30 Haziran 2011 Perşembe

RASULULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)İN ÜMMETİNİNİN FAZİLETİ

RASULULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)İN ÜMMETİNİNİN FAZİLETİ
[6 Hadistir]

384/1: Ebû Burde'nin babasının şöyle dediği rivayet edildi:
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«Kıyamet günü olup yaratıklar secde etmeğe çağrıldığında, ümmetim iki uzun secde yapmadan önce, öteki ümmetler secde yapmağa güçleri yetmiyecek.»
Müslümanlara:
«— Kaldırın başlarınızı! Ateşten kurtulmak için sayınızca yahudi ve hirtstiyan size feda kıldım.» diye seslenilecektir.

385/2 Ebû Bureyde Bürde'nin babasının şöyle dediği rivayet edil­di:
Resûlullah (S.V.) buyurdu ki:
«Kıyamet günü olunca, müslümanjardan her birine bir yahudi ve hiristiyan verilecek,» «Ateşten kurtulmak için verecek bedelin budur.» dene­cek.
(a) Bir rivayette şöyle dedi:
«Kıyamet günü olunca, bu ümmetin her birine kâfirlerden bir tane bırakılarak:» 
«Ateşten kurtulmak için verecek bedelin budur.» denecek.»
(b) Bir rivayette şöyle buyurdu:
«Şüphesiz bu ümmet, Allah'ın rahmetine muhtaç olacak bir ümmettir ki azaplarını kendi elleriyle hazırliyacaklardir.»
386/3 İbn Bureyde'nin babasının şöyle dediği rivayet edildi:
Resûlullah sallalahü aleyhi ve sellem bir gün ashabiyle şöyle konuş­tu:
«— Cennette bulunanların dörtte 'biri olmaya razı mısınız?"
«— Evet.»
«— Cennette bulunanların üçte biri olmaya razı mısınız?»
«— Evet.»
«— Cennette bulunanların yarısı olmaya razı mısınız?»
«— Evet.»
«— O halde birbirinize şu müjdeyi veriniz ki, Cennetlikler yüzyirmi sı­radır. Bunların seksen sırası ümmetimdir.»

387/4 Ebî Bürde'nin babasının şöyle dediği rivayet edildi:
Resûlullah (S;A.) buyurdu ki:
Ümmetim Allah'ın rahmetine muhtaç olacak bir ümmettir zira kötü akıbetlerini dünyadayken kendi elleriyle hazırlıyacaklardır.
— Bir rivayette: «... birbirlerini öldürecek...» sözü eklenmiştir.
388/5 Ebû (Musa'nın şöyle dediği rivayet edildi:
Resûlullah (S.A.) buyurdu ki:
«Ümmetimi tü'ketecek olan, birbirlerine silâh çekmeleri ile tâün ve­badır.»
Bunun üzerine soruldu:
«Ey Allah'ın Resulü! Birbirlerine silâh çekme nedir, biliyoruz. Fakat tâûn nedir bilmiyoruz?»
Cevap verdi:
» Cinlerden düşmanınız olanların, sizi silâhiariyle vurmalarıdır. Her iki halde de şehitlik vardır.
— Bir rivayette: (... «Her iki halde de şehitler bulunur) dendi.
' 389/6 Ebû Musa'nın şöyle dediği rivayet edildi: 
Nebî sallalİahü aleyhi ve sâllem buyurdu ki:
«Ümmetimi tüketecek olan, birbirlerine silâh saplamaları ile tâûndur.»
Bu haber üzerine soruldu:
«—. Birbirlerine silâh saplama» nedir biliyoruz. Fakat tâûn nedir?»
Cevap verdi:
«— Cinlerden düşmanınız olanların silâhlariyle sizi vurmalarıdır. Her ki halde şehitlik vardır.»



Allah'a Hamd ü Sena Ve Yalvarma



Ya Rabbi!
Hamd ü senalar, minnet ve şükranlar, takdisler, ta'zimler, tebciller ancak Sana'dır. Sayısız ni'metlerinin içinde bulunu­yoruz. Bu ni'metlerinin en büyüklerinden olmak üzere, gö­nüllerimize bir nûr verdin ki, biz o nûr ile Sen'i biliyor ve Sen'den başka asla bir mabud tanımıyoruz.
Kalbimizi bu nurdan ayırma!
Sevdiğin ve her hareketinden hoşnut olduğun ve insanlık için mutlak bir halaskar olarak yarattığın Fahr-i Kâinat aleyhi ekmelü's-salavâti ve't-teslîmât Muhammed b. Abdullah b. Abdü'l Muttalib b. Hâşim Hazretlerinin da'vetini kabul edip, enirinle açtığı cadde üzerinde yürüyenlerden ettin. Bu en bü­yük şerefle iftihar ediyoruz.
Ayağımızı bu caddeden kaydırma!
Yâ Rabbi!
Âlemler durdukça her türlü salât ü selâm, rızâ yollarının kılavuzu, maddî ma'nevî kazançlarımızın kaynağı, dilekleri­mizin kapısı, dertlerimizin tabîbi olan o mübeccel, muazzam, mükerrem Rasûlünün... Âl ü Ashabının üzerine olsun. [14]

14 Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 9.

29 Haziran 2011 Çarşamba

RESÛLULLÂH'IN SÂİR VASIFLARI HAKKINDAKİ DİĞER RİVÂYETLER


Ebû Cuhayfe "Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'i için şöyle söylemiştir: 
Halk, Resûlullah'ın iki elini tutmağa ve onu yüzlerine sürmeğe başladılar. Ben de Resûlullah'ın elini tuttum. Ve yüzüme sürdüm. Bir de ne göreyim, onun eli o sıcak zamanda kardan daha serindi. Râyiha cihetiyle de miskten daha hoş kokulu idi, demiştir. 1453

RESÛL-İ EKREM'İN SIFATLARI HAKKINDA ENES İBN-İ MÂLİK (RADİYA'LLÂHU ANH)'İN RİVÂYETLERİ


Enes b. Mâlik (Resûlullah'ı şöyle ta'rîf ve tavsîf ettiğini) rivâyet etmiştir: 
Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem kavminin orta boylusu idi: ne çok uzun, ne de fazla kısa endamlı idi. Resûlullah ezherü'l-levn idi: Teni ve sîmâsı, kırmızı rengi iyice emmiş beyazdı ne kireç renginde duru beyazdı, ne de kara yağızdı. Resûlullah Sûdânîler gibi kıvırcık, kısa saçlı değildi. Düz, ve uzun saçlı da değildi. O, mu'tedil sarkık saçlı idi. Ona kırk yaşının tamâmında Vahy indirildi. Vahy indirilmekte olduğu halde Mekke'de on yıl ikamet etti. Medîne'de de on yıl yaşadı. Ve başının saçında ve sakalında yirmi tel ak saç bulunmıyarak Refîk-ı A'lâ'ya = Cenâb-ı Hakk dîvânına da'vet olunup alındı. Ve altmış yaşının tamâmında vefât etti). 1447

Dinimizi resimli anlatımı, hayatında 6 şeyi asla bırakma, Allahın sevdiği 7 insan türü,


Gölgeler düşse de yüreğinizin üstüne güneşini sakın söndürme. Umut yoksa yarınlar uzak kalır insana. Unutma bir sen daha yok dünyada. Ey şu garip dünyada duasıyla huzur bulduğumuz, sevgisiyle gurur duyduğumuz mübarek insan: halin halimizdir, derdin derdimizdir, muhabbetin canımızdan ötedir.
Ömrümüzün hikayesini yazan en güzel yazıcı olan ALLAH gönlümüzden geçen güzellikleri alnımıza kader diye yazsın...


Hayırlı günler dilerek başlayalım resimli dinimizi öğrenelim dersimize :)















EY DÜNYA!

Ey dünya söyle!
Senin yükün ile bizimki bir olur mu ?
Sana İNSAN
Bize ise dağların dahi taşıyamayacağı KUR'AN indi...
Senin sırtında bir DÜNYANIN
Bizimkinde ise İKİ DÜNYANIN
yükü var...
Senin sorumluluğun İNSANA,
Bizimki ise ALLAH'A karşıdır..
Sende ÇÖP,
Bizde ise GÜNAH, yükü var..
Sen yörüngeye oturmuş rahatsın,
Bizse kıldan ince SIRATTAYIZ...

MERHAMET ET ALLAH'IM






MERHAMET ET ALLAH'IM


Gökten indir Allah'ım
Merhametine muhtacım..
Habibine hayran..
Yollarına kurban
Ben olayım Allahım....
Gitti gelmez günlerim
Pişmanlık dolu yüreğim,
Merhamet etmez isen ,
Ya ben kime gideyim..
Keşke aşkın ile yansam
Nefsimi senin ile oyalasam,
Zikrin ile seyran,
Tefekkür ile hayran
Teşekür ile şükran
Ya ben ..
Yaa ben sana
Gerçekten aşık olsam..
Ben seni Zikrinle bildim,
Kalbim nurunla mutmain,
Bu gözyaşlarım..
Mahşer günü Şahidim
Allah'ım kelimeler yetmez
Halim,mecalim,derdim sır bilinmez...
Bu sır Ney'in sırrıdır Ali'ye bile sığmadı...
Bu yürek bu tadı kaldıramadı...
Akan gözyaşlarım kelimelerimdir dökülen
Habibine Rabd eden kalbimle ...
Ona selat Ona Selam gönlümde dilimde...


Emine Kaya 21.02.2010

28 Haziran 2011 Salı

Hz. Peygamber'in şemâili (vasıfları)

Şemâil-i Şerîfe BU HUSÛSTAKİ ABDULLÂH İBN-İ BÜSR HADÎSİ 

Abdullah İbn-i Büsr Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'in yâri ve hemdemi olup kendisinden memnûn olduğu 
-Abdullah İbn-i Büsr'den rivâyete göre bir kere Harîz İbn-i Osmân tarafından İbn-i Büsr'e:
- Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'i gördün mü, ihtiyar mı idi, diye sorulmuş, 
O da:
- Alt dudağiyle çenesi arasında ki siyah saçlar arasında bir kaç beyaz tel bulunuyordu, diyerek kocamadığına işâret etmiştir. 1446

GELİN MİRAC EDELİM YARİ


Bu güzel günde
Umudunu yitirme Ey Gönül!, Ey nefis!

Geldi miraç tuttu yüceltti bizi...
En yüksek makama aldı gitti Rahmana,
Can oldu, canan oldu,
El oldu, göz oldu, dil oldu yürek doldu...

Miraç etti miraç etti..
İster günahkar, ister ümitvar
Ruhlar beraber makamı mahmud'da
Allah Rasülü'nün gönlünde bir nokta
Çaldık kapını secdede yüceldik Rahmana....

Allah Allah der her azam...
Fikrim, hamdim, şükrüm her zaman
Fakr-acziyetle.. 
Ey yüce Rahman kapındayım..
Tevbe ile Miracındayım....

Ben sana geldim yine,
İzin ver varayım huzuru Muhammed'ine
Zikredeyim varsın deli desinler bir kerede
İste kulun miraç etsin bu gece ve her gece..

ALLAH'IM BU GECE BENİ UNUTMA 

Resûlullah'ın teni, sîmâsı beyazdı.

Ebû Cuhayfe Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: 
-Ben, Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'i gördüm. Tereddütsüz derim ki: Hasen İbn-i Alî ona (çok) benzerdi.(Ebû Cuhayfe'nin râvîsi İbn-i Ebî Hâlid İsmâil tarafından Ebû Cuhayfe'ye:
- Resûlullah'ı vasfedip bize bildirseniz!, denildi. O da:
- Resûlullah'ın teni, sîmâsı beyazdı. Siyah saçına beyaz karışmıştı. Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem bize (Benî Süvâa hey'etine) on üç genç dişi deve hediye verilmesini emretti. Fakat biz bu develeri almazdan önce Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem Allah'ın dîvânına alındı, demiştir. 1445

Hz. Peygamber'in şemâili (vasıfları)


Şemâil-i Şerîfe HAFÎDİ HASAN İBN-İ ALÎ'NİN PEYGAMBERİMİZE BENZEDİĞİNE DÂİR HAZRET-İ EBÛ BEKR'İN SÖZÜ VE HAZRET-İ HASAN'I TALTÎFİ 

Ukbe b. el-Hâris Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: 
(Resûlullah'ın vefâtından bir kaç gün sonra) Ebû Bekr radiya'llahu anh ikindi namazını kıldı. Sonra mescidden çıkıp Alî ile berâber gidiyordu. Yolda Alî'nin oğlu Hasan'ı gördü.Çocuklarla oynuyordu. Ebû Bekr çocuğu tutup omuzuna alarak:
- Peygambere benzeyen, Alî'ye benzemiyen yavru babam sana fedâ olsun! dedi. Alî ise gülüyordu. 1444

PEYGAMBERİMİZİN SÂİB İBN-İ YEZÎD'E DUASI,

PEYGAMBERİMİZİN SÂİB İBN-İ YEZÎD'E DUASI

Sâib b. Yezîd Rivâyete göre, müşârün-ileyh doksan dört yaşında bünyesi sağlam, çevik, boyu bosu dimdik olduğu halde şöyle demiştir: 

-Pek iyi bilirim ki şu yaşımda kulağımla, gözümle işitip görerek müstefîd olmam, ancak Resûlullah salla'llahu aleyhi ve sellem'in duâsı (berekâtı) iledir. Hakîkaten çocukluğumda teyzem beni Resûlullah'ın huzûruna götürmüştü.
Resûlullah'a: 
- Yâ Resûla'llah, hemşîre-zâdem hastadır. Onun (şifâsı) için Allah'a duâ buyursanız! demişti.
Bunun üzerine Resûlullah bana âfiyetime duâ etti de vücûdum zinde, havassım yerinde olarak yaşıyorum. 1443

PEYGAMBERİMİZ SALLA'LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM'İN KAÇ YAŞINDA VEFÂT ETTİĞİNE DÂİR HAZRET-İ ÂİŞE HADÎSİ


Ümmü'l-mü'minîn Âişe Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem altmış üç yaşında vefât etti, dediği rivâyet olunmuştur. 1442

27 Haziran 2011 Pazartesi

Hadisi Şeriflerde Peygamberimiz


·        Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:   
 "İnsanlar (Kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u ilahiye) geldiklerinde (onlar adına) hatipleri ben olacağım. (Allah'ın rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (rahmet ve mağfireti) onlara ben müjdeliyeceğim. O gün Livâu'l-hamd (şükür sancağı) benim elimde olacak. Ademoğlunun Allah'a en kerim olanı da benim. Bunda fahr yok!" 
·        Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: 
 "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:   
 "Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok."    
·        Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:  
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:   
 "Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir.   
  - Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Ben ise kırmızılara (Acemlere) ve siyahlara (Araplara) da gönderildim.  
   - Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden öncekilerden kimseye helal değildi.   
  - Yer bana tahâr, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını kılar.    
- Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen bir korku ile yardıma mazhar oldum.  
   - Bana şefaat (etme yetkisi) verildi." 
·        Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İnsanlara karşı üç şeyle faziletli (üstün) kılındık: 
    - Saflarımız meleklerin safları düzeninde kılındı.  
   - Arzın tamamı bize mescid kılındı.    
- Toprak bize, su bulamadığımız zaman, tahûr (temiz ve temizleyici) kılındı." 
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:    
"Her peygambere mutlaka insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir mucize verilmiştir. ama bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah vahyetmiştir. Bu sebeple Kıyamet günü, diğer peygamberlere nazaran etbâı en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum."    
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 
  "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ademoğlu nesillerinin en temizinden süzüle süzüle gelerek içinde bulunduğum nesilde ortaya çıktım." 
* Yine Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 
    "Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misali, şu adamın misali gibidir: Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): "Bu eksik kerpiç konulmayacak mı?" der. İşte ben bu kerpiçim, ben peygamberlerin sonuncusuyum." 
·        Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:   
 "Ben kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim.
Hâzin (kapıcı melek):- "Sen kimsin?" diye seslenir. Ben: 
   - "Muhammed'im!" derim. Bunun üzerine:    
-"Sana açıyorum. Senden önce kimseye açmamakla emrolundum!" diyecek!" 
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) yatsı namazını kıldı. Sonra namazdan çıkınca elimden tuttu. Bathâ-i Mekke'ye kadar gidip orada beni oturttu. (Yere dairevi) bir hat çizip:     "Hattından dışarı çıkma! Sana bazı kimseler gelecek, sakın onlara bir şey söyleme. Zira onlar seninle konuşacak değiller!" buyurdu. Sonra dilediği yere çekip gitti. Ben çizgimin içinde otururken bana bir grup insan geldi. Esmer rankleriyle sanki Hindûlara benziyorlardı. (Pek uzun olan) saçları, vücutlarını öylesine örtmüştü ki, ne bir avret yerlerini ne de bir elbiselerini görüyordum. Bana kadar geldiler, ancak çizgiyi geçmediler. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gittiği yere) yürüdüler.     Gecenin sonuna doğru Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben otururken yanıma geldi ve çizgiden içeri girdi. Dizime dayanıp yattı. Yatınca (ağzından) soludu. Ben oturuyordum. O da dizime dayanmış vaziyette böyle duruyorduk. Derken, üzerinde beyaz elbiseler olan bir grup adam geldi. Güzelliklerinin derecesini Allah bilebilir. Bana kadar yaklaştılar. Bir kısmı Aleyhissalatu vesselam'ın baş tarafına, bir kısmı da ayakları tarafına oturdular. Sonra aralarında konuşarak:     "Biz şimdiye kadar bu peygambere verilen gibisinin, bir başkasına verildiğini hiç görmedik. Bunun gözleri kapalı, kalbi uyanık. Ona bir misal verin!" (dediler ve şu temsili anlattılar):     "Bir efendi köşk yaptırmış, sonra bir ziyafet verip sofra kurmuş, insanları yiyip içmeye çağırmıştır. İcabet edenler gelip yemeğinden yiyip, suyundan içmiştir. İcabet etmeyenleri de cezalandırmıştır" dediler ve kalktılar. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da kendine geldi ve:    
"Şunların ne dediklerini işittim. Onların kim olduklarını biliyor musun?" dedi. ben: "Allah ve Resûlü bilir!" dedim.     "Onlar meleklerdi!" buyurdu ve ilave etti:     "Onların getirdikleri temsilin manasını anladın mı?"     "Allah ve Resûlü bilir!" dedim. Aleyhissalatu vesselam açıkladı:     "Rahmen (olan Rabbimiz) cenneti kurdu. Kullarını ona davet etti. Kim davete icabet ederse cennete girer, kim de icabet etmezse onu cezalandırır." 
* Abdullah İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor: 
"Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalatu vesselam, Ömer radıyallahu anh'ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer:     "Ey Allah'ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç herşeyden daha sevgilisin!" dedi. Resûlullah hemen şu cevabı verdi:     "Hayır! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın eksiktir)!"      Hz. Ömer radıyallahu anh:     "Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:     "İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey Ömer!" buyurdular."   
* Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     "Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde bulunan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, sizden birine, beni görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden ve malından daha makbul olacak."  Resûlullah'ın bu sözünü, Ashab, kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun üzerine, ölümüyle kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri müddetçe duyacakları, Aleyhissalatu vesselam'a kavuşma temennisini kasdettiğini bildirdi."    
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh hazretleri anlatıyor: 
 "Ey Allah'ın Resûlü! dendi. Sana peygamberlik ne zaman vacib oldu?     Şöyle cevap verdi:     "Hz. Adem ruhla cesed arasında iken!"    
·        İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  
  "Sizden hiç kimse yoktur ki ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan "karîn" tevkil edilmemiş olsun!"     "Size de mi ey Allah'ın Resûlü!" denildi.     "Bana da!" buyurdular. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti de o müslüman oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!"    
·        Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
  "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  
  "Bana bir mü'min selam verdi mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime iade eder. Ben de mutlaka selama mukabele ederim."    
* Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Medine'ye girdiği gün, şehirdeki her şeyi aydınlık bürüdü, vefat ettiği günde ise her şey karardı. Defin işinden çıktığımız zaman hepimiz kalplerimizi (vahyin inkıtâı sebebiyle) üzüntülü bulduk." 
       *  İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (Hz. İbrahim'in duası olan):
"Ey Rabbim şüphesiz ki o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmıştır. Kim bana uyarsa muhakkak ki o bendendir. Kim de emirlerime karşı gelirse, şüphesiz ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrahim 36) mealindeki ayeti ile, 

Hz. İsa'nın duası olan: "Eğer onlara azab edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, elbette sen dilediğini yapmaya kadirsin ve sen her şeyi hikmetle yaparsın" (Maide 113) mealindeki ayeti tilavet buyurdu ve ellerini kaldırdı, şöyle yalvardı: 

"Allahım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" ve ağladı. Allah Teâla Hazretleri:   
  "Ey Cibril, Muhammed'e git! dedi. -Rabbin bildiği halde- niye ağladığını sor!" diye emretti. Cebrail aleyhisselam, O'na gelip niye ağladığını sordu. (Rabb Teâla'ya dönüp Muhammed'in) ne söylediğini -O çok iyi bildiği halde- haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâla Hazretleri:   
  "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona söyle ki: "Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, asla kederlendirmeyeceğiz." 

BAĞIŞLA BİZİ..

 
BAĞIŞLA BİZİ..
Allahım sana gelen bu imtihanlı yolda..
Sanma kandık seni unuttuk...
Biliriz dönüş sanadır....
Ellerimiz bak boş değil ...
Ama güzel ,ama değil ...
Senin için ömrümü feda etsem,
Yine çok değil Yine çok değil...
 .......
Bazen kapından kovuldum diye,
Bir hüzün çöker bu garip gönlüme,
Yine sana döner yalvarırım,
Atma bizi cehennemine...
Bağışla bizi....
İki cihan Serveri Habibin Muhammed'ine.
.....
Emine Kaya      
18.02.2010

Abdest Alana Yardım Etmek (CAMİU'L-EHADİS'DEN)


Abdest Alana Yardım Etmek


5- Amr b. Ali bize anlatarak dedi ki: Abdülvehhâb bize anlatarak dedi ki: Yahya b. Saîd'i şöyle derken dinledim: Sâd b. İbrahim, Nâfi b. Cübeyr Mut'im'in kendisine haber vererek Urve b. el-Muğîre b. Şu'be'nin, babasını şunu anlatırken dinlediğini söylemiş:


Kendisi Allah Resulü (sav) ile bir yolculukta iken Resûlüllah (sav) abdest alırken O'na su dökmeye dur­muş, O da yüzünü ve ellerini yıkamış ve başını meshedip mestlerinin üzerine mesh etmiş.[2]


Muğîre O'na su dökmeye durmuş" ifade­siyle ilgili olarak İbni Battal şöyle dedi:


Bu fiil, bir kişinin başkası için yap­masının caiz olduğu ibadetlerdendir. Ancak namaz bundan müstesnadır. İmam Buhârî de bu hadisi delil olarak alıp kişinin abdest alırken yardımcı bulundurmasını caiz görmüştür. Kişi, uzuvlarına hem döküp hem yıkamak yerine su dökme esnasında başka birinden yardım alabilir. İbni el-Müntr


buna bir eklemede bulunarak, abdestte yıkanması gereken uzuvları suya daldırmanın maksad değil ancak araçlardan biri olabileceğini söyleyerek suya daldıktan sonra abdeste niyet etmenin caiz olduğunu söylemiştir.


Hüküm

Bu hadise göre, abdest sırasında su dökecek birinin yardımına başvur­mak mekruh olmadığı gibi, bunu gönüllü olarak yapmak da ibadet hükmün­dedir. Abdest alacak kimseye su getirmenin aynı hükme tâbi olması elbette evlâdır. Hanefi mezhebine göre de hüküm bu şekilde olup her hangi bir kerâhat söz konusu değildir.


Bu hadisten çıkarılacak ikinci hüküm,


mestler üzerine meshin sünnete uygun bir fiil olduğudur. Görüldüğü üzere bu ve daha bir çok hadiste Allah Resûlü'nün (sav) mestler üzerine mesh ettiği değişik sahabîler tarafından haber verilmiştir.

Ders

Bu hadis-i şeriften çıkarılacak en mühim Ders, bütün hayırlı işlerde ol­duğu gibi abdestte de özellikle yardıma muhtaç durumda olanlara yardım etmenin bir mânâda ibadet olduğunu bilmektir. İnsanların abdest alabilmele­ri için su temin etmek de aynı hükümdedir.


Hayırda yardımlaşmanın farz olduğu bilinciyle, özellikle büyüklere abdest alırken su taşımak, su dökmek ve havlu tutmak, Müslüman milletimizi en güzel geleneklerindendir. Bu geleneklerin beslendiği sünneti görerek bunları yaşatmaya daha fazla ilgi göstermek gerekir.




kaynak


[2] Buhârî, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, Hbâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 81; Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'i-Kûfiyyîn/17432, 17440, 17461, 17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, tahâret/64; Dârimî, tahâret/707.

ABDEST HAKKINDA ,(CAMİU'L-EHADİS'DEN )



Abdesti Öndeki İki Mahreçten Çıkan Sebebiyle Gerekli Görmek

4- Âdem b. Ebî İyâs bize anlatarak dedi ki: İbn Ebî Zi'b dedi ki: Saîd el-Makberî bize Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakletti:


Allah Resulü (sav) buyurdular ki:


"Kişi mescidde olduğu sürece, namazı beklerken hadeste bulunmazsa namazda sayılır." A'cemî bir adam dedi ki: Ey Ebâ Hüreyre! Hades nedir?


Dedi ki: Ses, yani yellenmedir.[1]

Şerh

Mescidde durduğu sürece", yani farz namazın vakti girinceye kadar mescidde oturursa. Bu, el-Küşmihenî'nin rivayetidir.


Murad edilen husus, konuşma ve benzeri bir meşgaleyle uğraşmaksızın sırf namazı


beklemesi hâlinde namaz kılıyormuş gibi sevap kazanmasıdır.


Hades", abdest bozma anlamına gelir.


Hadasten taharet ise, abdest almakla olur.


A'cerrû", Asr-ı saadette Arapça bilgisi yetersiz olanlara A'cemî denir, bu sıfat kullanılırken Arap asıllı olup olmamasına değil Arap­ça bilgisine bakılırdı. Burada zikredilen A'cemî, el-Hadramî'dir. Ebû Dâvud ve diğerleri tarafindan nakledilen Abdest, ancak ses veya kokuyla bozulur" hadisindeki ziyâde de hadisin hükmünü desteklemektedır.

Hüküm

Hadisten çıkarılan hüküm, abdestin ancak sesli veya kokulu yellenmeyle bozulduğudur. Bâb başlığında zikredilen iki mahreç ile kastedilen ise küçük abdest ve büyük abdest mahallerinden çıkan idrar ve gaitadır. Büyük abdest mahallinden, gaita dışında halk arasında "yellenme" olarak bilinen gaz çıkışı da abdesti bozar. Yellenmenin abdest bozucu nitelikte olmasının iki alâmeti vardır ki biri ses, diğeri kokudur. Bu ikisinden her hangi biri ve ikisiyle bir­likte abdest bozulur.


Efendimiz (sav) mescidde hades için, sırf yellenmeyi zikretmekle, o mü­barek mekanda küçük veya büyük abdest bozmanın akla gelemeyeceğini beyan etmiştir.

Ders

* Namaz, dinimizin temel ibadetidir. Cemaatle kılınan toplu namaz ise bir Çok hadis-i şerifte teşvik edilmekte, hatta kimi rivayetlerde bireysel namaz­dan yirmi yedi kat daha üstün görülmektedir.

* Mescid, İslam toplumunda cemaatle namaz kılınan kutsal mekandır.


* Allah Resulü (sav) namaz vakti girinceye kadar mescidde sessizce beklemenin namaz kılmak gibi olduğunu söylemek suretiyle bunun önemine ve güzelliğine dikkat çekmektedir.


* Şu hâlde cami ve mescidler, sadece namaz vakitlerinde girilip çıkılan yerler olmamalı, bilakis zikir ve tefekkürün icra edildiği Allah'ı anma, nefs muhasebesinde bulunma ve tefekkür etme mekanları hâline getirilmeli­dir.
kaynak


[1] Buhârî, vudû/170, salât/426-427, ezân/611-612, 619, buyû/1976, bed'ul-halk2990. tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim, mesâcid/1034-1037, 1059-1063; Tirmizî, salât/199-200; Nesâî, mesâcid/725, imâmet/829; Ebû Dâvud, salât/396-398, 472; İbn Mâce mesâcid/778-779; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7268, 7296. 7553, 7773, 7898, 7999,8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 1009Û. 10116, 10379, 10461, 10481; Malik, nîdâ/265, 344-345, 347; Dârimî, salât/1245.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Sultan-ı İklimi Rûm" unvanı gelmesiyle padişah Sultan Murad

Lisan-ı Tarih-i Numunelerinden Sultan I.Murad hanın za­manında Edirne ve Kosova meşhur ve büyük savaşlarında alınnan neticelerden olarak Osmanlı devleti Tuna sahillerine ve Sırp hududuna kadar genişlemiş olup bundan sonra en faydalı savaşlar Rumelinde meydana geleceğinden, Edirne şehri Kümelinin başşehri seçildi. Anadoluda dahi Ankara ve Biga sancakları savaşarak, İsparta sancağı satın alınarak ve Germiyarı toprağı denen Kütahya sancağının bir miktarı çe­yiz yoluyla Osmanlı toprağına dahil oldu. Tavaifül Mülük, ya­ni parçalanmış beyliklerin başı olan Karamanoğiu hükümeti dahi, Sultan Gazi Murad'ın kılıcına mağlup olduğundan Os­manlı saltanatına yani devlet-i muazzama topluluğuna girdi.
Bilhassa Hüdavendigar Gazi'nin Mısır'a gönderdiği elçi va­sıtasıyla Mısır'da bulunan Abbasi halifesinden gelen hükümet işlerini yürütmek için gönderilen şer'i izinname ve "Sultan-ı İklimi Rûm" unvanı gelmesiyle padişah Sultan Murad namı ve devletine Devlet-i Osmaniye ve Mentemiyan dergahı sal­tanatlarına Osmanlı tabirleri atasözü oldu. (Netayic ül vuku-at)

Tuğra

Tuğra Raküza cumhuriyetiyle yapılan bir anlaşma ferman şeklinde yazılmıştı Elçiler bunda doğrudan doğruya padişah tarafından imza gibi bir alamet bulunmasını istediler. Sultan Murad'ın Hz.leride, hemen ellerini mürekkebe batırıp, ferma­nın üst tarafına bastı. İşte Osmanlılarda ilk Tuğra, Sultan Mu­rad'ın pençesinin izidir. Deniyor.
Müverrihlere göre bizim bildiğimiz tuğraların orta yerinde­ki, üç dikey hat Sultan Murad'ın üç orta parmağı, yine bizim bildiğimiz tuğraların sağ tarafına uzanan çifte hat başparma­ğı ve sol tarafdaki münhani hatlar veyahud tuğraların içinde bulunan "Elmuzaffer daimen "deki mim"in çekilişi serçe par­mağı tarafıymış.
Fakat tuğranın Osmanlılardan hatta isiamdan pek zaman önce var olduğu bilinmektedir. Bunun bir nevi arma olduğu bile ileri sürülmektedir.
Tuğralarda padişahın adı ile pederinin adı ve birde "el-muzaffer daima" terkibi var olup, gazi ise elgazi kelimesi sağ ta­raftaki boşluğa, yazılır. Bu boşluğa çiçek v.s konulduğu gibi Padişahımızın tuğrasında "Mehmed Hamiş" Hz.lerinin tuğra­sında olduğu gibi bazende isim yazılır.

ABDULFETTAH EBU ĞUDDE(1920-2002)

      

1917'de Suriye'nin Halep şehrinde doğan Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi, ilk öğrenimini Halep'te, orta öğrenimini Hüsrev aşa Medresesi'nde tamamladı. 1948 yılında el-Ezher'in Şeria Fakültesi'ni bitirdi. EI-Ezher'in Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nde "Eğitim Metodolojisi" üzerine ihtisas yaptı. 1961 yılında Şam Üniversitesi Şeria Fakültesi'nde öğretim üyeliğine başladı. 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad Şeria Fakültesi'ne intikal etti. 1966 yılında Suriye'ye döndüğünde Baasçılar tarafından hapsedildi. Bir yıl hapiste kaldı. Şeria Fakültesi'nde on yıl profesör unvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi. Öğretim üyeliği yanında Hadis, Hadis Usûlü, Kuran İlimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve Edebiyatı, Tarih, Teracim (Bibliyografya) Eğitim ve Öğretim Metodlarıyla ilgili 70'den fazla te'lif veya tahkik eseri neşretti. Uluslararası pekçok konferansa katıldı. İlmi tebliğler sundu. 16 Şubat 1997'de Riyad'da vefat etti. Allah Rahmet etsin. (Amin).

 ŞAHSİYETİ

        Şevval 1417,16 Şubat 1997 Pazar... Esefle, alemle, acıyla dolu bir gün... Bugün İslâm âleminde bir benzeri daha bulunmayan büyük bir âlimi, değerli bir zatı, kıymetli bir şahsiyeti kaybettik. Büyük muhaddis, fakûı, edîb, hatip, ilim, fıkir ve dâva adamı, edeb, ahlâk ve fazilet timsali muhterem Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi'yi kaybettik.

          O hakikaten Peygamber vârisi olan mübarek âlimlerden biriydi. Onun şahsımda Peygamberimiz (s.a.v)'in "Alimler Peygamberlerin varisleridir" hadis-i şerifinin tecelli ettiğini görüyorduk. O Peygamber varisi bir âlimin müstesna vasıf ve hususiyetlerini taşıyordu.

         Elbette Halid bin Velid gibi değerli bir sahabînin neslinden gelen bir zata yaraşan da bu idi. Allah'ın kılıcı, cesur, kahraman ve yiğit sahabinin böyle mübarek, muhterem ve mücahid torunu olacaktı. Rabbine kavuşan bu değerli âlimi, bu salih zatı, bu mübarek şahsiyeti bu duygularla rahmetle anıyor, hayatı, ilmî şahsiyeti ve eserlerini zikrederek rahmete nail olmak istiyoruz...

          Mükemmel bir alim. Günümüzde Müslüman gençlik, dört dörtlük bir İslâm âlimi görmek ve tanımak istiyor. Karşısında tarihte olduğu gibi her yönüyle mükemmel olan "hakikî âlim" görmek istiyor. Hani gençlerimiz haksız da değiller...

          İslam alimi, ilim adamı olduğu kadar, dâvâ adamı olmalıdır. Araştırmacı ruha sahip olduğu gibi İslâmî yaşayışı ve takvasıyla da örnek olmalıdır. Hem tavizsiz bir şahsiyet, hem de itidal sahibi bir zat olmalıdır. Dünya ve ahiret dengesini kurabilen, ihlaslı ve çalışkan, şuurlu ve cihad ruhlu, tek kelimeyle sahabe-i kiram misali olmalıdır. Zamanımızda böyle mükemmel İslâm âlimleri yok değil, ama sayılan az... Dün ülkemizde ve İslam âleminde böyle değerli âlimler çoktu, ama bugün geçmişe göre maalesef mahrumiyet içindeyiz. Akademisyenlerden, ilim adamlarından pek çoğu takva ve ihlastan mahrum... Takva erbabından pek çoğu ise ilmi araştırma va incelemelere pek değer vermemekte... İlimle takvayı birleştiren âlimlerimiz ise pek fazla değil... Muhterem M. Emin Saraç hocamızın derslerinde sık sık tekrar ettiği bir cümle vardır: "Siz talihsiz bir zamanda dünyaya geldiniz. Siz her şeyi numûne olan hakikî âlimlere yetişemediniz. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zahid el-Kevserî Efendi, Ali Haydar Efendi, Ömer Nasuhî Efendi, Gümülcineli Mustafa Efendi, Bekir Haki Efendi, Mahmud Sami Efendi; Ali Yekta Efendi, Fuat Efendi... ve diğerleri ne mübârek zatlardı!.:

          İşte Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi kendisinde ilimle takvayı birleştiren mübarek bir âlimdi. Değerli İslam Alimi Ebu'l-Hasen en-Nedvi onun hakkında: `İlimlerdeki çeşitliliği, ilmî dirayeti isabetli görüşleri ve himmetinin yüceliği ile selef âlimlerinin hatırası, rabbani, mürebbi âlim' ifadelerini kullanmaktadır.

 HADİS, FIKIH VE EDEBİYAT ÜSTADI

          İslâmi ilimlerin hemen her birinde (Hadis, Hadis Usulü, Kuran ilimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve Edebiyatı vs.) söz sahibi idi. Ancak onun asıl ihtisas alam "Hadis ve Hadis Usulü" idi. Eserlerinin çoğu Hadis, Hadis Usulü, Cerh ve Ta'dil, Teracim gibi hadis ilimlerinde idi. O kelimenin tam anlamıyla "Muhaddis" idi. Hem de dünyada şu anda benzeri pek az bulunan muhaddislerden biriydi. Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, Fas, Yemen, Pakistan ve Hindistan'da kendisinden ders ve icazet aldığı yüzü aşkın hocaları arasında Muhammed Zahid el-Kevserî, Ahmed Muhammed Şakir, Abdülvehhab Buharî, Ahmed b.Sıddık el-Gumarî, Muhammed Ragıb et-Tabbah gibi muhaddisler çoğunluktaydı.

         Ancak Üstad Ebu Gudde hadisle fıkhı birleştirmişti. Ahkam hadislerini şerh etmedeki mahareti bunun açık delili idi. Hem Hanefi, hem Şafii fıkhını tahsil etmişti. Fıkıh'ta hocaları arasında Ahmed Fehmi Ebu Sünne, Mustafa Ahmed ezzerka, Mahmud Şeltut, İsa el-Beyanuni, Muhammed Hıdır Huseyn, Yusuf ed-Dicvi gibi meşhur âlimler bulunuyordu. Hocası Mustafa ez-Zerka Ebu Gudde'nin Fıkıh istîdadını keşfetmiş ve onu Suriye'de Fıkıh Ansiklopedisi hazırlamakla görevlendirmişti. Tahkik ettiği eserler arasında fıkhî eserler önemli bir yer tutuyordu. O aynı zamanda değerli bir fıkıh ve fıkıh usûlü âlimi idi. Aliyyü'l-Kari (ö1.1014)'nin Fethu Babi'l-lnaye kitabı ile İmam Karafi (ö1.684)nin el-İlham kitabının tahkiki, üstadın fıkıhtaki üstün melekesini açıkça ortaya koymaktadır.

         Üstad Ebu Gudde (37 yıl hizmetinde bulunan seçkin talebesi Muhammed Avvame'nin ifadesiyle): Arap Dili ve Edebiyatı'nda "hüccet" (otorite) şahsiyet idi. Sarf, Nahiv; Belagat ilimlerinde mütehassıs idi. Derin ilimle edebi kabiliyeti bir arada toplaması ile bize İmam Evzai'yi hatırlatıyordu. Kelimeleri bir edîb ve şair edasıyla yerli yerinde kullanırdı. İlmi vukufiyet ve edebi inceliklerle dolu tatlı bir hitabet üslubu vardı.

         Alimlere hürmetkardı Abdülfettah Ebu Gudde Hoca efendi İslâm âlimlerine karşı son derece hürmetkâr, vefakâr, sonsuz takdir ve minnet duyan bir kimse idi. Zarif ilmî tenkitler dışında âlimlere hata nisbet etmekten, âlimler hakkında basit ve aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan son derece sakınırdı. Kendisine bir defasında İmam-ı Azam'a nisbet edilen "Dar'ı-Harbde faiz alınabilir" şeklindeki ictihad hakkındaki görüşü sorulmuştu. Bu babda imameynin kavlinin tercih edildiğini söylemiş, "Bu ictihad İmam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh'in bir ecir kazandığı ictihadlardandır" şeklinde latif ve mânâlı bir ifade ile cevap vermiş, müctehidlerin hata ettiklerinde bir ecre nail olacakları gerçeğine işaret etmişti.

         Çilekeş bir dava adamı Konuşmaları canlı ve dinamik idi. Selef Alimleri, İslam Davası, İslam Gençliği konulan en çok işlediği konulardı. Suriye parlamentosunda bir müddet milletvekili olarak bulunmuş, cesaretli tavırları, korkusuz konuşmaları, açık sözlülüğü, geniş ufku ve isabetli görüşleriyle tanınmıştı. İslâm dâvâsına ihlasla bağlılığı sebebiyle Baasçılar tarafından birçok ilim, fikir ve dâvâ adamıyla birlikte hapsedilmiş, Tedmür Hapishanesi'nde bir yıl tutuklu olmuştu. Hayatının büyük bir bölümünü (30 yılını) gurbet diyarında devamlı Suriye mercîleri tarafından takibat altında tutulma tedirginliği içerisinde geçirmiş, bir müddet Suriye Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın İrşad Başkanlığı'nı üstlenmişti. O Hasan el-Benna ideâlinin ihlaslı bir neferiydi.

         Bütün bu çile ve sıkıntı dolu zor şartlar altında bile İslâm dâvâsına hizmeti canla başla yürütmüş, ilim adamlığı yanı sıra fikir, dâvâ ve aksiyon adamı olarak yılmadan ve usanmadan çalışmıştı. Üstad Ebu Gudde ilmî tarafsızlığa özen gösteren, objektif ve tutarlı ifadelerle daima gerçekleri söyleyip yazan başarılı bir akademisyen, gerçek bir ilim adamı idi. Ama kendisini sadece kitaplara veren, sadece kitaba gömülen, çevresinden ve içinde bulunduğu toplumdan habersiz yaşayan biri değildi. O dünyadaki İslâmî cemaatlerle, İslâmî hareketlerle, İslâmî çalışmalarla yakından ilgilenirdi. Türkiye Müslümanlarının son otuz yılda yeniden İslâm davasına sahip çıkmaları onu çok sevindiriyor, Türkiye'deki İslâmî, ilmi, kültürel, siyasi ve sosyal çalışmaları gönülden destekliyordu. İslami cemaatler, cemiyetler, meşrepler ve guruplar arasında yapıcı ve birleştirici görüşleri nakleder, yıkıcı ve ihtilafı körükleyici görüşlere asla itibar etmezdi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'nin "Düzenli olan batıl, düzensiz olan hakka galip gelir" ifadesini sık sık tekrar eder, Müslümanların savundukları gerçeklerin müesseseleşmesi, hayata geçirilmesi ve yeniden cihan hakimiyetinin kazanılması için canla başla çalışmaları gerektiğini anlatırdı. Allah mağfiret etsin. Ve ondan razı olsun. ( Amin )

DR. HALİL İBRAHİM KUTLAY..



ESERLERİ

        Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi bir kısmı te'lif, bir kısmı tahkik olmak üzere 70 küsur eser bırakmıştır.Tahkik ettigi eserlerden bazıları şunlardır:

 1-Kavaid Fi Ulumi'l-Hadis:

         Hindistan âlimlerinden Zafer Ahmed el-Usmanî etTehanevî (öl. 1394 h)nin "İ'lâü's-Sünen" isimli 18 ciltlik eserinin mukaddimesi olan bu eser Hanefi Hadis Usûlü konusunda son derece faydalı bir eserdir. Riyad 1984 tarihli 5. baskısı 553 sayfadır Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

 2-Zaferu'l-Emani:

         Seyyid eş-şerîf el-Cürcanî (öl. 816)'nin Hadis Usûlü konusundaki "Muhtasar" adlı kitabının Abdülhayy el-Leknevî (öl. 1304) tarafından yapılan değerli bir şerhidir. Beyrut 1996 tarihli 3. baskısı 804 sayfadır.

 3-el-Menanı'l-Münif:

         İbn Kayyim el-Cevziyye (öl. 751)nin hadislerin metin tenkidi esasları konusunda çok faydalı bir eseri olup Halep 1982 2. baskısı 224 sayfadır.

 4-Risaletü'l-Müsterşidin:

         Haris el-Muhasibî (öl. 243)nin tasavvufla ilgili eseri olup selef ulemâsının, gerçek zühd ve takvâ erbâbının tasavvufi düşüncelerini ihtivâ eden eserin Kahire 1982 tarihli 4. baskısı 219 sayfadır.

 5-Fethu Babi'l Inaye:

         Sadru'ş-Şeria el-Mahbubî (öl. 747)nin "Nükaye" isimli değerli eserinin Aliyyü'I-Kari (öl. 1014) tarafından yapılan şerhi olan bu kitap, diğer Hanefi fıkıh kitaplarından fıkhî delilleri ve hadislerin tahricini zikretmesiyle ayrılan kıymetli bir eserdir. İlk cildin Halep 1967 tarihli 1. baskısı 299 sayfadır. Diğer ciltleri henüz basılmamıştır.

 6-el-Masnu' fi ma'rifeti'l-hadisi'l-mavdu':

         Aliyyül-Karî (öl. 1014 h)nin mevzû (uydurma) olduğuna ittifak edilen hadisleri topladığı bu eser Ebu Gudde Hoca efendi'nin tahkikiyle bir kat daha güzelleşmiştir. Eserin ilim camiasındaki diğer adı "el-Mevdüatü's-Sugra"dır, Kahire 1984 tarihli 4. baskısı 343 sayfadır.

 7-et-Tasrih bima tevatere fi nûzuli'l-Mesih:

         Muhammed Enver şah el-Keşmîd (öl. 1352)nin kıyamete yakın Hz. İsâ (a.s)'ın yeryüzüne ineceğine dair varid olan hadis-i şeriflerin "Mütevatir" olduğunu isbat ettiği bu eser, konusundaki en ciddî eserlerden biridir. Beyrut 1981 3.baskı fihristleriyle beraber 373 sayfadır.

 8-er-Raf'u ve't-Takmil:

         İmam Abdülhay el-Leknevî'nin hadis ilimlerinden Cerh ve Ta'dîl ilmi hakkında yazdığı eserin geniş açıklamalarla yapılan tahkîki olup hadis erbâbı için vazgeçilmez  kaynaklardan biridir Beyrut 1987 tarihli 3. baskısı 564 sayfadır.

 9-el-Ecvibetü'l-Fadıla:

         Cerh ve Ta'dil, Tercim vb. hadis ilimleriyle ilgili olarak sorulan on soruya İmam Abdülhayy el-Leknevî'nin verdiği cevapları ihtivâ eden bu eser muhakkik Ebu Gudde'nin ta'likatıyla gerçekten hadis ehlinin el kitabıdır. Kahire 1404 tarihli baskısı fihristiyle birlikte 302 sayfadır.

 10-et-tibyan:

         Kur'anla ve Kur'an ilimleriyle ilgili bazı konuları Imam Suyutî'nin "el-Itkan" kitabındaki metoduyla açıklayan Tahir el-Cezairi (öl. 1328)nin eserinin tahkîkı olup , Ebu Gudde hocaefendinin önceki eserlerinden farklı olarak pek fazla dipnot kullanmadan neşrettiği bir eserdir. Beyrut 1992 tarihli 3. Baskısı 356 sayfadır.

 

 Te'lif ettiği eserlerden bazıları da şunlardır:

 1-Safahat Min Sabri'l-Ulema:

         İslâm âlimlerinin ilim uğrunda katlandıkları çile ve fedâkarlıkları, sıkıntı ve zorlukları çeşitli örneklerle anlatan bu eserin Beyrut 1994 tarihli 4. baskısı 508 sayfadır.

 2-Kıymetü'z-Zeman Inde'l-Ulema:

         İslâm âlimlerinin zamana verdikleri önemi anlatan bir eserdir. Beyrut 1987 tarihli 4. baskısı 108 sayfadır. İlk baskısı Faruk Beşer tarafından Türkçe'ye kazandırılmıştır.

 3-el-Ulemaü'l-Uzzab:

         İlmi, evlenmeye tercih eden ve hayatları boyunca hiç evlenmeyen bekar âlimler konusundaki bu eserde 35 âlimin hayat hikayeleri anlatılmaktadır. Beyrut 1996 tarihli 4. baskısı 323 sayfadır.

 4-er-Rasulü'l-Muallim:

         Eserde Peygamberimizin (s.av) ashabı kiramı yetiştirirken izlediği eğitim ve öğretim metodu 40 ayrı başlık altında hadisi şeriflerin ışığında tatlı bir üslupla anlatılmaktadır. Aynı zamanda teorik ve pratik anlamda müstesna bir eğitimci olan Ebu Gudde'nin bu eseri eğitimciler için özellikle tavsiye edilmektedir. Beyrut 1996 tarihli 1. Baskısı 226 sayfadır.

 5-Lemehat Min Tarihi's-Sünne ve Ulumi'l-Hadis:

Hadis Edebiyatı tarihi ile ilgili tesbit ve yorumları ortaya koyan bu eserin Beyrut 1987 tarihli 4. baskısı 314 sayfadır. Eserin Türkçe tercümesi İstanbul'da 1995 yılında Iz Yayıncılık tarafından 'Mevzu Hadisler' adıyla yayınlanmıştır.

 HOCAM ABDULFETTAH EBÛ GUDDE İLE

        Rabbânî alim, muhaddis, fakih, usulcü, edib, muhakkik, Halep'li hocam Abdulfettah Ebû Gudde el-Hâlidî, ilmiyle âmil, zühd ve takva sahibi, mürebbî bir zattı.

          Merhum hocamı önceleri kitaplarından tanıyordum. 1969-1970 yıllarında kendileriyle mektuplaşmak suretiyle tanışmıştım. 1979 yılında Riyad İmam Muhammed ibn Suud İslam Üniversitesine ziyaretçi hoca olarak gittiğimde bana "Sen Riyad'da misafirsin, buranın yabancısısın" diyerek muhterem oğlu ile otele ziyaretime gelmişti.

(Bu kendisinin ne kadar mütevazı bir kimse olduğuna açık bir delildir ) Bendenize Suudi Arabistan'da nasıl davranacağım hakkında nasihatlerde bulunmuştu. 1980 yılında mezkûr üniversite ile anlaşma yaptım. 1880-1987 yılları arası Riyad Usûlu'd-Dîn Fakültesi Hadis Bölümünde hoca-talebe birlikte çalıştık. Kendilerinden bu müddet zarfında çok istifade ettim. Hadis kürsüsünde bulunan hocalar üzerinde ağırlığı vardı; teklif ettiği konular, yapılması gereken hususlarda, ders programlarında ne demiş ise tartışmasız kabul görürdü. Mısırlı bir tefsir doçenti, Hocaefendi'nin tez münakaşasında bulunduktan sonra "Bu Hoca hiç şüphe etmiyorum 10 adet Doktora tezini hiç kaynaklara bakmadan münakaşa edebilir, değerlendirebilir." demişti.

          Üniversite Rektörü Dr. Abdullah Abdul-Muhsîn et-Türkî, Üniversite öğretim üyeleriyle bir toplantıda Abdulfettah Hoca'ya "Talebelerimizde noksanlık görüyorum, ilim talebelerine yakışmayacak davranışlar müşahade ediyorum; lütfen ilim talebesinin ne gibi sıfatlarla sıfatlanacağı, terbiye ve âdâbı, hocalarına karşı ne şekilde davranacağı hususunda bir risâle yazın da fakültelerde ders kitabı olarak okutalım." demişti, ve Hocaefendi bunun üzerine Safahât min Sabril-Ulemâ; Kiymet-uz-zaman inde-l-ulemâ ; Minhâc'us-selef inde's-suâli anil-ilm min edebil-İslam; Er-Rasûl el-Muallim ve esalibuhu fit'ta'lim ; El-Ulemâ-u el-Uzzâbu ellezîne Âsâru el-ilme ale'z-zevâci adlı eserleri kaleme almıştı.

         Memleketi olan Halep şehrinden mecbûri hicret ederek Suûdi Arabistan Riyad'da 30 yıla yakın Hadis profesörü olarak görevde bulunmuştu. 20 yi aşkın talebenin master ve doktora tezlerini yönetmiş, sayılarını bilmediğim kadar da tez münakaşalarına katılmıştı.

         Hindistan'a ve Pakistan'a iki defa ilmî yolculuklarda bulunmuş, bu ülkelerdeki âlimlerle görüşmüş, özellikle bazılarından Hadis, hadis usûlü ve fıkıh ilimlerinden icâzet almıştır. Hindistanlı alimlerin ısrarı üzerine Allâme, muhaddis Abdu-l- Hayy el-Leknevî'nin bir çok eserini tahkîk, hadisleri tahric etmek sûretiyle nefis fihrist ve ta'liklerle eserlerini neşretmiştir.

         Hocamızın Hadis tahrici, hadis ricâli, cerh ve tadil ilmi, hadis senetlerinin tenkidi, hadisin fıkhı ve sebeb-i vürudu üzerindeki vukûfiyeti büyüktü; Hocamız muhaddis, fakih sıfatlarını kendisinde meczetmişti; mücerred nakilcilikle yetinmemiş, hadisin fıkhına, sebebi vürûduna, hadiste adı geçen muhatabın durumuna vakıf olup, ictimâî, kültürel ve psikolojik durumları göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunurdu. Sahabe, tâbiîn, etbâut-Tâbiîn, tebei'l-etbâyı, hayatlarını çok iyi bilirdi.

         Hanefî fıkhına vukûfiyeti de büyüktü, Hanefî mezhebine göre hangi hadislerin delil sayılacağını, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinin delillerine mukâyese ederdi. Hanefî görüşünü ekseriyetle tercih ederdi.

          Mezkur Üniversite Şeriat (İslam Hukuk) fakültesinde dört mezhebe göre (mukayeseli olarak) hadis derslerini yıllarca okutmuştu. Usûl-id-Dîn Fakültesi Hadis kürsüsünde ise cerh ve tadîl, Usûlü hadis (Tedribi-r-Râvî'den), Buhârî ve Müslim şerhlerinden aynı hadisin (mukayeseli olarak) tedrisâtını yapıyordu.

         Usûlu fıkıh ilminde de söz sahibi sayılırdı. Şeriat Fakültesinde usûlü fıkıh derslerini dört mezheb üzerine mukayeseli okuttuğunu bir çok hocadan naklen işittim; bu husus gerek Suudlu ve gerekse diğer yabancı hocaları hayretler içinde bırakmıştır. Çünkü Hocamız dört mezhepten her birinin usûldeki metodlarını ve ayrıldıkları noktaları çok iyi öğrenmişti.

         Kitap tahkik ve ta'liklerine gelince, müellifin asıl yazma nüshasını veya müellif nüshasından nakledilen itimada şâyan nüshayı, yahut da üzerinde, büyük muhaddislerin okuttuklarına dair semâlar bulunan nüshayı elde etme, müellifin kitabında zikrettiği kaynaklara inme, delilleri kıymetlendirme, ilmî, fıkhî ve usûlî ıstılahları açıklama, kelimelerin cümledeki yeri, irapların mahalli, fıkhî, usûlî ve itikâdî yöndeki açıklamalara önem verirdi. Tarihi hâdise ve vâkıaları, önemli şahısları, bilinmeyen yer isimlerini yeri geldikçe dipnotlarla muhtasar olarak açıklardı. Ayrıca her eserin sonunda detaylı fennî fihristlere yer vererek okuyucuya kolaylıklar sağlardı.

         Ders ve konferanslarında hoca ve talebe âdâbına işaret ederek, başkalarından, bazan da kendisinden misal vererek dinleyenlerin de aynı âdab ve terbiye üzerinde olmalarını sağlardı.

 İNTİBALARIM

Bir defesında evine (Bayram'da) ziyarete gittiğimde, evinde Pakistanlı, Hindistanlı, Endonezyalı, Habeşli talebeler vardı. Onlara dönerek ve bana işaret ederek "Bunun memleketi var ya (Türkiye) namaz kılmak için camilere gittiğinizde hiç bir gürültü, hışırtı işitmezsiniz, sanki namaz kılanların başlarına kuş konmuşçasına huzur içinde huşû ile namaz kılıyorlar, saflar askerî disiplin içinde tertip olunmuş, namaz başladıktan sonra boş yerleri doldurmaya hiç gerek kalmaz. " demişti.

         Türk talebeleriyle ziyaretine gittiğimizde bize "Ben Zâhid el-Kevserî Hocamın üzerinde bulunan hakkını nasıl öderim; Türk talebelerine yeterli derecede faydalı olamadım, onlara özel dersler veremedim " diye hayıflanmıştı. Türk talebelerine bir müddet evinde tatil günlerinde ders vermeye başlamıştı ki, Suudlu yetkililer dersi durdurdular, sanki Hocamızı göz hapsine koymuşlardı.

         Bendenizi İbnu-l-Cevzî'nin "el-Mavdûat" adlı eserini tahkik ve hadisleri tahric etmem husûsunda ısrarla teşvik etmiş, bana bir nevi sorumluluk yüklemişti; ve bana devamlı sûretle;

    "Kitap ne oldu, nereye kadar tahkik yaptın, ne kadar kaldı? Şayet bitirmezsen pişman olursun, başka biri senden önce davranır yayınlarsa çok üzülürsün." derdi. Allah'a hamd olsun kitabın tahkîkinin tamamlandığı ve basılmaya hazır olduğunu mektupla haber verdiğimde çok sevindi ve dualar etti. "el-Mavdûat" adlı eserin içinde manasını anlayamadım ibâreler ve cümleler vardı.. kendisinden açıklaması için rica etmiştim. Sorulara 2 sahifeyi aşkın açıklamaları ihtiva eden mektup göndermişti. Bu bilgi ve açıklamaları aynen hocamın adıyla dipnotlarda zikrettim. Ayrıca mektubunda, kitap neşredilmeden önce Dr. Ahmed Muhammed Şâkir'in yazma eserleri tetkik hususundaki eseri dikkatle okumamı, fihristlere önem vermemi, kitapları, bablara, hadislere, eserlere ayrı ayrı baştan sona kadar numara verilmesini, cerh ve ta'dil edilen râviler fihristini yazmamı tavsiye etmişti.

         1996 yazı Konya'mıza teşrif etmişler, Konya'da akdedilen Kongreye iştirak etmişlerdi. Bendenize "Yarın Sahih-i Müslim Kitabını getir sana okutacağım ve icâzet vermek istiyorum." dedi.. Bence bu, onun ölmesinden önce, şahsıma ve yanındaki arkadaşlara icâzet vermek istemesi ve kerametiydi. Sanki sevdiği Konya'ya ve Konyalılara veda ediyordu. Konuşmalarında, hareketlerinde bunu hissetmiştim. Belediye sarayına geldim, yanımızda Emin Saraç, Dr. Seyyid Bahçıvan ve Ömer Faruk Hocalar vardı. Abdest aldık diz çöktük, bendenize Sahih Müslimin'in evvelinden üç sahife kadar okuttu, "şerh et" dedi, sonra kendileri tafsilatlı bilgi verdiler, sonra yanında taşıdığı miskten hepimize eliyle sürdü, hazır olanların hepsine de icâzet verdi ve imzaladı, dualar etti.

          İlim adamlarına takva ve zühd sahibi kimselere sevgisi, hürmeti fazla idi. Isparta'da ikâmet eden Diyarbakır Hazro'lu İsmail Çetin hoca sırf kendisini görmeye geldiğini söyleyince çok duygulandı. İsmail hoca kendilerine "Muhammed Zâhid Kevserî hocaya şeklen, ilmen ve rûhen çok benziyorsunuz." deyince ağlamıştı; çünkü hocasını çok mu çok seviyordu.

         1994 yılında Konya Selçuk Eğitim merkezi Hocaları ve talebeleri ile Ramazan ayında Mekke'ye vardığımızda, geldiğimizi haber alır almaz, damadını ve bir talebesini göndererek Mescid-i Haram'da bizi arattırmış, nihayet üst katta terâvih namazından sonra kendisiyle buluşmuştuk. Zâtı âlilerinden bize ve talebelere nasihatte bulunmasını rica ettim, "Tabii, bu benim görevimdir." diyerek kabul ettiler. Ertesi günü teravih namazını müteakiben Diyanet İşleri Başkanlığı misafirhanesinde iki saati aşkın talebelerle ve bizlerle sohbet ve nasihatte bulundu.

         Ehli sünnet vel-Cemaat itikadı üzerine her türlü ırktan talebelere dersler verdi, onları yetiştirdi, birçoklarına Hadis ve Fıkıh'tan icâzet verdi. Türkiye'yi ve Türk'leri çok seviyordu. Konya'yı ve Konyalıları da çok sevdi. daha önce Konya'yı görmediğine hayıflandı, burada gördüğü sıcak ilgi ve muhabbetten çok memnun kalmış olacak ki, gelecek yıllarda yaz tatilini Konya'da geçirmeye karar vermişti.

         Burada Rabb'imize iltica ederek, hocamıza Mevla'mızdan af ve mağfiret diliyoruz. Kabri purnûr olsun, rûhu şâd olsun, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Rabbim onu mahşerde Nebilerle, Sıddîklarla ve şehidlerle beraber etsin. Biz talebeleri ve dostları olarak hocamızdan razıyız, Rabb'im Sen de ondan razı ol, makamını yücelt ( Amîn ) -

Dr. Nureddîn BOYACILAR . Selçuk Eğitim merkesi Öğretim Görevlisi

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı