmn içinde de­ğil, daha küçük olan saray dahilinde yapmaları şeklindeki anlayışa bağlamak mümkündür diye düşünüyorum. Fakat tebânın tahtın sahibine taraftarlık etmesi, padişah olsunda nasıl olursa olur mantığına dayandırılmamalıydı.
Buna bağlı olarak, sarayda kırküç sene hergün bir idam tehdidi korkusu altında yaşayan insan tâbiiki melekelerini enüst seviyede tutamazdı. Her ne kadar yaşama kaygısı için­de olduğunu söylerken amcası 3. Mustafa'yı itham etmiş ol­mayalım çünkü son derece yeğenlerine şefkatli davranmıştır. Korkunun, mazideki tatbikatlardan geldiğini söylemeyi ihmâl etmeyelim. Fakat daha sonra gerek 3. Selim'İn şehadeti ge­rekse 4. Mustafa'ya tatbik olunan kati, ileriye sürdüklerimizin pek de boş sayılmaması gerektiğini ispat eder sanırım.
1. Abdülhamid döneminin diğer ülkelerdeki muasırları şunlardiAlmanya'da imparator 2. Jozef, İngilizler de kral 3. Jorj, İran'da şah Zend Kerim hân, Papalık'da 14. Koleman ve 6. Piu, Prusya'da da Kral 2. Fredrik, Rusya'da 2. Katerine, Fransa Kral 16. Lui gibi zevattı.
Memleket içinde ise; Koca Yusuf Paşa, Yeğen Mehmed Pa­şa, Silahdar Seyyid Mehmed Paşa, Ferah Ali Paşa, Kapdan-ı Derya Gazi Hasan Paşa, Cezzar Ahmed Paşa, Şâir Gâlib De­de, Reisü'l Küttab Abdürrezzak Bahir efendi, Tevkii Resm'i Ahmed efendi, hanım şâirlerden Fitnat hanım, Sünbülzâde Vehbi, Esrar Dede gibi zevatdır.

1. Abdülhamid'in Hanımları


Çağatay Ciluçay tarafından kaleme alınmış, TTK. ca ya­yımlanmış bulunan "Padişahların Kadınları ve Kızları" adlı eserde yakaladığımız malumatta 1. Abdülhamid hân'ın onbir hanımı olduğu Yılmaz Öztuna bey onbeş hanımı olduğunu söylemekte. Buna göre yapmamız gereken, iki yazar arasın­da ittifak olunmayanları sonunda yazalım.
 1- Ayşe Sineper-ver padişahın 4. kadınıydı. 1193/1779'da sonradan padişah olacak 4. Mustafa'yı dünya'ya getirdi. Üç yıl sonra Esma Sultan doğmuştu.  3. Selim'İn Kabakçı Mustafa  isyanında tahtı bırakması üzerine 4. Mustafa'nın annesi olarak Valide Sultanlığı, oğlunun taht'tan indirilmesi ile son buldu. Alem­dar Mustafa paşaya kafa tutması ile de meşhurdur. Oğlunun katli üzerine ortalıktan çekildi. Gözleri kör oldu. 1244/1828'de vefat eyledi. Eyüb'de defnolundu. Üsküdar ve Karagümrük'de çeşme yaptırmıştır.
2- Binnaz Kadın Abdülhamid hân'ın eşlerindendir. Şehza­deliğinde evlenmiş olduklarındandir. 1238/1823'de vefat et­miştir. Vasiyetnamesi pek calibi dikkattir. Kocasını vekil et­tikten sonra cariyeleri azad olunacak, iskat selâtına (namaz), kefaret orucuna, fıkaranın teçhiz ve tekfinine ve mezar taşına para vakf etmiştir.
3-DiIpezir kadın 1224/1809'da vefat etmiş, Bahçekapı'da-ki Hâmidiye türbesine defnolunmuştur.
4-  Hümaşah Kadın, Şehzade Mehmed'in vâlidesidir. Baş-kadın efendi olduğu Yılmaz Öztuna bey tarafından bildiril­miştir. Vefatıysa 1193/1778'dir, Dolmabahçe ve Emirgân'da çeşmeler yaptırmıştır.
5-  Mehtabe Kadın 1222/1807 sonrasında vefat ettiği anla­şılıyor
6-  Mıslinayab kadın 1234/1818'de vefat ettiği sanılıyor, Nakşidil türbesinde medfundur.
7- Muteber kadın, padişahın hanımı olduğunu belirten mü-hüründeki yazıdan başka malumat yoktur. Mühürde padişa­hın 5. kadını olduğu yer almaktadır.
8- Nakşidil Sultan, Kafkasya canibinden Gürcü kavminden olduğunu ileri sürenler, evvelâ Martinikli Fransızlardan oldu­ğunu haber verenleri mukni delillerle çürütmüşlerdir. Eğer Fransız olsa idi, Sultan Mahmud'u doğurduğunda sekiz ya­şında olması icabederdi. 1223/1808'de valide sultan oldu. 1233/1817'de vefat etti. Fâtih'de kendi yaptırdığı türbesine gömüldü. Sultanahmed hapishanesi yanındaki çeşmeyi yap­tırmışlardır ayrıca Alemdağ civarında, Sarıkadı köyü (San-gazi Beldesi) câmiinin karşısında Nakşidil Vâlidesultan çeş­mesini yaptırmıştır.
9-  Nevres kadın; bu hanım çocuksuz vefat etmiştir. Orta-köy semti ve oradaki yalısı uzun yıllar kaldığı yer oldu. Bü­yük Çekmece'deki meşhur Burgaz Çiftliği Nevres kadın'ın idi. Vefatı; 1211/1797'de vefat etmişlerdir.
10-  Şebsefa Kadın,  1202/1788'de Hibbetuilah Sultanı dünya'ya getirdi. 1205/1820 yılında vefatı vukubuldu ve Zeyrek Camii civarında defnolundu. Günümüzde adını taşı­yan cami Ünkapanı Manifaturacılar çarşısına giderken sağda köşededir.
11-  Ruhşah Hatice kadın Sultan Abdülhamid-i evvelin bü­yük aşkı olup evliliği boyunca hanımına aşk ilân eden nağ­me ve sözleri pek meşhur olmuştur. Padişahın vefatı sonra­sında hac'ca gitmiş 1222/1807'de vukubulan vefatı üzerine kocasının türbesinin avlusuna defnolunmuştur.'
Şimdi Yılmaz Öztuna bey'in kaydettiğini söylediğimiz diğer kadın efendilere gelelim.
1- Ayşe başkadın efendi vefatı 1190/1775'dir.
2- Mihriban kadın bu hanım 3. kadmefendİ olup, 1177/1762'de doğmuş, 1244/1829 milâdı 67, hicri 69 sene ömür sürmüştür. Kocasının ardından 40 yıl daha yaşadı. Eyüb'de medfundur.
3-  Nükhet Seza hanımefendi vefatında tarih 1266/185O'y> gösteriyordu. Kocasının vefatından sonra 61 sene daha, ber-hayat olmuştur. Demekki öldüğünde 85 yaş civarında oldu­ğuna göre 24 yaşında dul kalmıştır.
4-  Ayşe hanımefendi olup,  1240/1825'de vefat etmişler­dir. Hâmidiye türbesine defnolunmuşlardır.  19 yaşında dul kalmış olup, 36 sene daha ömür sürmüştür kocasından son­ra. Öldüğünde 55 yaşlarında olduğu sanılmaktadır.

1. Abdülhamid'in Çocukları


Padişah 1. Abdülhamid hân'ın Yılmaz Öztuna bey'e göre 28 evladı dünya'ya gelmiş bunların 17'si kız, 11 'i erkektir. Alderson'un 14 kız olduğunu tesbit ettiğini söyleyen Çağatay Üluçay'in biz, 1 1 tane tesbit ettik demesi bizleri yine hanım-lardaki metoda mecbur kılacaktir. Önce müttefik olanları dercedelim. Yılmaz Öztuna bey'in araştırmasını esas alarak bahse konu 28 çocuğun çokça kısmı pek küçük yaşlarda vefat etmişlerdir, umumiyetle çiçek hastalığının telefata se-beb olduğunu da zikredelim. 1- Şehzade Abdullah ölü doğ­du, d. t: 1/1/1776 medfeni Yenicami T. 2- Hadice Sultan 9 aylıkken öldü. med. Yeni Cami T. 3- Şehzade Mehmed dört-buçuk yaşında öldü. Hamidiye türbesinde. Emirgân'da bulu­nan Şehzade Mehmed Câmiİ'ni babası yaptırdı. 4- Şehzade Ahmed, 2 yaşında öldü. Hamidiye T. 5- Ayşe sultan, 45 gün­lükken öldü. Yeni camii T. 6- Şehzade Abdurrahman ölü doğdu. Yeni Camii T. 7- Melek Şah sultan bir yıl yaşadı 8-Şehzâde Süleyman 7 yaşında öldü. Hamidiye T. 9- Şehzade Ahmed 1 yaşında vefat Yenicâmii T. 10- "Abdülaziz ölü doğ­du. Yenicâmii T. 11- "Mustafa (sonradan 4. Mustafa adıyla padişah oldu) 29 yaşında idam olundu. 12- Rabia Sultan 3 ay yaşadı. Hamidiye T. 13- Ayn-ı Şah sultan 19 gün ömür sürdü. Hamidiye T. 14- Rabia Sultan 1 yıl 2 ay yaşadı. Hami­diye T. 15- Şehzade Mehmed Musret 3 yaşma yakın yaşadı. Hamidiye T. 16- Fatma Sultan 3 sene 1 ay yaşadı. Hamidiye T. 17- Şehzade Seyfullah Murad, 1 sene 4 ay yaşadı. Hami­diye T. 18- Hadice sultan bir kaç gün yaşadı. 19- Alem Şah sultan 1 yıl 5 ay yaşadı. Hamidiye T. 20- Şehzade Mahmud  (sonradan 2. Mahmud unvanıyla padişah oldu. 1785'de doğ­du. 1839'da vefat etti. 31 sene padişahlık yapdı. 54 yaşın­daydı vefat ettiğinde Divanyolunda 2. Mahmud T. medfeni-dir.) 21- Saliha Sultan 1 sene, 4 ay 13 gün yaşadı. Hamidiye T. 22- Emine Sultan 25 ay yaşadı. Hamidiye T.. 23- Ahter Melek hanım, 1786'da öldü 28 yaşındaydı. Eyübe gömüldü 24- Ayşe Dürrüşşehvar hanım; 1826'da, 66 yaşında öldü. Nakşidil T. 25- Atıyyetullah hanım;! 803'de öldüğünde 33'deydi Hamidiye T. 26- Esma Sultan 1848'de öldüğünde 69 yıl, 10 ay, 18 gün Ömür sürmüşdü ve yeniçerilerin biz de "Esma Sultanı padişah yaparız" dediği suitan hanımdır. Sul­tan Mahmud T. medfenidir. 27- Hibbetullah Sultan, 1. Abdüi-hamid'in son çocuğudur. 1789'da doğdu, 52 yıi, 6 ay, 3 jün sonra 1841'de öldü. 2. Mahmud T. medfeni.

1. Abdülhamid'in Sadrazamları


1. Abdülhamid hân tahta çıktığında Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa makam-ı sadarette idi. Babası eski sadrı-azamlardan Muhsinzâde Abdullah paşanir oğlu idi. Bu sada­reti ikinci defa geldiğinden daha başarılı geçmişti. 11/ara-lık/1771'de geldiği vazifeden 4/ağustos/l 774'de ayrıldığın­da, yerine İzzet Mehmed Paşa geldi Fâtih'in sadrazamların­dan Rum Mehmed Paşa neslindendir. Bu zat bu sadaretinin birincisinde onbir ay kadar mührü muhafaza edebilmiştir. 6/temmuz/1775'de Yağhkçıeâde Derviş Mehmed Paşa, 1 se­ne 6 ay sürdürebilmiştir sadareti. Boşalan sadaret Darendeli Cebecizâde Mehmed Paşaya verilmiştir. Tarih, l/eylül/1778'i gösterdiğinde 1 yıl, 5 gün süren vazifesi sona ermişti. Yerine gelen Kalafat Mehmed Paşa, 1 1 ay, 20 gün sonra, mührü hü­mayunu iadeye mecbur oldu. Arabsuniu; Kara vezir Silahdar Seyyid Mehmed Paşa  1 buçuk yıl makamı sadarette kaldı.
Ayrılış tarihi 20/şubat/1781 oldu. Alâiyeli Yeğen Hacı Meh­med Paşa, 4 ay, 6 gün sonra sadareti tamamlandıktan sonra 5 sene daha ömür sürdü. Ispartalı Halil Hamid Paşa, 31/ara-hk/1782'de geldiği vazifeden ayrıldığında, 31/mart/1785'i bulmuştu ve hizmet müddeti 2 sene, 3 ay olmuştu. Hazine­dar Şahin Ali Paşa; 9 ay, 24 gün sonra azledildiğinde, 24/ocak/1786 tarihi yaşanıyordu. Koca Yusuf Paşa selefin­den sonra 3 sene, 4 ay, 14 gün süren sadaret dönemi yaşadı. 1. Abdülhamid hânın son sadnazamı olmuşdu. Çünkü padi­şah 4/temmuz/1789 vefat etmişti. Böylece; 3. Selim'incle, ilk sadnazamı olma şerefini bu sadareti esnasında elde etmişti. Görülen o ki, padişah on sadrıazam ile çalışmış. Bakalım bu dönem kaç şeyhülislâmla geçmiş.

1. Abdülhamid'ın Şeyhülislâmları


21/temmuz/1774'de tahta geçen padişah, 1. Abdülhamid hân şeyhülislâmhkda Dürrizade Mustafa efendiyi bulmuştu. Bu görevi 3. defa yüklenmişti. Üç meşihatının yekünü 6 se­ne, 1 ay, 17 gün, tutar. 107. şeyhülislâm sadrıazam İvaz Mehmed Paşanın oğlu İbrahimefendi olup 9 ay, 29 gün sonra azledildiğinde, 28/temmuz/1775'e gelinmişti. 1 sene, 4 ay, 4 gün sonra, bırakacağı meşihata Topkapıh Sâlihzâde Camgöz Mehmed Emin efendi gelmiş, ayrıldığında târih, 1/ara-lık/1776'yı göstermekteydi. Vassafzâde Mehmed Es'adefen-di, eski şeyhülislâmlardan Abdullah Vassaf efendinin oğlu idi. 20/temmuz/1778'de görevi bıraktığında 1 yıl, 6 ay, 20 gün meşihatı sürmüştü. Ebu Ishakzâde Mehmed Şerif efendi 12/eyiül/1782'ye kadar süren ve istifaen ayrıldığı, 4 sene, 1 ay, 23 günde bâb-ı meşihatten ayrıldı.
Karahisarlı İbrahim efendi 19/mayıs/l 783'de 8 ay, 7 gün­lük hizmetden sonra vefatı hasebiyle vazifeyi bırakmış oldu. Dürrizade Mehmed Ataullah efendi; 31/mart/1785 tarihinde ayrıldığında, 112. şeyhülislâm olarak, 1 sene, 10 ay, 13 gün vazifede kalmıştı.
İvazzâde İbrahim efendi, 2. meşihatına geldi ve 1 sene, 21 un hizmet verdi. Boşalan makama getirilen Arabzâde Ah-med Ataullah efendi 2 ay sonra vefat eyledi, görev bitti. Pe­şinden getirilen Dürrizade Mehmed Arif efendide  10/şu-bat/1786'ya kadar 5 ay, 19 gün durabildi, makam-ı meşihatte.
Müftizâde Ahmed efendi, 1 sene, 9 ay, 12 gün bâb~ı meşi­hat de kaldı. Yerini Mekki Mehmed efendiye bıraktı. Bu zat da 3 ay, 10 gün vazife başında kalabildi. Padişah Hamid-i evvelin son şeyhülislâmı Mehmed Kâmil efendi olmuştur. 4/mart/1788'de, Abdülhamid-i evvelin iradesi ile geldiği ma­kam-ı meşihatdan padişahı defnettikten sonra; 3. Selim'e 2 ay, 15 gün daha şeyhülislâmlık yaptı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı