13 Haziran 2011 Pazartesi

SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HÂN-6-

İhtilâl Jurnali


Fuad Paşa'nın hanesi eşyalarının, süratle yeni kiralanan konağa nakli ile beraber, Sultan Abdülhamid han'ın eline de, bilinen tertibçilerin tanzim ettikleri jurnal verilmişti. İçin-de meâlen şunlar yazılıydı: ".Bir hayli zamandan beri saltanatı seniyyeleri aleyhinde tertibat ve teşkilâtta bulunan Müşir Fuad Paşa kullan, ahiren bütün ihzaratını ikmâl ederek, fiili­yat sahasına geçmek için İstanbul canibine naklihâne etme­ye başlamıştır. Müşarinileyhin (Fuad Paşanın) Avrupa'da bulunan erbab-ı fesat ile iştiraki olduğu, firari Damad Mah-mud Paşanın konağında oturması ile de sabittir. Hazırlanan ihtilâlin, takarrüb etmekte (yaklaşmakta) olan Ramazan-ı Şerif de Hırkay-ı Saaded alayı günü icra edileceği mevsu-kan istihbar kılınmıştır. Eşyaların naklinde gösterilen sürat-de bu cihet-i teyid etmektedir. Berayı malumat maruzdur ferman.."
Sultan Abdülhamid hân'a sadece bu jurnalin verilmesiyle iktifa olunmamış bir hayli de şifahi olarak dil dökmüşlerdir. Bu beyin yıkama ameliyesinden sonrada padişah; Ahmed Celâleddin Paşa'yı nezdine çağırtıp: "Fuad Paşa seni sever, hatırını kırmaz. Git şunu ikna et. Benim hakkımda yanlış fi­kir besliyor. Ben hiç bir zaman onun fenalığını istemem.
Kendisini cidden sever ve takdir ederim. O, İzzet Paşa ile Fehim'den şüpheleniyor. Halbuki benim kendisine olan te­veccühüme binaen bunlar da, Paşa'ya karşı bir harekette bulunmaya cesaret edemezler. Ben, meseleyi bizzat tahkik ettim. İstimbot kaptanı İle tulumbacı Agâh'm uydurmasın­dan ibaret olduğunu anladım. Onun için ikisini de sürgüne yolladım. Sonra Süreyya Paşanın sarayda zehirlendiğini ya­zıyor. Doğrusu bunu kendisinden ummazdim. Benim evim de böyle bir şey yapmaya kimse cesaret edemez: Süreyya Paşa, eceli mevûduyla vefat etmiştir. Şunun bunun sözüne inanarak bana darılmak, sonra da benim bir düşmanımın konağını kiralayarak orada oturmak ona yakışırmı? Ben sağ oldukça onu kira köşelerinde oturtmam.. Bir iki gün sabret­sin. Köşkten inmesin. Bende münasip bir konak bulur, ona ihsan ederim.. Göreyim seni Ahmed. Bunları güzelce kendi­sine anlat.." Diyerek Ahmed Celâleddin Paşa'yı Deli Mü-şir'ine gönderdi.

Padişah  Füad Paşa'ya Konak Hediye Ediyor


Ahmed Celâleddin Paşa; Padişahın söylediklerini bir bir Fuad Paşaya deyiverdi. Ancak Deli Müşir; senin ne namuslu ve mert adam olduğunu bilirim. Zâten yazdıklarımı senin eiinle vermiş olmam sana olan itimadımın icâbatıdir. Padişa­ha söyle hiçbir fikre kapılmasın bir müddet İstanbul'da otu­racağım. Hürriyetime mâlik bir adamım çocuk da değilim, bu fikrimden de döneceğimi hiç ümid etmesin mealinde söz­lerle cevapladı.
Serhafiye Celâleddin Paşa padişaha söylenenleri anlattı. Padişahdan ise biraz azar işitti. Sonunda; padişahın emriyle şu tezkereyi,  Deli Müşir Fuad Paşa'ya, bir adamı ile elden gönderdi:
Yaver-i Ekrem Hazreti Şehriyâri Müşirânı İzamdan
Fuad Paşa Hazretlerine
Devletlû Efendim Hazretleri; vatana büyük hizmetler et­miş olan ve kesir-ü ayal bulunan zât-ı devletlileri gibi emek­tar bir müşirin İstanbul cihetinde kira evlerin de ikamet et­mesini şevketmeab efendimiz katiyyen muvafık görmedikle­rinden, bu sebeble Yıldız'da kâin mabeynci Faik bey'in pe­deri Lûtfi Ağa'nın cesim konağını hazine-i hassa hesabına satın alarak zât-ı devletlerine ihsan buyurduklarını ve bu­günden itibaren mezkûr konağa maaile nâkil buyrulmasmı, bairadei seniye tebliğe memur olduğumu arzeylerim olbap-ta..
Ahmed Celâleddin
Ancak; Fuad Paşa bu yazıyı getiren yaveri bekletti, teklif­leri kabul etmediğine dâir bir cevabi yazıyı eline tutuştu­rup,Celâleddin Paşa'ya gönderdi. Sultan Hamid bu cevabi yazıdan haberdar olduktan sonra Deli Müşir'inden de ümidini kesti. Artık ondan gelmesi muhtemel zararlara tertibat alma lüzumunu dahi hissetti. Bunların ilki Zaptiye Nâzın Süleyman Şefik Paşa ve Merkez Kumandanı Sadeddin Paşayı saraya getirtip, herhangi bir ihtilâl teşebbüsünü önleme babında her an hazır olmalarını istedi. Hafiyelerin plânı ise bambaşka bir şekil almış, Beyoğlu sefahat yerlerinin kabadayıları sandal­yelerini Şeh zâdebaşı Camüi avlusuna atmışlar, o bölgeye yakın olan Fuad Paşa'nın konağını gözler olmuşlardı. Öte yandan mahut Halit Efendi kapağı atmış olduğu Fuad Paşa hanesinden bilgiler yağdırıyor, usta tezvirciler bu haberleri müessir birer jurnal hâline getiriyorlardı. O sıralarda da Fuad Paşanın on gün kadar ortalıkta arzı endam etmediği görüldü. Bu gaybubetin herkesi heyecana sürüklediği görüldü. Orta­lıkta dolaşan beyanatlar Paşa'nın hasta olmasıydı. Acaba.. Gerçekten Fuad Paşa hastaydı ancak korkulacak bir ciddiyet taşımamaktaydı. Buna karşılık Fuad Paşa'nın ilâçlarını aldır­dığı eczane sahibi Hamdi bey, konağın kapısını çalmış ve Pa­şanın ilaçlarını getirdiğini ancak bazı tariflerde bulunacağın­dan, Paşa ile görüşmesi gerektiğini ifade etti. Bunun üzerine Paşanın yanına götürülen eczacı Hamdi bey, ilâçları verdik­ten sonra: "Paşam bunları bizzat getirişimin sebebi mahrem bir bilgiyi size ulaştırmak içindir. Dün akşamüstü kapalı bir araba ile üç efendi gelip, ilaçlarınızın bizim eczanede yapılıp yapılmadığını sordu. Zât-i devletlilerinin doktorunun kim ol­duğu soruldu. Bunu ne hakla sorduklarını istifsar ettiğimde cevap alamadım. Şüphelendim. Plâkayı tesbit ettim. Beşik­taş dâiresine bağlı 201 nomerolu arabaydı.
Bildirmeyi bir vâzifei mühimme addettim Paşam." diyerek sözlerini tamamladı.

Füad Paşa Harekâta Geçiyor


Rahatsızlığını bir hayli gizli tutan paşa, sarayın bundan ha­berdar olmasını olağan karşılarken, acaba içeriden bir kaçak varmı diye de düşünmeye başladı. Harem tarafı sıkı bir disip­linde, selamlıkta çalışan yirmi kişi kadar insan vardı fakat bunlarda sadık kimselerdi. Paşa;sadik adamlarından Avnul-lah Bey'i Beşiktaş'a gönderip bahse konu arabayı bulup, içi­ne binip kendisine getirmekle vazifelendirdi. Öç saat sonra Avnullah bey bindiği arabayla konağa geldi. Rumeli göçmeni arabacı İbrahim Ağa korkuyla girdiği kapıdan beş lira bahşi­şin verdiği sürurla sevinçle çıkmaktaydı. Amma Paşa'ya ver­diği bilgi arabasına binenlerin Beşiktaş Karakolundan olduğunu dönüşte birinin karakolda kaldığını, ikisini Yıldız sarayı­na çıkardığını söyleyivermişti.
Fuad Paşa; Avnullah beyi karşısına oturtup Sultan Abdül-hamid'e yenip yutulması pek zor mektup dikte etti. Mektup padişaha gönderildi. Sultan Abdülhamid okuduktan sonra ateş püskürmeye başladı. Derhal İzzet ve Fehim Paşaları ya­nına celbederek, meşhur eczahane tahkikatını kimin yaptığı­nı sordu. Korkularından sessiz duran paşalara "böyle budala­ca işlerle beni rezil ediyorsunuz, defolun" diyerek huzurun­dan kovaladı.

Kitaplar Bomba Oluyor


Fuad Paşa 1317/rumi/1901'miladi yılında ocak ayının 27. günü Babıâli'de mücellît Nasrullah Efendi'den ciltlenmiş ki­taplarını aldırmak için Osman ile Torna adlı hizmetlilerini göndermişti. Kitapları paketlettirip, yola çıkanlar kestirme olur diye Şehzâdebaşı Camii avlusundan geçip konağa git­meği tercih ettiler. Ancak; Fehim Paşa'nın adamlarına ne olursa olsun, Fuad Paşa'nın adamlarıyla patırdı çıkarın emri­ni verdiğini bilemedikle rinden adetâ belânın üstüne gitmiş oldular. Dört sivil hafiye kitapları taşıyan Osman ve Toma'yı çevirip aramaya kalkıştılar. Kitapları almak istiyorlar. Osman ve Toma direniyorlardı. Hafiye sayısı kısa zamanda 14 kişiyi bulmuştu. Kitapları taşıyanlar bu kadar ki siyle nasıl baş etsinlerdi? Ellerinden kitapların alındığını gören Osman, kara­kola koşturan adamın peşinden yetişti ve kitapları istirdat et­mek istedi. Sıcak kavga da böylece başlamış oldu.. Fuad Paşa'nın konağındaki hademe, Ali Osman'ı kurtarmak için koştu hafiyelerin her birine vurduğu yumruk saf dışı olmala­rına sebeb oluyordu. Neticede hafiyeler tabancalarını, Fuad Paşahlar bıçaklarını çekerek birbirlerine girdiler ve ortalıkda kan gölüne donuverdi. Gün ramazan günü, caddeler kalabalık, ortalık karışmış ahali kaçın diye bağırmaktaydı. Dükkân­lar kapanıyor. Şehrin bir çok semtinde ihtilâl çıkmış diye bir vaveyladır gidiyordu.
            

Padişaha Tekmil!


Fehim Paşa derhal padişahın huzuruna koşmuş bir ihtilâl teşebbüsünü önlediğini övünerek anlatmaya başlamıştı. Gü­ya paket edilmiş bombalan taşıyorlarmış. Tevkif etmeye kal­kanları Fuad Paşa camdan görmüş ve hademelerine haber vererek memurin-i zabıtanın üzerine hücum ettirmiş. Üç me­mur ağır surette yaralanmış ve ahali ile ihtilalcilerin arasında çekilen sed İle birleşmeleri önlenmiştir. Dediğinde, Sultan Hamid sorusunu patlattı:
-  Pekâla buna cüret edenlerin hepsi yakalandımı? Bu soru Fehim'in sözlerinin insicamını bozdu, artık teklemeye başla­mıştı ki, İzzet Paşa huzura girdi ve Fehim Paşayı göstererek:
-  Şu koca aslan olmasaydı kimbilir neler olacaktı! dedikten sonra elindeki kâğıdı masanın üstüne bıraktı..
Sultan Abdülhamid; ihtilâl ithamına inanamıyordu. İzzet Paşa'nın bıraktığı kâğıdı açıp okudu. Fuad Paşanın çektiği telgraftı. Okuduktan sonra paşalara dönüp, Fuad Paşa sizin gibi söylemiyor amma deyip, ilâve etti:
"Anlaşıldı bu işi bizzat ben tetkik edeceğim diyerek huzur­dan çıkmalarına müsaade verdi.
Padişah; Fuad Paşanın telgrafında yer alan şu ifadeye bir hayli zihin yormaya başladı: "Fehim mel'unu sizden yüz bul-masa bunlara cesaret edemez" satırlarını, telgrafhanede çe­ken, Yıldız telgrafhanesinde bunu alan ve oradaki memurlar bu ifadeye muttali olduklarına göre bunların ahaliye okuduk­larını ifşası nasıl önlenecekti? Sakallı Mehmed Paşayı yanına getirtti.
Sakallı Çerkez Mehmed Paşa'ya: "Şehzadebaşında kıya­metler kopmuş! Haberiniz yokmu? Bana hiç bir haber ulaş­tırmadınız?" Dediğinde, Çerkez Mehmed Paşa her ne kadar Fehim ve İzzet kumpanyasında yer almaktaysa, da, yinede fendine bir ayrıcalık, onlarada üstün gelme gayretini bir ke­nara bırakmış olamayacağından daha dikkatli davranmak­taydı ve o yüzden padişaha cevabı: "bilmezmiyim efendimiz. Ancak iyice tahkikat edip, öyle malumat arzetmeyi düşün­düm" dedi.
Padişah bu sözler altında; Çerkez Mehmed'in, İzzet ve Fe­him Paşaların söylediklerine iştirak etmediği mânasının sak­landığını hemen anladı ve talimatını verdi: Şimdi doğru Şehzadebaşına git, pek kimseye görünmeden Fuad Paşa'yı çor benim üzüntülerimi kendisine bildir. Ne yap yap buraya gelip bana meseleyi anlatmasını temin et. Ayrıca bu olay hakkın­da ahalinin de neler düşündüğünü,dönmekte olan dedikodu­ları anlada, ahaliye göre hangi taraf haklı bunu da tesbit et. Tenbihlerinde bulundu.
Evvelâ ahalinin nabzını tutan Çerkez Mehmed Paşa bu hu-susda hazırladığı raporu saraya yolladıktan sonra akşamüstü Şehzadebaşında bulunan Fuad Paşa konağına padişahın em­riyle istifsarı hatır, yâni halhatır sormaya geldiğini belirterek girdi ve selâmlığa alındı. O sırada Heyet-i Tahkikiye Reisi.-Acem Mehmed Ali bey, olayın tahkikatı ile meşguldü. Fuad Paşa; bu tahkikata üzerinde röbdöşambrı olduğu halde neza­ret etmekteydi. Hakikatin tamamen ortaya çıkması için Fe­him Paşanın adamlarının elinden alınan silahları, yaralı ada­mı Osman'dan ameliyatla çıkartılan mermiyi Mehmed Ali bey'e vermişti. Fuad Paşa Çerkez Mehmed Paşaya sevgi beslememekle beraber, padişah adına geldiğinden fazla bekletmiyerek selamlıkta beklediği salona girdi. Misafir hemen Paşa nın elini öptü ve geçmiş olsun dileklerini sundu.
Bu arada da vukubulan olaya temasa muvaffak oldu. Fuad Paşa bütün hususiyetiyle vakayı nakletti. Bunun üzerine Sa­kallı Mehmed Paşa; vah vah ne yalanlar uydurdular efendi­mize, yok uşakların elinde sekiz bomba yakalanmış, bir çok asker yaralanmış, ve de bir ihtilâl başlangıcı imiş de Fehim Paşa'nın müdehalesiyle bastırılabilmiş şeklinde anlatılmış. Paşa hazretleri siz, saraya gelip, Efendimize bizzat anlatsaniz hem pek memnun olacaklardır hem de, bu işe cesaret eden­leri bir hayli hırpalayacakdır. Arkasındanda; Fuad Paşa'yı bir şüpheye düşürmemek için tabii ne zaman isterseniz hem de sıhhatiniz afiyet kesbettiğinde gerçekleştirirsiniz sözlerini ilâ­ve etmeyi ihmal etmedi. Böylece de Deli Fuad Paşa'da uyanması muhtemel endişeyi bertaraf eyledi.
Bu sözler üzerine Fuad Paşa son darbeyi Mehmed Paşanın şu sözlerinde yedi: "..Efendimiz zâten zâtı devletlinizin rahat­sızlığına vakıflar ve buna pek çok üzülüyor-lar" dediğinde Fuad Paşa şu halde bekleyiniz ben giyineyim ve beraberce gidelim dediğinde, kurnaz Çerkez Mehmed Paşa: "Aman Pa­şam nasıl olur? Düşmanlarınız bu duruma ne mâna verirler? Siz zât-ı şahaneye malumat vermek istiyorsanız, ben gide­yim siz sonra teşrif buyurursunuz. Şeklinde mukabele görün­ce itimadı bir hayli ziyadeleşti.

Heyet-İ Tahkikiye Kuruluyor


Çerkez Mehmed Paşa saraya döner dönmez padişahın hu­zuruna çıktı ve ahali hakkındaki raporunun açıklamasını yaptı. Fuad Paşa aleyhinde kimseden bir ses çıkmamaktay­dı. Bunun; mâna-i münifi, öbür tarafın vâki tutumu, ahali na­zarında menfurdu. Padişah iki arada bir derede kalmıştı. Ni­hayet bir heyet teşkil ettirip, vaziyeti tetkik ettirmeyi uygun buldu.
Heyeti; Hassa müdürü Rauf, Beşiktaş muhafızı Hasan (ye-di-sekiz Hasan Paşa), merkez kumandanı Sadeddin, Zaptiye nâzın Şefik, 2.fırka kumandanı Şevket, levazım reisi Ahmed Afif, Zülüflü İsmail, mabeynci Ragıp Paşaların şahıslarında teşkil eyledi. Saraya gelip, Fuad Paşanın gözüne çarpmaya­cak bir yerde emrini beklemelerini söyledi.
Hakikaten Deli Müşir saraya geldiğinde pek iyi karşılandı. Ancak; İzzet Holo'nun odasına alınınca canı pek sıkıldı itiraza meylettiyse de, şimdi yeni bir mesele çıkarmanın doğru ol­madığını düşünerek sarf-ı nazar ettiyse de çok geçmedi, İz­zet Paşa odaya girdi ve Fuad Paşaya biraz kendinden emin bir tavır içinde "Siz, padişaha yazmış olduğunuz telgrafı usu­lüne uygun kapalı şifre ile değilde açık olarak keşide ettiğiniz için sorguya maruzsunuz" şeklinde konuşunca, Fuad Paşa­nın iradesi elinden gidiverdi ve açtı ağzını: "Efendimiz beni sorgulama için senden başka adam bulamadımı? Ben onun huzuruna çıkıp hakikati anlatmaya geldim. Benim karşıma sen çıkıyorsun, kendisine böylece arzet diye İzzet Paşa'yı kendi odasından dehledi!
İzzet Paşa; padişaha durumu arzettiğinde Sultan Hamid; hem ona kızdı hem içinde bulunduğu hâle esef etti ve arka­sından "paşalar toplansın, başlarında Rauf Paşa olduğu ha! de Fuad Paşa isticvab olunsun" emrini verdi. Paşalar toplan­dılar. Fuad Paşaya sorulacak sorulan tesbit ettiler. Sonra da topluca kalkıp, İzzet Paşanın odasında oturan Deli Fuad Pa­şanın yanına gittiler. Paşalar kafilesinin odaya girdiklerini gö­ren Fuad Paşa biraz sıkıl dıysada, aralarında Rauf Paşanın var olduğunu gelince biraz rahatladı. Üstelik heyetin reisliği Rauf Paşa nezdinde idi.
Rauf Paşa; "bazı müessif hadiseler olmuş. Zâtı şahane pek üzgün bunun hakikatim ortaya çıkarmakla görevlendirdi. Eğer mahzuru yoksa bir iki soru sormamıza müsaade etseniz,dediğinde Fuad Paşa zâten bende bu maksadla hurdayım ve hakikat tezahür etsin. Cevabı ile mukabele etti.
Rauf Paşa ilk sorusunu irad eyledi: Kimsiniz?
-Sultan Hamid'e, Gazi unvanını kazandıran ve târihde Ele-na kahramanı unvanıyla yâd edilen Fuad.. Bu cevap karşı­sında heyet üyeleri kısa kısa öksürüyorlar ve Fuad Paşanın sözlerini boğmaya çalışıyorlardı. Rauf Paşa 2. suali biraz sıkı­larak sordu:
-Şahsı hümayuna karşı isyan ettiğiniz ve saltanatı seniyeyi haleldar edecek bir takım ef'ale içtisar eylediğiniz haber veri-Jiyor. Bu bâb'da izahat itası mâtlubi âlî'dir. Ne buyruluyor efendim? Fuad Paşanın cevabı:
-  Onu söyleyenler halt etmişler!. Bunların hepsi hezeyan­dır. Bana bu sualleri soracağınıza vaktile yazıp da efendimize takdim ettiğim arizeleri, bir de en son çektiğim telgrafı oku­yunuz. Acaba efendimiz bunları unuttumu? Teessüf ederim ki benim gibi sadık bir askerini bir takım ite köpeğe feda edi­yor.
Dedikten sonra; Fehim ve İzzet Paşalar hakkında, söyle­mediğini bırakmadı. Rauf Paşa sabırsızlıkla sorgunun bitme­sini bekliyordu. Aldığı padişah talimatı böyleydi. Rauf Paşa yine de Fuad Paşaya teselli verme lüzumunu kendine dostlu­ğun görevi olarak kabul ediyordu.
-  Fuad Paşa hiç merak buyurmayınız zâtı şahanenin her hususta adaleti terviç buyurduk lan malumu devletinizdir. Et­rafındaki paşalara da bakıp öyle değilmi efendim! Diyerek kalktılar. Heyet Çit köşküne geldiğinde İzzet Paşa tarafından karşılandı. Sorgu neticelerini yazan evrakı alıp bir göz attı. Memnun olarak padişaha giderek evrakları takdim etti.

Şam'a Sürgün


Sultan Abdülhamid kötü adamlarının tedbir ve hillelerine yenilmişti. Demekki şahsı: için korkutucu bulduğu Fuad Pa-şa'yı harcamayı uygun görmüştü. Halbuki bu kararı ile yedi sene sonra başına gelecek meşrutiyeti ilân mecburiyeti ve 3l/mart vakasında da Deli Müşir yanında olsaydı acaba so­nu böyle olurmuydu? Diye tarihi bir yokuş çıkmaya başla­sak, târihin seyrini değiştiremesek de yeni ufuklar bulmak kabildi. Heyhat; ki fenalar iyilere galib gelmişler. Mertler, kal­leş ve yalancılara mağlup olmuşlardır. Fuad Paşa da; devlet içindeki entrikalar yüzünden yedi sene sürecek olan sürgü­nünü yaşamaya  başlıyordu.

Ve Geridekiler


Mesele; Deli Müşir Fuad Paşa'nın İstanbuldan ihracı ile bit­memiş, daha sonra aşağıdaki zevattan teşkil olunan jurnal listeleri düzenlendi. Bunlar birbir göz altına alınıyor, sorgu su­al yapılıyor, bunların miktarı sivil ve asker olarak dörtyüz ki­şiyi bulmuştu. İçlerinden bazıları buldukları çârelerle kurtulu­yor fakat yakın dostları, konağına devam edenler, Fuad Paşa adamları arasına giren Üsküdarlı Halit Efendinin verdiği liste­ler pek mühim iş görüyor, o listede bulunanlar kendilerini kurtaramıyordu. Casus; vazifesini yerine getiriyor idi. Bu işte üzerinde en çok durulanlar Fuad Paşa'nın kâtibi Avnullah bey, konağın uşakları, sofracılar, kilerci, aşçı, arabacı, seyis, ayvaz, hatta oğullarının küçükken lala'lı ğmı yapmış ihtiyar bir Rum olan Dimitri Efendi de tevkif edilmişti. Ve cinayet Mahkemesine verilmek üzere Zaptiye nâzırlığındaki tevkifha­neye tıkılmışlardı. Bu mevkuflar arasında konağın kadrosu dışında Reji müfettişlerinden Adil, Fuad ve Cemi! beyler ile Erenköylü Mehmed Pehlivan da bulunuyordu. Adil ve Cemil Beyler, harikulade güzel seslere mâlik olduklarından Pa-şa'nın tertib ettiği musiki âlemlerinin kıymetli hanendeleri ol­duğu gibi bunu ahali de bilirdi. Fuad bey ise ud icrasında bir üstaz idi. Fuad Paşa ile alakalan bu meziyetlerine binaendi. Ancak; Mehmed Pehlivan'ın Paşa'ya yakınlığı asla olmayıp, çapkınlık deryasında kayıkları birbirine çarptığından hasım oldukları söylense yeriydi fakat jurnalcilerin bileceği haller­dendir, bu adamın da, Fuad Paşa'lı diye taht-ı tevkife alın­ması. Büyük ve küçük rütbede subaylar Tan Gazetesinin yazdığı "Fuad Paşa onikibin kişiyi silahlandırmak suretiyle yapmak istediği ihtilâl meydana çıkarıldı" haber yüzünden gece gündüz isticvab ediliyor ve de uzak orduların birlikleri­ne atanıyorlardı. Beri yandan Serasker Rıza Paşa'ya Fuad Paşa'y1 gıyaben mahkeme etmek için bir divân-i harb kur­ması istenmişti. Rıza Paşa bu işe pek üzülüyor, işin aslını bil­diğinden ordunun en kıymetli müşirinin böyle hâince bir iha­netle kurban olmasını hazmedemiyordu. Zira doğrusu ne pa­dişah ne de hafiyelerin diş geçiremediği tek adam vardı ki o da Deli Fuad Paşa idi. O da, gittikten sonra ortalık gemi azı­ya alanların cirit atma meydanı olacaktı!
Serasker Rıza Paşa sağlam kişilerden oluşan adil davrana­cak ve Fuad Paşa aleyhtarlığı yapmayacak kişilerden bir di-vân-i harp üyeleri listesi hazırladı. Ne çare ki Fehim ve İzzet Paşalar bu listedeki zevatın adlarını öğrendiklerinden onlar için uçurdukları jurnallerle bu heyet-i akim bıraktılar ve aşa­ğıdaki kişilerden mürekkep bir divan-ı harp tertib olundu:
Reis: Hassa Müşiri Rauf Paşa
Azâ: Müşür Ethem
"    :    "    "     Ömer Rüşdü                               
-    "    :    "    "     Şâkir                                   .
"    :              Ferik Ahmed Afif                    
"    :     "         Ahmed
Müddeiumumi (savcı): Ferik Reşit (Fuad Paşanın dövdü­ğü kişi)
Bu heyet-i hakime Fuad Paşaya ve adamlarına kıydılar bütün bildikleri hile ve desiselere yol verdiler ancak Tophane sanayi alayları kumandanı, top ve tüfek fabrikaları umum müdürü Cezayirli Ahmed Paşa'nın şu sözleri indi ilâhide ve uzayda hâla yankılanmaktadır benzer haksızlıkların yapıldığı davalarda da! Paşanın sözleri şunlardı: "..Bu silahlar istimal edilmiştir (kullanılmıştır) Fakat bu mesele, namuslularla na­mussuzların mücade leşidir. Namuslu adamların arkasına hafiyeler konursa, işte böyle müessif hadiseler olur"
Karar; Fuad Paşa'nın müebbeden kürek cezası ile mahku­miyetine taşıdığı bütün nişanlarının sökülmesine rütbesinin de kaldırılmasına şeklinde çıktı.
Bu karar alındığında, Fuad Paşa'nın üç küçük çocuğu ve refikası Şam'a gönderilmiş bir harem ağası ve Dimitri adlı bir başka uşak da yanına gönderilmişti. Bu tertibde Paşa'yı kal­makta ısrar ettiği askeri kışladan çıkarmak için yapılmıştı. Kışlanın tam karşısında yapılmış iki katlı köşk bahçe içinde olup, üstü Paşaya alt katı da, Paşa'nın muhafızlarına tahsis olunmuştu.
Bu sırada Rusların Şam konsolosu Fuad Paşa'yı İstanbul b.elçiliğinden aldığı emir üzerine ziyarete gelmişti. Taleb'e cevap olarak: "Bu nezâkete teşekkür ederim. Fakat kendile­rini kabul etmekte mazurum. Çünkü; beni haksız yere mağ­dur eden Sultan Hamid ile* alakamı kestim ve her nekadar kendimi onun tâbiyetinden iskat ettimsede, hilâfet makamı­na olan manevi rabıtam bakidir. O sıfatla, kendilerini gücen­dirmek istemem." Diyerek din ve devletin usanmaz bir hadi­mi olduğunu, moskofa kemâli nezaketle göstermiştir.
Netice: Bir idarenin kendi hükmünü sürdürmesi için seçe­ceği yollar pek çoktur. Bunun devletin gücü ile alakası vardır. Amma hangi hâl olursa olsun, adaletten ayrılmayı gerek­tirmez. Bunu hiç değilse günaha giriyorum kaygısı içinde gerçekleştirenler belki Cenabı Hakk'ın; "Rahmetim gazabımı aşdı" nazm-ı celili ile muamele görürler ümidini taşımak ta haklı olabilirler! Fakat başka çâre yoktu bahanesi, herkes için, zâlimlerin akıbeti kötü olacaktır ve onların hiç bir hafif­letme tâlebide olamaz" hitabı bir hakikat abidesi olarak dur­maktadır. Büyük bir devletin büyük büyük memurlarının biri-birinin ayağını kaydırma çalışmakannın birebir yaşanmışını yukarıdaki satırlarda okuyanlar, yalan ve iftiraya başvura-nla-rın baş tacı edildiği sistemlerin başlarına gelecek felâketi beklemeğe başlaması isteselerde istemeselerde yapması ge­reken tek işdir.

Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa


Sultan 2. Abdülhamid döneminde Ferid Paşa'nın uzun sü­ren sadareti pek mühimdir ve her istikrar döneminin müthiş bir anarşiye gebe olduğunu dikkatli tetkik sahipleri tesbite muvaffak olurlar. Nitekim ahali arasında, fırtınadan evvelki sükûnet darbı meselini hatırlamamız yeterlidir bu iddiamızı doğrulamaya. Miladi 20. asırda Osmanlı devletinin iki numa­raları diğer bir deyişle 20. asırdaki.sadrıazamlarınin birincisi olan Halil Rıfat Paşayı,ikincisi olan Küçük Mehrned Said Pa-şa'dan sonra, sırayı üçüncü iki numara olan Avlonyalı Meh-med Paşa'nın biyografisine temas edelim diyoruz.
Merhum sadnazamdan evvelâ ansiklopedilerden derlediği­miz kadarı ile sevgili okurlarımıza biyografik bilgileri verdik­ten sonra altı seneye varan sadaretinden kesitler ve tesbitler yapalım. Bu zât hakkında ki, mahdumları Celaleddin (Velo-ra) Paşa'nın anlatımından, usta edip ve hatırat yazarı Samih Nafiz Tansu'nun kaleminden çıkmış eserden süzdüklerimizi duyurmayı vazife addettik. Nişantaşında merhum sadnazam
Ferid Paşa'nın torunlarıyla birlikte yetişen sevgili büyüğüm, İstanbul Beyefendisi, Galib Yazaroğiu Ağabeyimin de kapısı­nı çalmayı ihmal etmedim.
Mehmed Zeki Pakalın Beyefendinin "Son Sadnazamlar" adlı kıymetli çalışmasında, Said Paşa ile alakalı bölümde şöyle bir anekdot yer almakta: "Avlonyalı Ferid Paşa Konya Valisiyken, İstanbul'a celbedilir. Said Paşa makam-ı sadaret­tedir. Babıâli'de bir oda gösterilen Ferid Paşa, günümüzün merkez valileri gibi günlerini bu oda da geçirmekte akşam olduğunda konağına dönmektedir. Önüne en küçük bir İş gönderilmediği gibi herhangi bir mütalaası da sorulmamak­tadır. Bu menkubiyete benzeyen hayat tarzı Paşa'yı üzmekle adetâ ağlatmaktadır Konya Vilâyetindeki buranın meselele­rini çözmekte gösterebildiği faal günleri aramaktadır. Günler­den bir gün Ferid Paşa, Kıbrıslı Kamil Paşa ile sohbet eder­ken durumundan acı acı şikâyette bulunmuştur. Kâmil Pa-şa'ya göre ağlamakdan da kendini alamamışta: Kâmil Paşa İse o sırada Şura-yı Devlet (bu günkü danıştay ue yargıtayı içinde bulunduran dev let müessesesi) reisliği görevini sür­dürmektedir. Kâmil Paşa bu yürek sızlatan şikayetden pek etkilenmiş ve derhal padişah nezdinde şefaate teşebbüse ka­rar vermiştir. Mutad vaktin dışında bir gün Kamil Paşa ma­beyne gelip, kartvizitini mabeynciye vermiştir. Kartvizit padi­şah katına götürülmüş ve başkâtip Tahsin Paşa, Kamil Pa­şa'ya: 'efendimiz, ne için ziyaret vâki oldu dediğinde ne ar-zedeyim diye sorduğunda ne arzedeyim' istizahında (soru-sunda) bulunur.
Kamil Paşa'da; Ferid Paşa'nın anlattığı yukarıda nakletti­ğimiz ahvali dile getirip efendimize durumu anlatıp bir vazife verilmesinde tavassut edeceğini arzetmesini beyan ettiğin-de,Tahsin Paşa: 'Aman Paşa hz.leri ne yapıyorsunuz? Hem mutad vaktin dışında ziyaretine geldiğiniz gibi bu talebiniz efendimizce yanlış anlaşılabilir. Aynca Ferid Paşa'yı himaye ve vikaye ediyorsunuz mânasına, alınırsa sıkıntılarınız olabi­lir!' Hatırlatmasında bulunur. Kâmil Paşa; bu ikazdan sonra biraz düşündüğünde yaptığının aslında yanlış olmadığını ancak padişahın olmadık incelikleri de göz önüne aldığını bildiğinden ziyaretden uaz geçmek ister! Fakat; kartuizii pa­dişaha sunulduğundan uazgeçmekde kabil olamayacağın­dan bulduğu bir bahaneye sardır. Bahane; İngiliz elçisinin kendisini ziyarete geldiğini bu hususda padişahı bilgilendir­meye dönük olduğunu beyan eder. Tahsin Paşa da böyle ar-zeder. Kâmil Paşa bu ikazdan memnundur. Çünkü hayli ve­himli olan padişah bu kayırmadan binbir mâna çıkarabilir­di! Öte yandan böyle bir iltimasın doğru olmadığını söyle­yen başkâtip Tahsin Paşa'nın söz ve davranışı Ferid Paşa'ca duyulduğunda, başkâtip hakkın da bir iğbirara vesile oldu­ğunu ileri sürenler olabilir. Çünkü saray'ca muteber olan ze­vatın padişahı koruma adına, babıâlî mensuplarına, ricâl-i deulete karşı bazen haşin ve kırıcı davrandıkları, bazı zevata yakın durup, kimilerine de burudet sergiledik lerini hatırat­lardan öğrenmek mümkün. İşte Ferid Paşa'nın, Tahsin Paşa' ya 'Kara Tahsin' diye gıyabındaki hitabı, umulur ki Kâmil Paşa'nın iltimasını önlemiş olmasındandır!" 
                  *  .,

Mehmed Ferid Paşa'nın Biyografisi


Avlonyali Mehmed Ferid Paşa 1852 yılında Yanya'da dün-ya'ya gelmiştir. Pek olgun dönemi olan ve altmışiki yaşların­da San-Remo'da hayata veda etmiştir. Babası Mustafa Nuri Paşa Avlonya mutasarrıfıdır. Bilindiği gibi mutasarrıflık, Kay-makamiıkdan büyük, vâlilikden dûn bir makamdır. Ferid Pa­şa'nın validesi Yanya'lı meşhur Tepedelenli Ali Paşa sülâlesi­ne mensupdur.
Ferid Paşa; tahsil hayatına Yanya'da başlamış olup, orta öğretimde diyebileceğimiz liseyi Rumların yönettiği bir mektepte okumuştur. Ayrıca özel dersler almak suretiyle bilgi ve becerisini arttırmıştır. Devlet-i âliye okur-yazar insana pek değer vermektedir. Bunun net bir misâlinin Ferid Paşa'nın daha 15 yaşında iken intisab ettiği Girid Adasının Resmo Be­lediye meclisinde kâtip olarak vazife almasında belli olmak­tadır. Târih 1870'i gösterdiğinde 18 yaşındaki Mehmed Fe-rid'i yine Girid'in Kandiye sancağı kitabet kaleminde görevde görmekteyiz. Girid Valisi Rauf Paşa kabiliyetini gördüğü genç Ferİd'i maiyetine almış bulunmaktadır. Bu arada Mustafa Nuri Paşa Mostar'a tâyin edil diğinden mahdumu Mehmed Ferid'i de yeni vazifesinin bulnduğu Mostar'a beraberinde
götürür.
Genç Mehmed Ferid, Gaçka Sancağı yazıişleri müdürü ol­du. Târihler 1875 olup, yaşı 23 olmuştur.  1877 de kayma­kam olmuştur. Yaş 25 dir. Görev yeri ise Tiber'dir. 1293 rûmi tarihin karşılığı olan 1877de çıkan meşhur Osmanh-Rus sa­vaşı,ülkemizin Rumeli topraklarını yakıp kavururken askerî ve sivil ortak görevlere daima Ferid Paşa getirilir olmuştur. Bosna ve Hersek Tümenlerinin başkâtipliği de ona emanet olunuyordu. Özel statülü Bulgaristan Prensliğini bir nevi gö­zetleme vazifesi olan komiser muavinliği Ferid Paşa'nın uh­desinde olduğu halde karşımızda görülüyor. Oradan Diyarıbekir Adliye müfettişiliği peşinden de Konya Valiliğinin Meh­med Ferid Paşa'nın dirayetli idaresine tevdi olunduğunu gör­mekteyiz. Târihler 1893'ü gösterdiğinde ise; Rumeli İslah Komisyon Reisliği uhdesine tevcih olunuyor.
1903 yılında makam-ı sadaretden infisa! eden Küçük Mehmed Said Paşa'nın yerine ma kamı sadarete nail olduğu görüldü. 2.meşrutiyetin ilânı olan, 23/temmuz/1908 önce­sinde istifa ettiğinde yaptığı hizmet-i sadaret, aralıksız ve 6 yıla yakın bir zaman sürmüştü. Bu Abdüihamid döneminin aralıksız en uzun süren sadaretidir dense yeridir.
Ferid Paşa; sadaretinden sonrada, Tevfik Paşa kabinesin­de dahiliye nazırlığı görevinde bulundu. 1912 senesinde ise ayan reisi oldu. Bir ara Mısır'a gitdi. İstanbul'a dönmesi itti­hatçıların işine gelmedi. Dolaysıyla İstanbul'da kalmasına adetâ izin vermediler. Avrupa'ya geçen Ferid Paşa, 1914 se­nesinde San-Remo'da-vefat etdi. Şurada hemen istidraten belirtiyim ki; bilindiği gibi Rumeli fütuhatımız daima Anado­lu'dan islâmî hayata pek önem veren aileleri ve hanedanları, "Evlâd-ı Fatihan" olarak muhaceretle vazifelendirme hayli rol oynamıştır. Bu evlâdı fatihan mânai münifi münasebetiyle vakayı ve sistemi pek güzel aksettiren bir ifadedirki, bu mâ­nayla yapılan ecdadımızın o güzel işlerine bu güzel terkibi bulup yakıştırma şerefi, merhum şâif Yahya Kemâl Beyatlı' ya aiddir. Böylece şâir bu güzel isim babalığı ile Osmanlı devletinin medeniyyet ve edebiy yat ve sanayii alanındaki 3. Ahmed ve Nevşehirli Damad İbrahim Paşa döneminin o gü­zel atılımlarını görmezden gelip de Lâle Devri diye adlandır-masmdaki haksızlığı yukarıdaki "Evlâd-ı Fatihan" tâbiri ile az çok, tamire muvaffak olmuştur. İşte bu evlâdı fatihan taifesi­nin Rumeli topraklarında ki, islâmi temsildeki güzellik oram, gayri müslimlerin fevç fevç yâni dalgalar halinde islâmla müşerref olmalarıyla orantılıdır.         ,
Biyografisini sunmaya çalıştığımızi206. Osmanlı sadnaza-mı Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa merhumun sülâlesi de, Konya civarından nakle çalıştığımız vazife ile Balkanlara göçmüş misyon sahibi ailelerden biridir. Dört asrı aşan bir zaman diliminde bölgede hayat sürmek, izdivaçların çeşitli akvama mensuplarla yapılması, anlayışlara ve tarza çevre­nin etkisi, nice te'sirler husule getirdiyse de Islâmiyetin yüce­liği ve yegâneliği dini rabıtayı kopmadan sürebilmeyi sağla­masını şükranla karşılamak lâzımdır.

Mehmed Ferid Biyoğrafisi!


Şimdi Mehmed Ferid Paşa'nın Sultan 2. Abdülhamid hân'ın huzuruna ilk çıkışını anlatmış olduğu oğlu Mahmud Celaleddîn Paşa'nın kaleminden nakle geçmeden kısa bir bil­gi verelim. Sene 1903'dür. Ferid Paşa Konya valiliğinden ba-bıâliye celbediimiştir. Yukarıda naklettiğimiz gibi babıâli'de bir oda da boş boş oturtulmaktadır. Nihayet huzura davet vu-kubulur: "Padişah oturduğu koltukda, bana şöyle hitap et­mişti. Buyurun Ferid Bey oğlum! Konya'daki çalışmalarınızı memnuniyetle öğrendim. Daha evvel onaltı sene Şura-yı Devlet de çalışmışsınız. Bu zor dönemde size vezaret veri­yorum. Çok geçmeyecek sadareti teklif edeceğim. Ne der­siniz?"
Karşımda; orta boylu, siyah sakallı fakat gözleri pırıl pınl parlayan zekî bakışlı padişah oturuyordu. Adımlarımı atarak yaklaştım. Kendilerini etekledim. Ellerini uzattılar. Heyecan için de öptüm. Karşılarında yer gösterdiler. Otur diye buyur­dular. Oturdum. Padişah düşünceliydi. Ben:
-Şevketmeâb efendimiz, hakkımda izhar buyurduğunuz teveccühe kalbden teşekkür ederim. En sadık bir bendeniz bulunduğuma şüphe etmeyiniz. Hangi vazife-de çalışmamı isterseniz ve emrederseniz orada bendenizi göreceğiniz mu­hakkaktır. Padişah:
-Allah razı olsun, sizin için çok iyi şeyler duydum Ferid Bey! Fakat bundan sonra sizfe Ferid Paşa diyecekler. Avlon-yah olmanız, Arnavut bulunmanız hakkınızda duyduğum iyi şeyleri izale edemez. Saltanatımız ve devletimiz, Arnavut tebaasından çok iyilikler görmüştür.
Diyen Ferid Paşa daha sonrasını şöyle özetliyor oğlu Mah-nnud Celaleddin Paşa'ya: "İlk konuşmamız kısa oldu. Kon­ya'ya avdet etdim. Beş ay sonra beni paşa unvanı ile Rumeli ıslahat komisyonu başkanlığına tâyin buyurdular. Ora­da 40 gün çalıştım. Daha sonra Said Paşa'nın sadaretden infisali üzerine makam-ı sadarete tâyin olundum."
Mehmed Ferid Paşa kendilerinden on yaş büyük olan pa­dişaha bu başbaşa konuşmada hayran olmaktan kendini alamamıştır. Avlonyali M. Ferid Paşa; 2. Abdülhamid'in 20.asır daki 3. sadnazamı olmuştur. Devletin bu iki numaralı adamı eslâfı gibi, padişah ile tezat teşkil etmeyen bir metoda eğilim gösteren mizaçtaydı. 51 yaşında olup, 15 yaşından beri devlet idaresinde kâtiplik ile başalayan çalışma 'hayatı bir çok kademede hizmet vere vere kendisini pişirmiş ve uyum İçinde çalışmanın mesâi arkadaşının asla düşmanı olmamak hâttâ biribirilerini sevineninde başarıda çıtayı yük­seltici mahiyet aldığının şuurundaydı.
Sultan 2. Abdülhamid ise; tâyin eylediği bu sadnazamı hakkında bilhassa yaşlı Akif Paşa'dan aldığı bilgiler sayesin­de ümidvar olmaktaydı. Bunda da yanılmadı. Çünkü; 6 sene ye yaklaşan bu müşterek çalışmada, sadnazamın padişahı bizatihi sevmesinin bundan dolayı da alınacak tedbir ve ka­rarlara peşin hükümle bakmayıp aklıselim dahilinde, müza­kere metodunu seçmenin rolü bir hayliydi. Sadnazam; devle­tin her kademesinde dirsek çürüttüğü için idareye hâkim, köşe başlarını tutmuş zevatı bilip tanıyan biri olarak ve dev­letin yüksek görevlerinde bulunmada olgunluk yaşına giriş sayılan 50 yaşını hemen hemen geçmiş olması, yakışıklı ve hareketli yapıya sahip olması sadarete geçme töreninin ya­pıldığı babıâlî'ye bir heyet ile gitme adeti icra olunurken he yetin içinde mevzun vücudu, gür ve siyah sakalı, vakur du­ruşu, ahali-i müsliminin nazar-ı dikkatini çekmiş ve kendi aralarında, ne kadar yakışıklı sadrıazam sözlerinin dolaşması vu kubulmuştu.
Ferid Paşa'nın sadarete gelmesinin en büyük amillerinden biri de; balkanlarda ki yabancı parmağının husule getirdiği karışıklıkların yavaş yavaş bir kurtuluş savaşı mahiyetine dönüşü,azınlıkların bitmez tükenmez taleplerinin karşılanma­sında devletin hükümrânisini zedelemeden, sükûnete taşı­mak için faydası mümkün faktörler arasında balkan insanı olmasının ve Arnavut ırkçılarının tutuşdurduğu kavmiyyet âteşini aynı zamanda iyi bir müslüman olan Ferid Paşa'nın, bu yönünden de istifade etmek düşünceside doğurmuştu.

Ferid Paşa; Padişahı Anlamaya Çalıştı


Eğer sevgili okurlarım hafızalarını Sultan 2. Abdülhamid hânı taht-ı Osmaniye çıkaran dönem üzerinde ve beraber ça­lıştığı dönemin devlet idaresindeki ricalin genellikle yaşlı ve farklı anlayışları, padişah üzerinde te'sir kurma dalavereleriy-ie uğraşmalarına dâir değerlendirmelerde bulunurlarsa isabet ederler.
Meşhur serasker Müşir Namık Paşa merhumun, ki pek va­tansever, dindar ve de cesur bir zat bilinir. Bu zat dahi; cülus günü fikrini soran devlet adamlarından birine: "bakmayınız bu mahcup haline! Pek yakında aslan kesilir ve çoğumuzu paralar!" dediği pek meşhurdur.
Padişahın; çalıştığı sadrıazamlar arasında kendinden yaş­ça hem de on yaş kadar küçük olan sadrıazam Ferid Paşa birincisini teşkil eder. Bu yaş meselesi sadnazamın padişah üzerinde, bir tesir-i nüfuz vücuda getirme istemine yol açma­yan hususatdan olmuştur. Sadnazam Paşa evvelâ padişahın, düvel-i muazzama ülkelerine bakışını ve gütdüğü siyasi ve özel anlayışını öğrenme yolunu seçmeştir. Çünkü takip etdiği kadarıyla Sultan Hamid'in 1293/1877 savaşı da dahil her mütalaası doğru görüşü aksettiriyordu. Sadnazamı bu tesbit, padişahı sadece devletin başı değil, her şeyi pek mükemmel takip ve takdir etmekde başarılı bulduğu için tam manasıyla bilmeğe ve öğrenmeye adetâ mecbur kılmıştı. Ferid Paşa'yıgöre; Abdülhamid hân'ın vasf-ı mümeyyizi yâani en seçkin tarafı ki bunu Ferid Paşa ifade ediyor "Efendimiz zekî, bakış­ları çok te' sirli, muhatabına yer gösterir ve nezaket ile mu­amele ederdi. Söylenenleri dikkat ile dinlerdi. Odasındaki şezlonga uzanır, yemeğini l.kadinefendisi pişirirdi. Ancak onun eliyle pişirilmiş yemekleri yerdi. Ziyafetlerde, çok ve­himli olduğu için ağzına aldığı lokmayı çiğner ve yer gibi ya­par fakat çok az alırdı. Etrafındakilere dişlerinden çok ızdı-rap çektiğini söyler fakat bir diş doktoruna da tedavi için emniyet edemezdi. İnsan tanımakda ve hadiseleri Önceden görmekte büyük isabeti vardı."

Şerif Hüseyin Hakkındaki Tesbiti


Sadrıazam M.Ferid Paşa; Şura-yı Devletde aza olan Haşi-mi sülâlesinden Şerif Hüseyin'in, padişahın hiç iltifatına nail olmadığı müşahede eder. Zâten; bu hususda sıkıntı sini Şerif Hüseyin, sadrıazama hissettirmiştir. Ferid Paşa diyor ki: "Efendimiz; Şerif Hüseyin iltifat-i şahanenize mazhar ola­mamaktan çok müteessirdir. Onu sevindirmeniz mümkün olamazmı?" dediğinde padişah kaşlarını çatar ve "O, bana ve hanedana karşı haindir! Bizleri sevmez. Bu gün sakindir fakat yarın ne yapacağı bilinmez! Ancak Allah bilir" diye hâla kulaklarımdan gitmeyen sesini hiç unutmam demekte­dir Ferid Paşa...
Sevgili okurlarım; Sultan Abdülhamid CennetmekârTm 1905'lerde söylediği bu sözlerin 1917'de bütün çirkinliğiyle kendini gösterdiği, târihin birazcık meraklısının dahi bildiği ahvaldendir. Şerif Hüseyin hiç bir sebebin haklı kılamayacağı bir ihanetin faili olmuştu yukarıda ifade ettiğimiz târihte..
Ferid Paşa'nın şark dünyasından gösterdiği bu misalden sonra, dünya siyasasının büyük ustası ve tanzimcisi, İngiltere hakkında,  padişahın düşüncelerini alıp siyasetini tanzimde nazar-ı itibara alması icab ettiğinin şuuru içinde olduğundan elde ettiği malumatı, târihe şu sözlerle hediye ediyor: "Padi­şah söze İngilizler, bütün müslümanlann hâmisi rolünü ta­kındıkları ve ellerindeki topraklarda bir çok müslüman bu­lunduğu için, Osmanlı hanedanını ve halifeleri sevmezler. Bize karşı, takındıkları tavırlarında kendi menfaatlerinden başka bir şeyi düşünmezler. Medeni insan dost ve düşmanı ayrı tutmamalı, İkisine de aynı muameleyi yapmalı. Zira düşmanlarına açıkça husumet göstermek akıl kârı değildir. Dostlara da, fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez. Biz daima İngiltere'nin dostu görüneceğiz fakat onun hislerini vede siyasetini bileceğiz!.." Dedikten sonra Almanlar hak-kındada "Bunlar asker millet. Bunlardan bize fayda gelir" dermiş. Padişah, sadrıazam Ferid Paşaya! Ferid Paşa padişa­hın bu görüşlerinde samimi olduğunu bildiriyor. Almanları; İngilizler Rus menfaatlerini Osmanlı üzerinden devşirmelerini kısıtlama manivelası olarak gördüğünü ifade ediyor. Ferid Paşa; Rusya ile münasebetleri sual ettiğinde padişahın ağzın­dan şu malumatı alıyordu: "Rusya büyük bir komşumuzdur! Onunla pek büyükçe geniş hududlanmız vardır. Toprakları­mızın kuzey yönünde olanlarının emniyet içinde olabilmesi Rusya devleti ile aramızda düşmanlık edip etmemekle ala­kalıdır. Rusları tahrik edip aleyhimize kararlar almaya mec­bur eylemeye ne lüzum vardır? Beni sokmayan yılan bin ya­şasın sözü padişahın çok söylediği tekerlemelerden olup, betahsis Rusya'ya dâir konuşmalarda beyan ederlerdi." De­dikten sonra, sadrıazam paşa şu enterasan bilgiyi de nakle­diyor: "Çar'lar Karadeniz sahilinde sayfiye şehri olan Livadya'ya yaz aylarında geldiğinde, Sultan Hamid derhal bir hey'et gönderir ve hududlarımıza hoş geldiniz anlamında te­lakki olunacak hediyeler yollardı. Çar'da bu nâzik davranış karşısında mukabeleten kürkler, ayakabılar ve atlar hediye ederdi. Bütün bunları yaparken padişah; Avusturya ve Al­manya'dan getirt diği büyük çaplı topları Rus hududumuz-daki mühim mevkilere yerleştirilmesini emrederdi. Yüzüne bakan devlet adamlarına da İstersen sulh-u salah, hazır ol cenge! Derdi.."
Padişah; Avusturya-Macarİstan imparatorluğu için sadrı-azamına şunları söyler, Fransa ile alakalı görüşü beyandan sonra, Fransa ile çok uzun zamana dayanan bir dostluğun kültürümüz de büyük tesiri olduğunun idraki içinde, kültür âlemimizin Fransız kültür edebiyat ve san'atının hemen yanı-başında olması gerekir. Avusturya-Macaristan'a gelince bun­ların emelleri bilhassa balkanlarda Rusya'nın tam zıddınadır. Ziya Paşa'nın şu be yiti bu iki ortağı pek güzel ifade eder.
"Mestanelerin biribirine arzı hulûsu / Çingânelerin şüp­heli imânına benzer" Fakat bunlar görünüşte birlikte hareket etmek zorundaysalar da istikbalde biribirileriy- ie karşı karşı­ya harb edeceklerdir. Beyanında bulunan padişahın bu sözle­rinin, sadrıazam gerçekleştiğini göremeden vefat etdi amma sözlerin sahibi hz.Abdülhamid hân, kendi söylediklerinin ye­rine geldiğini görmüş idi.

Bomba Vak'ası


_ Sultan Abdülhaniid Hân'a Yıldız Camiinde Cuma Selamlı­ğı merasimine çıktığında, ermenilerin ve siyonist yahudile-rin ortak organizasyonuyla, bir arabanın içine yerleştirilen patlayıcılar infilak ettiğinde yetmiş-seksen kişi kadar şehid oldu. Padişahı; Şeyhülislâm Mehmed Cemâleddin Efendİ'nin her zamankinden bir iki dakika daha fazla lafa tutması, pat­lamanın te'sir sahası dışında kalmasını sağladı. Bu bir lutfû ilahiydi. Padişah kendini hemen toparladı. Lâzım gelen emirleri verip, ortalığı sükûnete kavuşturdu. Sonra da lan­donuna binip dizginleri eline alıp, deh diyerek arabasıyla bir başına Yıldız Sarayının yolunu tuttuğunda bü tün ecnebi se­firler bu soğukkanlılık, bu celadet karşısında kendilerini tu­tamayıp "Hurra Sultan" Diye bağırmaktan nefislerini mene-demediler. Bizim hâin şâirde, "Bir lahza-i teahhur attın ey şanlı avcı yazık ki vuramadın.." dizesini husule ge tirmişti.. Sultan Hamid merhum, faili buldurttu. Adı Jorİs olan suçlu­yu sorguya çekti bilahire mahkemeye verdi sanık Joris ar­kadaşlarıyla birlikte yargılandı ida ma mahkum oldu. Sul­tan; onu affedip, eline de para verip, avrupaya gönderdi ve Osmanlı devleti lehine casusluk yaptırdı! 21/Temmuz/ 1905'de vukubulan bu olay da, Ermeniler'in 1894 olayları sonrasında onbir sene sonra yeniden tedhiş faaliyetlerine giriştikleri ilânı olarak kabul edilse yeridir. Ermenilerin Doğu Anadolu'da büyük ermenistan hayallerini engelleyen kişi olarak görülen Sultan Hamid, bunların devirmesi gereken bir padişah olarak yaşarken, siyasi mahfiller ve haçlı dünya­sı bu devrilmeyi duysalar Sultan Fâtih'in vefatın-da çaldık­ları sevinç çanlarını yine çalmaktan içtinab etmezlerdi. Ayrı­ca Sultan Hamid, pek tedbirkâr olması hususunda bu olay-îa herkesin haklıymış ifadesini kazandı.
Sir Henry Wood; bomba olayını şu şekilde naklediyor: <Ben padişahtan pek uzak değildim. Tam bu sırada ancak bir namludan çıkabilecek bir gürültü duyuldu. Bastığım ze­min beni adetâ havaya kaldırmak gibi titredi. Padişahın so­ğukkanlılığına hayran kaldım. Birden Yıldız Câmiinin içinden elleri yüzleri kan içinde koşuşup dışarı çıkanları gördüm. Padişaha el bombası atıldığını sanmıştım. Ancak, padişahın gözlerini diktiği yeri takip edip cami avlusuna baktığım za­man hayretten irkildim. Avlu top top ateşiyle silinip süpü­rülmüş bir muharebe meydanına benziyordu; ölü atla, her tarafa sıçramış tahtalar, paramparça olmuş arabalar, can sız yatan zavallı sürücüler. Bîr iki metre ön sol tarafımda yüksek rütbeli bir Türk subayının emir çavuşu şarapnel isa-betiyle hayâtını kaybeden subayının üzerini örtmeye çalışı­yordu. Patlama sesi duyulur duyulmaz bir suvâri takımı, ya­lın kılıç, patlamanın olduğu yere at sürmeye başladı. Ancak Abdülhamid'in eliyle geri çekilmelerini emrettiğini gören ta­kım subayı birliğini geri çekti. Az sonra padişahın ayakta ve sağlam olduğunu herkes farkettı\> şeklinde Bay Öztuna'nın Büyük Târihi adlı eserinin 7. cildinin 191. sahifesinden ay­nen aldık. Sir Wood bilindiği gibi, bir İngiliz deniz subayı olup, Sultan Aziz zamanında padişaha denizcilik hususunda müşavir olmuş Abdülhamid döneminde de bu görevi devam etmiş kırk yıla yakın Osmanlı nezdinde kalmıştır. Bu su-ikast'ta orda olması işin içinde İngiliz parmağı olmadığı inti­baını vermektedir. Yoksa böyle kırk yıla yakın İngiltere'ye bi­zim içimizde bulunarak hizmet veren bir amirali İngiliz istih­baratının feda edeceği akla gelmiyor, tâaki onun da ipi çekil-memişse..

5.Murad'ın Vefatı


Çırağan Sarayına nakledildikten sonra, bir daha hiç dışarı çıkmayan mahû padişah, 5. Mehmed Murad, yirmisekiz sene suren menkubiyetini 29/Ağustos/1904'de sona erdir di ha­yatını noktalamış son nefesini vermişti. Yenicâmi Türbesinde defnolunmuştur. Bü tün padişahlara yapılan muamelenin, teçhiz ve merasimlerinin aynısı yerine getirildi. Eski padişa­hın tek oğlu Selahaddin Efendi ve çocukları Sultan Hamid'e müracaatle Çıra- ğandan ayrılıp başka bir yerde imrar-, hayat talebinde bulundular. Sultan Hamid'de bunu mâku! karşı­ladı.

Ferid Paşa'nın Sisam İsyanını Bastırması


1905 senesinde Sisam Adası ekseriyet bakımından Rum­lar ile meskundu. Buradaki mutasarrıfın Rum olduğunu her­halde söylemeğe lüzum yoktur. Devlet sızıltıya meydan ver memekle işleri götürme politikası güttüğünden,unsurun ida­recilerini kullanmayı tercih eder halde idi. Cebeli Lübnan'da da böyle hareket edilmişti. Bu mutasarrıf halkın ayaklanma­sının destekçisi idi. Birlikte megalo ideaları aynen bu günkü gibi ENOSİS idi. Yunanistan'a katılmak sevdası ada halkını adamakıllı sarmıştı.Bir sabah devlet dâireleri Yunan bayrağı ile süslenmiş ahali eğlenmeye koyulmuştu. Vaziyetin Babı­âli'ye akset mesi üzerine, sadnazam Avlonyalı Mehmed Fe-rid Paşa saray'a giderek bilgileri padişaha dosdoğru, hiç bir şeyi saklamadan arzetdi. Padişah:
- Tedbirleriniz Paşa? diye sorduğunda sadrıazamdan aldığı cevab şu olmuştu:
-Efendimiz; şu sırada Çanakkale'de bulunan donanmay-ı hümayununuza emir buyuracaksınız, hepsi kalkıp Sisam Adasına gidecekler ve tehdidatda bulunacaklar. Asiler yola, gelmezse ada bombardımana tâbi tutulacaktır. Dediğinde, padişah tereddütle karşılar:
-Ruslar bu işe karışırsa işler sarpa sarar! Bizi durdurup haksız çıkarırsa vaziyetimiz zorlaşır sadnazam paşa! Bu işde yalnız hareket zararlıdır! Ferîd Paşa da:
-Devletl padişahım! Size şerefim ve namusum üzerine söz veririm ki; gelişecek her çeşit me'suliyeti hayatım baha­sına olsa üzerime alıyorum. Bu hususda yemin etmeyi de vazifem içinde görüyorum. İrade buyurunuzda şu baldırı çıp­laklara hadlerini bildirelim!
Bu sözler Abdülhamid hân'ın yüreğine su serpti. Karşısın­da kararlı ve ne yaptığını bilen ve de paniğe kapılmayan biri vardı. Sordu:
-Düşüncenizi nasıl kuvveden fiile çıkaracaksınız? Sadrıazam:
-Donanmamız şimdi pek kuvvetlenmiştir. Yeni gelen, Me­cidiye, Mesudiye ve Hamidiye zırhlıları ve torpidolarımız bu tehdid ve gereğini yerine getirmeye muktedir bulunmaktadır. Müsaadenizle donanmay-i şahane, Sisam'da göründüğü an, ada isyancılarının yüreğine korku dolar. Durulmazlarsa ada­ya karşı harekete geçmeleri emri kendilerine verilecektir. Sadrıazam Mehmed Ferid Paşa kendinden emin tavırlarla padişaha verdiği temi natın akabinde plânımda nakledince Abdülhamid hân: "İnşaallah düşündüğün gibi olur!" dedik­ten sonra, istenen iradeyi verdi. Amiral Halil Paşa'nın ku­mandasında Hamidiye gemimizin ünlü süvarisi, İttihat ve Te­rakki cemiyetinin daha sonranın bahriye nâzın, Cumhuriyet döneminin başvekillerinden, Hüseyin Rauf (Orbay) Bey'in de katıldığı donanma denize açılmış ve Sisam önlerine gelmiş, bütün mehabetiyle adayı abluka altına almıştı. Funda demir emri verilmişti. Azgın ve küstah palikarya, büyük devletlerin hima yesine güvenmiş olacak ki cürümlerine bakmadan ateş açma küstahlığını da göstermişlerdi.

Azim Ve Zafer


Ada Rumlarının yaptığı tahminlerin ötesinde bir davranış değildi. Sadrıazam için bu hâl sürpriz olmayıp, plânını sonu­na kadar götürmeye de âmil olmuştu. Rumların ateşini Os­manlı'ların nasıl karşılayacağını merak eden siyasi mahafil-ler, ada müdafiilerinin top salvolarına karşı Osmanlı donan­ması Amirali Halil Paşa'mn, sadaret makamına sorupda aldı­ğı cevap üzerine, açtığı ateş siyasi mahafillerin kanını don­durdu! Boğazdaki adamın sadrıazamı, dehşet dolu bir emir göndermişti. Hedef ada'nın her tarafıdır. Gemilerinizin topları, teslim bayrağı görünceye kadar mermilerini yağdırsınlar, de­mekteydi. Halil Paşa gemideki topların namlularından ateş ettirmiyor adetâ ölüm saçıyordu. Bir kaç saat içinde Sisam Adası adetâ bir cehenneme dönmüştü. Neye uğradığını şaşı­ran elikanlı haydutlar ve onların hempaları sivil ahalide, bir­birine karışmış halde, dağlara, vadilere, mağaralara,mahzen-lere sığınmaya koşuyorlar, ancak çok kişi telef oluyordu. Li­manda ki kayıklara binerek kaçmaya çalışan isyancılar, bir yandan ne yapacağını şaşıran ahali, en akıllıca olanı yaptılar. Teslim bayrağını çektiler. Ada'nın Rumlara aid her evinde yatak çarşafları teslim bayrağı olarak kullanılır olmuştu. Ya­pılması gereken işlem bu operasyonun dünya devletlerine memleketin iç işi olduğunun anlatılmasıydı. Tabii ki; kabui ettirilmesi de önemliydi! Sadrıazam ve hükümetin bütün mensupları bu hususda aynı noktada müşterek olduğundan büyük devletlerin ses çıkarmamasını temine muvaffak oldu­lar.
Avlonyalı Ferid Paşa pek aktif davranarak,  bilhassa  bal­kanlardaki devletimizin valilerine gönderdiği emirlerle Yunan konsoloslarının her hareketinin ciddiyetle takip edilmesi ve en başda Selanik Valisi Rauf Paşa olduğu halde bütün valile­re devlet-i âli yye aleyhinde konuşan konsolos da dahil ol­mak üzere bütün hariciyecilerini hudud hâricine çıkarma yet­kisini vermişti. Hakikaten, bu talimat geldiği esnada Serez vilâyetimizde bulunan Yunan konsolosu, Osmanlı devleti aleyhine konuşurken cürm-ü meşhud hâlinde yakalanmış ve apar topar hudud dışına çıkarılmıştı. Alınan bu kesin ve ye­rinde tedbirler her tarafta te'sirini göstermişti. Her yerde bir sessizlik hâkim olmuştu. Sisam Adası olayı gelecek nesillere de bir örnekti. Avlonyalı Ferid Paşa ve hükümeti, padişah ile işbirliği, kaderdaşlık yapmak suretiyle haşaratı sindirip, ba­şarıyı yakaladılar.

Akabe Olayı


Tarih 1322/1906 senesini gösterirken Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa ile meşhur Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın oğlu Ga­zi Mahmud Muhtar Paşa elele vermişler İngilizle ri tedirgin edecek mesele çıkarmayı kararlaştırmışlar, bunun içinde aslı astarı olmayan bir problem ortaya çıkarmışlardı. Güya Mısır ile Osmanlı Devleti arasında bir hudud ihtilafı meselesi var­mış! Akabe'den, elAriş'e kadar uzanan ve Sina yarımadasını iki ye bölen bir hat'dan bahsederler. Aslında böyle bir hat hiç bir zaman çizilmiş değildi. Eğer böyle bir hat hakikat olup iti­bar edilen bir şey olsaydı, Osmanlı devleti bu hat'da dayana­rak Süveyş Kanalına kadar sokulma yetkisi taşıyabilirdi. Şüphesizki îngilizlerde buna rıza göstermezlerdi.
1881'de Arabi Paşa'nın milliyetçilik adı altında ırkçılık gü­derek gerçekleştirdiği isyan sonrasında, Mısır resmen İngiltere'nin himayesine girmişti. Arabi Paşa dindaşının dizinin di­binden, düşmanının ayağının altına uzanma hainliğini irtikâb etmekten fütur getirmemişti. Süveyş Kanalı Mısırın can da­marını teşkil etmekteydi. Bu hattın devamı Hindistan'a kadar uzandığından, önemi pek çok artmış oluyordu! O nisbette de Osmanlı-İngiltere münasebetlerinin gerilmesine sebeb teşkil etmekteydi. Sadrıazam Ferid Paşa bu işi tahkiki vazife addetdi. Bahriyye ve Harbiye nezaretlerinde bu meseleye dâir bütün evrakları babıâii'ye getirterek bizzat meşgul oldu. Ma­lumat sahibi olmaları muhtemel zevatı yanlarına celbedip, müşavir olarak istihdam etdi. Netice de, böyle bir hattın, mevcud olmadığı gibi kimsenin de böyle bir iddiada bulun­madığı belirlenmişti. Ferid Paşa ise, bu iddiayı dikkatle ince­lemekteyken, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa ve Mahmud Muhtar Paşalar da, İngilizler aleyhinde padişah'i iknaa etme­ye çalışmaktalardi İngilizlere haklı olarak daima menfi dü­şünceler taşıyan Sultan Hamid, sadrıazamının tutumuna bu safhada kızmaya başladı. Ne var ki; İngilizler fitili ateşlemiş­ler, amirallerinden Lord Fişer komutasındaki gemilerini Midil­li Adası önlerinde son emri almak üzere demir attırmıştı. Av­rupa devletlerinin geneli böyle davranırlar. Nerede ihtilaf vu-kubulmuşsa oraya donanmalarını yollarlar. Müzakere husu­sunda baskı unsuru olarak kullanırlar! tcab edersede bom­bardıman ederler! Cezayir; Fransızların bu tarz müdehalesine maruz kalmıştır. Daha sonraları da, Trablusgarb'de İtalyanlar da aynı taktiğe baş vurmuşlardır.
Hemen ilâve edelimki donanmay-ı hümayun, İngiliz ve Fransızlannkine faik şekilde olsa idi, bu mühim bir baskı un­suru sayılan gemileri startejik bölgelere yanaştırıp,ülkemiz üzerindeki istihbarî ve dezonmormayyonları, destabilizas-yonları deneyen devletlere bu adetlerinden vaz geçmeleri ihtar olunurdu. Ne yazık ki etrafı denzilerle çevrili bir ülke ol­mamıza rağmen, süngümüzler boğazlara kilit vurmuş bir mil­letken donanmasını 16.asır hâriç kullanamamızın sebebini insanımızın genellikle evinin erkeği olmasındaki isteğe bağ-lamakda pek hatalı olmaz.

Ferid Paşa'nın Böldüğü Çâre!


İngiliz donanmasının Midilli önlerinde demir atmış olması hassas padişahı hayli tedirgin etmişti. Alman hayranı. Hıdiv ve Mahmud Muhtar Paşalar, sonunda İngilizlerle, Devlet-i âliyyenin başını derde sokmuştu. Ferid Paşa bir günde üç defa istifasını sunmuştu, Cennetmekân'da her seferinde ret cevabı vermişti. Salim bir kafanın, istifaret çekişmesinden çı­karacağı sonuç, bana kalırsa padişah'in, Ferid Paşa'ya işi sen halletmelisin tâli-matını imâ yoluyla belirttiği hükmünü çıkarmak mümkündür. Ferid Paşa verdiği üç istifanın da bir­biri peşine ret şeklinde sonuç vermesi bizim acizane yukarı­da serdettiğimiz imâ'nin anlaşılmış olması ile olacak derhal İngiltere'nin İstanbul'daki b.elçisi Sir Nikolas O'conor'a bir arabulucu gönderip randevu talep etmek oldu. Aslında hiç yoktan koca sadnazam, b.elçiden randevu almak mecburi­yetinde bırakılmıştı. Yoksa esas olan görüşmek için babi-âlî'ye davet teamüllere uygundu.
Yapılan görüşmede b.elçi ve sadrıazam böyle bir olay ol­mamış gibi telakki olunmasını kararlaştırdılar. Her iki taraf bu tedbire muvafık davranışa dâir centilmenlik sözü verdiler. Beri yandan İngiliz entelijans servisi işi çok iyi anladı! Hıdiv Abbas Hilmi Paşa ve Mahmud Muhtar Paşalar kendilerine çı­kar sağlamak ve İngiltereden Mısır için genişçe yetki ve maddi menfaatler teminine çalışıyorlar, hiç düşünmedende Osmanlı devletinin tehlikeye düşmesine zemin hazırlamış oluyorlardı. Entelejans servisin anladığını sanki Abdülhamid hân anlamamişmıydı? Öyle olmasaydı Ferid Paşa değil üç istifaname gön dermek, saray'a çağırılır mühr-ü hümayun elinden alınır idi.
Avlonyalı Ferid Paşanın sadaret dönemi; İttihad-ı Terakki cemiyeti hafi'yesinin vâni ittihad ü terâkki gizli cemiyetinin çalışmalarının gerek askeri gerekse mülkî alan da inkişaf kaydetmesi önlenemez bir devir olmuştur. Padişahı kendi fi­kirlerine imale etmek istiyen guruplar biribirilerine olmadık yalana müstenid atıf ve de jurnallere baş vuruyorlardı. İttihad ü terakki cemiyeti, masonların kucağına oturmuş onların lo­calarından gelen taktik ve talimatlarla hedeflere kilitlenmişti. Bu hedeflerin ilkini meşrutiyeti meri'yete koymak teşkil edi­yor idi. 30 yılı aşkındır dar bir kadro ile ülkeyi idare eden Pa­dişahın, elini kolunu meşrutiyetle bağlamak daha sonra da kendilerine daha uyumlu gördükleri veliahd Reşad efendi'yi taht'a çıkararak uğursız emellerine ulaşmayı kuruyor lardi.

Şartların Yardımı


1871'de Mısır'da husule gelen Arabî Paşa isyanı adlı ırkçı harekât, yavaş yavaş balkanlarda da, Sırplar, Bulgarlar, Ka­radağlılar, Arnavutlar gibi unsurlarda da görülmeye başladı. Osmanlı devleti kavim ve milliyetçilik üzerine te'sis olunma­dığından bahse konu günlere kadar bu hususda benzer sıkın-Ulara uğramamıştı. İttihatçılarda hâkim olan Türkçü politik anlayış ve Turan avazeleri istenileni getirmedi amma moza-ikde ırkçı ve milliyetçi cereyanların bütün şiddetiyle vücud bulmasına kötü örnek teşkil etdi. Bütün bu oluşumları, Avru­pa ve Rus menfaatleri finanse ederken Yahudilerin Filistinde devlet kurması na zemin hazırlandığı zihinden uzak tutulma­malıdır. 1812'lerde bağımsızlık imkânı elde etmiş Yunanistan, da­ha 1897'de yediği sopayı unutmuş, tevessü etme, yâni Os­manlı toprakları istikametine yönelik genişleme hareketini çeşitli hile ve yollarla temine çalışmaktaydı. Bu hallere zami-meten Abdülhamid hân'ın açmış bulunduğu mekteblerden mezun olan genç subaylar, bilhassa Makedonya çeteleri ve çetecileriyle, Bulgar istiklâliyet çeteleriyle dağlarda ve or­manlarda çarpışırken çektik leri eziyete bakmayıp, müslü-man milletimiz üzerindeki menhus gayelerine hiç kafa patlat­madan, hâttâ katlolunan ahaliyi ve de şehid düşen silah ar­kadaşlarını unutarak bunların lehine haklılık payı aramaya, onlara saygı ve sevgi besleme ahmaklık ve hainliğine düş-müşerdi. Bunları böyle, avlayan neydi? Cevap verelim: poziti-vist anlayışın determinizme dönüşmesi! Başladığı an resuller devreden çıkarılır. Islâmın temel direği sünnet-i seniyye ih­mal hâttâ yok sayılabilir ki, artık ölçüsüzlük hâkim oluyor demektir ki,bunun da mânası, belân hazırlanıyor ve sen bu­nu kapmak için hızla koşuyorsun hakikatidir. Bu gün bile in­sanlar ve müslümanların bir bölümü "Hubbui vatan minel imân" hadisi'nin üzerinde, sahihmi? Değilmi? münakaşasını yapmıyorlarmi? İşte o gün eksik olan ecnebi ve bilhassa Al­man ekolünün zabit hocalarının dayadığı mektep müfredatı daha ilk mezunlarında tehlike çanlarını duyurmuşsa da, du­yacak kulak bulunamamıştır!
Evet! Hürriyet, Müsavat, uhuvvet sahte sloganları, oltanın ucuna takılan solucan olmuştu. Yine askerî mekteplerde dâ­hil olmak üzere İttihadçı, mason gibi muzır cemiyet mensuplarının bu okullardaki muallimleri anlayışlarını zerk etmiş oldukları millet evlâdını fikren iğfal etme ihanetini sergilemiş­lerdi.
Asayişi teminle vazifeli Osmanlı birlikleri anlayışın yukarı­da izaha çalıştığımız istikametde gelişmiş olması münasebe-tiyie üzerine aldıkları işi başaramadılar hâttâ daha sonra da, bizatihi İttihatçıların askerî kanadını teşkil eden nice genç zâ-bitde kendileri asayişi bozanlar olarak görülmeye başlandı. [Nitekim; Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey İle Enver, Eyüb Sabri gi­bilerinin hem de yanında askerlerinin bir kısmıda olduğu hal­de dağa çıkıp oradan, Osmanlı Saray telgrafanesine itaat ye­rine, tehdit ültimatomları göndermedilermi? Bu organize ha­reket masonların arzu ve hedefi istikametinde inkişaf eder­ken, artık devreye ecnebi devletler sefirlerinin ülkelerinden Osmanlı meşrutiyeti yeniden uygulamaya başlasın babında-ki talimatlar yağmaya başladı.
Avlonyalı Ferid Paşa'nın Arnavut olması, padişahında bu mensubiyeti göz önüne alması ve kendisine altı yıla yakın makamı sadaretde hizmet vermesini Arnavut ileri gelenleri nin takdir etmeleri ile devlete bağlılık hisleriyle meşbû olur­larken, İttihatçılarla birlik olanları ise kralı ve bayrağı ayrı olan bir Arnavutluk gayesi gütmekteydi.

İttihatçıların Tabancaları


Balkanların mühim şehirlerinden; Selanik, Manastır, Serez, Filibe ve Yanya gibi yerlerde asayiş maalesef maslub olmuş­tu. 8/temmuz/1908'de Arnavut Şemsi Paşa; genç bir teğmen olan Atıf (Kamçıl-İamir suikasdı davasında idam olundu) efendi tarafından postaneden çıkarken atılan beş el atışla öldürüldü. Bu suikastında faili yakalanmadığı gibi korunma ve gizlenme imkânı da bulabilmişti. İşin bir başka yönü ise; Şemsi Paşa'nın öldü rülmesinden iki gün önce yâni 6/temmuz/1908 günü alaylı bir zabit olan Resneli Niyazi Bey emrindeki bölük ile Resne'yi basmış, doğruca gitdiği posta-neden: "kırksekiz sa at içinde meşrutiyet ilân olunmaz ise padişah kendini tehlikede bilsin!" şeklinde telgraf çekmişti. Az sonra Niyazi Beyin bu harekâtına katılan başka bir subay daha çıktı. Bu zat bilahire hanedana damad olacak olan ve Abdülhamid'in vasiyeti olan, beni Sultan Fatih'in türbesinin bir kenarına defnedin, arzusunun yerine getirilmesini engel­leyen kişi Enver Bey'dir.

Olayın Bamteli   

                  
2.Abdülhamid hân hz.lerine pek bağlı olan ve mertliği ile tanınmış Arnavut Şemsi Paşanın son hizmeti; Rumeli ordu­sunda bulunan, genç subayların, İttihad ü Terakki Gizli cemi­yetine âzalıklarını, efendisine telgrafla bildirdiği şu sözler ol­muştu: "Zât-ı şahanelerine şimdi hareketimi arz ediyorum. Asileri hayyen(diri) veya meyyiten (ölü) olarak huzurunuza gönderileceğini temin ederim!" Ne çâre ki padişahına hiz­meti düstûr edinmiş koskoca bir Paşa, ecel şerbetini evlâdım diye belki kaç defa hitab ettiği genç mülazımın attığı kurşun­larla içmişdi. "Takdi r'ül azıziyl aliym!"
Yakub Kenan Mecefzâde 1967'de yayımladığı hatıratında, Bu Şemsî Paşa'nın yakın akrabası İsmail Mahir Paşa'nın bir geceyansı hile ile evden çıkarılmış ve Divanyolu caddesinde öldürüldüğünü yazar. İhtimâlki, Şemsi Paşa'nın katillerine ulaşmasını önlemek maksadı na nihayet vermek için bu ci­nayet gerçekleştirilmiştir.
Gerek padişahı gerekse sadnazamı bir ortak noktaya gö­türen yorum şu olmuştu. Mademaki Şemsi Paşa güpe gün­düz işlek bir caddede ve yaverlerinin ve muhafızlarının orta­sında ve gözleri önünde şehid ediliyor. Failde bu işi yaptıktan sonra sağ ve salim olarak buradan nasıl sırra kadem basıyor? Bu sorunun cevabını her ikiside mütalaa ettiklerinde ay­nı sonuca varacak kadar zekâya mâliktiler! Nitekim sadrı-azam olsun, padişah olsun işin artık kontrolden çıktığının şu­uruna varmışlardı. Disiplin maslub olmuş yâni or tadan kalk­mıştı. Ve de en mühimi yapılan icraat himaye görmekteydi!. Çok geçmeden padişah ve halifesine bağlı kimselerden olan bazı bölgenin sakinleri, gönderdikleri bilgiler de, suçlunun ciddi bir aramaya tâbi tutulmadığını, takibatın ise asla ciddi­ye alınmadığını bildirmişlerdi.
Ferid Paşa'nın şark dünyasından gösterdiği bu misalden sonra, dünya siyasasının büyük ustası ve düzenleyicisi İngil­tere hakkında, padişahın düşüncelerini alıp siyasetini tan­zimde nazarı itibara alması icab ettiğinin şuuru içinde oldj-ğundan elde ettiği malumatı, târihe şu sözlerle hediye ediyor: "Padişah söze ingilizler, bütün müslümanların hâmisi rolünü takındıkları ve ellerindeki topraklarda bir çok müslüman bulunduğu için, Osmanlı hanedanını ve halifeleri sevmezler. Bize karşı takındıkları tavırlarında kendi menfaatlerinden başka bir şeyi düşünmezler. Medeni insan dost ve düşmanı ayrı tutmamalı, ikisine de aynı muameleyi yapmalı. Zira düşmanlarına açıkça husumet göstermek akıl kân değildir. Dostlara da, fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez. Biz daima İngiltere'nin dostu görüneceğiz fakat onun hislerini ve de siyasetini bileceğiz!.." Dedikten sonra Almanlar hak­kında da: "Bunlar asker mijlet. Bunlardan bize fayda gelir" dermiş. Padişah, sadrıazam Ferid Paşa ya! Ferid Paşa padi­şahın bu görüşlerinde samimi olduğunu bildiriyor. Almanları; İngilizler Rus menfaatlerini Osmanlı üzerinden devşirmelerini kısıtlama manivelası olarak gördüğünü ifade ediyor. Ferid Paşa; Rusya ile münasebetleri sual ettiğinde padişahın ağzın­dan şu malumatı alıyordu:
"Rusya büyük bir komşumuzdur! Onunla pek büyükçe geniş hududlanmız vardır. Topraklarımızın kuzey yönünde olanlarının emniyet içinde olabilmesi Rusya devleti ile ara­mızda düşmanlık edip, etmemekle alakalıdır. Rusları, tahrik edip aleyhimize kararlar almaya mecbur eylemeye ne lüzum vardır? Beni sokmayan yılan bin yaşasın sözü padişahın çok söylediği tekerlemelerden olup, betahsis Rusya'ya dâir konuşmalarda beyan ederlerdi." Dedikten sonra sadrıazam paşa şu enterasan bilgiyi de naklediyor: "Çar'Iar Karadeniz sahilinde sayfiye şehri olan Livadya'ya yaz aylarında geldi­ğinde, Sultan Hamid'de derhal bir heyet gönderir ve hudud-lanmıza hoş geldiniz anlamında telakki olunacak hediyeler yollardı. Çar'da bu nâzik davranış karşısında mukabeleten kürkler, ayakabılar ve atlar hediye ederdi. Bütün bunları ya­parken padişah; Avusturya ve Almanya'dan getirtdiği bü­yük çaplı topları Rus hududumuzdaki mühim mevkilere yer­leştirilmesini emrederdi. Yüzüne bakan devlet adamlarına da İstersen sulh-u salah, hazır ol cenge! Derdi.."
Padişah; Avusturya-Macaristan imparatorluğu için sadrı-azamına şunları söyler, Fransa ile alakalı görüşü beyandan sonra, Fransa ile çok uzun zamana dayanan bir dost uğun kültürümüzde büyük tesiri olduğunun idraki içinde, kültür âlemimizin Fransız kültür edebiyat ve san'atının hemen yanı-başinda olması gerekir. Avusturya Macaristan'a gelince bun­ların emelleri bilhassa balkanlarda Rusya'nın tam zıddınadır. Ziya Paşa'nın şu beyitİ bu iki ortağı pek güzel ifade eder:
"Mestanelerin biribirine arz-ı hulûsu/Çingânelerin şüpheli imânına benzer" Fakat bunlar görünüşte birlikte hareket et­mek zorundaysalar da istikbalde biribirileriyle karşı karşıya harb edeceklerdir. Beyanında bulunan padişahın bu sözleri­nin, sadrıazam gerçekleştiğini göremeden vefat etdi amma
sözlerin sahibi hz.Abdülhamid hân, kendi söylediklerinin ye­rine geldiğini görmüş idi.

Potemkin Zırhlısı Va'kası


Tarihler 1903'ü gösterirken Karadeniz de bulunan Rus Do­nanmasının Amiral gemisi olan Potemkin zırhlısında sosya­list eğilim taşıyanlar bir isyan başlatmıştı. Kızı! bayraklar çe­kerek, bulunduğu limandan ayrılmış ve Karadeniz de kendi basma dolaşmaktaydı. Padişah bu olaya da hemen muttali olmuş, sadnazamını saraya celbettirmişti. Huzura gelen Av-lonyalı Ferid Paşa'ya: "Paşa hemen Kavaklara gidiniz. Kara­deniz (İstanbul) Boğazının tahkimatını bizzat kontrolden ge­çiriniz. Olabilir ki bu asi gemi bizim limanlarımıza sığınmak ister. Rusya ile aramızı açacak bir hadiseye meydan verebi­lir. Ben; Çar'lığa karşı bu harekâtı iyi görmüyorum. Bu bir başlangiçdır. Bu Çarlığın sonunu bu harekâtın devamı geti­recektir. Emrini vermişti.
Ben (sadrıazam) artık hergün Kavaklara gider gelir oldu­ğumdan, Rusya elçisi bir görüşmemizde: "Sadrıazam Paşa, sizin telâşınızı anlayamıyorum! İsyan eden gemi bizim zırhlı­mız, isyancı asker bizim askerimiz,size ne oluyor?" Sorusu nu yönelttiğinde de, ben: asker de sizin gemide sizin amma padişahımız bu harekâtı yalnız sizin için değil, dünya içinde beğenmiyor cevabını vermiştim. Demekte..
Avlonyah M.Ferid Paşa'nın sadaretde bulunduğu yıllar bu makamda yapılan değişikliğin 2. defa en uzun zamana yayıl­dığı dönemdir. Devlet idâresinin çeşitli kademelerinde sakal ağırtıp, dirsek çürütmüş bulunan Ferid Paşa, baş taraflarda belirttiğimiz gibi padişahının mizacını kendince anlamış ve devletin zirvesinde karşılıklı anlayışa dayanan, bilhassa ileriyi daima hesaba katan tedbirlere dayalı siyaset tarzına önem vermiş, padişahla münasebetlerini ideal seviyede sürdür­müştür.
Bu hakikati aşağıya alacağımız satırlarda pek net olarak görmek mümkün.31/mart vak'asından sonra ve Selanik'teki Alatini köşkündeki sürgün günlerinin arkasından Dersaadet'e avdet edip, Beylerbeyi sarayında menkubiyetinin geri kalan zamanını geçiren 2.Abdülhamid hân, "Ah! Ferid Paşa hak­kın varmış! Bana her hususu hatırlattın. Bense hiç birini dinlemedim. Ferid Paşa benim sadık adamımdır" dediği ya­kınları tarafından âa çok defa dile getirilmiştir. Ferid Paşa; padişahın hemen yakınında bulunanların kendisini bir çem­ber içine aldıklarını tesbit ettiğinden, Abdülhamid hân'a ha­tırlatmalar yapmayı vazife bilmiştir. Padişahın hemen yuka­rıda Ah! ile başlayan beyanları bundan neşet etmektedir. Sultan Hamid kendine Saray'da akıllı, zekî ve işibilir adam is­tihdam etmek istemekle beraber bu saydığımız vasıfların üzerinde bir vasfa ihtiyaç duyar ve bunu tercih ederdi ki bu vasfı mümeyyiz sadakat idi. Sadakat kadar önemli vasıf dünyada çok rastlanır hususattan değildir. Abdülhamid hân; bu vasfı kendine 6 yıla yakın 2. adam olarak hizmet veren Ferid Paşa'ya izafe etmiş oluyordu, sadık adamım demekle!

İttihad (İ Terâkkimin İnkişâfı


Ittihad ü Terakki Partisinin ilk kuruluşu aynı zamanda ül­kemizde siyasi parti olarak ilk kurulan parti olması hasebiyle 1890'da Harbiye ve Tıbbıye-i askeriye talebeleri tarafından kurulmuştur. Bu cemiyetin varlığı bir haber sonunda 1897'de, teşkilât-ı mahsusaya ulaştığından, yapılan operas­yonla teşkilâtın bazı mensupları ele geçerken, kimileri de Pâ ris'e kapağı attılar. Burada cemiyet faaliyetlerini devam ettirdi. Sultan Abdülhamid hân'in serhafiyesi Ahmed Celâleddin Paşa, çıkmış olduğu avrupa yolculuğunda, yine padişah tali­matıyla buralarda anti Abdüihamid'çi tutumlarıyla faaliyette bulunanları temin ettiği dertleşme ve bulundukları hâle teşhis koyma seanslarıyla bir çoğunu iknâya muvaffak olduğu gö­rüldü. Bunlara padişahın tekeffül ettiği görevlerin vaadi ikna hususunda çok işe yaradı. Tabiiki bu vaad ve tekliflere kapalı kalanlarda oldu. Bunların başında Ahmed Rıza Bey geldi. Bu zâta bağlı kalan bir kaç kişi de Pâris'de başlattıkları rejim muhalefetiyle İttihad ü Terakki cemiyetinin ortadan kalkma­sını önledikleri gibi adetâ yeniden bir doğuşu sağladılar den­se yeridir. Bu Ahmed Rıza Bey'in babası da, 1876 meşrutiyet meclisinin ayanından, yâni senatörlerinden idi.
Bunlar olup biterken Asaf rumuzlu şiirleriyle tanınmış gü­zel gazeller yazan Mahmud Celâleddin Paşa, 2. Mahmud dö­nemi kapdan-ı deryalarından Dâmad Müşir Halil Rıfat Paşa­nın mahdumuydu. Hanedan üyeliği münasebetiyle çok genç yaşda vezir olmuş ve nazırlık dahi yapmıştı. Ki bu paşa 1890'da hanımı Seniye Sultanhanımdan bile habersiz olarak oğulları Selahaddin ve Lütfullah Bey'leri de yanma alarak, Belçika'nın Brüksel şehrine firar etti. Burada JÖnTürk anlayı­şını devam ettirdi. Kendisi öldükten sonra ademî merkeziyet ve şahsî teşebbüs nazariyesi sahibi olarak bu misyonu, gele­ceğin meşhur Prens Sabahaddin Bey'i olarak tanınacak olan oğlu devam ettirdi.               %
2. Abdülhamid Hân'ın Yıldız Sarayında şifre kâtipliğinde bulunan Mehmec! Selahaddin Bey'in, "Bildiklerim" adlı ese­rinden, İttihatçıların adişaha muhalefet edeceğiz diye naşı! beynelmilel bir teşkilâtın mihverine girdiklerini ortaya koydu­ğu malumata bir atf-u nazar eyleyelim:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı