İdam Sehpasında ki Kahraman!
Simdi...
Ey insanlar! Bu kahraman için yolu genişletiniz...
Her taraftan ve her yerden geliniz...
Büyük, küçük hepiniz geliniz...
Koşa koşa ve huşu içinde geliniz.
Fedakârlık konusunda, benzersiz bir ders almak için geiiniz!...
Siz şöyle diyeceksiniz : Daha önce bize anlattıklarının hepsi benzersiz fedakârlıklar konusunda verilen dersler değil miydi?
Evet, onların hepsi birer dersti...
Onların dehşet ve güzelliklerinin eş ve benzerleri yoktu...
Fakat şimdi fedakârlık sanatında yeni bir üstadın karşısındasmız.
Bir üstad ki, eğer onunla ilgili olayı kaçırsaydınız, birçok iyi ve önemli şeyi kaçırmış olurdunuz.
Haydi, bütün mîlletlerin ve ülkelerin inanç sahipleri, geliniz... Haydi, ey bütün çağ ve zamanlarda yücelik aşıkları geliniz... Siz de, ey gururun ağırlaştırdığı kimseler, dinleri ve imanı kötü zannedenler...
Gururunuzla geliniz!...
Geliniz, bakınız, Allah'ın dîni, kişileri ne hale getiriyor..
Geliniz, bakınız, bu ne izzet... Bu ne kuvvet... Bu ne azim ve sebat... Bu ne fedakârlık... Bu ne bağlılık...
Tek kelimeyle, Hakk'a imanın ihlâslı sahiplerine yaptırttığı bu ı
göz kamaştırıcı büyüklük!...
İdam sehpasına çıkarılmış bu cesedi görüyor musunuz?
Ey insan oğullarının tümü! İşte bu, bugünkü dersimizin kondur!...
Evet...
Karşınızda idam sehpasına çıkarılmış bu ceset, konudur, derstir ve üstaddır...
Onun adı, Hubeyb İbn Adiyy'dir... Bu yüce adı iyi belleyiniz...
Onu şiir gibi belleyiniz. O, her dinden, her mezhepten, her cinsten ve her zamanda, her insan için bir şereftir!...
O, Medine'nin Evs kabilesinden ve Ensar'dandır.
Hubeyb, Resûlüllah (s.a.v.) onlara hicret etmeden ve kendisi âlemlerin Rabbi Allah'a iman etmeden önce, onun (s.a.v.) yanına sık sık uğrardı.
O, tatlı ruhlu, açık gönüllü, sağlam imanlı ve iyi vicdanlıydı...
O, İslâm'ın şairi Hassan İbn Sabit'İn tarif ettiği gibiydi :
«Ey Ensar'ın ortasındaki şahin!
Yumuşak huylulukta pırıl pırıl olan».
O, Bedir'de bayraklar kaldırıldığında yiğit ve atılgan bir askerdi.
Çarpışmanın başında önüne çıkan ve kılıcıyla devirdiği müşrikler arasında el-Haris İbn Amir İbn Nevfel de vardı...
Savaş bitip, yenilen diğer Kureyşliler Mekke'ye döndükten sonra el-Haris'in oğulları babalarının öldürüldüğünü öğrendiler ve savaşta onu yıkan müslümanın adını iyice bellediler: Hubeyb İbn Adiyy...
Müslümanlar, yeni toplumlarını kurmaya devam etmek üzere Bediiden Medine'ye döndüler...
Hubeyb çok ibadet ederdi. Her yönden âbidlerin [çok ibadet edenlerin) huyuna ve tabiatına sahipti.
Bir aşık ruhuyla ibadete yönelmişti. Geceleyin namaz kılar, gündüz oruç tutar ve âlemlerin Rabbi Allah'a hamdederdî.
Bir gün Resûlüllah [s.a.v.), Kureyş'le ilgili bilgiler toplamak, Ku-reyş'in bazı hareketlerde bulunduklarına ve yeni bir savaşa hazırlandıklarına dair kendisine gelen haberlerin aslını öğrenmek istedi. Bu iş için aralarında, Hubeyb'in de bulunduğu on kişiyi seçti ve Asım İbn Sabit-i de onlara başkan yaptı.
Kafile, yerine getirecekleri görev için yola çıktı. Usfan'la Mekke arasında bir yere geldiklerinde, onların haberi, Hayyan oğulları denilen Huzeyl'Ii bir obaya ulaştı. Onlar hemen en usta okçularından yüz
kişiyi müslümanlann üzerine gönderdiler, okçular müslümanlann izlerini takip etmeye başladılar.
Onlardan birisi, kumların üstüne düşmüş birkaç hurma çekirdeğini görmeseydi, yollarını değiştirmek üzerelerdi. O adam, bu çekirdeklerden birini aldı ve Araplara has garip bir firâsetle onu inceledi. Sonra yanındaki arkadaşlarına haykırdı :
«— Bu Yesrib hurmasının çekirdeğidir, bizi onlara götürünceye kadar bu çekirdekleri takip edelim».
Yere atılmış çekirdekleri takip ederek yürüdüler. Nihayet aradıkları yitiklerini uzakta gördüler.
On kişinin başkanı olan, Asım, onların kendilerinin peşinde olduklarını anladı. Arkadaşlarına bir dağın tepesine çıkmayı teklif etti.
Yüz okçu yaklaşıp, dağın eteğinden onları kuşatıp etraflarında sağlam bir duvar ördüler.
Kendilerine hiçbir kötülük yapmıyacaklarına dair söz verdikten sonra onları teslim olmaya çağırdılar.
On kişi Allah onlardan razı olsun başkanları Asım İbn Sabit el-Ensari'ye dönüp onun emrini beklemeye başladılar...
İşte o şöyle diyordu :
«— Vallahi, ben bir müşriğin sözünü kabul edemem... Ya Rabbi! Bizim hakkımızda Peygamberine haber ver...»
Yüz okçu onlara ok atmaya başladı... Başkanları Asım, isabet alıp şehid oldu. Onunla birlikte yedi arkadaşı daha isabet alıp şehid oldular...
Geri kalanlara da, eğer tepeden inerlerse, hiçbir şey yapmıyacaklarına dair söz verdiler...
Bunun üzerine üçü indiler. Hubeyb İbn Adiyy ve İki arkadaşı... Okçular Hubeyb'le arkadaşı Zeyd İbnu'd-Disinne'nin yanına gelip onları iplerle bağladılar.,.
Üçüncü arkadaşları zulmün başladığını görünce Asım ve diğer kardeşlerinin şehîd oldukları yerde ölmeye karar verdi...
Ve istediği yerde şehid oldu...
Mü'in inlerin en büyük, en doğru ve Allah'la Resûlü'ne en vefalı olanlarından sekizi imanlarını, ahd ve sözlerini bu şekilde yerine getirmişlerdi...
Hubeyb'le Zeyd bağlı oldukları iplerden kurtulmayı denediler ama ipler çok sağlamdı...
Zalim okçular onları Mekke'ye götürüp oradaki müşriklere sattılar.
Hubeyb'in ismi kulaklarda çınladı...
Bedir'de öldürülen el-Harİs İbn Amir'in oğulları bu İsmi çok iyi hatırladılar ve içlerindeki intikam duyguları yeniden kabardı.
Hemen onu satın almaya koştular. Bedir savaşında babalarını ve ileri gelenlerini kaybeden Mekke'lilerin çoğu ondan intikam almak için bu konuda birbirleriyle yarışa girdiler...
En sonunda hepsi anlaştılar ve onu yalnız ona değil, bütün müs-lümanlara olan kinlerini söndürecek son için hazırlamaya başladılar!...
Başka bir kabile de Hubeyb'in arkadaşı Zeyd İbnu'd-Disinne'ye el koydu. Böylece her ikisine ateşle işkence etmeye başladılar..
Hubeyb kalbini, durumunu ve sonunu âlemlerin Rabbi Allah'a teslim etmişti...
Kılı kıpırdamadan ve cesurca, kayaları eriten ve korkuyu yok eden Allah'ın verdiği bir iç huzuruyla Allah'a itaata yönelmişti...
Allah onunlaydı, o da Allah'la birlikteydi...
Allah'ın eli onun üzerindeydi, sanki o elin parmaklarının soğukluğunu göğsünde hissediyordu...
Bir gün evinde esir olduğu el-Haris'in kızlarından biri yanına geldi. Ama hemen, garip bir şeyi görmeleri için halka seslenerek koşa koşa oradan ayrıldı...
«— Vallahi onu elindeki büyük bir salkımdan üzüm yerken gördüm. Halbuki o zincirle bağlı... ve bütün Mekke'de bir üzüm tanesi bile yok...
Onun Allah'ın, Hubeyb'e verdiği bir rızıktan başka birşey oldu ğunu sanmıyorum!...
Evet... o Allah'ın salih kuluna verdiği bir rızıktı. Nitekim, da önce bunun benzerini İmran'ın kızı Meryem'e vermişti.
«— Zekeriya mabedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu...
O: «Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?» dedi.
O da şöyle cevap verdi: «Bu Allah'ın katındandır, doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır». [Âl-i İmran/37)
Müşrikler, Hubeyb'e, arkadaşı ve kardeşi Zeyd İbnu'd-Disinne'nin (r.a.) şehâdet haberini getirdiler.
Onlar, bununla Hubeyb'in sinirlerini bozacaklarını ve ona ölümü benzerini tattıracaklarını zannediyorlardı. Halbuki onlar, Rahim olan Allah'ın onu misafir ettiğini, ona sekînet (iç huzuru) ve rahmetini indirdiğini bilmiyorlardı.
Onun imanı konusunda pazarlık yapıyorlar, eğer Muhammed i, ondan da önce inandığı Rabbini inkâr ederse onu kurtaracaklarına dair söz veriyorlardı. Fakat onlar güneşi balçıkla sıvamaya çalışan kimseler gibiydiler!...
Evet, Hubeyb'in imanı, kuvvet, uzaklık, ateş ve ışık yönünden güneş gibiydi...
O, kendisinden ışık isteyen herkesi aydınlatıyor ve kendisinden sıcaklık isteyen herkesi ısıtıyordu. Fakat kendisine yaklaşan ve meydan okuyanı ise yakıp mahvediyordu.
Umduklarını bulamayınca kahramanı akıbetine sürüklediler. Onu, Ten'îm denilen öldürüleceği yere çıkardılar.
Götürdükleri yere varır varmaz Hubeyb onlardan iki rekat namaz kılmak için izin istedi. Onun, teslim olmak, Allah'ı, peygamberini ve dinini inkâr ettiğini açıklamakla sonuçlanacak bir konuşma yapabileceğini zannederek ona izin verdiler...
Hubeyb huşu, teslimiyet ve tevazu içinde iki rekat namaz kıldı.,.
Ruhundan imanın tadı fışkırdı, devamlı namaz kılmak, namaz kılmak istiyordu...
Fakat katillerinin bulunduğu tarafa dönüp onlara şöyle dedi :
«— Vallahi, eğer ölümden korktuğum için namazı uzatmış olduğumu düşünmeseydiniz, daha fazla namaz kılmak isterdim!.»
Daha sonra ellerini semâya doğru uzatıp :
„— Allah'ım! Onları yok et ve hiçbirini sağ bırakma» dedi.
Bunu da söyledikten sonra, kararlılıkla onların yüzüne baktı ve şu şiiri söylemeye başladı :
«Müslüman olarak öldürülürsem, Allah yolundaki ölümümün herhangi bir yerde olmasına aldırmam. Çünkü bu Allah içindir. Eğer, o dilerse, parçalanmış bir uzvun geri kalanlarını da mübarek kılar».
Belki de Arap tarihinde ilk defa onlar, bir adamı idam sehpasına çıkarıp orada öldürüyorlardı...
Onlar hurma dallarından, üstüne Hubeyb'i yerleştirdikleri büyük bir idam sehpası hazırlamışlar, onun kol ve bacaklarını iplerle bağlamışlardı. Müşrikler açıkça görülen bir sevinç içinde toplanmışlar, mızrak sahipleri de mızraklarını bilemişlerdi...
Bütün bu vahşilik, idam sehpasındaki kahramanın önünde kasıtlı bir yavaşlık içerisinde cereyan etmişti!... O gözlerini yummamış ve
yüzünü aydınlatan şaşırtıcı vakar da gitmemişti...
Ona, mızraklar saplanmaya ve kılıçlar da etini doğramaya başlamıştı.
Bu sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden biri ona yaklaşıp :
«—Sen kendin sağlam ve ailen arasında rahat bir halde olduğun halde, Muhammed'in senin yerinde olmasını ister misin?» dedi.
İşte sadece burada, Hubeyb bir fırtına gibi kıpırdanmaya çalışıp katillerine karşı :
«— Vallahi, Muhammed'e bir diken batırılması karşılığında, dünya rahatına kavuşmayı ve çoluk çocuğumun arasında olmayı istemem» diye haykırdı...
Öldürmeye niyetlendikleri sırada, arkadaşı Zeyd İbnu'd-Disinne'-nin söylediği yüce sözlerin aynısı!... Dün, Zeyd'in söylediği şahane sözlerin aynısı!... Onları, bugün de Hubeyb söylüyor... O sözler ki henüz müslüman olmamış Ebû Süfyan'm ellerini çırparak ve dehşet içinde su sözler) sökmesine sebep oluyordu :
«— Muhammed'in ashabının, Muhammed'i sevdiği gibi, başkasını seven hiç kimseyi görmedim!...»
Hubeyb'in söylediği o sözler, mızrak ve kılıçların kahramanımızın vücuduna gönderilmesi için sanki bir komut olmuş nihayet onlar çılgınca ve vahşice ona gitmişlerdi...
Olayın yakınındaki bir yerde, kuşlar ve şahinler uçuşuyordu. Sanki onlar kasapların işinin bitip oradan ayrılmalarını bekliyordu. Çünkü onlar oraya gelip onun taze cesedinden lezzetli bir yiyecek elde etmek istiyorlardı...
Fakat onlar hemen aralarında cıvıldaşıp bir araya geldiler. Sanki onlar aralarında birşeyler fısıldasıyoriarmış gibi gagalarını birbirine yaklaştırdılar...
Kuşlar, ansızın gökyüzünü yara yara ve uzaklara, hem de çok uzaklara doğru uçmaya başladılar.
Sanki onlar duyulan ve içgüdüleriyle salih ve âbid bir adamın idam sehpasındaki cesedinden yayılan kokuyu duymuşlar ve ona yaklaşmaktan veya ona bir kötülük yapmaktan utanmışlardı!...
Kuş sürüsü, kötü birşey, yapmaktan çekinerek ve insaf ederek uzayın derinliklerine gitmişti.
Müşrik topluluğu da azgınlık ve düşmanlık yaparak Mekke'deki intikam dolu yuvalarına dönmüştü...
Şehidin cesedi bir grup Kureyşii'nin kılıç ve mızraklarıyla korunarak bekletiliyordu.
Hubeyb, hurma dallarından yapılan idam sehpasına çıkarılıp ona iplerle bağlandığında yüzünü gökyüzüne çevirip, yüce Rabbine şöyle yalvarmıştı :
«— Allah'ım! Biz Peygamberinin risâfetini tebliğ ettik. Sabahleyin, bize yapılanları ona ulaştır...»
Allah onun duasını kabul etmişti...
Medine'de Hz. Peygamber'i, ashabının işkencede olduğuna dair kuvvetli bir duygu bastı... Ona, ashabından birinin asılı olduğu haber verilmişti...
Hemen o, ei-Mikdad İbn Amr'ı ve ez-Zübeyr İbnu'l-Avvam'ı çağırdı... Onlar atlarına atlayıp oraya gittiler.
Allah onları bilinen yerde biraraya getirmişti. Onlar arkadaşları Hubeyb'in cesedini indirdiler. İşte orada nemli toprağın altında kucaklamak için temiz bir yer onu beklemekteydi...
Hiç kimse —bugüne kadar-nu bilmemektedir.
Hubeyb'in kabrinin nerede olduğu-
Belki, onun için en doğrusu ve en uygunu buydu. Böylece onun tarihin hafızasındaki ve dünyanın vicdanındaki yeri daima idam seh-
pasındaki bir kahraman olacaktır!... [1]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder