3 Haziran 2011 Cuma

KAYS İBN SA'D İBN UBADE


İslâm Olmasaydı O, Arabların En Kurnazı   Olurdu
Yaşının küçüklüğüne rağmen Ensar ona bir lider gibi davranırdı... Onlar: «Paralarımızla Kays'a bir sakal alabilseydik, bunu mutlaka yapardık» derlerdi.
Çünkü o tüysüzdü. Onda, sadece, halkının örfüne göre, liderlik vasıflarından, erkeklerin yüzlerinde bulunması gereken sakal eksikti.
Halkının yüzünde, hakiki büyüklük ve üstün liderlik için dış gö­rünüşü tamamlayan bir sakalın bulunması için, uğrunda para harcama­ya razı oldukları bu delikanlı kimdi acaba?
Evet, bu delikanlı Kays İbn Sa'd İbn Ubâde'ydi... O, Arap evlerinin en cömert ve en köklüsündendi. Öyle bir ev­dendi ki, Resûlüllah (s.a.v.) onun hakkında:
«— Cömertlik, bu ev halkının huyudur», demişti.
O kurnazlık, maharet ve zekâ fışkıran bir kimseydi.
O kendisini haklı olarak şöyle tanıtmıştı:
«— Eğer İslâm olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği hîle-leri yapardım!...»
Çünkü o keskin zekâlı, çok kurnaz ve zihni açık birisiydi.
Sıffîn'de Hz. Muâviye'ye karşı Hz. Ali'nin yanında yer almıştı. O, tek başına oturdu ve bir veya bir günden az bir süre İçinde Muâvi-ye'yle taraftarlarının işini bitirebilecek hileyi tasarladı. Ancak onun yüzünden kafasının patladığı bu hileyi iyice düşündüğünde, onun kö­tü ve tehlikeli olduğunu gördü ve Allah Teâlâ'nın şu sözünü hatırladı:
«— Oysa pis pis kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer».[1] Hemen yaptığı şey hoşuna gitmeyip, Allah'tan af dileyerek yola koyuldu ve lîsân-ı hâl ile şöyle dedi:
«— Vallahi,  Muaviye'nin  bizi yenmesi  takdir edilse, o  bizi asla zekâsıyla yeneınez, belki bizim takvamız sayesinde yenebilir!»
Hazrec kabilesine mensup bu Ensar'h, büyük bir liderin evinden­di. O, faziletlere, büyükten büyüğe geçen bir miras olarak sahip ol­muştu... İşte o ilerde kendisiyle karşılaşacağımız Hazrec'in lideri Sa'd İbn Ubâde'nin oğluydu...
Sa'd rnüslüman olduğunda oğlu Kays'ın elinden tutup Resûlüllah'a (s.a.v.)  götürmüş ve ona şöyle demişti:
«— Bu  senin  hizmetindedir, ya  Resûlallah!»
Resûlüllah (s.a.v.) Kays'ta bütün üstünlük ve doğruluk vasıflarını görmüştü.
Bu sebeple onu kendisine yaklaştırmış ve Kays da daima bu ma­kamın adamı olmuştu...
Resûlüllah'ın (s.a.v.) dostu Enes şöyle der:
«— Kays, Resûlüllah'ın [s.a.v.) yanında, bir başkanın güvenlik görevlisi gibiydi».
Kays, müslüman olmadan önce, halka zekâsıyla davranırken, onun en küçük bir zekâ oyununu hesaba katarlardı. Medine ve civarında, sadece onun kurnazlığı için binlerce hesap yapan kimseler vardı. Müs­lüman olduğunda, İslâm ona, insanlara kurnazlık değil, samimiyetle davranmayı öğretti. O, İslâm'ın itaatkâr bir mensubu olmuştu. Bu ba­kımdan, kurnazlığını bir tarafa attı ve artık onunla perişan eden oyun­larını yapmaz olmuştu. Her ne zaman zor bir durumla karşı karşıya gelse, zincire vurulmuş kurnazlığını özler ve darb-ı mesel haline ge­len şu sözünü söylerdi:
«— Eğer İslâm olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği leri yapardım!..»
Özellikleri arasında, cömertliğinden başka zekâsına üstün gelen birşey yoktu... Cömertlik Kays'ta sonradan ortaya çıkan bîr huy de­ğildi. O, cömertlikte köklü bir evdendi. O günkü Arap cömertlerinin ve zenginlerinin adetine göre Kays'ın ailesinin, evlerinin damına çı­kıp gündüz misafirleri sofralarına çağıran veya geceleyin yol yürüyen yolcunun yolunu bulması için ateş yakan bir tellâlı vardı... Halk o günlerde şöyle diyorlardı: «Kim yağ ve et seviyorsa, Duleym İbn Ha-rise'nin evine gelsin...»
Duieym İbn Harise Kays'ın ikinci dedesiydi... Cömert Kays, bu köklü evde emzirilmişti...
Bir gün Hz. Ebû Bekir ve Ömer Kays'ın cömertliği hakkında şöyle konuşmuşlardı:
«— Eğer bu genci cömertlikte serbest bıraksaydık, babasının malını tamamen dağıtırdı...»
Sa'd İbn Ubade, onların oğlu Kays hakkında söylediklerini duyun­ca şöyle haykırdı:
«— Kim bana Ebû Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekir ve Hattab'ın oğlu Ömer hakkında mazeret gösterir? Çünkü onlar oğlumu bana karşı cim-rileştiriyorlar...»
Bir gün o, yoksul kardeşlerinden birine büyük bir borç vermişti...
Borç için verilen vade dolunca, adam, Kays'a borcunu ödemeye gitti ama Kays, parayı kabul etmeyip şöyle dedi:
«— Biz verdiğimiz hiçbir şeyi geri almayız!...»
İnsan fıtratının gecikmeyen ve değişmeyen bir kaidesi vardır. Ne­rede cömertlik varsa orada cesaret de vardır...
Evet... Hakiki cömertlikle hakiki cesaret, biri diğerinden asla ge­ri kalmayan ikiz kardeşlerdir. Şayet bir cömertlik görür, cesaret gö-remezsen, gördüğün şeyin cömertlik olmadığını anla... O sadece, ki­bir ve gösteriş görüntülerinden boş ve aldatıcı bir görüntüdür. Cömert­likle birlikte olmayan bir cesaret gördüğünde, bunu böylece bil ki, o bir cesaret değil, hiddet ve hafiflikle yapılan hareketlerden birisidir...
Kays İbn Sa'd, sağ eliyle cömertlik dizginlerini tutar olduğunda aynı  elle cesaret ve atılganlık dizginîerini  de tutuyordu...
Sanki o şairin şu sözüyle kastettiği kimse gibiydi: «— Ne zaman şeref için bîr bayrak kaldırılsa, Arabe onu sağ eliyle kapar»,
Resûlüllah (s.a.v.) sağken, onunla birlikte bulunduğu bütün olay­larda göz kamaştırıcı bir cesarete sahipti.
Resûlüllah (s.a.v.)  Refîk-i Â'lâ'ya  gittikten sonra yaptığı savaş­larda da göz kamaştırıcı cesareti devam etmiştir.
Kurnazlık yerine doğruluğa dayanan cesaret... Daleverayı ve al­datmacayı değil, açıklık ve dobra dobra olmayı esas edinen cesaret, sahibine ağır gelen zorluk ve meşakkatlar yüklüyordu.
Böylece, Kays, kurnazlık ve daieveraya olan gücünü geriye atıp, bunun kendisine getirdiği zorluk ve sorumluluklara sevinerek cesa­retin bu tarzını yüklenmişti...
Gerçek cesaret, sahibinin tek başına inanmasından meydana ge­lir...
Bir istek veya arzunun meydana getirdiği bu inancı ancak nefsi­ne karşı doğru olmak ve Hakk'a karşı samimi olmak meydana getirir.
Böylece Hz. Ali'yle, Hz. Muâviye arasında ihtilâf çıktığında, Kays'-ın nefsiyle başbaşa kaldığını ve taşıdığı inançla Hakk'ı aradığını gö­rüyoruz. Nihayet o, Hakk'ı Hz. Ali'nin yanında görünce, güçlü ve kah­raman bir şekilde Hz. Ali'nin yanında yer almıştı.
Sıffın, Cemel ve Nehrevan savaşlarında Kays, ya zafer ya ölüm diyen kahramanlardan birisiydi...
Şöyle haykırarak Ensar'ın sancağını taşıyordu:
«Bu, Cebrail'in bize yardım ederken, Peygamberle birlikte etra­fını çevirdiğimiz sancaktır». «Ensar'ın kendisine sırdaş ve özel cema­at olduğu kimsenin yanında onlardan başkasının olmaması önemli de­ğildir».
İmam Hz. Ali onu Mısır'a vali olarak tayin etmişti...
Hz. Muaviye'nin gözü devamlı Mısır'da idi. O, Mısır'ı beklenen tacındaki çok değerli bir inci gibi görüyordu.
Bu yüzden Kays'm Mısır valisi olduğunu görür görmez deliye dön­dü ve kendisi Hz. Ali'ye karşı kesin bir zafer kazansa bile, Kays'm ebediyete kadar kendisiyle Mısır arasında bir engel olacağından kork­tu.
Böylece hiçbirşeyden geri kalmayan hileleriyle Hz. Ali'nin yanın­da Kays'a karşı çeşitli dolaplar döndürmeye başladı. Nihayet Hz. Ali onu Mısır'dan geri getirtti...
Bu arada Kays zekâsını meşru bîr şekilde kullanmak,için güzel bir fırsat buldu ve anladı ki: Hz. Muâviye onu kendi tarafına çekme­de başarısızlığa uğradıktan sonra, Hz. Ali'ye kin tutturmak ve ona ofan sevgisini zayıflatmak için kendisine bu oyunu oynamıştı... Öyleyse, Hz. Muaviye'nin kurnazlığına en iyi cevap Hz. Ali'ye sevgisini ve Hz. Ali'nin temsil ettiği ve aynı zamanda Kays İbn Sa'd İbn Ubade için doğru ve sağlam inancın sebebi olan Hakk'a sevgisini artırmaktı.
Böylece hiçbir dakika, Hz. Ali'nin kendisini Mısır valiliğinden al­masından etkilenmedi... Valilik, emirlik ve bütün bu makamlar sade­ce inanç ve dini için kullandığı vasıtalardı. Onun Mısır'a emirliği, Hakk'a hizmet için bir vasıta ise savaş alanında Hz. Ali'nin yanındaki durumu, önemi pek de küçümsenmeyen başka bir vasıtaydı.
Hz. Ali şehid olup, Hz. Hasan'a biat edildikten sonra, Kays'ın ce­sareti sadakat ve akıllılığın zirvesine ulaşır.
Kays, Hz. Hasan'ın (r.aj halifeliğin meşru varisi olduğuna ina­nıp, ona biat etmiş ve tehlikelere aldırmaksızin onun yanında yer al­mıştı...
Hz. Muâviye onları kılıç çekmeye zorlayınca, Kays harekete ge­çip, Hz. Ali'ye matemlerinden dolayı başlarını tıraş ettiren kimseler­den beşbinini savaşa sevkeder.
Hz. Hasan ise müslümanların büyümekte olan yaralarını sarmayı tercih eder ve bu mahvedici savaş için bir sınır koyar. Hz. Muâvi-ye'yie görüşür sonra ona biat eder...
Bu arada Kays dikkatini yeniden meseleye çevirir ve görür ki, Hz. Hasan'ın tutumu ne kadar doğru olursa olsun, Kays'ın askerleri son kararı vermede Şûra hakkına sahiptirler.
Böylece Kays onları toplar ve şu konuşmayı yapar:
«— Eğer isterseniz bizim en hızlımız ölünceye kadar sizinle vu­ruşurum. Eğer isterseniz sizin için bîr eman alırım...»
Askerler ikinci şıkkı seçtiler. Kays'da kaderinin kendisini düş­manlarının en cesur ve sonu en tehlikelisinden kurtardığını görünce içine sevinç dolan Hz. Muaviye'den onlar için emân aldı...
İslâm'ın kurnazlığını eğittiği, kurnaz dahi, hicretin 59. yılında Me-dîne-i Münevvere'de vefat etti...
Resûlüllah'ın [s.a.v.) :
«Kurnazlık ve hile ateştedir dediğini duymasaydıın, bu ümme­tin en  kurnazı olurdum», diyen adam vefat etmişti.
O, hayatta doğru, açık, cömert ve cesur bir adamın hatırasını bı­rakarak barış içinde vefat etmişti...
Evet, geride, İslâm için verdiği bütün söz ve teminatlarına güve­nilen bir kimsenin hatırasını bırakarak vefat etmişti... [2]






[1] Fâtır/43
[2] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/5-9.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler