12 Haziran 2011 Pazar

SULTAN 3. MUSTAFA-3-

3. Mustafa'nın Şahsiyeti


Tarihçi Ali Reşad bey, Osmanlı tarihi adlı çalışmasında 3. Mustafa'nın hakkında şunları söylemekde: ".. 3. Mustafa; 1. Mahmud kadar merhamet sahibi olmamakla beraber olduk­ça gayretli, Ruslara adamakıllı düşmanlık taşımanın yüksek şuurunda idi. Rus idealizminin, Osmanlı düşmanlığı yapma­sının gerektirdiğini pekâlâ idrak etmişti. Talihsizliği elindeki yeniçeri ve de asker çeşidi bir bozuluş modasına tutulmuş iken, Ruslar'sa tam aksine, modern avrupa askeri tâlim ve terbiyesini ordusunun teşkilatlanmasını yeniden tanzim edip, uygulamaya başladığından muntazam bir Rus ordusu ve donanmasıyla karşı karşıya kalmıştı. Beriyandan; Katerina av­rupa devletleri nezdinde gösterdiği sulh sever davranışlı gö­rüntü ile çeşitli plâtformlar kurupda, Osmanlının paylaşılma­sını ancak ilk önce hududlarında vurulmasını teklifeden planlarıyla göz doldurmakta, menfaatleri ile pek alakalı, dostluk kurmuş ülkelerin yâni İngiltere ve Fransa ile Avus­turya ve Prusya'y1^3 Osmanlı üzerinden neler koparabiliriz düşüncesine salmayı bilen manevralanyla, her iki cephe de yâni politika meydanında olsun, savaş alanında olsun daha şanslı vaziyete sahipdi. Buna karşılık devlet-i âliye milletin ve askerin inançları sayesinde dayanmayı becerebildi. Rus­larla savaşıp onları yenmek gayesiyle yanıp tutuşan 3. Mus­tafa durmadan bunlarla muhtemel savaşta lâzım olur düşün­cesiyle para biriktirmeği esas işi olarak addetmişti. Ancak; teminine muvaffak olduğu paralar zaferleri getirememişti. Evet, arada bazı muvaffakiyetler görülmüşse de, arkasından gelen darbenin başarıyı üzüntüye çevirmesi, adetâ vaz geçil­mez âdetten oldu.
3. Selim doğduğunda cihangir olacağını bir tefeül yaparak söyleyen müneccirnbaşıya inanmış, oğlu Selim'in mutlak ci-hangirâne işler yapacağına itikat etmekteydi. Geçmiş padi­şahların bazıları gibi vezirlerin katline, mallarını müsadereye eyilim taşırdı. Eniştesi Koca Ragıp Paşanın vefatından he­men sonra malının müsaderesini yaptırmıştır. Merhum Ragıp Paşanın, sadareti sırasında ibeklendiği kadar başarılı olma­masında padişah 3. Mustafa tarafından yapılan fazla müde-halelerin rolü olduğu tarihçiler tarafından ileri sürülür. Lâleli Camii ve Üsküdar Ayazma Camii 3. Mustafa'nın yadigârıdır.
Onun padişahlık devrinde yaşayan bazı ecnebi hükümdar­ları ve memleketin yetiştirdiği kıymetli zevatın adlarını aşağı­ya alalım. Almanyada; imparator 1. Fransuva 2. Jozef-İngilterede; 2. ve 3. Jorj'iar-Papalıkda; 14. Benuva, 13. Koieman, 14. Koieman- Prusya'da kral 15. Lui-Rusyada imparatoriçe Elizabeth, 3. Petro, Katerina- Fransa'da Kra! 15. Lui vesaire­dir.
Memleket içindeki meşhurlarsa: Koca Ragıp Paşa, Muh-sinzâde Mehmed Paşa, Müverrih (tarihçi) Vâsıf efendi, Şâir Haşmet efendi, Şâir Fitnat hanım, Gazi Osman Paşa, Şeyhü­lislâm Feyzullah efendi, Müverrih Resmi Ahmed efendi gibi­leridir. Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in Mihrişah-ha­nımdan dünyaya gelen oğludur. 1129/1717'de doğmuş, 1171/1758'de 42 yaşındayken padişah olmuştur. 16 sene süren padişahlığı sonunda 58 yaşında olduğunda dünya'dan ayrıldığında tarihler 1187/9/şevval-1773/25/ekim/cuma gü­nünü işaret etmekteydi. Mühendishâne-i Bahr-i hümayun ve-de mühendishane-i berri hümayun 3. Mustafa döneminde kurulmuş olup, gerek Deniz Harb Okulu, gerekse Teknik Üniversite bu kuruluşu kendilerinin kuruluş yılı olarak be­nimseyerek, devletteki devamlılığa işaret etmiş olmaktadır­lar.

3. Mustafa'nın Hanımları


Sultan 3. Mustafa'nın hanımlarının sayısı; Padişahların Ka­dınları ve Kızları Çağatay Uluçay'ın Türk Tarih kurumunca, neşrolunan çalışmasında 98. sahifede, dört olarak gösteril­mektedir. Aynı eserin dip notunda ise, Alderson'un altı evlilik yaptığı iddiası yer almaktadır.
Çağatay üluçay, padişah hanımlarını Adilşah Kadın, Ay-nü'lhayat Kadın, Mihrişah Sultan ve Ri'fat Kadın diye belirtir­ken, bu dört isme Alderson şu iki ismi ilâve ediyor; Gülnar ve Fehime adlarını zikrediyor. Y. Öztuna'da 6 diyor. 3. Mus­tafa'nın Adilşah Kadın'ın 1179/1765'de Beyhan Sultanı,1182/1768'de   de   Hadice   Sultanı   dünya'ya   getirdi. 1219/1804'de ölen Adilşah Kadın, Lâleli Camii yanındaki 3. Mustafa türbesinde gömülmüştür.  Aynülhayat  Kadınsa; 1174/1760 yılında Mihrimah Sultanı doğurduysa  da, 1177/1764 kızı Mihrimah Sultanı dört yaşında toprağa ver­dikten sonra kendide çok yaşamadı, aynı sene vefat etti. Bunlarda Lâleli'deki türbede defnolundular. Mihrişah Sultan-sa   3. Mustafa'nın başkadınıdır.  1174/1761 senesinde Şah Sultanı, bir yıl sonra da 3. Selim'i dünya'ya getirdi ve böyle­ce oğlu Selim padişah olunca Valide Sultan unvanı ona na­sip oldu. Çok hayırhah bir kimseydi. Halıcıoğlu Camii nâmı diğeri Mihrişah Sultan Camii 1209/1794 yılında açılmıştır. 1220/1805'de vefat etti ve Eyüb Sultandaki türbesine sak­landı. Rif'at Kadın, padişahın 4. hanımıdır. Evlilikleri saray dışında vukubulmuş, bilahire saraya getirtilmiştir. Haydarpa-şadaki kabrine 1218/ramazan-1803/aralık ayında defnolun-muştur.

3. Mustafa'nın Çocuklari


3: Mustafa'nın dört hanımından altı tane kızı dünya'ya gel­miştir. Hele bu kızların birincisi olan Hibbetullâh Sultan, ge­rek Sultan Mahmud-u evvelin, gerekse Osman-ı şalisin ço­cukları olmadığından, Osmanlı sarayı otuz yıl bebek viyakla­masından mahrum kalmıştır. Padişahların fazla çocuk yap­malarından şikâyeti olanlar, bu otuz yıla varan hasatsızlıktan umulurki, hayli tövbeye baş vurmuşlardır. Hibbetullâh Sul-tan'ın doğumunu babası 3. Mustafa müthiş bir sevinçle şükür secdelerine kapanarak karşılamıştır. Sadrazam ve şâir Koca Ragıb Paşa, devrin önemli şâiri arasında sayılan meşhur naşmet'e verdiği emirle, velâdetnâme kaleme aldırdı. Şu be-yıtde, yeni doğan yavrunun târihini bildiren bir sanatkârın doğum hediyesi olmuştu: "Bende bir vaki' olur böyle dilâra tarih Oldu gûna tarab âver Hibbetullah Sultan" Velâdetna-mede tarih 1172'dir. Bu milâdi 1759 senesine müsadifdi an­cak üç yıl sonra hayata gözlerini yumdu. Daha sonra babası­nın da kendilerine iltihak edeceği Lâleli Camiindeki 3. Mus­tafa türbesine defnolundu. Mihrimah Sultan, 17/rebiüla-hir/1176-6/kasım/1762 perşembe günü dünya'ya gelmiştir. Bir sene yaşayan bu sultan hanım merhume ablasının yanı­na defnolundu. 1176/1763'de vefat eden Mihrimah sultan'ın validesi Aynülhayat kadındır Üçüncü kız Mihrişah sultan olup 23/cemaziyelevvel/l 176-11/aralık/l 762 pazar günü doğ­muş o da altı yıllık bir ömür sonunda, bir melek gibi ahirete göçmüştür. 1182/1768, CJluçay bu hanımın annesinin adını tesbit edememiştir. Ancak Y. Oztuna değerli eseri hanedan­larda, 2. cilt sh. 232 de Mihrişah'ın Aynülhayat Kadının kızı olduğunu belirtmekte. Hadice sultan 15/6/1766'da doğmuş bir yıl sonra vefat etmiştir. Fatma sultan ise, 9/ocak/1770 dünya'ya gelmiş, 26/mayis/1772'de vefat etmiştir. Reyhan sultan ise çok küçük öldü demekte Y. Öztuna bey. Şah Sul­tan: 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi başkadın Mihrişah Kadın efendidir. 11 74/ramazan/15-21 /nisan/1 761 pazartesi gü­nünde dünya'ya geldi. 3. Selim'in ablasıdır. 1216 senesi Zil­kade- 1802/mart ayında vefat etmiştir. Ölümünde 42 yaşın­daydı. Beyhan Sultan da 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi Adil-şah Kadındır. 2/recep/l 179-1761/aralık/pazar günü doğdu. 1. Abdülhamid tarafından Silahdar Mustafa Paşa ile evlendi­rildi. 1240/15/rebiüievvel-8/kasım/1824 pazar günü vefat etmiş olup, Eyübsultanda Mihrişah Valide Sultan türbesine defnolundu. Hadice Sultan ise; Adilşah kadından 7/muhar-rem/1182-25/mayıs/l 768 çarşamba günü doğmuştur. Esse-yid Mehmed Paşa ile 1. Abdülhamid tarafından evlendirilmiş-tir. Ancak; gerek Beyhan Sultan, gerekse Hadice Sultanlar, valideleri Adilşah kadın'ın 1. Abdülhamid'e ağlayarak yaptığı müracaat neticesinde bu evlenme iradelerini çıkarmıştır. 3. Mustafa'nın iki şehzadesi dünya'ya gelmiştir. Bunlardan ilki olan ve bilahire tahta 3. Selim unvanıyla çıkan Selim, Os-maniı sarayında 27/cemaziyelevvel/l 175-24/aralık/176 l'de dünyaya gelmiştir. Bu sarayda otuz sene, on ay, yirmigün aradan sonra doğan ilk şehzade olmuştur. Annesi Mihrişah Valide sultandır. Şehiden;3/cemaziyelahir/1223-28/tem-muz/1808 perşembe günü dâr-ı bekaya uçdu. 3. Musta­fa'nın ikinci şehzadesi de, Mehmed adı verilen ve dünya'ya geliş tarihi 9/şaban/l 180-10/ocak/1767 cumartesidir. Beş sene, beş ay, yirmidokuz gün yaşayıp; 14/recep/l 1 86 !2/ekim/1772 pazartesi günü çiçek hastalığından vefat et­miştir. Bu vaziyet karşısında 3. Mustafa'nın bir erkek çocuğu, aitı kızı kendisinden önce ve adetâ arka arkaya vefat etmiş­lerdir. Bu sayfanın başında 3. Mustafa'nın altı kızı olmuş de mişsek de, taramalar yapılınca dokuz kızı olduğu görülmüş­tür. Bir erkek, altı kızını toprağa veren bir babanın, hâlipür-melâlini bir düşünelim ve buna inzimamen düşman karşısın­da verilen şehidler, padişahın mânevi evlâdfarı olarak düşü­nülse, 3. Mustafa bu kadar yürek paralayıcı duruma iyi mu­kavemet etmiş diyebiliriz.

3. Mustafa'nın Sadrazamları


3. Mustafa taht'a geçtiğinde, Damad Koca Mehmed Ragıb Paşa makamı sadarette idi ve onu yerinde ipka eyledi. 23/ramazan/1176-8/nisan/1763 cuma günü vefat münase­betiyle boşalan makamı sadarete 6 ay 23 gün görevde kala­bilen Karahisarlı Nişancı Hamza Hamid Paşa getirildi. 27/re-biü!ahir/1177-l/kasım/1763'de görev sona erdi. Yerine Ba­hir Mustafa Paşa 3. sadaretine getirildi.    4/şevval/ll 78-27/mart/1765'de çarşamba günü azledildi. 1 ay sonra Midilli adasında idam edildi. Muhsinzâde Mehmed Paşa sadarete geldi. Aynı zamanda hanedana damad idi. Babası Muhsinzâ-de Abdullah Paşa da, eski sadrazamlardandı. 22/rebiülev-vel/1182-7/ağustos/1768'de azledildi. Silahdar Hamza Ma­hir Paşa tâyinolundu. 2 ay, 14 gün kaldığı sadaretin sonu az­ledilmek oldu. Bu târih 8/cemaziyelevv el/1 182-20/ekİm/1768 perşenbe oldu. Nişancı Hacı Mehmed Emin Paşa 9 ay, 23 gün sürecek bir sadaret dönemi yaşadı. -Hanı­mı Şahsultan münasebetiyle hanedana dâmad idi. Bunun ayrılışı da, 8/rebiülahir/l 183-12/ağustos/1769 cuma günü­ne denk düşmüştü. Ne varki azlini müteakip, kelleside düşü­rüldü. Kastamonulu Moldavancı Ali Paşa sadarete geldi, 4 ay, 1 gün icraattan sonra; 1 l/şaban/l 183-1769 aralık ayının 12. pazar günü o da, makama elveda dedi. İvazzâde Halil Paşada bu vazifeyi ancak 10 ay, 14 gün sürdürerek 5/re-cep/1184-25/ekim/1770 perşenbe günü kızağa çekildi. Da­mad Silahdar Mehmed Paşa sadrazam oldu ve 23/şa-ban/1184-13/aralık/1770 perşenbe gününde vazifeden ayrıl­dığında, 1 ay, 19 gün işbaşında kalabilmişti. Ancak göreve Hacı Ahmed Paşa, Mehmed Paşaya vekâleten Babadağı'nda kaimmakam olarak tâyin edildi. Bu tâyin idrâkinde güçlük veren sadaret temsilini ortaya çıkardı. 4/ramazan/ 1185-1 l/arahk/1771 çarşanba günü, Silahdar Dâmad Mehmed Paşa azledildi. Yerine Muhsinzâde Mehmed Paşa 2. defa geti­rildi. 3. Mustafa'nın son sadrazamı olmuştur. Yeni padişah 1. Abdülhamid, görevinde ipka eylediğinden onun da birinci sadnazamı olmuştur. Muhsinzâde Mehmed Paşa. Böylece 3. Mustafa'nın, 16 sene, 2 ay, 22 gün süren devrinde makamı sadaret, on kişi tarafından temsil edilmiştir.

3. Mustafa'nın Şeyhülislâmları


3 Mustafa'nın ilk şeyhülislâmı, 3. Osman'dan müdevver olan Dâmadzâde Feyzullah efendi'dir. 16/cemaziyelev-vel/H71-26/ocak/1758 perşembe günü bu zat tarafından boşaltılan makamı meşihata Mehmed Salih efendi gelmiş, 1 yi!, 5 ay, 5 gün kaldıktan sonra 5/zilkade/l 1 71-30/hazi-ran/1759 cumartesi günü yerini, Çelebizâde İsmail Asım efendiye bırakmıştır. Bu zat şâir ve tarihçidir. Makam-ı meşi­hat vefatı dolayısıyla boşalmıştır. İfta dönemi 7 ay, 6 gün de­vam edebilmiştir. Hacı Velİyeddin efendi bu şerefli vazifeye nasbedildiğinde, 28/cemaziyelahir/l 173-16/şubat/176ö cu martesi tarihi yaşanıyordu. 1 sene, 6 ay, 19 gün sonra yerini Tireli Ahmed efendiye bıraktı.
Hattat ve nefis kitablara sahip bir kişiydi. Bayezid kütüp­hanesi, onun bağışıyla zenginlik kazanmıştır. Tireli Ahmed efendi 7 ay, 23 gün, bu vazifeyi ifa etmiştir. Bırakmış olduğu tarih, 5/şevval/l 175-29/nisan/1762 perşembe günü idi. Dürrizâde Mustafa efendi 4 sene, 11 ay, 24 gün makamı me-şîhatte bulundu. 22/zilkade/l 175-23/nisan/1767 ayrıldığı perşembe günü tarihini, taşıyordu. Hacı Velİyeddin efendi, 2. meşihatina getirildi ve makamını, 13/cemaziyelevvel/1182-25/ekim/1768 salı günü vefatıyla terketti. Hemen yerine ge­len ve 1 sene, 4 ay, 8 gün hizmet arzeden, Pirizâde Osman Sâhib efendi de vefatı münasebetiyle vazifesine veda eyledi. Mirzazâde Sâid efendi, 4/zilkade/l 183-2/mart/1770 per­şembe günü geldiği vazifeden istifaen 3 sene, 5 ay, 19 gün sonrada, 1/cemaziyelaahir/l 187-20/ağustos/1773'de ayrıl­dı. Yerine, Şerifzâde Mehmed Şerif efendi geldi, 3. Musta­fa'nın son şeyhülislâmı oldu. Bu vazifesini 6 ay, 8 gün sür­dürdü ve bu dönem zarfında 1. Abdülhamidhân'ın ilk şeyhüiislâmı olma şerefini de ihraz etmişti. Böylece on tane şeyhü­lislâm değişikliği olmuş, bunlardan Veliyeddin efendi, ma-kam-ı meşihata iki defa geldiğinden bir diğer anlayışa bakar­sak, 3. Mustafa dokuz şeyhülislâmla çalışmıştır. 3. Musta­fa'nın Özet Kimliği Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in oğludur. 1129/1717'de dünyaya gelmiştir. 11 71/1 758'de padişah oldu. 1187/1773'de vefat etti yaşı 58 olmuştu. 16 sene süren padişahlığının arkasından Lâleli Camii bitişiğinde yaptırdığı türbesinde medfundur.
Sultan Mehmed Fatih zamanında İstanbul'u feth ettikten sonra ezmine-i hayriye yâni hayırlı zaman dediğimiz dönem başlamıştı. Bu devirde geçirdiğimiz iç inkilabîar ve siyaseti­miz h. 857/m. 1453'den h. 1188/1774 senesine kadar ge­çen vakaların özetini gördük. Bu hülasada en çok dikkatimizi çeken bir husus varsa o da, Osmanlı devletinin Balkan yarı­madasında bu yarımadanın üzerinde siyasi birlik kurmuş ol­masıdır. Osmanlı hükümeti bu ada üzerinde sırf kendi siya­setiyle hareket ederek, son devirlerin en büyük imparatorlu­ğunu kurdu. Şimdi haritaya bir göz atıldığında görülecek olan kara hududlarımszın İran'dan Fas'a kadar uzanmakta olduğu görülür. Bu hududlar dahilinde çok çeşitli kavimler bir arada yaşamaktadır. Osmanlı devletinin yükselme dev­rinde iki önemli hal görülmüştür. İşte bu iki hali ben size ec­nebi tarihçilerin yazdığı, eserlerinden özetleyerek naklede­yim. Çünkü elimizde bulunan tarihlerimiz, dünya da yalnız Osmanlı devleti varmış gibi ve bu nazari hüküm ile diğer devletlerin vaziyetine atf-u nazar etmemiştir, hatta bundan istinkâf etmişlerdir. Osmanlı devletinin ikbâli dediğimiz yük­selme devrinde islâmiye-i muazzamanın haysiyetini taşıdı­ğından hristiyan devletleri arasında çok mühim ve yüksek bir yer tutmuştu.
Hatta hristiyan devletlerip çoğu ittifaka eyilim gösterdiği halde buna adeta tenezzül edilmeyen tavırlar sergilenmiştir. Ancak; burada ruhi bir hal vardırki, o da, adı geçen hükü­metlere benimseme değil korku verilmiş olmasındandır. Yine başka, bir tarihi hülasada deniliyorki, "Osmanlı devleti o za­manlarda doğu iskelelerinde ticareti, yalnız dost bildiği mil­letlere hasretmişti. Bu tekelci vasıfın en çok fransızlan müs-tefid ettiği aşikârdı. Fakat dikkat edilecek olursa bütün avrupanın gözlerini üzerine devirdiği Hindistania ticari münasebet Osmanlı padişahının keyfi tutumuna bağlıydı. Yâni, Osman­lılar hind ticaret yolunu hegemonyalarına almışlardı. Bu yoll-lari çok eski devirlerde Büyük İskender açmış bulunuyordu. Türklerin gerçekleştirdiği bu durum, hind avrupasını iki yola ayırdı. Bu yüzden avrupalı tüccarlar hindistan hazînelerini ele geçirebilmek için Afrika'yı hatta dünya'yı dolaşmaya mecbur kalıyorlardı. Malumdurki, Türkler fetih ettikleri topraklardaki insanları etkiliyor derinliklere kök salmaktaydı. Başka ka­vimlerin çoğunu taht-ı idarelerin aldılar.
Ancak o ırkları asla ne yok edip ne de, yerlerinden sürdü­ler. Ta halife-i Abbasiye döneminde bulundukları Anadolu yaylaları üzerinde yerleşerek vatan edindiler. Balkan yarıma­dası ise yine hristiyanların iskân olduğu biryer olarak kaldı. Osmanlı devletinin ele geçirmiş bulunduğu yarımada da, yalnız rumlar değil, bir zamanlar büyük kuvvet ve satvetini Kostantiniyye kıyılarına kadar ilerletmiş bulunan sırbiyeliler, miladi 13. asırda hristiyan haçlı seferleri ve rumlann yerine yine Kostantiniyyede lâtin devleti kurup ve bu hükümeti mahf eden bulgarlar, bir romanya hükümeti, vardı. Bu genç hükümetler tam beş asır istiklâllerinden mahrum kaldılar. Ruslar ise aynı vaziyete Moğolların istilasıyia duçar olmuşidi. Tarihin ortaya koyup ispat eylediği gibi ruslar ile bu hükü­metlerin hayat ve talihleri arasında kuvvetli bir münasebet vardı.
Şurası da unutulmamalıdır ki; Osmanlı devletinin tabiatına girmiş bulunan rumlar, bulgariar, sırplar, romenler dinle mez­heplerini muhafaza etmiş bir zorlama ile asla karşılaşmamış-iardıki bu hâl bütün zamanların en önemli hürriyet ortamı demekti. "Osmanlıların devleti sadece askere dayanır. Millet­leri mağlup etmeyi asker elinde tuttular. Kuruluştaki munta-zamlığı devam ettiremediler. Adeta feth olunmuş ülkelerin içinde ordu kurmuş galib bir millettiler. Hatta avrupada yer­leşme çarelerini bile aramadılar. Yalnız kılıç kuvvetiyle kuru-jan devletler, yine kılıç gücüyle küçülürler. Avusturyalılar, prens Öjen'in komutasındaki maharetli askeriyle macaristam kurtardı. Macarlar her ne kadar, Türk ırkından olsalarda hris-tiyan olduklarınan dolayı avrupanın büyük devletleri arasına kolayca sığınabilmişlerdir. Büyük Petro, geçmişinden olan Kife prensi Vilademir'in doğu imparatoru 2. Bazil'in kızı Ann, 1400 sene-i miladisinde evlendiğini hatırladıkça Kostantiniy-ye (İstanbul)1 üzerinde kendisince bir varislik hakkı vehmetti. İlk önce, Azak kalesini almışsa da, çok geçmeden terketme-ye mecbur kaldı. 2. Katerina, Petro'nun arzu ve emellerini besleme yoluna gitti. Katerina Karadeniz sahilinden, çok faz la sayılacak miktarda araziyi ele geçirdi. Kırım da Sivas'o-pol, Rusya'nın güneyindeki Odesa'yı, ki "bizim tarih lisanı­mızda Hocabey diye anılır" kurdu.   Bizde pek iyi hatırianzki, katolik avusturyahlar ile Ortodoks ruslar h.  12. asırda, os-manlılan dolaysıyla islâm! asya'ya doğru itmekteydiler. Or­talıkta dönen çalışmalar sadece din'len alakalıydı. Bu dîn kavgasına az bir müddet sonra da, Osmanlı hükümetinin mi­rasına konma ve misilsiz güzellikteki ve önemdeki Kostanti-niye'yi ele geçirme harisliği de buna eklenince cephe büyü­müş oldu. Bahr-i sefid yâni Akdeniz'e ve buranın sahillerine ulaşmağa sürükleyen heves, ticaret nokta-i nazarından da pek tatlı olandurumlar göstermeğe başladı.
Osmanlı devleti, kötü ida,re, istibdat, cehalet, hile ve hay­dutluklar içinde kalarak, muntazam askerinin bozulma hali almasını engelleyemedi. Böylece de, her geçen sene zarfın­da zaafa sürüklendi. Bu yüzden Hindistan yolu mevcut zaaf ile muhafaza edilemezken, geçidleri zorluyanların işide bin-nisbe kolaylaşmış oluyordu. İngiltere olsun, fransızlar olsun bu yolda görmüş oldukları menfaati anladıklarından, den yolu ile harekete geçtiler.   İşte, "Şark Meselesi" diye çıkan ve elan devam etmekte bulunan "Akide-i Siyasiye" böyle vücud bulmuştur. Şimdi Kaynarca antlaşmasını hiç yoktan icat eden sebeblerin siyasetini bir daha gözden geçirelim: "Rusla­rın Tuna nehri boyundaki galibiyetleri, Adalar denizinde de donanmamızı yakmaları, adalardan bir kaç tanesini istila et­meleri, avrupa da büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Os­manlı devletinin vaziyetininde 2. Katerina'nın keyfine kaldı­ğına dair zan meydana geldi.   Bu olayın en çok tesirinde ka­lan ve hisseden Avusturya devleti olmuştu. Adı geçen- devlet bu sırada ise, üç kişi tarafınca yönetilmekteydi. Bunların  1. si imparatoriçe Mariya Tereza', 2. si, 6 yıldır avusturya impa­ratoru olan Mariya Tereza'nin oğlu bulunan 2. Jozef, 3. su ise, imparatoriçe Mariya Tereza'nın akıldanesi, ihtiyar Kauiniç idi.
Prusya'yı ise kral büyük Fredrik yönetmekteydi. Rusya'nın galib vaziyette ilerlemekte olmaları Avusturya'yı, mecburen-de Prusya'ya yâni Alman hükümetine yaklaşmaya sevk et­mekteydi ve Öylede oldu. İmparator Josef, büyük Fredrik ile biri Nis diğeri Neustadda olmak üzere iki defa görüştü. Jozef, Silezya vilayeti üzerindeki haklarından vaz geçerek, Osman-Iı-Rus meselesinde Fredrik'in yardımını elde etmeye muvaf­fak oldu. Bu iki hükümdar (alman usulü vatanperveranesİ) "Le systeme patriotique allemand" tabir ettikleri bir çeşit itti­fak esasları kararlaştırarak Rusyay'lan, Fransa'ya karşı biri-birlerine yardımcı oldular. Bu esnada ise Ruslar Kırım'ı zapt ettiler. Selim Giray'ı İstanbul'a kaçırmışlar, Romanzof'un as­kerleri Kağul yâni Tuna boyundaki Kartal ovasında orduları­mızı bozmuşlardı. Avusturya başvekili Kauğniç, 1771 senesi temmuz ayının 7. günü bizimle bir antlaşma yapmaya kal­kıştı. Biz bu antlaşma mucibince Avusturya'ya 1 1 milyon 250 bin florin verecek, küçük Ulahya'yi terk ve Erdel hududunda düzeltmeler yapacakdık. Avusturyalılar ise bize siya-seten ve lüzum olduğunda silahlı yardımda bulunacaklardı. Biz, 25/temmuzda ilk taksit olan 2 milyon florini Zemleyn'e yolladıksa da, adı geçen antlaşmanın suya düştüğünü anla­maktan başka elimize bir şey geçmeyerek netice verdi. Rus­lar, Prusya hükümetinin Avusturya ile ittifak yaptığından ha-berdarolunca hemen yumuşamaya başladı. Fredrik, Kateri-na'ya Lehistandaki payına razı olmayı bilmesini ihtar etmek­teydi. Bir Fransa tarihinde şöyle diyor: "Tuna üzerinde sükûn bulan fırtına Lehlilerin topraklarında başladı" hakikaten bu zavallı devlete bölünme parçalanma ilk defa; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında karar altına alınmıştı.
Sultan 3. Mustafa, bu uzun savaşa Lehistana girmiş olan 25 bin Rus askeri sebebiyle girişmişti. Ruslar, Kaynarca ant­laşması münasebetiyle Azak, Kerç, Yenikale ve Kilburnu'nu aldılar. Kırım'a istiklâl verdiler. Karadeniz de gemilerinin ser­bestçe dolaşması hakkını elde ettiler.
Buna karşılık Avusturyalılar bir tek silah atmadan bizim idaremizdeki Buğdan'a katılmış olan Kızılorman dediğimiz, Bukovine'ye 1771 senesinde, Osmanlı devletine büyük hiz­met yaptık iddiasıyla sahip oldular. Bu hampacılığa sesimizi bile çıkaramadık. Kaynarca antlaşmasının 7. maddesinde Rusya elçilerine, İstanbul Rum klişesi lehine aydınlatıcı bilgi­ler verme, 16. maddesinde olan 10. fıkrası gereğince de, Buğdan ve Eflâk (voyvodalıklarının iktizasına göre korunma ve müsaade) olunmalanyla (heriki devlete lâyık olan dosta­ne itibar icabınca, Rus elçilerinin arzettikleri ifadelerine ri­ayet) edilmek kabul olunmuştu. Bu iki maddeyi biraz daha tetkik edecek olursak, anlarız ki, Rusya devleti, Osmanlı devletinin içişlerine karışabilme hakkını elde etmiş bulun­maktadır. Çünkü bu maddelerin ışığında Ruslar hem memle­ketlerini hem de, Osmanlı uyruğunda bulunan hristiyan ahalinin himayesini üzerine almış bulunuyordu. O sıralarda İs-tanbulda Avusturya siyasi işlerinin vazifelisi oiarak bulun­makta olan meşhur, Tuhgut yazmış olduğu bir mektupda: "Kaynarca antlaşmasının maddelerinin hükmü umumiyesini, Rus heyetini teşkil eden diplomatlarının maharet ve ustalık­larını belirlerken, tam tersi Osmanlı murahhaslarının hama-katini ortaya koyan bir numunedir.
Bu antlaşmanın maddelerini yazmada kullanılan tertib-i sanat ile bu günden itibaren devlet-i Osmaniye Rusyanın bir vilayeti makamına inmiştir. "Demiştir. 1188/1774 senesinde­ki vaziyetimiz yukarıya yazdığımız haller dışında bir hâl de­ğildi. Bu antlaşmanın müzakere ve tanziminde vazifeli olan Resmi Ahmed efendi diyorki: "Her tarafdan perişanlık fışkır­makta olan bir zamanda sadnazam dahi gayet ağırhasta olup, tedbir almaya mecali kalmamıştı. İşler bu haldeyken muhasaranın 12. günü murahhaslar, Şumnu'dan çıkıp mare­şalin yanma vardılar. Mareşal ne teklif ederse, buna itiraza derman olmayıp, tazminat olarak da ne kadar para isterse kabulden başka çare yoktu. Hatta devlet sahibi, murahhasla­ra 40 bin keseye kadar İzin vermiş ve İlk önce 20 binden aşağı söz söylemememizi, tenbîh etmişti." Böyle bir selahi-yete sahip ve sıkışmış bir devletin murahhası, diplomasi ma­haret ve ustalığından da mahrum olursa elbette mahud mad­deler böyle ağır ve hiyle bakımından da böyle düzenlenir. " Kaynarca Antlaşmasından Sonra Antlaşmanın 3. maddesin­de Kırım hanlığının bağımsız ve müstakil, hânrın bütün Tatar­ların reyi ve ittifaklarıyla Al-i Cengiz soyundan seçilmesi ya­zılı olduğundan 1188/1774'de Kırımdan Cengiz soyu reisle­rinden ve âlimlerinden ve mirzalarından müteşekkil bir heyet gelerek, Kırım hânlarının önceden olduğu gibi Osmanlı dev­leti tarafından tayin ile seçilmesi, teşrifat ve menşur yollan­masını, hutbeler ve paraların padişah adına basılmasını, Sanip Giray'ın hânlıkda devamının, söz ve yazı  ile arza fırsat buldular.
Antlaşmanın başlıca şartlarından olan bu madde müzake­re edildi. Yalnızca hutbe ve para basılması ile teşrifat gönde­rilmesi, maddelerinin taraf-ı devletten olmasına ve metni antlaşmanın, içine koyma Rus hükümetine yazıldı. Bu yazıda Gürcü esirlerini iade meselesi vardı. Gelen cevabda, Ruslar, Gürcü esirleri taleb etmekten feragat ettiklerini bildirdiler. Hân'ın mutlaka Kırım ahalisi tarafından seçilmesi hususunda ısrar buna karşılık para ve hutbe meselesi ile teşrifatçı gön­derilmesini müsaid karşıladılar. Bir kaç gün sonra da, bâbı-âli'de Kaynarca antlaşması tasdiknameleri Rus maslahatgü­zarı Hristofer Petresiyn ile teati olundu. Kırım'a ise mirahm Mehmed Bey ile yalnız menşur ve teşrifat gönderildi.
Sulh antlaşmasının tamamlanmasından sonra devlet tara­fından eski süvari mukabelecisi Abdülkerim paşa'ya, huzur da, fıstıki çukaya samur kürk giydirilerek eline de nâme-i hümayun teslim edilip, elçilik görevi ile Petersburg'a gönde­rildi. Altı seneye yakın süren bu Rus seferi, Mora, Mısır, Suri­ye ve Bağdad ile Anadolu'nun orasında, burasında isyan ve istiklal ihtilallerini kıpırdattığı gibi, zahire bakımından da önemli ihtikârların meydanı hazırlanmıştı.
Sefer masraflarından başka vezirlerinde sayılarındaki artış hasebiyle sancaklarda, eyaletlerde valiler zulmü arttırmışlar­dı. Sadrazamın konağında şeyhülislam ve devlet adamları ile vezir kethüdalarından kurulu bir meclisde sekiz vezirin rütbe­lerinin kaldırılmasına karar verildi.
Ulemaya mahsus arpalıkların mukattaat-ı miriye gibi ilti­zama verilmesine, halka zulüm ettikleri anlaşılan beş arpa-lık'ın kapı kethüdası da, Cezayir'e sürüldü. Arpalık sahipleri­nin namuslu naibler istihdam etmesi için kazaskerlerle, kadı­lara tenbihler yapıldı.
Ruslar, Mora'y1 ihtilal ateşine bulaştırırlarken, cesareti ve kahramanlığı İle Silistre başkomutanlığındaki ehliyetli idare ve korkusuzluğuyla emrine verilen Rumeli kumandanlığını hakıyla başaran Müderris Osman Paşayı Bender muhafızlığı­na tayini çıktığı halde gitmemesinden dolayı Eğriboz valiliği­ne tayininden sonra paşa oraya gitmişse de kurulan bir hiyle ile öldürülmüştür. Ahmed Rasİm bey, burada bir izahat ver­miş ona geçiyoruz "İdam olunarak ortadan kaldırılmasına sebeb olan rumeli eyaletinden azli üzerine vali olarak tayin edildiği Eğriboz'a gitmek kararı alan paşa yola çıkar.    Bu arada ise, bâbıâliden çıkan bir hattı hümayunla idamı karar altına alınmıştır. Bu hatla yola çıkan tebdil (değiştirme) ha­sekisi elhac Hüseyin efendi, kıyafetlerini değiştirip, İstanbul-dan yola çıkar. Kendi işine giden bir adam havasındaki hase­ki, Osman paşanın Rumeliden Eğriboza gitmekte bulunan kafilesine yetişir. Bir kaç gün onlarla birlikte seyahat eder. Tabii gizliliğe riayet etmiştir. Eğriboz'a bir kaç konak kala, atını topuklayan haseki, paşa'nın kafilesinden ve paşadan önce gelir. Elindeki idam hükmünü bildiren hattı yeniçeri ağası ve kadiefendiye verip, hükmü bildirir. Ondan sonra da tedbirler alınma yoluna gidilir. Durumun saklı tutulmasıda alınan tedbirlerdendir. Osman paşa beraberindekilerle birlik­te kale kapısına yaklaştığında, şehirdekiler kendisini adet üzere karşılarki, kalenin kapısından Osman paşa girdiğinde, iki kapılı bu kalenin biri kapatılır. Böylece, Osman paşa ma­iyetinden ayrı düşmüş olur. Neden böyle olduğunu sordu­ğunda, kendisine hüküm gösterilir. Çaresizce atından inip, abdestini alır ve teslim-i ruha hazırlanır. (Tarih-î Cevdet) Ta-rih-i Cevdet diyorki: "Osman paşanın idam edilmesi, eski za­manın tasvip olunmaz usûlüne uygun olup, bir adamın iddi­ası gereği kadar subut bulmayınca töhmet ve terbiyesinin derecesini farklı olunca, o farklılığa riayet edilmeden şer'e aykırı ve insaniyete de uymayan adam öldürmenin ve malla­rının müsaderesinin, ne büyük zararlar çektirdiği malumdur." Etrafta türeyen eşkiyadan, Florinalı Muslu, Düzceli Ara-boğlu, Bergama voyvodası Sağıncılı Veli, Bosnalı Yahya ve arkadaşı Baboğlu Zeynel'in yok edilmeleri gerçekleştiği gibi, Maraş eyaleti içindeki, Kılıçlı ve Mandelli aşiretleri de, hizaya getirildi. Kırım hân'ı Sahip Giray, eski han Devlet Giray'ın Ta­tarları tahrik ederek: "Biz istiklâl istemeyiz, sana da itimadı­mız yoktur" dedirtmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve arkasın­dan da Kırım'dan Kalgay Nureddin ve Şeyriyn Ocağı mirza­ları ile ulemasından bir kaç zat bir dilekçe getirerek, geçen sene mirâlemin (Mehmed bey) getirdiği menşur ve teşrifatı Sahip Giray kabul edecek olursa, Kırım'ın istiklaliyetinin tas­dik edilmesinden başka, Yenikale, Kerç ve Kılburun kalele-riyle, Kırım'ın kara tarafından olan giriş yerleri, Ruslarda ka­lacağı Kırım ahalisince öğrenilince, yapılan fevkalade bir toplantıyla İstanbul'a dilekçe gönderilmesine karar verildiği arz olundu.
Bu vaziyet karşısında yapılan genel toplantıda Rus büyü­kelçisinin gelişine kadar bu işin dondurulmasına karar veril­di. Heyet, Kabataş'da bulunan Mehmed Eminzâdeler yalısın­da misafir edildi. Sahip Giray ise, bir rivayete göre Tekfurda-ğı (Tekirdağ)nda başka bir rivayete göre de, Çatalca'da otur­ması emreolundu. Genede zamanın haline bakınki, Dolma-bahçe mesiresinde bir ziyafette, şeyhülislam İbrahim bey, sadrazam İzzet Mehmed paşaya, sohbet sırasında Selim ağa adlı babasının yadigar bıraktığını söylediği bir bendesine ge­çen sene olduğu gibi, bu senede mukattaa rica etmiş ve sad­razamda, bu sene 30 kese zamla talibi var, demiş. Şeyhülis­lam bu cevaba, o kadar çok kızmışki hiddetinden pabucunu giymeği dahi unutup ahali ve Tatar heyetinin orada bulundu­ğunu aklına getirmeden, yalınayak arabasına binip yalısının yolunu tutmuş. Cevdet tarihinde: "Durumun nakli karşısında ikisinden birinin azil edilmesi lâzım geldiğinde şeyhülislâm tarafı galib ve sadrazamın tenbelliği ve ağırlığı yüzünden ay­rı, kaimbiraderi Çelebi İsmail ağaya yüz vererek kendisini di­le düşürmüş olmasından, İzzet paşa azledildi. "Diyor.
Boşalan makama, sadaret kethüdası Derviş Mehmed pasa getirildi. Şeyhülislamda 22 gün sonra görevinden alınıp yeri­ne Salihzade Mehmed Emin efendi meşihate geçti. İzmir de, ahaliye yaptığı zulüm ile tanınmış mukattaa iltizamı, adamla­rı ve bağlılarının fazla olmasından dolayı savaş çıktığında ha­tırı sayılacak işlere yarar diye yaptığı cinayetlere göz yumu­larak kapıcıbaşılık verilip, Sakız adası muhafızlığına tayin edilen sekban taifesinden Avaz Mehmed ağa, şımardıkça şı­marmış, Ruslarla olan savaş esnasında İzmir voyvodası Kara Osmanoğlu Hacı Ahmed ağayı sıkıştırmak için İzmir'i basıp, yağmaya tâbi tutmuştu. Bu herifin cezalanması, kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa'ya havale olundu. Paşa da, Karaos-manoğlu ve Suğia sancağı mütesellimi İlyaszâde Ahmed ağa ile mecburen onların yardımlarıyla Avaz'ın 15 kadar bölük-başısını ve kendisini Tire yakınlarındaki Eğridere'de diri ola­rak yakalayıp, idam etti. Ellidört tane avanesini de ölümden beter olan kürek mahkumluğuna koydu. Rusya devleti tara­fından büyükelçi olarak tayin edilmiş bulunan general Nikola Repenin İstanbul'a geldi. Sefir, resmi olarak babıâii'ye geldi­ğinde icab eden tören yapılıp, elçiye samur, maiyetindekilere kakum kürkler hediye olunurken, hizmetlilerine de hilatlar hediye edildi. Sadrazam tarafından da, ziyafete davet oluna­rak, büyük bir misafirperlik gösterilip, saz ve sözle merasim ifa olunmuştur. Burada da yine bir elbise hediye verilmiş, tam donanımlı gösterişli bir at altına çekilmiştir. Galata'daki konağına kadar refakat olunmuştur. Daha sonra Repeniyne, kaptan  paşa,  kethüda bey,  yeniçeri ağası,  reis-ül  küttab (hariciye vekili) tarafından da ziyafetler çekilmiştir.
Mısır'ı Bulutkapan Ali bey'in elinden kavga ile alıp onu katletmiş bulunan meşhur Ebuzzeheb, bu sefer üç-dört yıldır yollanmamış olan Mısır hazinesini yolladı. İzahatındada, 1188/1774 senesindenberi zimmetinde olan bakiyeyi öde­mek ve her sene maktu olan malı göndermeye ait şartla af­fedilmesini, Sayda eyaletine tayin olunan Tahir Ömer'in ilk fırsatta isyana teşebbüse kalkacağını bu bakımdan bunun cezalandırılmasıyla, Bulutkapan Ali bey'in elinde kalmış olan malını tahsil etmeyi istida ederek arzda bulundu. Bu taiebier kabul olundu.
Ebuzzehep Mısır'ı, yanında 60 bin asker bulunduğu halde terk edip, Yafa'yı kuşatıp ahalisini küçük büyük demeyip katletti. Tahir Ömer şaşkınlıkla Anje Arabanı araşma kaçtı.
Ebuzzeheb, Akkâ'ya geldiğinde, Beyrut'ta bulunan iieri gelenler terki diyar ederek, Cebeli Düriz hâkimi Emir Yusuf bile hediyeler yolladı. Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağa ile Ben-i Mütevva! şeyhleri niyaznamelerle yaşamalarını te­min edebildi. Bu başarısından dolayı, Ebuzzehebe vezirlikle birlikte Mısır eyaleti, samur kürk, kılıç ihsan olundu. Ne varki bu sırada ecel kapısını çaldı, alıp götürdü.
Onun vefatından sonra yine ona bağlı komutanlardan İb­rahim bey, Mısır'da Şeyhülbeled unvanı verilerek vazifelendi­rildi. Fakat, Tahir Ömer, E*buzzeheb'in vefatından sonra tek­rar isyan meydanına atılmakta gecikmedi. 1189/1775'de Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa ile Şam valisi Azmizâde Mehmed ile Cezzar Ahmed paşa cezalandırmak üzere vazifeli kılındılar. Akkanın topa tutulduğu gün Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağanın tedbirleriyle sırtından mermi ile vuru­lup katledildi. Kaptan paşa Akkâ'ya asker çıkartarak burayı zapt etti. Tahir Ömerin müsteşarı ve bir numaralı adamı oian İbrahim Sabağ'i yakalayıp, Ömer'in mal ve zenginliğinin üs­tesini sorgulattıktan sonra İdam ettirdi. Tahir Ömer'in kıy­metli eşyalarından başka 82 bin kese nakit serveti çıkmıştı. Kaptan paşa, Tahir Ömerin oğullarına emir göndererek, Ak-kâ'ya gelmelerini istemişti. Şeyh Ali Zahir isyan ederek, kar­deşleri, Şeyh Osman ile Said, Ahmed ve Salih Kapudan gel­mişlerdir. Paşa, bunlardan Said'i devlet için kötü sözler söy­lemiş olduğu için idam ettirdi. Cezzar Ahmet paşa ise, bu, sı­ralarda Sayda eyaleti valiliğine tayin edildi. Şeyh Osman ise Akkâ'ya şeyhül beled tayin olduysa da, bir sene sonra Bursa vilayetine vali olarak tayini çıktı. 1190/1776 senesi mühim vakalarından biri, eskiden tımarlı askeri, bahriyede vazife ya­parken denizciliğimizin bozulması, böylece de ocak şekline konması tercihini yaptırmıştı. Ancak bunlarda bir netice ver­memişti. Bunlar anadoluya yayılıp, çiftlik, çubuk basmışlar tahribat ve taarruzlarda bulunmaktaydılar. Levend adı veriien bu sınıfın kaldırılması önemli vukuattandır. Bu askere verilen emir mucibince her tarafdan saldırılarak öldürüldüler. Geride kendini kurtarabilenler Akkâ'da bulunan Cezzar Ahmet pa­şaya iltica ettiler. Burada toplandılar. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Zahir'in cezalanmasını temin etmek maksadıyla Akkâ taraflarına gitmiş bulunan Kaptan paşa, Cezzar ile Az-mizâde Mehmed paşaya emirler gönderip Şeyh Ali'nin ceza­landırılmasını istedi. Levend ağalarından olup, Mehmed pa­şaya iltica etmiş bulunan, Kayserili Ali ağa, Şeyh Zahir'e gö­rünüşte ittifak teklif etmiş ve buna bağlı olarak şeyh yakayı ele vermişti. Ali ağa tarafından öldürüldü. Tahir Ömer'in ha­nedanı zeydan namıyla tanındığı sülale şeyh Zahir'in katle-dilmesiyle yıkılmış oldu.
Suriye bölgesi karışıklıklardan kurtulmuyordu. Ömer Tahir ile çocukları gailesi biter bitmez, Cezzar Ahmet paşa mesetesi kendinigösterdi. Cezzar, Zeydan hanedanının mal ve mül­künü zaptettiği gibi, Cebel-i Dürz hâkimi Emir Yusuf'un üstü­ne hücuma geçip yağmaya koyuldu. Öte yandan Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa, Cezzar'ın Saydaya tayin edilmiş ol­masından sıkılmıştı. Bu sırada da Emir Yusufun Hasan paşa­ya bir dilekçe yolladığı görüldü. Bu dilekçede: "Devlet malını size verdiğimizden dolayı, Cezzar paşa beldelerimizi yağma­ya tabi tutmuş durumda.'1 şeklinde şikayetler vardı. Hasan paşanın Beyrut'a gelişinde emirliğe ait malların tamamen, verilmiş olduğundan Beyrut ile Cebel-i Dürz hakimiyetini Emir Yusuf'un üzerinde bırakmış, Cezzar Ahmet paşaya da, "sen yalnız devlet malını ver. Başka şeye de müdehale etme" emrini verdi. Cezzar Ahmed paşa, Kaptan-ı deryanın vermiş olduğu Beyrut, Cebel-i Dürz'e müdehale etme emrine daha Kaptan paşa Akkâ'dan ayrılmadan itaatsizlik gösterip, Emir Yusuf'u sıkıştırmaya başladı.
Cezzar, İstanbul'dan destek aldığı gibi, o zamanın en güçlü askeri olan levendlerinin çoğalmasıyla kuvvetlenmekteydi. Bu kuvvetler ile Akkâ'yı bir güzel tahkim etti. Günden güne, serveti de çoğalmağa başladı. Öyle terakki ettiki, Beyrut'u eline aldı. Lübnan'ı da müdehalesinin dışında bırakmayıp, oradaki, emir ve şeyhlerini birbirlerine düşürerek bir hayli paraların sahibi olmayı bildi. Rusya büyükelçisi Repeniynin vazifesi geçiciydi. Daimi orta elçilikle tayin olunmuş bulunan general İstekof'un gelmesiyle Repeniyn'nin memleketine döndüğü görüldü. Halbuki, Kırım'da heyeti teşkil etmiş mu­rahhaslardan olan zatın bir faydası görülemedi. Zaten İstan-oul'da alıkonulmaları birden bire üzücü cevap verilmemesi maksadına dayanmaktaydı. Elçinin dönmesi üzerine kaba­hat reis-ül küttab İsmail Raif Ef. dide imiş gibi, önceden ka­rarlaştırmış oldukları azli cihetine gidilerek, Kıbrıs'a sürgün ettiler.
Meşhur Hamidiye imaretinin adı konarak açılışı bu sene yapılarak hizmete sokuldu.

İran Seferi Ve Kırım Meselesi


Fetihlerini yapmış olduğumuz yerlerle büyüme ve genişle­meyi amaçlamamız, politikamızın esas usûlündendi. Bu poli­tika, Osmanlı hükümetini yer, yer, memleket memleket, baş­ka tarz idarelerin uygulanmasını kabule götürmüştü. Buna bağlı olarak, merkezin idaresiyle, eyalet ve oralara bağlı .yer­lerin idaresi biribirinin aynı olmaz ve tutmazdı. Bilhassa uzak olan vilayetlerde devlet adamı pek karışık surette gitmiş ol­duğundan, zamanımızda dahi bu irtibatsızlık kısmen görül­mektedir. Bağdad fethine ve İran seferlerine verdiğimiz önem bu satıra kadar okuduklarınızda yazılmıştır. "Mısır, Suriye, Yemen, Garb Ocakları ahvali diğer günlerde olduğu, Irak'da oldukça karışık idi. Bağdad nice seferlerden sonra, tamamen zapt edilerek, Irakı Osmanlı devletine bağlamak mümkün ol­du. Yine de, bazı nahiyeleri istiklâllerine sahip bulunuyorlar­dı. Bağdad valileri, Kürdistanı dahi nezaretleri yâni vazifeleri içinde bulundururak, komutanlarını görevden almaya veya tayine selahiyetliydiler. Burada ocaklık olarak bir kısım ha­nedanlar vardı.
Meselâ "Baban" hanedanı bunlardan biriydi. Bu hanedanın oradaki gücü pek hatırı sayılırdı. Bunların Kürdistan üzerinde bile nüfuzları geçerliydi fakat hanedan azalarının birbirleriyle dalaşmaları eksik olmayıp, ne Osmanlı hükümeti ne de, İran hükümetini rahat bırakmazlardı. Arab ahalinin ahvali haydut­luk olup, bununda üstüne Basra tarafları kavgasız, hadisesiz kalmazdı. Bağdad eyaleti "Hemedan Fatihi"Hüseyinzâde Ahmed paşa zamanında bir parça sükûn içinde olabildi. Ahmed paşa 1160/1747 senesinde vefat ettikten sonra onun yerine tayin edilen valiler işlerini pek yapamadılar.  1163/1750 senesinde, Ahmed paşanın kölelerinden damadı Süleyman pa­şa, Bağdad valiliğine tayin olununca, bir çok köle satın ala­rak bunları askerlik ve silahşorluk mesleği ile büyütmüştü. Bu sayede de Irak hanedanlarına göz açdırmayıp, Arap ve Kürtleri, itaati altına almıştı. Hatta gece yarıiarı baskın yap­mak, her zamanki işinden olduğundan Ebulleyl lakabıyla ta­nınmıştı. Ne ki; Süleyman paşanın bu tarz idaresi başka bir gailenin çıkmasına sebeb oldu. Bağdad'da bir kölemen ocağı ortaya çıktı. Süleyman paşanın vefatında yedi kethüdasın­dan Bağdad valisi olan Ali paşa diğer kethüdaların rekabeti­ne maruz kalarak, 1188/1773 yılında katledildi. Onun yerine Ömer isimli kethüda vali tayin olundu. İşte bu Ömer Kethüdc zamanında Bağdad'da hakikaten Mısır kölemen ocağına benzer ve onlar gibi heves-i istiklâliyete arzulu bir,ocak ku­ruldu. Ömer paşa zaptı rapta eli yeten biriydi. 1182/1772 Rus savaşı esnasında Irakda çıt bile çıkmamıştı. Yalnız 1186/1771'de çıkan taun hastalığı binlerce ölüme yol aç­mıştı. Bu salgın sonu Bağdad harabeye döndü. Ömer paşa, salgın sonrasında memleketi tan maz kimseleri kullanmağa mecbur kalmıştı. Hükümet idaresi ehil olmayan ellere geçti­ğinde, artık o ülkede karışıklık, kötülüğün kendini gösterme­si beklenmelidir. Baban hanedanının kendi aralarındaki ça­tışmalardan dolayı o taraflarda ihtilale kadar varan haller or­taya çıktı.
Bu arada İran'da da vakit vakit ihtilal hareketleri olmakta-idi. Nâdir Şah'ın katledilmesinden sonra Safevilerden veya Nadir'in sülalesinden birinin tahta çıkarılması meselesi gün­deme gelmişti.
Bu meseleler arasındayken, Zendiye aşiretinden Kerim hân 1173/1759'da Farisi ve Irak-ı acem ile Horasan'a sahip olmayı başarıp kendisini Şah vekili, ismi vererek İran'a hü­kümdar ilân etti. Bu hükümdarlık ise,  1. Abdülhamid hânın hükümdarlığının başlangıcına rastlamış ve meşru karşılan­mıştı. Babanzâdeler ocakliğ' hanedanı arasındaki mücadele ki, "önemi bakımından Baban sancağı mutasarrıfı Mehmed Paşa ile Kevi sancağı mutasarrıfı olan kardeşi Ahmed paşa arasındaki soğukluk devam etmekteydi. Zend Kerim Han'ı kuşkulandırmış, Mehmed paşanın sığınması üzerine Kerim Han, Bağdad valisi Ömer paşaya korumaya aldığının yine Karaçolan'da yâni Süleymaniye'de kalmasını iltimas etmişti. Ancak, Ömer paşa kabul etmeyince, Kerim Han'da Mehmed paşayı kalabalık bir askerle Karaçolan (Süleymaniye)a yol­ladı. Ahmed paşa da, Osmanlı ve Kürt askeriyle karşı çıka­rak, Mehmed paşayı bozguna uğrattı. Hal bu şekle dönünce, Kerim Han 20 bin askerle Sadık hânı Basra taraflarına gön­derip, oranın muhasarasını emretti. Basra mütesellimine Ömer paşanın yolladığı yardımcı kuvvetleri, İraniler bozma­ya muvaffak oldular. Bağdad'a bile hücum niyeti taşıdıkları anlaşıldı. Bütün bu olan bitenler merkezi hükümet olan İstan­bul'a aksettiğinde İran'a harb ilân etme düşüncesi aldı yürü­dü. Az geçmedi ki Zend Kerim hân'ın bir mektubu geldi. Yapmış olduğu askeri harekatın devleti âliyeyi katiyen hedef almadığı sadece Ömer paşa aleyhinde asker gönderdiğini anlatmaktaydı. Elçilik'vazifesiyle gönderilen meşhur Şâir Sünbülzâde Vehbi efendide, Kerim Hân ile güzelce bir sohbet yapmaktan başka birşey yapamadı.
Çünkü Iran, kanşıklılardan sonra muntazam bir yapıya ih­tiyaç gösteren devlet hüviyeti kazanamamıştı. Ancak çok geçmedi ki, Zend Kerim, 1189/1775'de bir kaç koldan, ilerli-yerek Basra taraflarına zararlar verdiği gibi, Bağdad tarafları­nı da bilhassa Derne, Mahrud ve Bedre gibi mukattaalan yağma edip, ahalisini de katliam edip, esir alınan çocukla kadınları ve hanlarından Mehmed Şefia da Kürdistan san­caklarından, Kerkük'e yaklaşarak, Şehrizor'u tazyiği altına aldı- Bu aradada Tiflis hânı Ergili hân'ın da, Zend hân'i ile anlaşmış olduğunu duyuran şayialar yaygınlık kazandı. Bü­tün bu haller Bağdad valisi Ömer paşanın babıâliye bildirdi­ğine görevdi. Halbuki, İrana harb açmak çok büyük bir me­suliyetti. Devleti Osmaniye ise, Şehrizor valisinden, Zend hân'ın barışa yatkın halinden bahseden bilgiler almıştı. Böy­lece hem İran seferini durdurmak hem de, Bağdad'daki köle­men ocağını kökünden yıkmak üzere teşebbüse girişildi. Is-panakçı Mustafa paşa Bağdad valisi tayin olunarak, yanına bir kaç tane vezirde maiyet olarak verilip, yola çıkarıldı. Ömer paşaya ise katledilmek isabet etti. Mustafa paşa mak­tulün mal ve mülkünü zaptettiği gibi, acem seferi bahanesiy­le zengin kimseleri de soymağa başladı. Fakat kölemenlerin kararı gizleyememesinden Ömer Paşanın kethüdası Abdul­lah, Deşharud'da bunları bir araya topladı.

Okuma Parçası


Aşağıya almış olduğumuz "Rusya Târihi"nin medhali, aziz ve muhterem milletimizin ezeli ve ebedi düşmanı Rusya hak­kında uzun zaman Rusya'da Fransa'nın elçiliğini yapmış bu­lunan Mösyö Kaster'in kaleminden çıkmıştır. Milletimizin her bir ferdinin, geçmiş de Ruslar tarafından şehid edilmiş yakını vardır. En az üçyüzelli yıldır, müslüman milletimizi dünya tâ­rihinden silmek için, Kafkasya'da, Karadeniz'de, Orta As­ya'da Avrupa'da, Balkanların en küçük köyünde bile müslü­man milletimize saldırmayı, gaye-i milliye ve diniye hâline getirmiş, bu milletin hâline ve bizlere nasıl baktıklarını tefek­kür için bu kadar bir yazıyla örneklemek istedik. Metin Hasıcı
Fransa'nın Rusya Nezdindeki Elçisi Mösyö Kaster'in kale­minden:

Rusya Târihi


Mütercim: Divân Tercümanı Yakovaki Efendi - h. 1244
SÜNÜŞ
Moskova devleti hududları dâhilinde oturan Mösyö M-1828 Kaster adlı elçinin Rusya devleti hakkında toplamış ol­duğu bilgiler ışığı dahilinde ortaya getirdiği fransızca lisânı üzerine yazılmış ve derlenip toparlanmış bir eserdir elinizdeki kitâb.
Bahse konu eseri Divân Tercüme kaleminden olan ve
Rum hâdisesi üzerine Bursa'ya sürgüne gönderilen Yakovaki adlı mütercimin, devlet-i âliyye ricalinden bazılarının talebi karşısında, mümanaat edemiyerek yaptığı tercüme çalışma­dır.   Bu çalışmanın Moskof devletinin durumu, tarzı ve diğer ülke devletleriyle olan münasebetlerine dönük politikası ve Osmanlı devletiyle vâki siyasetini ibret verici bir eser olarak basiret erbabının gözünde yer tutacağı pek kesindir. Naşir.

Giriş


Bize yazma ve düşünceleri tercüme edip, duyurma imkânı vereni hep bilirizki Rabbimizdir. Biz de bu imkânı kullanmak­ta kabiliyetimizi târihi vakaları tesbit ve duyurmada gerek geçmiş gerekse dönemeç sayılacak oluşları önemine uygun olarak teşkile vesile olan sebebleri bildirmeye teksif etmeyi düşündük. Pek geniş toprakların sahibi olan devlet-i âliyye-; seniyye; felek elinin yardımıyla bazen sâlimane bir hayat sü­rerken, bazende sert ve karışıklıklar içine düştüğü olur. Os­manlı hududu yakınlarında bulunan, diğer bir tâbirle hem ci­var olan hiristiyan devletlerde, ters davranışlar ayna gibi gö­rünmeye başlamıştı. Târih eserlerinin açıkça gösterdiği dev­letin ve saltanatın ileri gelen ricalinin haklarındaki tetkikleri didik didik yapıp sonuçlandırmak için. beyit'teki gibi: "Ara-fan bayed ne ki darend şart hüzmera Pişteraz dositan da-rıend hâl düşmenân" magazisince uzak ve vâcib yollarda buluşanlar olduğunu kaydetmek şart olmaktadır.
Bir müddet Önce günümüz insanlarından bir zat, Bahr-il hamiyyet meali menâkıbet tevarihi efrenciyeden Rusya dev­letinin ahvalini anlatan bir mecelle-i muhtasıranin, yâni kısa bir fikir mecmuasının letafçt veren lisanıyla Türkçeye nâkile ve tercümeye bir mecburiyet-i muktaziyat getirmiştir. Bize yapmamızı gereken çalışmayı hatırlatanlara ademi iktidarı­mızı, liyakatimiz olmadığını aralıksız ve her görüşmemizde beyana gayret edip söylemiş olmama rağmen, benim bunu yapabileceğime liyakatimin herkesten fazla olduğu, daha iyi­sini yine ancak bana aid bir çalışmanın olabileceğini beyanla ısrara devam ettiler.
Bundan otuzbeş sene önce hükümet sandalyesinde oturan "2. Katerina" isimli Rusya imparatoriçesinin dönemini fran-sızca ibareyle kayd ve zapta muvaffak olan Kaster adlı şah­sın 1182/1768 ile 1202/1787 senelerinde yaşanan seferi Osmaniyan'm o sıralarda da diğer milletlerinde kendi özel maksatlarını kabul ettirebilmek için kullandıkları usûl hayli şümullü olup, nice gizli sırlara, nice desiselere sahip olmala­rından dolayı gelip, yukarıda saydığımız hususları esas kabul edip, gereksiz sözler kaldırılarak, zafiyetleri izâle edilerek ve-de bazı şerhleri de koyma metoduyla frenkçe yazıları'alıp mümkünler gereği açıklanarak, tercüme ve rakamlamak su­retiyle iki kısma taksim eyledim.
Birinci bölümde Rusya'nın başlangıcındaki hâlini durumu­nu icmalini yaptıktan sonra maksadımızın esasını teşkil eden 2. Katerina'nin ortaya çıkışından büyük zülûmlar yapLiği 1211/1796 senesine kadar yaptığı bütün işleri yazmak ve ikinci kısmında da, Rusya'nın kara ve deniz gücünü, gelirleri­ni ve masarifatını senevi olarak ve bazı kavaid ve nizamatı dere olundu.
Cenâb-i Allah'dan niyazım budur ki; elinizdeki tercüme cesaret-i bendegânemi mücerred emr-ü tenbih-i sâmiye-i ifâ-ı fâriza-yı imtisal ve mutavaat ve öteden beri huşeçin keştizar inayeti olduğum devlet-i âliye-i ebediyet'ül istikrara karınca kadarınca hizmete ve ubudiyete zamanında olmakla yazılı ve sözlü olarak muvaffak etsin kulunu ve ref'et buyu­rurlar bu duayı İnşaallah. Divân-ı Tercümeden Mütercim Ya-kovaki Ef.

Tercümenin Kısm-I Evveli


Rusya Devletinin İlk Döneminin İcmali
Eski zamandan beri Rusya ahalisi avrupanın kuzeyinde Lehistan'ın öte tarafında bulunan arazide yerleşmiş haldey­ken, doğu ve kuzey tarafından dalgalar halinde sökün eden kabile ve kavimlerin bazıları ol tarafda bir vatan edinmek maksadı ile yerleşir, isimlerini ise Rus diye koyup böyle ta­nınma yolunu seçerler. Bu isimle şöhret bulmaktalarken, çok aksi ve kaba topluluk görüntüsü içindelerdir. Bir çok nezâ­ketten mahrum kalabalıklar gelip gelip bahse konu yerlerde yerleşerek cumhuriyet şeklinde bilârabıta ve tanzim, işlerini görmeğe kıyam ederlerdi. Ekseri vakitlerini yakınlarında bu­lunan Leh ve İsveç vede diğerlerini yağmalamaktaydılar. An­cak bu yağmalamaya dönük saldırılar bazen leyhte bazen de aleyhte neticeler vermekteydi.
Özellikle Özi suyu içinde peyda ettikleri tekneleriyle Kara­deniz'e çıkarak İstanbul'un Haliç ve Marmara denizinin kıyı­larına kadarda çapul yaparlardı. Daha sonra da, birbirleriyle olan ve sürüp giden kavgaları rahatlarını kaçırırdı. Başlarına bir reis nasbetmeyi uygun görürlerdi. Târih-i hicretin 250. senesinde belde ayanı olan Boyarlar, voyvodalar vesairleri yaptıkları bir içtima sonunda aralarından birini intihab ettiler. Rorik adlı olan biri getirildiği vazifede onyedi sene kadar ömür sürdü. Bunun ölümünden sonra vârisi, senedli olarak meydana gelen teşekkülün emiri gibi oldu.
Ahalinin bilinen mizacı üzere zaman zaman ihtilal ateşi aralarında alevlendiğinden ecnebilerden olan Lehli ve İsveçli­ler arasında meydana gelen çatışmalar çıktığı gibi doğu hu-dudları tarafından gelen Cengiz han ve Tatar Kabilelerine ciz­ye verme durumuna düştüler. Krallarının tahtta kalması veya azli hakkında hâttâ azarlanma meselesi Tataristan hâkimlerinin iradelerine tâbi hâle gelmişti. Böylece huzursuz vede bi-rahat olmuşlarsa da, zikredelimki Rorik hanedanından elliiki şahsın hükümeti dâimi ihtilâl ve karışıklık içinde 130 sene devam etmeyi becermiştir. Bunların içinde yer alan 4. İvan geçmiştekilere bakılırsa daha kaliteli ve makul bir şahsiyet ile temayüz etmiştir. Evvelâ çar unvanıyla kral olmuştu. Moskova şehrinde taç giyme törenini gerçekleştirmiş kralları bu zattır ki; döneminde Tatarlar ile arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve ihtilaflar bunların uyanmasına vesile ol­muş, ödemekte oldukları haracı kaldırmak için cesaretlene­rek harekete geçmişlerdir. Doğu taraflarında Kazan ve Ejder­han eyaletlerini geri almaya Tatarlardan kavga ile kurtarma­ya himmet etti. Sibirya eyaletini dahi zapt İle o taraflarda yerleşmiş vahşi kabileleri idaresi altına almıştır. Kırım hân'ı bir o tarafdan, bir bu tarafdan hücuma geçerek bahse konu çar İvan'ın karargâhı olan Moşkoh şehri varoşlarına kadar çapul ve yağma yaptığı görüldü.
Bahse konu etmekte olduğumuz Rorik hanedanının yıkılışı sonrasında Rusya toprakları mütegailibe denilen sınıfın eline geçerek 115 sene kadar karışıklıklar ve başlarına geçecek birinde ittifak edememe sıkıntısını yaşadılar. Daha sonra da meydana gelen ittifakda, bu ittifaka <kellim mecmuai millet ile> denmekte olup, Romanof hanedanından Mihaiyl adlı biri üzerinde karar kılındı. Bunun oğlu Aleksi'ki meşhur Deli Pet-ro'nun babasıdır. Hükümet'sandalyesine vâris olması dolay-sıyla oturduğunda, Lehlilerin Ruslardan ele geçirmiş oldukla­rı bölge ve toprakların yeniden eski sahibine dönebiimesini temin için bir istihlasin başlanmasını temin etti. Arkasından ülkesinin her yönüyle terakki etmesini terhin babında çalış­malara koyuldu.
Denizci, Hazarla Karadeniz'de mutlaka Rusya'yı temsil et­meli düşüncesini ahaliye yerleştirdi. Hollanda'dan getirtmiş olduğu usta ve kalfalar ile hem gemi sanayiini kurmaya hem de; buraları devam ettireceği düşünülen insanların yetiştiril­mesine başlandı. Çar; üç erkek, altı kız babasıydı. Yerine vâ­ris olacak büyük oğlu altı sene kadar hükmettikten sonra öl­düğünden yerine ikinci oğlu olan İvan gelecekken muhtel'uş şuur olduğundan, Deli Petro dedikleri 3. oğlu henüz 10 ya­şında idi. Küçüklüğü görünüşde mâni ve mahzur olarak ad­dedildi. Buna karşılık kızkardeşlerden Sofiya adlrolani çeşitli hile ve desiselere müracaat ile yönetimi ele geçirmeye çalış­tı. İlk işide Petro'nun tahta oturması hakkında çatışmalar içinde olan destekçileri idam etmeyi plânlayıp duruyordu. Bu arada ikisinin bir arada şerik idaresini, kendisinin vesayeti altında düşündü, biri mecnun, diğeri yaş bakımından sabi ol­duğundan bu tercih pek işine gelmekteydi.
Neticede ortak taht işgali gerçekleşti ve Sofiya'da bunların vâsisi olarak yönetimi götürmeğe başladı. Ancak Deli Petro tarafını ilzam eden bazı devlet ricalinin gücünün artmasına müsaade olunmuyor, gizli bir el bu çalışmaları yapanları or­tadan kaldırmaktaydı.

Deli Petro'nun Krallığı


Deli Petro adlı çar'ın dönemine gelince Rusya devletinin avrupa devletleri arasında nâmı-şânı olmayan bir meçhulden ibaretti. Yazılacak pek de önemli bir takım işlerin sahibide ol­mamışlardı. Yukarıda Rusya'nın iptidai hâlini tasvire çalıştı­ğım esnada pek bir şey koymak mümkün olmamışsa, Deli Petro dönemine kadar da bunun böyle olduğu bir vakıadır. Ancak Petro dönemi ile beraber husule gelenleri tasvire mut­laka ihtiyaç vardır.
Adı geçen çar, çocukluğunda çok kötülenmiş tavrı ve ah­lakıyla şöhret bulmuştu. Bir takım adamlarıyla güzel şeylere yönlendirilmişti. Ancak içki ve âlemlerine de itilmişti. Askerin tâlimi ve terbiyesi üzerine asla önem verilmezken, vâsisi Sofiya galizat ve huşunet-ı tâbiiyesine kötü ahlâk eklendikçe bu iş böyle gider sanılıyordu. Ancak, Rusya'ya ecnebi dev­letlerden getirilen çeşitli ilimler ve bunların üstadlan istihdam edildiler. Bilhassa asker ve zabitlerin asli Cenevizli Lafor isimli akıllı ve merd-î kâmilin birinin sohbetine rastladı. La-for'u yanına getirtip, yakın hizmetine aldı. Genellikle nizam ve mülkün yâni devletin kaideler zümresine dönük müzake­reler ve soruların cevaplarını aradılar. Talimli asker kullanma yoluna gidilmesi, yeni harb fennine uygun silahlar kullanımı­na, harp gemisi yapımına ve deniz ilmini uygulama gayreti­ne gidilmeye başlandı. Bunlar olmaktayken Osmanlı devleti Nemçe (Avusturya) ve Lehistan'a vede Venedik üzerine se-fer-i hümayun açmıştı. Rusya devleti geçmiş yıllardan beri Kırım hânlarına vermiş olduğu vergiden halas olabilmek için tercihini Lehistan ve Nemçe tarafına kullandı. Kırım üzerine asker sevk etti. Neticede yapılan antlaşmadan sonra yenik dönen asker vesayet makamında bulunan Sofiya, Asterliç askerini tahrikle ortalığı karıştırdı. Petro'yu idam etme derdi­ne düştü. Adı geçen Petro'nun bütün bu olanlar malumuydu. Hemen ablasının yakınlarının ve müşavirlerinin kendi görüş­lerine aykırı fikir sahiplerini bir yerde toplatma yoluna gitti. Asterlich temini yoluna gitti. <burada asteriich'in ne olduğu hakkında bir malumat verelim: Asterlich, okçu mânasına ge­lir. Pek eski zamanlardan beri Rus askerinin ok kullanması bu ismi ile maruf olmasını gerektirmiştir. Hazarda ve seferde vazifeli olarak yalnız 24 bin kişiden tâlimsiz ve itaatsiz asker idiki, icab ettikçe diledikleri kadar reaya dahi toplayıp, istih­dam ederlerdi.> Bir araya topladığı bu adamları aniden tev­kife tâbi tuttu. Öte yandan mecnun biraderinin ölümü de bu sıralarda vuku buldu. Hicri târihin 1108/1696 senesinde dev­rinin tek başına ve müstakil tasarrufu başlamıştır. Çocukluğundan beri kabullendiği ahlâki reddiye ve betahsis müdavi­mi olduğu hâl baki iken önce nizamın akdeylediği asker maddesinden matlup tanzimini seçerek, ecnebi millet olarak çabucak toplayarak tedarik eylediği 50 neferden ibaret kü­çük bir bölüğü Lafor marifetiyle tâlime teşvik fikriyle kendisi bahse konu bölükde tablazenlik hizmetinde yazılıp lâzım ge­len maaş ve tayinatı ahz ve hizmet-i lâzimesinde inha-i rasia-yı azim eylediğine binaen giderek çoğalan asker ile bölüğü bir büyükçe tabur şeklini aldığı görüldü.
Hâttâ devlet-i âliyye ile, Nemçe, Venedik ve Lehistan sefe­rini devam ettirirken Azak üzerine yolladığı ordu ile beraber varan Ruslar maiyetinde bulunduğu bulunduğu generalin emir, tenbihlerine uygun davranarak hizmete ve dönene k-v dar rütbesi alet tedriç ve terfii binbaşı yapılmasıyla rütbesi yükselmişti. Bir tarardan krallığını yapmak, öte tarafdan harb hizmetinde vazife-i tâayyinat ahz edip, yoldaşları ile bilmu-aye memuriyet-i lâzimesini yerine getirir idi.
1111/1699'da Karlofça'da padişahça imza olunmuş ant­laşma gereğince, Azak Kalesi Moskofda kalmak şartıyla se­fer ber taraf olalıdan beri Çar, talimli askerin çoğalmasına gayret ve sağlamca eğilim göstermekten nâşi, bu talimli as­ker genellikle ecnebi olarak reis ve subaylar ile yol erkânla-nyla refte refte yâni gide gide onikibin sayısını tutturdular. Meramı Asterlich ocağını tamamen kaldırmaktı Frengistan'a seyahatte, diğer devletlerde tatbik olunmakta bulunan hâl ve durum, fenler ve san'atları tahsil yolu ile öğrenme gayesi esas idi. Asterlich neferlerinin kürsi'i memâliki olan Mosko­va'dan çıkarmak için hudud muhafazasına ayrılmış memur ve uzaklaştırma, Moskova'nın korunması yeni askerin ihti­mamına ve tarzına taklid yapılmakla yaklaşılıp, fitne şüphesi olduğundan Lafor adlı müsteşarını ve üç-dört kişilik muteber ricalini var sayarak Flemenk tarafına tâyin eylediği ikincisi maiyetine etbâ-ı güruhuna iltihaka azimet eyledi.
Felemenk'e vardığında gemi inşa etmeye mahsus bir tezgahda marangoz çırağı yazılıp, ücret, yövmiye ile hizmet-i vesâir marangoz amelesinin yemek ve yatmasına kanaat et­mekle bir müddet devam etmekle daha sonra İngiltere'ye geçerek bütün işlere ve hassaten esnâf-ı âdide ve ticaretha­nelerine dikkatli nazarlarla baktı. İlimlerin tamamlayacısı olan hendese (geometri)'yi öğrenmekle, memleketine cjön-mek için Almanya'nın içinden Bec şehrine geldikte hapisde olan bildiğimiz kızkardeşinin asterlich askeri ayaklanıp isyan , ile kalkıp, Moşkoya doğru gitmeye koyuldukları haberi ken­disine ulaştı. Hemen o tarafa ricata mecbur oldu. Vardığında ilk önce Moşkada bulunan talimli askeri asterliç askerini 18 saat mesafede karşılayıp def etmek için hücuma hazırlana­rak, sebat ve metanet göstermiş olduğundan Çar, gayet ka­ba ve şiddetle asterlichin nâm-ı nişanını varlık defterinden yok etme ve helak etme niyetinde olduğunu ilân ile ikibin kadarını bir yere toplayıp, bunları cellâd etmeye fazım gele­cek infazcı bulamadığından kendisi ve yanında vekilleri eliy­le çoğunu idama geri kalanını da bir otlukdan başka bir şey olmayan uzakça bölgelere dağıtarak, hepsini parça parça ve şansız, namsız bırakarak dağıttı. Böylece istiklâle dönük tah­sil ve seyahati esnasında avrupanın hiristiyan devletlerinden harb-i fenni de usta, çeşitli sanayi dallarında imâlata mukte­dir kimseleri seçmedeki isabeti ve mukavele ile bunları istih­dam ve Rusya tarafına göndermesi maksadı olan yeni nizâ­mı yerine getirme esasını aynen yazdığımız gibi becermiş ol­duğundan, bir kaç seneden beri ve mâium-u müsteşarı olan Lefor'dan almış olduğu ve Frenkistanda elde edeceğine inandığı tahsili gerçekleştirmek alelumum yâni bütün milletin ahlâk ve adabını tâlim ve terbiyeyle değiştirmek kanaati­ne vardı.
Özetlersek; ecnebiden olan talimli askerin kıyafetini, yeni asker yazılacak, Rus kavminden olanlar çekemeyip, dediko­duya düştüklerinden milletin tamamı, giyeceğini kendisinden olmayan kimselerinkine nasıl benzetmeye, değiştirmeye mu­vaffak kolay olmazdı ve nitekim olmadıda. Devlet ricalinden, vükelânın bazılarından iibas, yâni kıyafet meselesinde bir ta­kım teklifler ve lâyihalar verildiği görüldü. Ancak bunlar ve bu görüşlere sahip olup muhalefete ictisar edenleri pek kat'İ ve şiddetle katliama tâbi tuttuklarını görüyoruz.
Kaldı ki; geçmiş dönemde Rusya ile ticareti itİyad eden İn­giltereli gemileri Buz denizi semtinde bulunan Arkancaİu de­dikleri iskeleye yanaşıp gelen; böyle uzak mesafeye men-i ticaret ve çar'ın önceki işlerinden biri mülk-ü devletin servet ve nemasına yâni sermaye ve kârına mesele-i müstâkile olan alış veriş kapısını feth ile celb fâide ve menfaat olmakla frengistana yakın olan Bahr-i Baltık, yâni Baitık denizi sahili­ne iskele ve donanma peyda etmek fikrine düşüp, bu keyfi­yet ise adıgeçen sahilde, İsveç devleti tasarrufunda olan memleketlerin fetihlerine ve ele geçirilmelerine kalmış oldu­ğundan nâşi, İsveçli ile sefer üzere olan Leh ve Danimarka devletleriyle, yeni ölçü ve vifakı yâni yeni anlayışı içinde yaptığı barış sonrasında, İsveç üzerine sefer ilân eyledi. O karışık günlerde İsveç kralı tbulunan Demirbaş denmekle meşhur 12. Karlos <Şarl> bahadır bir kimse olduğundan, bir kaç yerde hasımlarını kahru perişan eyledi. Lehistan ülkesini zaferyab olarak istila etti. Ve Leh kraliyet tahtında adam de­ğiştirmeye muvaffak oldu, bu arada da Rus çan'nı değiştir­mek hülyasını kurmuşsa da, ve çar'ıda ikide birde hezimete uğratmaya muvaffak olmuşsada, hiçbirinde çar ne korkuya ne de ümidsizliğe düştü.
Nihayetinde 1121/1710 senesinde Osmanlı devleti hudud­lan yakınında Poltava denen yerde husule gelen savaşda Çar, İsveç askerini pek fecii bozguna duçar etti. Demirbaş'ın hayatının gitmesine ramak kalmıştı, ki Osmanlı hududunu geçerek Bender Kalesine ve muhafızın şahsında tâcidaran padişah-ı âl-i Osman'ın atufetine sığındı.
Krallarının bu mağlubiyeti üzerine İsveçde meydana gelen ihtilâlde bir boşluk belirdi ve Ruslar, Baltik sahilindeki birbir çok yeri ele geçirdiler. Eski kralı ise İsveç'in başına getiren çar, Enfarya eyaletinde deniz kenarı olan büyükçe bir yerin imarına karar verdi ve adını da, Petrobork olarak tesbitinde ısrarlı oldu. İmparatorluk lakabımda eski unvanının yanına zamimeten aldı.
Deviet-i âliyede iltica etmiş bir mülteci olarak, padişahın sayesinde ömrünü süren Demirbaş Şarl, mâiyetiyle beraber Lehistandan Poynatovski'yi, padişah-ı âi-i Osman'ın huzuru­na gönderip, derhal Rus kuvvetlen üzerine gitmek gerektir. Zafer mutlaka bizde kalacaktır meyanında tavsiyelerle yolla­dı. Yapılan müzakerelerden sonra Baltacı Mehmed Paşa ida­resinde Orduyu hümayun yola çıkarıldı. 1123/1711 senesin­de Buğdan hududlan içinde Prut Nehri kenarında sadrazam, çâr'ı ve ordusunu öyle bir sıkı sıkıya sardıki, Rusyanın yok olması mümkün olabilirdi. Yiyecekleri ve içecekleri tükenmiş Rus ordusu bir kıskaç içine alınmış ve üzerine yapılacak yü­rüyüş, bataklık ve asker arasında ölümü tercih noktasına kalmış gibiydi! Ricat mümkün olmayıp giriftar~ı kemâl-i ızdı-rab ve mayusiyet olacak çarnâçar afv ve imâna teşebbüs ile Azak Kalesi devlet-i âliye'ye geri verilmek ve İsveç kralının memleketine emniyet içinde dönmesine izin verilmek şartıy­la antlaşma imzalanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı